Bölüm 8: Buna Değer Misin? (3)

avatar
352 3

Solgun Taht - Bölüm 8: Buna Değer Misin? (3)


Öyle hızlı bir hamleydi ki görmek bile mümkün değildi.

 

Siktir!

 

Flosh!

 

Kan havaya yükseldi ve Akira’nın yüzünde beş ince çizgi belirdi.

 

Bang!

 

Silah patladı ve gencin sağ kolu vücudundan ayrıldı.

 

Anlık tepkiler iki hayatı da kurtarmıştı. Eğer Daichi zamanında tepki verip Akira’yı çekmeseydi şahdamarı saldırı yüzünden yırtılacaktı. Genç ise zamanında vücudunu çevirmeseydi göğsünde büyük bir delik oluşacaktı.

 

Roaarr!

 

Vahşi bir canavar gibi kükreyen genç düşen kolunu yakaladı ve ikili toparlanamadan ortadan kayboldu.

 

Daichi kaşlarını çatarak yüzündeki kanı temizleyen Akira’ya baktı, “Daha dikkatli ol. Biraz önce ölebilirdin.”

 

“Biliyorum,” dedi Akira.

 

Yüzündeki yara sağ yanağından sol yanağına kadar, kaşlarının üzerinden de olmak üzere beş farklı yerden geçmişti. İşaret parmağının geçtiği yer göz torbalarının hemen altıydı, bir santim daha üste çıksaydı kör olabilirdi.   

 

Bunun farkındalığı Akira’nın ürkmesine neden oldu.

 

Ancak savaş alanına alışkındı. Kaybettiği soğukkanlılığını anında geri kazandı.

 

“Buradan hemen gitmeliyiz,” dedi Daichi etrafa bakarken, “İzleniyormuş gibi hissediyorum…”

 

“Hızlıca birkaç kişiyi avlayalım.”

 

“Dikkatli olmanın zamanı değil. Böyle giderse birkaç kat çıkamadan eğitim bitecek.”

 

“Ne yapmayı önerirsin?” diye sordu Akira, tüfeği aldı ve mermisini yineledi. Kaşlarını çatarken kalbi bir anlığına tekledi. “Dikkat!”

 

BANG!

 

Akira, Daichi’yi kolundan çektiği gibi kendini duvarın arkasına fırlattı. Daichi’de onun peşinden yuvarlandı.

 

Bang, bang, bang!

 

Gölgelerin ardına saklanmış iki figür yağmur gibi kurşun yağdırıyordu.

 

Daichi kafasını çevirmeye çalıştı ancak kafasını çevirdiği anda bir kurşun kafasının yanındaki duvara saplandı.

 

Bang!

 

‘Bu adamlar çok acımasız.’

 

Derin bir nefes aldı ve Akira’nın yakışıklı yüzüne baktı.

 

‘Geriye bir seçenek kalıyor.’

 

“Dikkatlerini dağıtabilir misin?”

 

Akira’nın yüzü karardı.

 

“Ne kadar süre gerekiyor?”

 

“Bir saniye yeterli.”

 

Çok uzundu. Bu kadar sürede eleğe dönmesi fazlasıyla mümkündü. Akira bir süreliğine ne yapacağını bilemedi zira karşı tarafın mermisi sonsuz gibiydi. Mermiler arasındaki mesafe açılmış olsa da gözdağı vermek uğruna devam ettiriyorlardı.

 

Kolonun arkasından ayrıldıkları anda vurulacaklardı.

 

Bang, bang, bang!

 

Mermiler uçmaya ve saplanmaya devam etti. Daichi bir avcı gibi doğru zamanın gelmesini beklerken, Akira derin nefesler eşliğinde McMillan’ı kaldırdı.

 

“Dikkatlerini sağ tarafa yönlendireceğim. Seni fark etmeleri yarım saniye sürer.”

 

“Yeterli.” 

 

MacMillan hafif silahlardan değildi. Her ateşin ardından büyük geri tepmeyle karşı karşıya kalıyordu ki bu sıkıntıydı.

 

Bu yüzden ateşlerken kendisini sağlama alması gerekiyordu.

 

Ciğerlerini nefesle dolduran Akira yana yatıp tüfeği ateşlemeden önce bir saniye bile düşünmedi.

 

Boom!

 

Tüm binayı titreten bir ateşleme sesi kulak yırtan cinstendi. Akira’nın omuzları dengesiz pozisyonu yüzünden acırken Daichi bir hayalet gibi yok olmuştu.

 

Düşmanlar bir anlığına ateşi kesmişti. Çünkü McMillan’ın gücü duvarları delmek için yeterliydi. Bu yüzden ateşledikten sonra tekrar çıkmak en mantıklısıydı.

 

Mermi duvarda derin bir iz bıraktıktan sonra gölgelerden bir patlama geldi ve bir mermi Akira’nın omzunu teğet geçti.

 

Akira tekrar yuvarlandı ve kolonun ardına saklandı.

 

Her şey Daichi’ye kalmıştı.

 

Bang, bang!

 

İki el ateşlendi ancak hedef Akira değildi. Akira kafasını diğer taraftan çevirdi ve duvarı tekmeleyip ivme kazanan Daichi’yi gördü. Verdiği hançer elinde ölümcül bir silahtan farksızdı. Rakipler yakınlığa rağmen vuramamıştı.

 

O anda Daichi düşmanlarının yüzünü gördü.

 

Ortalama boya sahip yaşlı bir adam ve aynı boylarda genç bir kızdı.

 

Daichi’yi gören kızın gözleri bir saniyeliğine panikle dolsa da yaşlı adam kafasını kaldırmakla yetindi.

 

“Bizim için öl.”

 

Yaşlı adam mırıldandığı anda tabancayı kaldırdı.

 

Boom!

 

Clang!

 

Tam ateş edecekti ki kafası karpuz gibi patladı. Kız olduğu yerde dona kaldığında soğuk hançer göğsünü yardı. Daichi’nin ağır figürü altında kalırken gözleri sonuna kadar açıktı.

 

Daichi cesetlere bir bakış attı ve Akira’ya döndü.

 

“Ben hallederdim.”

 

Akira omuz silkti, “Yaralanabilirdin.”

 

Aslında her şeyi Daichi’ye bırakmak isterdi ama öfkesine hakim olamamıştı. Son beş yıldır ilk defa ölümü bu kadar yakında hissediyordu. Birkaç dakika içinde iki kere ölümle karşılaşmıştı. Son beş yılda bu kadar ölümle karşı karşıya kalmamıştı.

 

[Bir kişiyi öldürdünüz.]

[5x Ölüm Puanı kazandınız.]

[Tebrikler!]

[Artık resmi olarak bir katilsiniz.]

 

Kafasında yankılanan soğuk sese aldırmadan cesetleri yağmaladı.

 

Ellerine iki tane tabanca ve bir çakı geçmişti.

 

“Bunlar Glock-17 mi oluyordu?” Daichi merakla sordu.

 

“Bilmiyor musun,” Akira şaşırmıştı, “Karşılaşabileceğimiz en güzel tabancalardan birisidir.”

 

Mermisini kontrol ettikten sonra birini Daichi’ye fırlattı.

 

“Hiç poligona gittin mi?”

 

“Yakın dövüşte daha iyiyim.”

 

“Ne olacağını bilemeyiz. 46 mermini 30’unu ben alıyorum. Geri kalanını kendini korumak için saklayabilirsin.”

 

Sonuçta uzun mesafeli silahlar ilgi alanı değildi. Bu yüzden Daichi ilgi alanı olan yakın dövüşe odaklanmak istiyordu.

 

Savaş alanında her şey bir anda gelişebilirdi. Ölümün nereden geleceği belli olmazdı. Kilometrelerce uzaktan gelen bir kurşuna ölebilirlerdi. Kafalarının üzerindeki tavan çökebilirdi. Bu yüzden aynı yerde kalmak mantıklı olmazdı.

 

Akira ve Daichi hızlıca üst katlara devam ettiler.

 

Sorunsuzca üç katı çıktıktan sonra bir çatışmaya denk geldiler. İki orta yaşlı adam ölümüne birbirlerini boğuyordu.

 

İkisi de sıradan insanlardı. Bu yüzden mermiye gerek bile kalmadan basitçe öldürdüler. Daichi’nin içi oldukça rahattı. Onları bıçaklamak ve kum torbası bıçaklamak arasında fark yoktu.

 

Akira ise iyi ile kötüyü ayırt edebilecek olgunluğa sahipti. Bu kişiler büyük ihtimalle masumları öldürmüş aptallardı. Onlar gibi asker değillerdi. Bu yüzden ölümleri tüm dünya için iyi bir şeydi.

 

Bir süre sonra Daichi bir çakı daha buldu. Bunun dışında başka bir şey bulamamıştı. Bu yüzden güvenli bir odaya çekilip yarım saat dinlendiler.

 

Vücutları pek yorulmamış olabilirdi ancak zihinleri için aynı şey geçerli değildi. Sürekli tetikte olmak zorundaydılar. Ufak bir zayıflık ölümlerine neden olabilirdi.

 

Bu da sürekli tetikte olmalarının asıl sebebiydi.

 

Ki bu zihni fazlasıyla yoruyordu.

 

Yarım saat sonra ikili tekrardan harekete geçti. İkisin de adımları öncekine göre daha tereddütsüzdü. Zira ne yapacaklarını az çok anlamışlardı.

 

14. kat, 14870 numaralı oda.

 

Daichi kapıyı araladığı anda bir yumruk üzerine geldi.

 

“Ha!”

 

Rakibi delicesine kükredi.

 

Yumruğu havayı yararak ilerliyordu.

 

Daichi elini yavaşça kaldırdı ve avuç içiyle yumruğu içe doğru tokatladı. Basit bir tokat olmasına rağmen rakibin tüm dengesini yok eden bir hareketti.

 

En azından Daichi öyle düşünüyordu.

 

Tam karşı saldırıya geçecekti ki ‘tık’ sesini duydu.

 

Rakibinin sağ ayacağı parmak uçlarına basmıştı. Ayakları hafifçe büküldü ve gövdesi otoyolda ilerleyen tır kadar ağır bir şekilde Daichi’nin vücuduna çarptı.

 

Güm!

 

Daichi kapıdan dışarı fırladı ve ancak birkaç adım sonrasında durabildi.

 

Akira’nın ateş etmesini beklerken Glock-17’ye ait olmayan bir tabanca sesi duyuldu. Hemen ardından Glock-17’nin monoton sesi ve Akira’nın sakin sesi duyuldu.

 

“İki kişiler.”

 

“Biri ben de!”

 

Daichi de karşılık verdi. Bu sırada rakibi daha fazla dayanamamış olacak ki saldırıya geçti. Tekmesi odun kesmek için kaldırılmış balta gibi aşağıya indi. Daichi saldırıyı basitçe karşıladıktan sonra avuç içiyle karşılık verdi.

 

Sonunda karşısındaki kişiyi görebilmişti. Koyu sarı saçlar, deniz mavisi soğuk gözler. Avrupalı bir kişinin gözleriydi bunlar. Hemen hemen aynı yaştalardı.

 

Daichi gözlerin içerisinde yansımasını görünce gülümsemeden edemedi.

 

“Oldukça ilginçsin. Japonsun değil mi?”

 

Genç Daichi’nin tuzak saldırısından sıyrılırken haykırdı. Heyecanı ses tonundan anlaşılabiliyordu.

 

“…”

 

Daichi bir şey demeden bir adım attı ve gencin burnunun dibinde bitti. Öyle yakınlardı ki birbirlerinin nefesini hissedebiliyorlardı.

 

Elini yıldırım hızında hareket ettirdi ve çenesine vurdu. Genç bunu önceden sezdiği için çenesini çevirdi ve sağ eliyle karşılık verdi. Daichi homurdandı ve sol eliyle sağ elini yönlendirdi. Sağ eli ise birden yön değiştirdi ve gencin yakasını yakaladı.

 

“Hah? Bir saniye!”

 

Genç tepetaklak olduğunda çığlık attı ancak çok geçti.

 

Daichi omzunun üzerinden atmıştı.

 

Güm!

 

Sertçe yere çarpınca ağzından kanlar fışkırdı.

 

Daichi son hamle için hançerini kaldırdığı anda tüyleri diken diken oldu. Belindeki Glock’u çekmeye çalıştı ancak çok geç kalmıştı. Birden yanında beliren orta yaşlı adamdan gelen yumruğu karşılayamadı.

 

Bam!

 

Yumruk karaciğerine indiği gibi metrelerce uzağa uçtu. 

 

“Siktir git!”

 

Daichi duvara çarpmadan önce takla attı ve bir kedi gibi indi. Kafasını kaldırdığında yüzüne gelen tekmeyi gördü.

 

Kafasıyla karar vermeyi düşündüğü sırada orta yaşlı adamın birden durakladığını fark etti.

 

Orta yaşlı adam yavaşça kafasını çevirdi ve tam olarak yerde yatan gence nişan almış Akira’yı gördü.

 

“Tek bir hamle, çocuğun parçalarını toplarsın,” dedi Akira soğuk bir şekilde. Gözlerinden saçılan ölüm niyetini sezmek mümkündü.

 

Daichi bile yutkunmak zorunda kaldı.

 

O anda durumunun farkına vardı ve silahına hamletti.

 

“Bu kadarı yeterli.”

 

Genç bir ses, yere yığılmış genç birden Ninja gibi kalktı. Parlak yeşil gözlerinden heyecanını okumak mümkündü.

 

Akira’ya bir bakış attıktan sonra Daichi’ye döndü ve gülümsedi.

 

“Adın ne?”

 

Daichi sessiz kaldı.

 

“Hadi ama, birbirimizi öldürmeye çalıştık. En azından adını söylemeyecek misin? Oh, pardon, siz Japonlar çok erdemlisiniz, benim hatam. Önce kendimi tanıtayım. Ben Rüzgâr. Pasifik’teki Şahinlerin genç efendisiyim. Türk’üm.”

 

Rüzgâr... İsmini hak ediyordu.

 

“Daichi,” dedi hafif bir sesle ve önündeki orta yaşlı adama baktı. Otuzlu yaşlarında görünmesine rağmen saçları kül grisiydi.

 

Orta yaşlı adam sadece, “Yıldırım.” dedi.

 

Kısa bir sessizlik ortama çöktü.

 

“Savaşmaya devam edersek kesinlikle biri diğerini yok edemeyecek. Berabere demeye ne dersiniz?”

 

Rüzgâr’ın söylediklerini duyan Akira silahını indirmese de kafa salladı, “Katılıyorum. Geriye sadece bir kişi ayakta kalacak ve kalan kişi ağır yaralanmış olacak. Bu da ölümle aynı anlama geliyor…”

 

En mantıklı olan buydu. Fakat gene de kimse dikkati elden bırakmadı. Daichi dışında diğerlerinin savaş alanı deneyimi vardı.

 

Bu yüzden ekstra dikkatlilerdi.

 

Daichi silahını çekti ve kendini korurken yavaşça geri çekildi. Yıldırım ve Rüzgâr da benzer şekilde birbirlerine yaklaştılar.

 

“Hahahaha! Siz Japonlar çok korkaksınız.” diye haykırdı Rüzgâr. Sessizliğin önemli olduğu bir eğitimdeydiler ancak düşmanın dikkatini çekmekten korkmuyordu. “Her neyse, seninle savaşmak hatalarımı görmemi sağladı. Bundan sonra diğerlerini küçümsemeyeceğim…”

 

Daichi onun isteseydi kendisini devirebileceğini biliyordu. Rüzgâr’ı yere düşürdüğünde dahi kazanmış gibi hissetmemişti. Bu yüzden hançerini kaldırırken ekstra dikkatliydi.

 

“Pekala,” diye araya girdi Akira, ”Yolumuzu burada ayıralım. Sanırım pek fazla insan kalmadı. Yetenekli insanların çokluğu korkutmuyor değil.”

 

“Yanlış sayılmazsın. Solgun Taht’ın altın çağında bile bu kadar yetenekli kişi yoktu. Bir şey bunları tetiklemiş olmalı. Dikkati elden bırakmayın ve bir kişiye özellikle dikkat edin.”

 

“Kimden bahsediyorsun?” diye sordu Daichi, meraklıydı.

 

“Hm… Sanırım uzun siyah saçlı, vahşi bir canavar gibi saf güdülerden ve sezgilerden oluşan bir genç… Bizle aynı yaşlarda olması gerek. Çöl Kartalı’nın av köpeği olması gerek. Av köpeği delirdi ve tüm grubu öldürdü.”

 

Daichi ve Akira kaşlarını çattı. Bu Yıldırım ve Rüzgâr’ın gözünden kaçmamıştı.

 

“Onunla karşılaştınız mı?”

 

“Evet,” Akira yanıtladı, ”Dediğin gibi vahşi hayvanlardan farksızdı. Yapacağımız hamleyi önceden seziyordu ve tam harekete geçtiğimiz anda saldırıyordu. Ayrıca inanılmaz kurnaz. Daichi olmasa onun elinde ölebilirdim.”

 

“Bu sıkıntı. Başka bir Yaratık vakası ile karşı karşıyayız. Ölüm Tanrısı bünyesine yeni bir Tanrı katacak gibi görünüyor.”

 

“Ölüm Tanrısı mı?”

 

“Haberiniz yok mu:?” Rüzgâr şaşırdı, “Anlatmak isterdim ancak anlattıklarımı anlamak için Solgun Taht’ın iç yapısına aşina olmanız gerekli ve şu an çok acemisiniz. Her neyse, birkaç saat içinde cevabı öğreneceksiniz.”

 

Yıldırım birden kafasını kaldırdı ve kuzeydoğuya gözlerini dikti.

 

“Haini hissettim.”

 

“Oh?”

 

Rüzgâr birden gülümsemeye başladı.

 

“Bize müsaade o zaman.”

 

Cümlesi Daichi ve Akira’nın kulağına girdiği sırada Rüzgâr ve Yıldırım çoktan camdan dışarı fırlamışlardı. Akira kısa bir çığlık attı ve dışarı baktı. 12. Kattalardı ve onlarca metre yüksekteydiler. Yere düşen bir kişi çamura dönüşürdü.

 

Ancak gördükleri karşısında şaşırdı. Yıldırım ve Rüzgâr hemen altlarında olan balkona bastılar ve bir aşağıdaki atlamak için asıldılar.

 

“Korkusuz piçler.”

 

Balkondan balkona atlamak zor değildi ancak çok büyük cesaret gerektiriyordu. Anlık bir tereddüt ya da ufak bir kayma bile ölümle sonuçlanırdı.

 

Daichi onlara bakmadan kapıya yöneldi.

 

“Savaş hazır ol.”

 

Bir elinde tabancasıyla kapıyı açtı ve karanlığa doğru birkaç el ateş etti.

 

Bang, bang, bang!

 

Hemen ardından karanlık kıvılcımlar tarafından aydınlatıldı ve Daichi geri çekilmek zorunda kaldı.

 

“Yetenekliler.”

 

Akira şansına küfür etti.  

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44385 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr