CİLT II: ALTIN MEKTUPLARI
BÖLÜM 3: BEN BAŞKA BİR DÜNYADAN GELİYORUM
Yu: Farklı bir dünyada, aynı harika adam.
Odanın içindeki boy aynasının önünde değişik pozlar vererek kendini seyrediyordu. Neko ile beraber yeni aldıkları kıyafetleri hiç sıkılmadan tekrar tekrar ve farklı kombinasyonlarda deneyip durmuştu.
Yu: Hadi, Neko. Çekinme de bana on ve on arasında bir puan ver.
Neko: Ama sadece on puan verebiliyorum.
Yu: Biliyorum, ben de kendime on dışında puan veremiyorum. Gerçekten de, on numarayım.
“On numara,” diye tekrarlarken kendi etrafında bir tur döndü ve farklı bir poz elde ettikten sonra aynadaki yansımasını biraz daha inceledi.
Yu: Siyah ve beyaz, zarif bir takım. Sence de bunu giydiğimde küçük hanım ve onun kahyası gibi gözükmüyor muyuz?
Yu’nun egosu başkasının kendisini kahya olarak görmesine izin vermezdi. Ama karşıdaki küçük bir kız olduğunda egosunu bir kenara atabilecek kadar yetişkindi. Neko’nun önünde diz çöktü ve zarifçe “Yes, My Lady,” diyerek reverans yaptı. Malum animeden devşirdiği bu repliğin çok havalı olduğunu düşünüyordu.
Neko: Tuhaf şeyler demeyi kes. Fakat kahyam olman fena değil, üstün varlıklara saygı göstermeyi öğrenmişsin bakıyorum. Aferin, insanlar ancak benim hizmetçim olabilirler.
Yu: Ne kadar da kibirlisin.
Göğsünü kabartarak böbürlenen kızın kendini övmesi bir süredir tuhafına gidiyordu. Bu dünyada da ırkçılık vardı ve Yu’nun kendi dünyasından alışık olduğu şekilde ırkçılığın ten rengine göre yapılması yaygındı. Ayrıca yarı-insanlardan da nefret eden büyük bir kesimin varlığı söz konusuydu.
“Yarı-insan ırkçılığı tüm fantastik evrenlerde olmak zorunda mı?”
Eğer birisi Neko’ya ırkçılık yapmak isterse Yu direkt olarak bu eylemin karşısında duracaktı ve eğer dövemeyeceği birisiyse de Neko’yu alıp kaçacaktı. Fakat Rolderhelm’de ırkçılık sorunu ile karşılacaklarını zannetmiyordu. Pek çok insanın ziyaret ettiği bu ülke bazı şeyleri çoktan aşmıştı.
Yu: Sen de yeni kıyafetlerini denemelisin.
Geçirdikleri bir hafta boyunca Neko, Yu’nun verdiği tişörtü yalnızca bir kez yıkanması için çıkarmış, diğer kıyafetleri giymeyi reddetmişti.
Yu, Neko'nun kedi-kız tişörtünün içinde sevimli durduğunu inkar etmiyordu ama sürekli aynı şeyi giymesini istemiyordu. Üstelik yeni kıyafetlere para vermişti, o kıyafetler giyilmek zorundaydı.
İlginç bir şekilde Neko bugün Yu’nun sözünü dinledi ve kıyafetlerini değiştirmeyi kabul etti.
Yu: Mavi olanı mı giymek istersin, kırmızı olanı mı? Ben de kırmızı kıyafetimi giyeceğim, eğer sen de kırmızıları giyersen uyumlu oluruz. Ya da bunlar fazla mı süslü olur? Daha sade bir şeyler mi istersin?
Neko: Mor olanı istiyorum.
Mor rengi elde etmek on dokuzuncu yüzyıldan önce çok zordu ve bu zorluk nedeni ile mor renge boyanmış ürünler kralların bile almaya çekineceği kadar pahalı olabiliyordu. Sanayi devriminin ardından mor renk ucuzlamış olsa da burada bir sanayi devrimi gerçekleşmemişti.
Yine de mor renk Yu’nun dünyasında bir zamanlar olduğu kadar pahalı değildi. Yu, Neko için süslü, mor bir elbise almıştı. Mor olanı giydiği zaman gerçekten de soylu bir küçük hanım gibi gözüküyordu.
Neko’nun mor elbisesini giymesine yardımcı olduktan sonra Yu da giyeceği elbiseleri aldı. Koyu kırmızı bir ceket ve aynı renkte rahat çizmeler, indigo rengi pantolon giydikten ve birkaç süs eşyası ekledikten sonra onu görenler zengin bir tüccar ya da asil sanabilirdi.
Rolderhelm’de geçirdiği bir hafta boyunca ülkenin ekonomisi hakkında birkaç fikir edinmişti.
“Ağırlığı ve boyutu
hesaba katıldığında bir altın para yaklaşık iki yüz dolara denk geliyor olmalı.
Ortalama maaş ise üç altın para. Yirmi birinci yüzyıla göre yetersiz, şu anki
dünya seviyesine göreyse harika bir miktar.”
Geçen günlerde duyduğu şeylere göre Rolderhelm dünya üzerindeki refah ve gelişmişlik seviyesinin en yüksek olduğu ülkeydi. Hiçbir niteliği olmayan bir insan girdiği iş ile üç altın, yani altı yüz dolar kazanırken çevre ülkelerde aylık bir altın kazanmak bile çok zordu.
Özellikle doğuda, iç savaşın içerisindeki Rie ve Neko’nun ülkesinde bir altının yarısı, yani yirmi gümüş kazanan bir insan şanslı sayılıyordu.
“Gümüş paranın altına göre çok daha ucuz olacağını düşünmüştüm, aksine aşırı pahalı.”
Yirmi gümüş para yüz dolara, yani yarım altına tekabül ediyordu. Bir gümüş paranın tekabül ettiği miktarsa beş dolardı. Bakır paraların beş tanesi ise bir dolara denk geliyordu.
Yu gümüşün ve bakırın altına göre daha değersiz madenler olduğunu biliyordu ama bu dünyada çok önemlilerdi.
Yu’nun Rolderhelm ile ilgili öğrendiği diğer bir şeyse alım gücünün oldukça yüksek olmasıydı. Yu’nun aldığı ve kendisini uzun süre idare etmesini beklediği tüm süslü, pahalı zengin kıyafetleri altı yüz dolar tutmuştu. Kıyafetleri satın aldığı dükkandaki adam tüccarların buradan aldığı kıyafetleri iki, üç bazen dört katına çevre ülkelerde sattığını söylemişti.
“Üç-dört katına satmakta bildiğin dolandırıcılık.”
Yu: üç altın bu ayın kirası, önümüzdeki iki ay içinde ne olur ne olmaz diye kenara altı altın ayırdık kaldı bize yedi altın. üç altını da kıyafetler için harcadık kaldı beş altın. Beş altın ne yapıyor, bin dolar. Net. Herhangi bir harcaması, gideri yok. Bununla üç ay idare edeceğiz desek seyahat harcamaları işin içine girince az para oluyor ama idare edeceğiz.
Kahvaltı, akşam yemeği ve fatura derdi yoktu. Öğle yemeği ve seyahatlerdeki yemek harcamaları konusunda da biraz dişlerini sıkacaklardı. Gemilere biniş ücretini de öğrenmesi gerekiyordu, eğer pahalıysa para biriktirmeleri lazımdı.
Neko: Anlamıyorum ama parasız kalmayı kabul etmeyeceğim. Para kazan.
Yu: Bir şeyler düşünüyorum.
En kötü durum senaryosu olarak sokaklarda sihirbazlık gösterileri yapmayı ya da şarkı söyleyerek para kazanmayı düşünmüştü. Yu’nun kart numaraları büyülü bir dünyadaki insanları etkiler miydi, bundan emin değildi. Ama Yu Valarfin’in harika bir sesi vardı ve bu sesin ona para kazandıracağından emindi.
Sahip olduğu “kötü durum senaryosu” içerisinde yer alan en büyük sorun Neko’nun en kötü duruma vereceği tepkiydi. Küçük kız annesinin geri geleceğine tamamen inanıyordu ve Yu’dan bu amaç uğruna var gücüyle çabalamasını bekliyordu.
Neko sadece beklemekle kalmıyor, Yu ile yaptığı sözsüz anlaşmaya da uyuyordu. Aylardır bir kriz yaşamamasına rağmen geçen hafta yaşadığı ilk epilepsi krizini Neko sayesinde atlatabilmiş, o krizin ardından üç gün sonra sabah uyandığında tekrar bir krizle karşılaşmıştı. Bunda da Neko’nun yardımıyla kurtulmuştu.
Neko kısa sürede Yu’yu iyileştirebilme kabiliyetine sahipti. Zihni hızla toparlanıyor, vücudunun kontrolünü hızla ele alıyordu. Neko’nun yanında olması ona güven veriyordu. Tek sorun krizlerin kuvvetinin de artmasıydı. Eğer Neko yanında olmadığı bir vakit krize denk gelirse ne yapardı bilmiyordu, bu yüzden mümkün olduğunca Neko’nun yanında duruyordu.
Zaten onu gözünün önünden ayırmak gibi bir niyeti de yoktu. Kılıç perileri değerli varlıklardı ve insanların ilgisini kolayca çekebilirlerdi. Neko’nun ırkının değerinin yanı sıra, o küçük bir çocuktu ve Yu onun kaybolması, zarar görmesi durumunda kendini asla affetmezdi.
“Gerçi onun zarar görme ihtimali benim zarar görme ihtimalimden daha düşük gibi görünüyor.”
Yu: Sana bir hediyem var.
Kendi kıyafetlerini giydikten sonra bir kolu kopmuş çantasından yeşil paketli gofreti, bu dünyada eşi benzeri olmayan yiyeceği çıkardı.
Gofretin paketini açtı ve çikolata kaplı yiyeceği yemesi için Neko’ya uzattı.
Yu: Tadını çıkararak ye, hayatın boyunca sadece bir kez tadabileceğin bir lezzet.
Gofretten çekinerek bir ısırık alan Neko’nun gözleri parladı ve kalanı da hızla bitirdikten sonra kafasını yana çevirdi. Utanarak yanağını kaşımaya başladı.
Neko: Başka var mı?
Yu: Obur musun sen? Çok hızlı bitirdin.
Bir hafta öncesine göre ilişkileri ilerlemişti. Neko, Yu’ya karşı hala mesafesini korumaya çalışsa da artık küçük sohbetlere girmekten çekinmiyordu.
Bu da normaldi, en nihayetinde küçük bir çocuk için kin tutmak yorucuydu ve şu anda vasisi görevini gören Yu da ilişkilerini geliştirmek için elinden geleni yapıyordu. Ayrıca Neko’nun sorduğu soru, Yu için ilişkilerini geliştirdiğinin kanıtıydı, nihai amaçları dışında soru sorduğu ilk seferdi.
Yu, Neko’nun tatlı utangaç tavrı ve sorduğu soru karşısında tatmin olmuş bir şekilde, her zaman yaptığı gibi zarifçe gülümseyerek karşılık verdi.
Yu: Söylediğim gibi, sadece bir kez tadabileceğin bir lezzet. Bu dünyada ondan başka bir tane daha yok.
Neko: Neden söylemedin, aptal insan? Bilseydim hepsini yemezdim.
Yu: Yine kabalaştın.
Neko normal haline döndüğünde Yu bir sandalye çekip oturdu ve Neko’ya da yatağın üzerini işaret etti. Neko da oturduğunda anlatmak istediği şeyi anlatmaya başlayabilirdi.
Anlatmak istediği şey kökeniydi. Geçen hafta boyunca Lucia’nın memleketi hakkındaki sorularına kaçamak cevaplar vermişti. Nedeni ise kökenini herkese açıklamak istemiyor oluşuydu. Birine “Ben başka bir dünyadan geliyorum,” dediğin zaman elbette inanmazlardı ve inanmayacakları gibi bir de deli konumuna düşerdin. Üstelik Lucia’nın bu bilgiye sahip olmasının hiçbir anlamı yoktu.
Ama Neko’nun durumu farklıydı. Beraber yaşadıkları ve ortak amaç uğruna mücadele ettikleri için Yu kökeni hakkında onunla konuşmak istiyordu.
Tabi, Neko’nun da ona ilk seferde inanacağı yoktu, yine de anlatacaktı ve aralarındaki güven bağı geliştikçe Neko’nun gözünde Yu’nun kelimeleri daha inandırıcı bir hal alacaktı.
Yu: Daha önce, başka dünyalar hakkında bir şeyler duydun mu?
“Ben başka bir dünyadan geliyorum.” Bu aşamaya gelmeden önce Neko’yu yoklamak ve kelimelerini ona göre seçmek istedi. Eğer kız hiçbir şey bilmiyorsa önce örneklerle açıklamak daha iyi anlamasına yardımcı olabilirdi.
Neko: Neden bu konu hakkında konuşuyoruz?
Yu: Sadece cevap ver.
Neko: Cennet, Cehennem ve Şeytanlar Diyarı. Bunlardan mı bahsediyorsun?
Yu: Cehennem ve Şeytanlar Diyarı’nın ayrı olması beni şaşırttı ama bahsettiğim şey bu değil.
Paralel dünyaya benzer kavramların olması ve Neko’nun bunları bilmesi anlatmayı kolaylaştıracaktı.
Neko: Eğer annemin ruhunu cennetten geri getirip yeni bir bedene koymak gibi şeyler düşünüyorsan, olmaz. Aynı ruh ile birlikte aynı anıları, aynı hisleri, aynı düşünceleri, aynı duyguları, aynı bedeni istiyorum. Bunun tek yolu da zamanı geri almak, tabi hayal gücünün ötesinde bir büyü keşfetmezsen.
Yu: Bahsettiğim şey o değildi.
Yu bu dünyada bir sürü tanrının olduğunu ve cennette yaşadıklarını öğrenmişti. Bu yüzden Neko’nun söylediği kulağa zamanı geri sarmaktan daha ikna edici geliyordu.
Yu: Bizim dünyamız gibi, başka bir dünya. Yürüyerek ya da gemiyle gidemeyeceğin, ışınlanarak gelebileceğin farklı bir evren, böyle bir yerden geldiğimi söylesem inanır mısın?
Neko: Hayır.
Yu: Çok çabuk reddettin.
Neko’nun hızlı reddi karşısında sarsılan Yu konuşmaya devam etmeden önce boğazını temizlemek zorunda kaldı. İnanmasa bile anlatacaktı. Karşılıklı güvenin kazanılması için sırların açığa çıkması gerektiğine inanıyordu.
Yu: Ben farklı bir dünyadan geliyorum, anlatmak istediğim şey bu.
İtirafını yaptıktan sonra bir süre boyunca tek kelime etmeden göz göze baktılar. Neko’nun inanıp inanmadığını anlayamayan Yu devam etti.
Yu: Geçen hafta evimin kapısını açtım ve karşımda bu dünya vardı. Dışarı çıkıp şehrin sokaklarında dolaşmaya başladığımda yürüdüğüm yol çöktü ve sizinle tanıştım. İşte, hikayem bu şekilde.
Neko: Beni kandırmaya mı çalışıyorsun? Bu adam deliymiş diyerek görevinden azat etmeyeceğim seni!
Yatağın üzerinden fırlamış, parmağını ona doğrultarak bağırmıştı. Sert tepkisinin ve yalan söylediğini düşünmesinin nedenini anlayabiliyordu. “Ben başka bir dünyadan geliyorum,” insanın her gün duyduğu ve duysa bile inanacağı bir şey değildi.
Bu sebeple, Neko’ya karşı alttan alacak ve sözlerini açıklayarak anlamasını kolaylaştıracaktı.
Yu: Deli değilim ve görevimizi hatırlıyorum. Sadece nereden geldiğimi bilmeni istedim, hepsi bu. Elbette bana hemen inanmanı beklemiyorum, inancın aramızdaki ilişki geliştikçe artacak. Ayrıca, bu dünyada asla bulamayacağın gofret, sattığım telefon ve giydiğin kıyafet sana da başka bir dünyaya aitmiş gibi gelmedi mi? Yalan söylemiyorum, kandırmaya çalışmıyorum ve unutmuyorum.
Şimdilik anlatmış olmak Yu için yeterliydi.
Yu: Pekala, hadi çıkalım. Bayan Leafera bizi bekleyeceğini söylemişti.
Han sahibi Lucia, Neko’nun ihtiyaçları konusunda Yu’ya yardım etmeye gönüllü olmuştu.
Neko’nun bez değiştirmek ya da gaz çıkartmak gibi ihtiyaçları olmasa da üç yaşındaki bir çocuktu ve bir rol modele ve sevgiye ihtiyaç duyuyordu. Yu da ilk kez ebeveynlik yaptığından birilerinden yardım almanın iyi bir fikir olacağını düşündü. Ardından da Neko dışında tanıdığı tek insana gitti ve Lucia’ya Neko ile nasıl iletişim kurması gerektiğini sordu. O da Neko ile ilişkilerini geliştirmesi konusunda Yu’ya yardımcı olabileceğini söyledi.
Birilerinden yardım almak Yu’nun hoşuna gitmese de Lucia, Neko ve Yu’nun aralarını geliştirmekten mutluluk duyuyor gibiydi.
Her mevsimin başlangıcında Rolderhelm’de festivaller yapıldığını söylemiş, onları da festivallerden birine davet etmişti.
Yu da hiç düşünmeden daha fazla bilgi edinebilmek amacı ile bu teklifi kabul etti.
Buraya geldiğinden beri içinde doğan bir bilgi açlığı vardı ve ne kadar öğrenirse öğrensin ona yeterli gelmiyordu. Dünyaya kıyasla öğrenmek çok zordu, bu da bilgiyi aşırı değerli bir hale getiriyordu.
Festivalde Yu bu dünya hakkında daha fazla şey öğrenebileceğini düşünüyordu. Rolderhelm hakkında, kültür hakkında ve ekonomi hakkında daha fazla şey. Belki işe yarar bağlantılar elde etmenin bir yolu bile bulunabilirdi.
Ayrıca Lucia Leafera ile ilişkilerini geliştirmeleri de önem arz ediyordu. Lucia’nın tanıdığı pek çok kişi vardı ve eğer Yu, Lucia ile yakınlaşırsa onu bir aracı olarak kullanıp yeni bağlantılar elde edebilirdi.
Bunun dışında, henüz yeni yakınını kaybetmiş bir çocuğu insanların eğlendiği bir yere götürmek konusunda tereddütlü olsa da Neko’yu oraya götürmesinin ardındaki niyeti aralarında daha iyi bir ilişki geliştirmek değildi. Yani, buna da yarar sağlasa Yu mutlu olurdu ama Neko’yu oraya götürmesinin sebebi ondan ayrılmak istemiyor oluşuydu.
“Mümkün olduğunca yan yana.”
Yu: Unutmadan, gittiğimiz yer kalabalık olacak. Kaybolmamak için elimi tut.
Neko: Hayır, elini tutmayacağım.
Yu: O zaman kıyafetimin kenarını tut, seçim senin.
Neko: Hayır.
Yu: Eğer kaybolursan sorun olur. Değerli bir varlık olduğundan kaçırılma ihtimalin de var. Birbirimizi kaybedersek anneni geri getiremeyiz.
Uzatmak istemediğinden, hassas olduğu yerden girmeyi tercih etti. Neko ikna olup kıyafetinin kenarından tutunca da aşağıya indiler ve giriş katındaki masalardan birine oturmuş, bir başka elf ile konuşmakta olan Lucia Leafera ile karşılaştılar.
“Düşündüm de, daha dikkatli olmalıyım. Neko’nun değerli bir varlık olduğunu söylemişti, kendini iyi biri gibi gösterip onu kaçırmaya çalışabilir.”
Lucia: İşte Lucie, Yu Valarfin. Kendisi okuma-yazmayı bir gecede söktü. Yanındaki de Neko.
Lucie: Gerçekten fazla rastlanmayan bir durum.
“Zekamı istediğiniz kadar övebilirsiniz.”
Lucie: Memnun oldum Bay Valarfin, benim ismim Lucie Leafera, Lucia Leafera’nın kardeşiyim.
Yu: Yu Valarfin, memnun oldum.
Neko: İki çocuklu elf aileleri nadirdir, ilginç.
Yu bir an için neden diye sormak istedi ama hemen ardından cevabını merak etmediğine karar verdi. Zaten biraz düşünerek cevabı bulabilirdi.
Lucie: Evet, nadir bulunan bir aileyiz.
Lucie Neko’ya gülümseyip elini uzatsa da Neko onun elini tutmayı reddederek elini arkasına götürdü. Sol eli de Yu’nun kıyafetini tutuyordu. Gözlerindeki kayıtsız ifade, insanlarla iletişime geçmek istemediğinin kanıtıydı.
Yu: Biraz çekingen, kusuruna bakmayın.
Lucie, Neko’nun kabalığı karşısında gülümsemeye devam etti. Bir yetişkin olduğundan küçük bir çocukla tartışmaya girmeyecekti.
Lucia: Hem Bay Valarfin hem de Neko çok şık gözüküyorlar. Kıyafetler üzerinizde harika durmuş.
“ELBETTE!”
Yu: Ne giyersem giyeyim, üzerimde on numara duruyor. Yapabileceğim bir şey yok.
Aldığı iltifat karşısında gözleri parlamış, zarif bir şekilde gülümsemişti. “Siz de harika görünüyorsunuz,” diyerek iltifatı iade ettikten sonra handan çıktılar.
-------------------------
07.02.2021 - 18:07 / Düzenlendi: 10.04.2021 - 23:20
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..