Cilt III - Bölüm 9: Yanmış Köyün Ardından

avatar
708 4

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt III - Bölüm 9: Yanmış Köyün Ardından


CİLT III: ÇAN SESLERİ

BÖLÜM 9: YANMIŞ KÖYÜN ARDINDAN

“Canım çok yanıyor.”

 

“Canım çok yanıyor.”

 

Yu çığlık çığlığa yattığı yerden fırladı. Uyanır uyanmaz aklına gelen şey omzuna saplanmış kılıçtı, acısı zihnindeki canlılığını koruyordu.

 

Fakat artık fiziksel bir acı yoktu. Omzunu hareket ettirmekte çok zorlanıyordu ama Yu’nun zihnine kazınan cehennem ortadan kaybolmuştu.

 

Acı burada değildi ama burada olan birisi Yu’nun çığlığına uyanmıştı. Yurine gözlerini kocaman açarak ona baktı.

 

Yurine: Yu! Canın mı yanıyor!?

 

Çocuğun gözleri dolmuştu, hiç vakit kaybetmeden Yu’nun sargı bezleriyle sarılmış omzuna şifa büyüsü uygulamaya başladı.

 

Yu: Yok, iyiyim.

 

Yaşananlar korkutucuydu. Yu gruplarına yeni katılan Kigaro’nun klanının çocuklarını bulmak amacıyla köye geldiklerini ve orada omzuna bir kılıç saplandığını hatırlıyordu ama o andan sonra Yu bilincini daha fazla açık tutmayı başaramayarak acı yüzünden bayılmıştı.

 

Yu: Sen iyisin.

 

Nereden bakarsan bak yaşanan tamamıyla başarısızlıktı. İş birilerini korumaya geldiğinde Yu bırak herhangi bir kimseyi korumayı, kendini koruyacak kuvvetinin dahi olmadığının farkındaydı ama yine de kızı tehlikenin içindeyken etkisiz hale gelmek utanç verici ve gurur kırıcı bir başarısızlıktı.

 

Yu yaşanan olay yüzünden kendini suçlamaya devam ederken Yurine bir anda Yu’nun üstüne atladı ve onu boğarcasına sarılmaya başladı.

 

Yurine: Yu! Özür dilerim! Yu söz veriyorum bir daha sen ne dersen o olacak! Yu! Yu!

 

Salya sümük içinde hıçkırarak ağlıyor ve Yu’yu nefes almakta zorlanacağı kadar sıkmaktan çekinmiyordu. Yu’ya ardı ardına sözler verirken Yu’nun gözlerinin de dolmasını sağladı.

 

Yu: Sen böyle ağlarsan…

 

Yu dramatik şeylere gelemiyordu. Bir narsist olabilirdi ama duygusal yanını saklamakta zorlanıyordu ve birinin, en azından değer verdiği birinin ağladığını gördüğünde gözlerinin dolmasını engelleyemedi.

 

Büyücülük Akademisinde Yurine’nin kendisinden söz istediği zamanda da dayanamayarak ağlamıştı. Bu utandırıcıydı ama Yu gözyaşlarına hakim olmanın mümkün olmadığına inandığından dolayı yanağından süzülen yaşları durdurmak için çabalamadı.

 

Yu: Ben böyle şeylere dayanamıyorum ama.

 

Sakinleşmesini beklerken o da Yurine’ye sarıldı ve başını okşamaya başladı. Bir ebeveyn olarak yapması gereken şeyin bu olduğunu düşünüyordu. Ablaları da küçükken Yu ağladığı zamanlarda böyle yapardı.

 

Yurine: Yu, sen aptalın tekisin.

 

Yu: Neden bir anda bunu duyuyorum?

 

Dallardan ve yapraklardan yapılmış bir çadırın içindeydiler. Üzerlerini kaplayan çatının üzerine düşen yağmur damlalarının sesini duyabiliyordu.

 

Ama Yu’nun merak ettiği şey neden yağmurun sesini duyduğu değildi, o bayıldıktan sonra neler olduğuydu.

 

Yurine ona cevap verip merakını sonlandırmadan sarılmaya devam etti. Sarılmak Yu için sorun değildi ama bayıldıktan sonra neler olduğunu öğrenmek istiyordu.

 

Şeytanların saldırdığı bir köyün içindelerdi ve Yu neler yaşandığı hakkında en ufak şey bilmiyordu. Neden şimdi bir çadırın içindeydi? Yaralandıktan sonra Yurine ne yapmıştı? O gerçekten iyi miydi?

 

Yu: Yurine? Cidden mi?

 

Yurine ağlamayı ve burnunu çekmeyi bırakınca artık kalkacağını düşünmüştü ama o hala Yu’ya sarılmaya devam ediyordu.

 

Yu kalkması için onu biraz sarstı ama Yurine uyuya kalmıştı.

 

Yu: Üstümü sümüğe buladıktan sonra mı uyuyakaldın?

 

Üzerine sümük bulaşması kötüydü fakat diğer babalar da arada sırada böyle şeylere maruz kalıyor olmalıydı. Yani Yu sümüğe bulananın bir tek kendisi olmadığını düşünmek istiyordu.

 

Yine de Yurine böyle duygusal bir durumdayken onu uyandırmaya gönlü el vermiyordu. Zaten kendini pek dinlenmiş hissetmiyordu ve omzu artık acımasa da hala ağrıyordu. Yurine’nin başı göğsündeyken arkasına yaslandı ve onun uyanmasını beklemeye başladı.

 

---

 

Bekleyiş sıkıcı olsa da uyumayı başaramadığından ve Yurine’yi rahatsız edip uykusunu bölmek istemediğinden dolayı iki saat boyunca aynı pozisyonda kalmıştı. Bu sırada omzunu hafifçe oynatmayı deneyerek yarasını yokluyordu.

 

Orada kesinlikle bir ağrı vardı ve omzunu hareket ettirmek gerçekten zordu. Hatta sadece omzunu değil, sol elinin parmaklarına ve boynuna kadar olan kısımları hareket ettirmesi de güçtü. Kalbinde de bir ağırlık hissediyordu.

 

“Neden bir işe niyetlendiğim sırada ortaya hesapta olmayan bir aksaklık çıkıyor?”

 

Yu nasıl dövüşüleceğini öğrenmek istiyordu ve bunun için Anderopolis’e vardığında Sivina’dan kendisine kılıç kullanmayı öğretmesini istemeyi planlamıştı.

 

Şövalyelerin ve diğer savaşçıların çocukluklarından beri kılıç eğitimi aldığı varsayıldığında Yu bu yaşında aldığı herhangi bir eğitim ile bu dünyanın savaşçıları arasında ortalama bile olabileceğini zannetmiyordu ama en azından korunmaya muhtaç kalıp diğerlerine ayak bağı olmayacağı bir seviyeye ulaşabilmeyi umuyordu.

 

Birkaç sefer Sivina, Ana ile antrenman yaparken onu izlemişti. Onun stili sağda solda gördüğü diğer kılıç kullanan insanların stiline kıyasla Yu’ya daha uygun görünüyordu çünkü fiziksel kuvvetten çok hıza ve çevikliğe önem veriyordu.

 

Hem kendi dünyasındaki hem de bu dünyadaki normal insan standartlarında Yu güçsüz sayılmazdı fakat bu dünyada Yu’nun karşısına çıkacak insanlar muhtemelen standart seviyede olmayacaktı.

 

Potansiyel ve yeteneğin ötesinde bir öğe olan mana olmadan en yetenekli savaşçı dahi zor durumda kalırdı. Savaşçılar vücutlarını mana yardımı ile güçlendiriyorlardı ve bu sayede Yu ile onların fiziksek kuvveti arasında inanılmaz yüksek bir fark ortaya çıkıyordu.

 

Bu konudaki ilk örnek Rie’ydi. Sigma Kulesine girdikleri sırada Rie tek sıçrayışta Yu’nun parmağının ucuyla dahi değemeyeceği bir yüksekliğe ulaşmıştı.

 

Durum böyleyken diğer savaşçıların yanında Yu hiçbir şeydi, tamamen sıfırdı. O fiziksel kuvvetin ön planda olduğu stillere yönelirse kolayca ezilirdi. Tabi Sivina’nın stili de basit değildi, bu stil için hız gerekiyordu ve Sivina gereken hızı sağlamak için yine mana kullanıyordu. Bunun dışında kesinlikle yetenek de gerekiyordu. Tüm karşı olasılıklara rağmen yine de bu stil Yu için en uygunu olabilirdi.

 

Ama Yu’nun dövüşmeyi öğrenme planlarına sol omzundaki aksaklık zarar verebilirdi. Sivina kılıcı sadece sağ eli ile kullanıyordu ama aynı zamanda Sivina, Ana’ya kılıçsız bir şekilde dövüşmeyi de öğretiyordu ve bunun için de iki el gerekiyordu. Yu’nun kulak misafiri olduğuna göre bu da kılıç stili ile bağlantılıydı. Eğer sol omzu Mora’ya varana kadar iyileşmezse sıkıntı çıkacaktı.

 

Kılıçta vasat denebilecek bir seviyeye ulaşmak bile kendisi için harika bir ilerleme olurdu. En azından korunmaya muhtaç kalmamak, kızını endişelendirmemek istiyordu ve ayrıca bu gururunu da daha fazla yara almaktan kurtaracaktı.

 

“Büyü kristalleri ile de bir şeyler yapabilirim.”

 

Büyü kristalleri oldukça değerliydi ve satıldığı zaman yüksek miktarda kazanç elde edebilirlerdi. Fakat Yu’nun kristalleri satmak gibi bir niyeti yoktu. Onları dövüşmesi gereken durumlarda kullanmak için istiyordu.

 

“Bastona yaptırdığım düzenek çok basit, daha iyisini yapmam gerekiyor. Kristali bir kurşun gibi fırlatmanın yolunu bulmalıyım.”

 

Yu’nun bastonu tamamen kol gücü ile çalışıyordu, içeride büyü taşını düz bir şekilde fırlatmasını sağlayan bir düzenek yoktu. Yu kilidi aşağıya çektiğinde içerideki büyü taşını sabit tutan düzenek serbest kalıyordu ve baston savrulduğu zaman büyü taşı dışarıya çıkıyordu. Tekrar kullanılmak istendiğinde bastona yeni bir büyü taşı konulmalıydı.

 

Yu büyü taşını kol gücü olmadan, herhangi bir nesneyi savurmaya gerek duymadan fırlatmanın bir yolunu bulmak istiyordu. Aklına ilk gelen şey arbaletti ama o her an yanında taşımak için fazla büyüktü ve yüklemesi de uzun sürüyordu.

 

Bir suikastçı oyununda gördüğü, bileğe gizlenen, minik bir arbalet denebilecek bir silahı yapmayı düşünmüştü fakat o bir oyun olduğundan gerçek dünyada aynı etkiyi yaratacağına inanmıyordu. Ayrıca oyundaki kadar küçük yapabileceğini de düşünmüyordu.

 

“Bunları düşünmek için daha erken. O değil de bizim vagona ne oldu lan? İçinde altınlar vardı.”

 

Altınlar aklına geldiğinde yattığı yerde durmakta zorlandı, hareket etti ve istemeden de olsa Yurine’nin uyanmasını sağladı.

 

Yu: Günaydın.

 

Yurine: Yu!

 

Yurine yine Yu’nun boynuna sarıldı. Yu bundan rahatsız olmuyor ve sarılmak hoşuna gidiyordu ama aklından altınları çıkartamıyordu. Yine de böyle duygusal bir anı “Bizim altınlar nerede?” diye sorarak bozmak istemedi.

 

Yurine: Yu!

 

Yurine tekrar ağlıyor ve Yu’yu küçük bir kızdan beklenmeyecek kadar güçlü bir şekilde sıkıyordu. Ne olduysa onu çok endişelendirmiş olmalıydı ki Yurine onu bırakmak istemiyordu. Yanağını Yu’nun yanağına sürterken Yu da onun sırtını sıvazlayıp sakinleştirmeyi denedi.

 

Yurine: Aptal! Yu! Bir daha dediğini yapacağım, söz veriyorum! Yanımda kalmaya devam et!

 

Yu: Yanındayım, bir yere gitmiyorum.

 

Onu terk etmesinin imkanı yoktu. Kıyamet kopsa bile kızının yanında kalacak ve iyiliğinden emin olacaktı. İçinde kök salan babalık içgüdüleri onu terk etmeye izin vermezdi.

 

Yurine uzun bir süre Yu’ya sarılı kaldıktan sonra gözyaşlarını kıyafetinin koluna silerek geri çekildi. İkide bir burnunu çekiyor ve ağlamaktan kızaran gözleriyle Yu’yu inceliyordu.

 

Yurine: Yu, iyisin değil mi?

 

Yu: Seni bu kadar endişelendirmişken kötüyüm dememin herhangi bir yolu yok. Sadece omzumu ve sol kolumun kalanını hareket ettirmekte biraz zorlanıyorum.

 

Yurine: Yu! Canın mı yanıyor!?

 

Yurine cevabı beklemeden Yu’nun sol omzuna şifa büyüsü uygulamaya başladı. Zaten acı hissetmiyordu ama büyünün etkisiyle kolunun rahatladığını hissetti.

 

Yu: Canım yanmıyor.

 

Yurine: Doğru söylüyorsun, değil mi?

 

Yu: Canım yanmıyor, hareket ettirmekte biraz zorlanıyorum ama hepsi bu.

 

Yurine: Yu, hiç merak etme, ben tamamen iyileştireceğim.

 

Yu: Teşekkürler.

 

Omzu sargı bezleriyle sarılmıştı. Yarasına bakmak için bezi çözmeye başladı ve henüz yarısını çözmüştü ki şoka uğradı, omzu siyahtı ve siyahlığın içinde belirgin mor damarlar yer alıyordu, iğrenç gözüküyordu. Mor damarlar karararak aşağıya iniyor ve dirseğinin altına kadar uzanıyordu.

 

Bezleri tamamen çıkardığında göğsüne de aynı iğrenç siyahlığın bulaştığını gördü. Siyahlığın ardından oluşan damarlar göğsünün sağ tarafında doğru ilerlemişti. Muhtemelen sırtında ve boynunda da aynı lekeler vardı.

 

Yu: Yüzümde de mi!?

 

Yakışıklı yüzünün böyle lekelerle kaplanmasını hayal etmek bile korkutucuydu, elini yüzünde gezdirdi fakat herhangi bir değişiklik olup olmadığını fark edemiyordu.

 

Yurine: Hayır, yüzünde yok.

 

En azından yüzünün zarar görmemesi iyiydi. Havalar ısınana kadar birkaç ay boyunca kolunu ve boynunu kıyafetin altında saklayabilirdi ama yüzünü saklaması mümkün değildi.

 

Yurine: Özür dilerim, benim yüzümden.

 

Yurine pişmanlıkla başını eğdi, vicdan azabı çektiği yüzünden belli oluyordu. Böyle üzülmesi ve acı çekmesi Yu’nun da canını yakmıştı, daha fazla üzülmesini istemediğinden konuyu değiştirmeye karar verdi.

 

Yu: Sorun yok. Şu anda hayatta olduğumuza göre işlerin iyi gittiğini düşünebilir miyim? Ben bayıldıktan sonra neler oldu?

 

Yurine: Tüm şeytanları öldürdüm.

 

Yu öksürmeye başladı. Yurine az önce soğukkanlı bir şekilde tüm şeytanları öldürdüğünü mü söylemişti?

 

Yurine: Yu! İyi misin!?

 

Yu şaşkınlık yüzünden bir süre cevap veremedi. Yurine yine onun cevabını beklemeden şifa büyüsüne başladı.

 

Yu: İyiyim, iyiyim.

 

Büyüyü durdurmak için Yurine’nin elini indirirken hala şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyordu. Yurine normal insanları yenmekte başarılı olmuştu ama Yu şeytanları çok daha güçlü rakipler olarak hayal etmişti.

 

Yurine gerçekten hepsini öldürebilecek kadar güçlü müydü? Onun gücünün farkındaydı ama kendini ne kadar zorlaması gerekmişti?

 

Yurine: Yu, iyi değilsen söyle. Ben seni iyileştiririm.

 

Yu: Gerçekten iyiyim. Şeytanları öldürdükten sonra ne olduğunu anlat.

 

Yurine: Daha sonra seni iyileştirmeyi denerken bayılmışım.

 

Yu: Redshapel’deki gibi mi? Niye şimdi büyü yapıyorsun o zaman?!

 

Kendisi için onun zarar görmesini istemiyordu. Zaten bu yüzden Sivina’dan dövüş eğitimi almayı planlamıştı.

 

Yurine: Yu, o günün üzerinden bir hafta geçti. Ben tamamen iyiyim.

 

Yu: Bir hafta mı? Bir haftadır uyuyor muydum?

 

Kendini bir haftadır uyuyormuş gibi hissetmiyordu. Hiç bir hafta boyunca uyuduğu olmadığından bir hafta uyuyan bir adamın nasıl hissettiğini de bilmiyordu. Aç ya da susuz değildi ve bacakları da uyuşmamıştı.

 

Yurine: Tam olarak değil. Gün içinde uyandığın pek çok sefer oldu ama ateşin yüksekti, kendinde değildin. Sana zar zor yemek yedirip geri yatırdık.

 

Yu: Bunları hatırlamıyorum.

 

Öyleyse daha fazla yatmak istemiyordu. Ayağa kalkmak istedi ama çadır boyundan kısa olduğundan burada kalkamazdı. Yağmur dinmişti, dışarı çıkmak için üzerine giyebileceği bir şeyler arıyordu.

 

Yurine: Yu, dinlenmen gerekiyor.

 

Yu: Ben iyiyim. Bunu geçelim de çok geç kaldık. Kızlara verdiğimiz tarihi aşacağız, böyle giderse oraya varmamız aralığın sonunu bulursa şanslıyız. Üzerine kış şartları eklenince daha da gecikebiliriz. Çok endişelenecekler ve beklemek dışında yapabilecekleri hiçbir şey yok.

 

Kar onları çok yavaşlatacaktı. Mora ve İlonya arasındaki tepeler zaten tehlikeliydi ve bir de üstüne kışın zorlu şartları eklendiğinde tehlike artacaktı.

 

Yu: Köy ne durumda peki? Roaronlar iyi mi? Kigaro çocukları buldu mu? Ne oldu lan burada?

 

Üzerine bir şeyler geçirip dışarı çıkmıştı, onlarca çadırın bulunduğu devasa boşluğu görünce ağzı açık kaldı.

 

Yurine: Benim suçum sayılır, böyle olması gerekti.

 

Yu: Köyün ne durumda olduğunu gördüm.

 

Büyük bir boşluğun içerisinde neredeyse hiçbir ev ya da ağaç bulunmuyordu. Çadırlar alanı kaplamıştı ve bazı roaronlar dışarıda bir şeylerle uğraşırken Yu ve Yurine’nin dışarı çıktığını gördüklerinde başlarını eğerek selam verdiler.

 

Yu: Onlar az önce seni mi selamladı?

 

Yurine: Üstün bir varlığa karşı böyle davranmaları gerekiyor, şaşılacak bir şey yok.

 

Bunu her zamanki kibirli havasıyla söylememişti, daha düz ve cansız bir şekilde konuşuyordu.

 

Yu: Kigaro’nun aradığı çocuklar?

 

Yurine: Sadece iki tanesi sağ kalmış, şeytanlar diğerlerini öldürmüş.

 

Yu: Kigaro?

 

Yurine: Avlanmaya gitti, depolar yandığı için yiyecek sıkıntısı var.

 

Vagonlarında yemek vardı fakat bu kadar fazla kişiye yetmesinin bir yolu yoktu, bir şekilde tek öğünlüğüne onları tok tutsa bile diğer günler aç kalırlardı.

 

Yurine: Yu, şeytanlar diğer köylere de saldırmış. Sağ kalan iki yüz roaron var ve gidecek herhangi bir yerleri yok. Yarısından fazlası çocuk ve kış geldiği için artık yiyecek bulamazlar.

 

“Yoksa onları yanımıza almamızı mı isteyecek?”

 

Bir de başlarına bu mu çıkmıştı? Zaten yanlarına bir kişiyi almışlardı, bir de iki yüz kişiyi yanlarında taşıyıp ülkeler arası seyahat edemezlerdi. Çok yavaş hareket ederlerdi, yiyecek bulamazlardı ve kış geldiği için en iyi ihtimalle oraya ocak ayının sonlarında varmış olurlardı.

 

Aynı zamanda Sivina ile Ana da çok fazla beklemiş olurdu. Yu yükleri azaltmak için Rolderhelm’de kazandığı altınları onlarla birlikte Anderopolis’e yollamıştı, eğer Yu ve Yurine’nin öldüğünü düşünüp kaçarlarsa inanılmaz bir zarar elde ederlerdi.

 

Gerçi ne Sivina’nın ne de Ana’nın böyle bir şey yapacağını zannetmiyordu. Zaten böyle bir şey yapacaklarına dahi en küçük bir ihtimal dahi görse onları yanına almazdı. O ikisinin kendilerine gerçekten sadık kalacağına tamamen emindi.

 

Yurine: Onları burada bırakırsak ölecekler, bizimle birlikte gelseler olur mu? Ama eğer sen olmaz dersen olmayacak Yu, söz veriyorum sen ne dersen o olacak.

 

Yu: Sen böyle demişken… bana psikolojik baskı yapıyorsun ama…

 

Yurine Yu’nun elini sıkıca kavramıştı, onun kedi kulakları üzerine geçirdiği cüppe tarafından örtülüydü. Yağmur tekrar hafifçe yağmaya başladığında Yu'nun aklında bir haftadır yatıyorsa banyo ve tuvalet işini nasıl hallettiği sorusu belirdi.

 

“Lan! Lan! Ben bir haftadır yatıyorsam tuvalet işini nasıl hallettim? Uyandığım sıralarda mı? Yoksa bana bez bağlayıp götümü mü sildiler? Erkek adam götünü sildirir mi lan? Kaç yaşındayız, yok artık. Lan benim götümü kim sildi?”

 

Elin roaronu tarafından götü mü silinmişti? Olmazdı öyle şey, koskoca Yu Valarfin götünü sildiremezdi.

 

“Taciz ulan bu, iffetimle oynanıyor.”

 

Yu: Bunu reddetmemiz gerekiyor.

 

Yurine: Anlıyorum, öyle yapacağız.

 

Bu cevabı aldığı için üzülmüştü, Yu boştaki elini Yurine’nin elinin üstüne getirdi.

 

Yu: Ama işe yarar olabilirler.

 

Yurine: Ne demek istiyorsun?

 

Yu: Onları yanımıza alma sebebim doğru olan bu olduğu için değil. Onları yanımıza alacağım çünkü onların hayatını kurtardın ve şimdi de onlara sahip çıkacak, Mora’da bir ev vereceksin. Bunlardan sonra sana tamamen sadık olacaklardır. Gerektiği zaman bizim için ölebilecek iki yüz kişiye sahip olacağız.

 

Yu onları yalnızca bu sebepten ötürü yanlarına alabilirdi. Bir canlı olarak hayatlarına verdiği değer düşüktü ama ölmeye hazır piyonlar olarak işe yarayabilirlerdi. Roaronların sadakat, onur gibi kavramlara verdiği önemi kitaplarda okumuştu. Onlardan Yurine için ölmelerini bekliyordu.

 

Yu: Daha önce de dediğim gibi, zamanı geri alma işinin bir yılda halledileceğinin garantisi yok. Onlarca yıl sürebilir, elli yılı bile aşabilir. Tabi yaşlılıktan ölmeden önce hedefimize ulaşmak istiyorum ve bunun için hızlı olmaya çalışacağım. Neyse, görevimiz onlarca yıl alırsa bize nesiller boyu sadakatle hizmet edecek insanlara sahip oluruz. Onları sadece bu yüzden yanımıza alabilirim. Üzgünüm, çok iyi biri olmadığımı biliyorum.

 

Yurine: Önemli değil, Yu. Annemi geri getirmeye odaklanman güzel.

 

Yu’nun eyleminin sebebi bir kızın babasına hayran olmasını sağlamazdı ama en nihayetinde ikisinin de isteği gerçekleşecekti. Roaronlar onlarla gelebilirdi ve karşılığında Yu’nun beklediği şey hizmetti.

 

Yu: Peki vagon, hayır, altınlar nerede?

 

Yurine: Özür dilerim.

 

Yu: Neden özür diliyorsun? Lütfen bana kaybettiğimizi söyleme.

 

“Altı bin altın, bir milyon iki yüz bin dolar, bir milyon iki yüz bin Amerikan doları, USD, bir milyon iki yüz bin. Yemin ediyorum ki şuraya oturup ağlarım.”

 

Yurine: Paraları geri topladık Ama vagon biraz şey oldu.

 

Yu: Paralar iyiyse gerisi önemli değil ama onu yeni almıştık ya… yandı mı, ne oldu?

 

Yurine: Tamir etmeyi denedik de, çok iyi olmadı.

 

Elinden tutarak onu bir hurdanın bulunduğu, roaronlar tarafından acele ile inşa edildiği belli olan bir garaja getirdi. Yu vagonlarını en iyi bu şekilde tanımlayabiliyordu. Belki hurda yerine çöp kelimesi de kullanılabilirdi.

 

Yu: Daha önce bir adam arabasına bir kadına davrandığı gibi davranmalı diye bir söz duymuştum. Bu benim bir kadına yapabileceğim bir şey değil.

 

Tekerlekler bir şekilde halledilmişti ama vagon… Yu tarif etmekte zorlanıyordu. Vagonun dışına ağaç kabuklarından kesilmiş parçalar çakılarak bir arada tutulmaya çalışılmıştı. Cam pencereler yerine yine ağaç kabukları vardı ve vagon artık beyazdan çok kahverengi ve gri renkteydi.

 

Yurine: Özür dilerim ama savaşırken vagonla ilgilenemezdim.

 

Yu: Senin iyi olman yeterli. Altınlar içinde mi?

 

Yurine: Evet, arada rinoları da iyileştirdim.

 

“Yaralanmışlar mıydı?”

 

Rinolar vagonun yanında yatıyorlardı. Yu eşyaları kontrol etmek için vagonun kapısını açtı ve içeri baktı.

 

Yu: Kılıç da mı orada?

 

Kigaro’nun Yu’ya verdiği siyah kılıç da vagonun içindeydi. Omzuna o kılıcın aynısından saplandığı için ona karşı mesafesini korumak istiyordu. Ayrıca kılıcı yanında taşımak konusunda da tereddütleri vardı. O kılıç bir şeytana ait olmalıydı ve kim bilir nasıl bir lanete sahipti? Kigaro onu Yu’ya verirken ne düşünmüştü acaba? Yu kılıcı almanın ne kadar mantıksız olduğunu şimdi idrak edebilmişti.

 

Belki de kılıçta yerini sahibine bildiren bir büyü vardı. Ama Kigaro onu aldığına göre sahibini öldürmüş olmalıydı. Kılıcın kullanıcısını lanetleyen bir büyüye sahip olmadığını da düşünürse ve omzuna saplanan kılıç yüzünden zihninde oluşan kötü izlenimi de yok saydığında kılıç son derece havalıydı. Sivina’nın rapierine de benzediğinden onun stiline uygundu.

 

Yurine: Başka kılıçlar da var. Çoğu onları yok etmek istedi ama senin kararını beklemek istedim, belki çok para edecek şeylerdir.

 

Yu: Onlarda bize zarar verecek lanetler seziyor musun?

 

Yurine: Onlar tarafından kesilirsek kötü şeyler olabilir ama şu anda bize zarar vermiyorlar. Ama onlar sana zarar verdi, bence yok etmeliyiz.

 

Yu: Sahiplerini öldürdün, değil mi?

 

Yurine: Her birini.

 

Yu: Soğukkanlı bir katilmiş gibi konuşma lütfen.

 

Küçük bir çocuk böyle şeyler söylediğinde hem ciddiye almakta zorlanıyordu hem de doğru söylediğini bildiği için tüyleri ürperiyordu.

 

Yu: Önce onları Sivina’ya gösterilim, belki o kullanmak ister. Ondan sonra satar ya da atarız.

 

Şeytanlara ait kılıçların ne kadar nadir olduğunu hayal edemiyordu, bunlara bir servet ödeyecek manyaklar bulabilirdi.

 

Yu: Ama önce yeni fedailerinle konuşup tanışmam gerekiyor.

-----------------------

09.06.2021 - 21:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr