ÇEVİRMEN:SNBURAK
EDİTÖR:BLACKLOTUS
Bugün ölen Avcılardan biri, Bay Kim'in arkadaşı Bay Park idi.
Çift zindanı keşfetmeye herkesin oyu ile karar verilmişti ancak Kim, mantığının çoğunu kaybettikten sonra bu hafızayı kafasından silmişti.
Bay Song, Kim'le konuştu.
"Kendi irademle yürümek istiyorum, bu yüzden kılıcı indirebilir misin?"
Tabii ki Kim hemen reddetmişti.
"Sana nasıl güvenebilirim, yaşlı adam? Zaman kaybetmeyi bırak ve hareket etmeye başla."
Song alçak bir sesle iç çekti ve sunağa doğru yürüdü. Kim kılıcını yaşlı adamın arkasına doğrulttu ve sonrasında onu takip etti.
Jin-Woo, iki adamın yürüdüğünü izlerken alt dudağını ısırdı.
‘Bu Bay Song’un hatası değil.’
Grubun yarısından fazlası birlikte bunu yapmayı kabul etmişti. Her şey kötüye gittiğinden, sadece Song'u suçlamanın çok alçakça olduğunu düşündü.
'Ama, ben...'
Jin-Woo maalesef Kim'i burada durdurmak için yeterli güce sahip değildi.
Kim, D seviyelilerinin arasında en iyilerinden biri ve Seong Jin-Woo, E seviyelerinin en kötüsüydü. Güçlü yönlerindeki fark, onun göremeyeceği kadar açıktı. Sadece bu da değil, Jin-Woo bir bacağını da kaybetmişti.
Kim'le şu anki haliyle yüzleşmeye çalışırsa kendisini ve sadece, onu iyileştirmeye odaklanan Ju-Hui'nin felaketle karşılaşma şansı vardı.
"Lanet olsun."
Jin-Woo gözlerini sıkıca kapadı. Bugüne kadar güçsüzlüğünden hiç bu kadar nefret etmemişti.
Bu sırada Song, ortaya çıkan sunağa adım atmıştı.
Aniden sunağın dış çevresinin yakınında kırmızı bir alev yandı. Herkes tükürüklerini tedirgin bir şekilde yuttu ve açılışını dikkatle gözlemledi.
Ancak, başka bir şey olmadı. Sadece tek bir alev canlandı ve hepsi bu kadardı.
"...?"
Bir süre beklediler ama görünürde hiçbir değişiklik olmadı. Sadece Kim değil, herkes bu durumdan rahatsız oldu.
Kim hızla başını çevirdi ve Jin-Woo ile konuştu.
"Buraya bak, Bay Seong. Bu değil mi?"
Jin-Woo da başını iki yana salladı.
"Ben bile..."
O da aynı şekilde kurban olarak seçilen bir kişi sunağa adım attığında üçüncü yasanın, 'kişinin dindarlığını kanıtlama'nın tamamlanacağını düşünüyordu.
'Bu bir fedakârlık sunmakla ilgili değil miydi?'
Eğer öyleyse o zaman kötü bir haber değildi. Yasa fedakarlıklarla ilgili değilse o zaman Bay Song'un hala kurtulabileceği anlamına geliyordu.
Jin-Woo'nun ifadesi biraz aydınlandı.
Ayağa kalkmaya çalışırken ter döktü ve yakınlardaki iki Avcı hızla yardım etti.
"Anlayabilmem için lütfen beni sunağa yaklaştır."
"Bay Jin-Woo, yaraların..."
Ju-Hui de Jin-Woo'dan sonra onu takip etmek için ayağa kalktı. Cildi büyülü enerjisinin çok fazlasını harcadıktan sonra solgundu.
Ancak çok çalıştığı için Jin-Woo'nun kan kaybı geçici olarak durdurulmuştu ve hissettiği acı zar zor fark edilir derecede azalmıştı.
'Acele etmeliyim.'
Ju-Hui’nin şu anki durumu Kim'in kaynayan öfkesi, Song'un yaralanmaları ve korkmuş Avcılar – burada çok fazla zamanı yoktu.
Jin-Woo sonunda diğer avcıların yardımıyla sunağa geldi.
"Sunağa tırmanalım."
İki Avcı dediği şeyden dolayı çekindiler, ama Jin-Woo'ya güvendiler ve ayağa kalktılar. Sonra üç alev daha aydınlandı. Hemen Jin-Woo'nun gözleri parıldadı.
'Sunaktaki insanlarla aynı sayı.'
Bay Song ve Jin-Woo, ve gençlere yardım eden diğer iki kişi – gerçekten de alevler sunağın üzerinde duran insan sayısına uyacak şekilde aydınlandı.
Ve bu dört alev sunağın dışında bir daire çiziyor gibi görünüyordu.
'Alevler arasındaki boşluğu göz önüne alırsam iki kişi daha daireyi tamamlayacak.'
Kalan tüm insanların bir şey için sunağa tırmanmaları gerekiyordu, herhangi bir şey için. Jin-Woo, Song'a sormak için başını çevirdi.
"Burada beklersek diğer Avcılar bizi kurtarmaya gelecek mi?"
Song başını salladı.
"Bugün, Kapı’nın ortaya çıkmasından bu yana yedinci gün. Bunlar yardım gelmeden önce hareket etmeye başlayacaktır."
"D-Seviyeli bir Kapı olduğu için çok uzun süre yalnız kaldığını görüyorum."
"Dernek böyle işliyor, değil mi?"
Bir Kapı yedinci günden sonra tamamen açılırdı. Bir saldırının gerçek anlamı, zindanın patron canavarı öldürmek ve bu nedenle Kapı’yı bundan önce kapatmaktı. Bunu yapamadığında zindanlarda hapsolmuş canavarlar zindandan kurtulur ve dış dünyada dolaşabilirlerdi.
Jin-Woo arkasına baktı.
Dev tanrı heykeli tahtından küstah, kibirli bir ifade ile hala onlara bakıyordu.
'Eğer o şey dışarı çıkmayı başarırsa işte o zaman...'
Bunu izleyen kaos hayal edilemezdi. Tabii ki, bu gerçekleşmeden önce onları kurtarmak için bu odaya gelen Avcılar önce heykeller tarafından öldürülecekti.
Şimdi burada sonsuza kadar bekleyemeyeceklerinden emindi. Jin-Woo, Ju-Hui ve Kim'e seslendi.
"İkiniz de yukarı çıkın."
İlk önce Ju-Hui sunağa adım attı. Kararsız Kim de kısa süre sonra emri takip etti. İki alev daha aydınlandı ve daire şimdi tamamlandı.
Ve sonra...
Avcılar, bir sonraki olaydan dolayı şaşkına döndüler.
"Ne oluyor be?!"
"Burada neler oluyor?"
Jin-Woo'nun şüphelendiği gibi, başka bir değişiklik daha oldu.
‘Geliyor.'
Sunağın en dış kenarından küçük mavi alevler yukarı doğru süzülüp kendi çemberlerini çizmeye başladı. Yan yana gerçekten sıkıca yerleştirilmiş bu mavi alevlerden en az otuz tane vardı.
'34. 35. 36...'
Jin-Woo, mavi alevler daireyi tamamlarken hepsini hızlıca saydı ve 36 tane olduğunu fark etti.
`İnsan sayısıyla eşleşecek şekilde yanan altı kırmızı alev. Ve onların dışında görünen 36 mavi alev. Bu sayının arkasındaki önem ne olabilir?’
O anda.
ÇIN!
Bir uyarı olmadan, kararlı bir şekilde kapanan kapı aniden geniş bir şekilde açıldı. Avcılar refleks olarak kaçtı.
"Siktir...!"
Hepsi geniş açık kapıya doğru koşmak için can atıyorlardı, ancak şarkı söyleyen çocuk Avcı’nın son anlarını gördükten sonra ilk adımı atmakta zorlandılar. Eğer biri ilk olmaya çalışırsa onlara ne olabileceğini kim bilebilirdi?
Herkesin bakışları sanki ondan bir yanıt bekliyorlarmış gibi Jin-Woo'ya sabitlendi. Ancak, Jin-Woo'nun dudakları sıkıca kapalı kaldı.
"..."
Şu anda bir tahminde bulunamamıştı. Açık kapının bir tuzak olup olmadığını ya da son yasayı başarıp dışarı çıkmalarına izin verilip verilmediğini bilmiyordu.
Jin-Woo'ya bakan herkes gibi onun için de çok kötüydü, tüm odayı dolduran korkunç bir gürültü.
GICIRT...
GICIIRRTTT...
Altı Avcı’nın hepsinin kafaları hızla etrafa baktı.
"Neydi o?!"
"Yaklaşıyor!!"
"Şu lanet şeylerin hepsi şimdi hareket ediyor!!"
Avcıların nefes alışları bir anda hızlandı.
Sadece bir kişi yaklaştığında hareket eden taş heykeller artık gruba birkaç adım daha yakındı. Jin-Woo'nun elbette ne olduğunu anlaması için sadece kısa bir an gerekiyordu.
`Hayır, heykeller hareket etmedi. Onların altındaki kaideler hareket ediyor. '
Daha önce de gelen bu korkunç gıcırtı, büyük olasılıkla taş zemine karşı olan heykellerin altındaki kaidelerden geliyordu.
"...Artık hareket etmiyorlar mı?"
Kim konuşurken alnındaki ter damlacıklarını sildi.
Herkes hala heykellere bakarken, Jin-Woo'nun odağı mavi alevler üzerindeydi. Tek tek dışarı çıkmışlardı ve üçü zaten varlığını yitirmişti.
GICIIIRRRTTT...
Bu gıcırtıyı duyan biri bağırdı.
"Neydi bu?! Nereden geldi?"
Jin-Woo hızla başını kaldırdı. Gürültü ön tarafından gelmişti. Yüzüne bakan taş heykeller biraz daha yaklaşmıştı.
'Neden sadece benim tarafım...?'
Kısaca başka bir yere baktığı için miydi?
Onaylamak için Jin-Woo gözlerini kapadı.
Gürültü tekrar duyuldu.
GICIIRRTT...
Gözlerini açar açmaz gürültü durdu.
"Burada neler oluyor?!"
“Ne, bu konuda ne yapmamız gerekiyor?!”
Jin-Woo hızla diğerlerine bağırdı.
"Ne olursa olsun, gözünüzü heykellerden ayırmayın!"
Bunu düşündüğünde heykellerin önce başkaları ona bakmakla meşgulken gruba yaklaşmaya başladığını fark etti.
'Onlara bakmadığımızda daha yakına sürünüyorlar.'
Tam o sırada başka bir mavi alev kayboldu. Bununla birlikte, grupta veya heykellerde hala belirgin bir değişiklik yoktu.
'Olabilir mi...?'
Dikkatlice kolunu kaldıran Jin-Woo, kol saatiyle zamanı kontrol ederken gözlerini heykellerden ayırmamak için elinden geleni yaptı.
'Düşündüğüm gibi.'
Bir dakikalık bir aralıkta mavi bir alev sönüyordu.
'Mavi alevler zamanlayıcı.'
Üçüncü yasanın ana noktalarından birinin, 36 mavi alev de sönene kadar sunağın içinde kalmak olması muhtemeldi.
Başka bir deyişle, herkes heykelleri yakından takip ettiği sürece güvende olurlardı. Bu son toplanmada hiç kimsenin ölmemesi oldukça olasıydı.
Kalan süre hakkında daha kesin olmak isteyen Jin-Woo, mavi alev sayısını yeniden saymaya başladı.
'Otuz tane kaldı...'
Sadece otuz dakika daha dayanmaları gerekiyordu!
Ne yazık ki, Jin-Woo tam o sırada büyük bir hata yaptı.
Mavi alevlerin sayısını sayarken gözleri kısa bir süre uzaklaştı ve bu da heykellerin birbirine yaklaşmasına neden oldu...
GICIIRRTT...
"Aaaahhh, aaaahhhhhh!!"
Karşı tarafta duran adam çığlık attı ve kapıya doğru koştu. Sırtından gelen korkunç gıcırtı gürültüsü onu çok korkuttuğu için artık dayanamadı.
Sunaktan ayrılır ayrılmaz kırmızı alevlerden biri ortadan kayboldu.
"Hayır!!"
Jin-Woo birdenbire bağırdı.
Ancak delirmiş gibi koşan adam, herkesi şaşırmış bir şekilde izlerken dehşet verici kaderiyle karşılaşmadan açık kapıdan kaçtı.
"Ne, ne oluyor?! Bay Seong! Neler oluyor? Bu adam hayatta kaldı!”
Kim bağırdı ve telaşlandı.
Jin-Woo sırtı kapıya dönük duruyordu, bu yüzden neler olduğunu gerçekten anlayamamıştı.
"Bir şey değişti mi?"
"Kapı... Kapı biraz kapandı."
"Kapı kapanıyor mu?"
"Hayır, hayır. O adam gittikten sonra kapı biraz hareket etti ama sonra durdu."
Jin-Woo daha sonra o adam sunaktan ayrılır ayrılmaz kırmızı alevlerden birini hatırladı.
‘Lanet olsun!’
Birden kalbinin soğuduğunu hissetti.
Bu sunağın üzerinde durduğundan şimdiye kadar tam olarak anlayamadığı sorulardan biri sonunda bir cevap bulmuştu.
Bir sunak üzerinde durmak kişinin dindarlığının bir kanıtı olabilir miydi?
Gerçekten de şimdi bu soruya cevap verebildi.
Ve bu cevap muhtemelen şu anda sadece bir bacağı olan ve sadece dengesini korumak için başkalarının yardımına ihtiyaç duyan Jin-Woo için en kötüsüydü.
***
O 'açık' kapı bir tuzaktı.
Gözlerinin önündeki sahte bir umut!
İnsanlar aynı anda açık kapıyı görüp sunaktan inerse kırmızı alevler söner ve kapı tekrar kapanırdı. Ve sonra, kan yağmurları ve çığlıklar ziyafeti bunu takip edecekti.
Öte yandan, 'sunak' meşhur vaat edilmiş topraklardı.
Her biri zamanlayıcı bitene kadar pozisyonlarında yapmak zorunda kaldıklarını yaparsa hayatta kalmaları garanti edilirdi.
Yani bu, kişinin gözlerinin önündeki sahte umut ile görünmeyen kurtuluş vaadi arasındaydı.
Üçüncü yasa, sürekli olarak ölüm tehdidi altındayken kişinin uzaktaki tatlı günaha düşmeden gidip konumunu savunup savunamayacağını görmek için bir testti.
Bununla birlikte bu durumda iki tane çekilmez kimse vardı.
İlki Jin-Woo idi.
Başlangıçta geri kalan insanlar doğrudan açık kapı için koşacaklardı ama önce Jin-Woo'nun söylediklerini dinlemek için durdular ve bu da tuzağın ilk başta yayılmasından kaçınmalarına yardımcı oldu.
‘Şanslıydık.’
Gerçekten de tek açıklama bu olmalıydı.
Böyle bir şey mümkün oldu çünkü Jin-Woo ilk iki yasayı kendi başına çözmeyi başarmıştı ve diğerlerinin güvenini kazanmıştı.
Ne yazık ki onun için ikinci çekilmez kişi de oldu – öngörmediği bir şey, aralarında kaçağın ortaya çıkmasıydı.
İnsanlar, gözlerinin önünde hayatta kalma umudu olduğunda nasıl tepki göstereceklerdi? Çok açıktı.
Jin-Woo’nun kalkmasına yardım eden adam onu bırakıp sıvıştı. Song aceleyle uzandı ve Jin-Woo'yu sırtından destekledi.
Puf.
O adam sunağı terk ettiğinde bir kırmızı alev daha kayboldu ve beklendiği gibi, kapı biraz daha kapandı.
GIIICCCIIRRTT...
"Hah?! Ah!!"
Kim şaşkınlıkla ikinci kaçağı işaret etti, ama onları terk eden ilk kişi gibi, kapıdan çok güvenli bir şekilde kaçtı.
Jin-Woo kalan kırmızı alev sayısını doğruladı ve bağırdı.
"Hareket etmemeliyiz! Bundan daha fazlası sonumuzu getirir!"
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..