Cilt III - Bölüm 20: Atak

avatar
813 5

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt III - Bölüm 20: Atak


CİLT III: ÇAN SESLERİ

BÖLÜM 20: ATAK

Ana: Siz hamama girdikten sonra Link Yachi Long diye birisi geldi.

 

Hamamdan çıkmış ve saçlarını kurutmak için şöminenin başına geçmişti, buradaki şampuanın kokusu hoşuna gitmişti, hatta dünyadaki şampuanlarla karşılaştırılabilecek seviyede olabilirdi ama Yu en doğru karşılaştırmayı saçları kuruduktan sonra yapabileceğini düşünüyordu.

 

Sivina ve Yurine bıraktıkları yerde değildi ama katedralin içinde kaybolmuş olmaları da mümkün değildi, ortalığı telaşa verip onları arayarak paranoyak gibi gözükmeyi de istemiyordu.

 

Saçları eskisine göre daha uzun olduğundan kurutması da zaman alıyordu. Ateşin yanında durmuş ve ısıyı kullanarak kurutmak için uğraşsa da yemek vakti gelene kadar tamamen kuruması mümkün olmayacaktı, akşam yemeğine yarı ıslak saçıyla katılması gerekiyordu.

 

Yu: Adam yapıştı, bırakmıyor peşimi.

 

Eğer onu bir kez daha görürse kusabilirdi, günün yarısında yanındaydı ve peşlerine böyle takılmasından rahatsızdı. Şimdi bile odanın kapısından içeri girip akşam yemeğine kalacağını söylemesinden korkuyordu.

 

Ana ile konuşmak istediği bazı şeyler vardı, ona yanındaki koltuğa oturmasını işaret etti.

 

Ana oturduğunda onun yüzüne baktı, saçlarının biraz uzamış olması onu daha güzel yapmıştı ve mavi gözleri ile yeşil saçları hoş bir uyum içindeydi.

 

Yu: Mahkumları almaya mı gelmiş?

 

Ana: Evet.

 

Yu: Yurine nerede?

 

Ana: Ona mahkumları verip gönderdi, şimdi de diğer çalışanları denetliyor. Sivina da onun yanında.

 

Link’in daha fazla peşlerinde olmayacak olması rahatlatıcıydı. Onunla bir kavgaları yoktu ama bir anda kendilerine yapışmasından huzursuz olmuştu. Eğer Link’e izin verseler Yu hamamdayken bir anda içeri dalacağına yemin edebilirdi.

 

Yu: İyi. Ben yanında değilken Yurine’yi yalnız bırakmayın, hatta ben yanındayken de onun çevresinde olun. Sivina’ya da söyle, ilk göreviniz onu korumak, diğer tüm işler sonra gelir.

 

Ana: Anladım, öyle yapacağız.

 

Yu: Bu gece roaronlar ile birlikte sırayla nöbet tutun. Yarın daha fazla roaron savaşçısı getirip nöbet işini onlara veririz. Tabi arada sırada onların başında durup sizin de nöbet tutmanız gerekecek, denetim gibi düşünebilirsin. Nöbetleşme işine Rolderhelm’de alıştığınızı varsayıyorum.

 

Ana, yeşil saçlarıyla oynarken başını sallayarak onayladı.

 

Yu: Yarın sabah erken kalkıp Yurine’nin hazırlanmasına yardım edin. Sabah annesinin ölümü için bir tören düzenlenecek, akşam olduğu zamansa Yurine, Başak Kardinali ilan edilecek. Daha sonra gün içerisinde bizim vaftiz işlemlerimiz var, vaftiz olduğumuzda Başak Katedralinin üyeleri olacağız.

 

Ana: Vaftiz için özel bir hazırlık gerekli mi?

 

Yu: Hayır, tek yapman gereken Yurine’nin karşısında diz çöküp beklemek. Sonra da o yüzünü ve ellerini yıkayacak.

 

Vaftiz töreni basitti ve sembolik olarak kişinin yüz ve elini yıkayarak onu geçmiş günahlarından arındırmakla alakalıydı.

 

Yu: Hmm... o andan sonra Sivina, Başak Şövalyesi olacak. Belki de Başak Şövalyelerinin ilki. Senin durumun nasıl, Ana? Şövalyelik teklifim hala geçerli.

 

Ana: Hala bir şövalye olmak için yeterli olduğumu düşünmüyorum, yine de teklifiniz için teşekkür ederim.

 

Yu: Çoğu şövalyeyi yeneceğine eminim, hepsi Sivina gibi değildir herhalde. Kolaylıkla pek çoğu ile başa çıkabileceğine inanıyorum.

 

Ana: Ama kılıç ile bunu başarmam mümkün değil.

 

Yu: Kılıç zorunlu mu ki? Rolderhelm’de insanların şövalye olması için zorunlu tutulmuyordu. Senin rüzgar büyün kılıç kuşanan pek çok kişiyi yenmeye yeterli, belki roaronları da yenebilirsin, sonuçta büyünün menzili fazla.

 

Büyüye karşı kılıç, Yu’nun gözünde tabancaya karşı bıçak gibiydi. Belki üstün yeteneklere sahip savaşçılar büyücülerle baş edebilir ve belki bazıları onları kolayca yenebilirdi ama genelde kılıca karşı büyü mücadelesi büyünün üstünlüğüyle sonlanırdı.

 

Büyücüler pek çok kişiyi bir anda yenebilecek olsalar da nadir görülürlerdi, Rolderhelm dünyanın her bir noktasından büyücüleri kendine çekiyordu ama diğer ülkelerde büyücüler ile karşılaşmak insanın her gün deneyimleyebileceği bir şey değildi.

 

Rolderhelm’i böylesine küçük olmasına rağmen böyle güçlü ve dokunulmaz kılan şeylerden birisi büyücülerin gücüydü. Diğer ülkelerin orduları ellerinde mızraklarla hücum ederken Rolderhelm ordusu henüz düşman kendilerine yaklaşmadan onların işini bitirirdi, düşman orduları tıpkı top ve tüfek kuşanmış bir orduya karşı kılıç ve mızrakla koşan orduların uğradığı hüsran gibi bir hüsrana uğrardı.

 

Büyücüler muharebelerin ve dolayısıyla büyük savaşların kaderini değiştirebilecek olsa da bunu başarabilecek kadar güçlü olanlar nadirdi ve güçlü olanlar genellikle Rolderhelm’e giderdi.

 

Olay sadece Büyücülük Akademisine kabul edilip daha iyi bir eğitim almak ve daha da güçlü olmaktan ibaret değildi. Rolderhelm yirmi birinci yüzyıldan fırlamış bir devlet anlayışına sahipti ve vatandaşlarına daha iyi yaşam imkanı sunmak için sürekli çalışıyordu. Oraya giden güçlü büyücüler de akademideki eğitimlerini tamamladıktan sonra orada kalmak ve daha iyi ve daha kaliteli bir hayat yaşamak istiyorlardı.

 

Güçlü büyücüler her yerde yüksek miktarda para kazanabilir ve neredeyse her ülkede yüksek statülere yerleşebilirdi ama Rolderhelm’i her zaman daha çekici bulurlardı. Örneğin Rolderhelm’de orta seviyede bir maaşla çalışmak ile bu dünyanın diğer bir ülkesinde yüksek seviyede maaşla çalışmayı; Avrupa’daki yüksek gelişmişlik seviyesine sahip bir ülkede orta seviye ve Ortadoğu ülkesinde yüksek seviye maaş ile karşılaştırmak mümkün olurdu.

 

Güçlü olan ya da ortalama seviyede ama potansiyel sahibi büyücüler Rolderhelm’e gittiği için diğer ülkelerde kalan büyücüler de çoğu zaman sadece düşük büyü gücüne sahip büyücüler olurdu.

 

Bu da büyücülerin güç ortalamasını düşürdükçe düşürüyor ve savaşlarda kılıç ve mızrağı ön plana çıkarıyordu. Ana bu ülkedeki rastgele bir büyücünün karşısına çıksa muhtemelen rakibinin gözünde “overpowerred” bir büyücü olacaktı ve Yurine buradan rastgele bir büyücünün karşısına çıksa, Rolderhelm’den bu yana edindiği güç ile birlikte ilahi seviyede bir büyücü olarak görülecekti.

 

Ama ikisi de Rolderhelm’in büyücülerinin yanında ortalama sayılırdı.

 

Ana: Yine de beni şövalye yaparsanız bunu arkadaş olduğumuz için yaptığınızı düşünürüm. Eğer böyle bir statü kazanacaksam bunu hak ederek kazanmak isterim.

 

Yu: Dürüstlüğün güzel bir yönün.

 

Nedense Ana duyduğu iltifat karşısında utangaç bir hale büründü, bakışlarını Yu’dan kaçırırken sessizce konuştu.

 

Ana: Teşekkür ederim.

 

Yu saçlarını havluyla son bir kez sildikten sonra taradı ve daha fazla saçlarıyla oynamanın kurumasını istediği kadar hızlandırmayacağını düşünerek tarak ile havluyu bıraktı.

 

Yu: Bir şey soracağım, buraya geldiğinizde ne oldu? Pontifeks ve Leoral ile ne konuştunuz?

 

Ana: Buraya geldiğimizde önce Başak Katedralini arayıp bulduk, burada Dük Vermilia ve maiyeti kalıyordu.

 

Yu: Başak Katedralinde mi?

 

Bir dük için küçük bir yerdi. Burası onun desteklediği mezhebin merkeziydi ama yine de burada kalacağını düşünmezdi.

 

Ana: Evet, hatta biz geldiğimizde bizi karşılayanlar katedralin hizmetçileri değil dükün adamlarıydı. Kendimizi tanıttık ve Neko’dan haber getirdiğimizi söyledik, söylediğiniz gibi.

 

Yu onlardan Yurine ismi yerine Neko ismini kullanmalarını istemişti. Yurine ismini kendi aralarında tutmaları daha iyi olurdu.

 

Yu: Sonra?

 

Ana: Biz, Dük Vermilia’ya eski kardinalin öldüğünü söyledik.

 

Cümlesini tamamlamasının ardından sessizliğe gömüldü, verdiği haberden ötürü pişmanlık hissediyordu.

 

Ana: Zaten biz buraya geldiğimizde iyi durumda değildi, yani sadece bizim yüzümüzden olamaz...

 

Yu: İstersen söylemek istediklerini kafanda toparladıktan sonra konuşabilirsin, beklerim.

 

Sözlerini taksit taksit almak yerine tek seferde almayı tercih ederdi, böyle bir rapor daha anlaşılır olacaktı. Ana kelimelerini toparladığında konuşmaya devam etti.

 

Ana: Biz buraya geldiğimizde Vermia şehrinin düştüğü haberleri dolaşıyordu. Dük zaten kötü bir durumdaydı ama bu haberi vermemiz gerekiyordu, biliyorsunuz. Hem haberi verirken onun böyle olacağını da bilmiyorduk.

 

Yu: Vermia düştü mü?

 

Vermia Şehri, Vermilia Ailesinin arazisiydi ve Yeşim Gölü’nün batısında, stratejik olarak önemli bir konumda yer alıyordu.

 

Zodyaistlerin toprakları batı ve doğu olmak üzere iki parçaya bölünmüştü, kraliyet bu iki parçanın arasında durduğu için iletişimde zorluklar ortaya çıkıyor, sadece deniz yolunu kullanarak eşya ve insan transferi yapılabiliyordu.

 

Zodyaistlerin sıradaki planları olan Zodya topraklarını birbirine bağlama ve kraliyetin kuzey ve güney topraklarını ayırmada Vermia merkez karargah olarak kullanacaktı fakat bu şehir düştüyse artık planlarını gerçekleştirmeleri mümkün değildi.

 

Yu ve Yurine için en kötüsüyse Başak Katedralinin tek destekçisinin toprağını kaybetmesiydi. Leoral gücünü kaybederse katedrale verdiği destek de değerini kaybederdi, dükün toprağını geri alması gerekiyordu ama bunu kendi başına yapamayacak kadar yaşlıydı.

 

Ana: Biz kardinalin öldüğünü söylediğimizde de daha fazla ayakta duramadı ve...

 

Yu: Anladım, burayı geçebilirsin.

 

Daha sonra da Leoral tedavisi için Andromeda Katedraline taşınmıştı, hikayenin devamı bu şekildeydi ve bunu bilmek için duymaya ihtiyacı yoktu, anlatırken üzülen Ana’yı zorlamaya gerek görmüyordu.

 

Ana: Onlar Leoral’i götürürken biz de yanlarında Andromeda Katedraline gittik, girişte bizi pontifeksin kendisi karşıladı.

 

Yu: Pontifeks sizi mi karşıladı? Beni içeri bile almamıştı.

 

“Kızlara ayrıcalık mı yapıyor puşt?”

 

Söz etmeye değecek statülere sahip olmayan iki yabancı kızı neden ülkenin lideri kapıda karşılardı ki? Sadece bir tesadüf olmalıydı.

 

Ana: Pontifeks bizi bekliyormuş, Leoral ile ilgilendikten sonra bizimle konuştu. Ona da haberleri verdik ve burada kalmamız için bize izin verdi.

 

“Sizi bekliyordu demek, acaba Andromeda Lütufu geleceği görmesini mi sağlıyor?”

 

Eğer böyle bir yeteneğe sahipse Andromeda Katedralinin boş oluşunun sebebi pontifeksin kendisine karşı bir suikast düzenlenmeyeceğini biliyor oluşu olabilirdi. Öyleyse Link neden eskiden katedralin böyle olmadığını söylemişti?

 

“Onunla düşman olsaydık gelecekte yaşanacakları bilen birine karşı nasıl savaşabilirim?”

 

Yu: Leoral’in bir oğlu var, adı Cecilus, onu hiç gördünüz mü?

 

Ana başını sallayarak onayladı.

 

Ana: Evet, biz geldiğimizde o da buradaydı. Fakat biz geldikten bir gün sonra apar topar şehirden ayrıldı.

 

“Kaçtı mı?”

 

Yu: Babası ölüm döşeğindeyken mi? Pek de hayırlı bir evlatmış.

 

Ana: Virgo şehrine gitti, ablası Cornelia orada bir ordu topluyordu, amaçları Vermia’yı geri almaktı. Şu anda kuşatmada olmalılar.

 

Cecilus ablasına yardım etmek için mi şehirden ayrılmıştı? Yoksa gerçekten de korkup kaçmış mıydı? Neyden korkmuş olabilirdi ki? Gelen kişi sadece bir çocuk ve bir kahyaydı.

 

Yu: Son bir şey daha, size verdiğim altınlar nerede? Vermia ailesi zor durumdaysa o altınlara ihtiyacımız var, onlar sayesinde ayakta durabiliriz.

 

Geldiğinden beri bunu sormamıştı, altınların nerede olduğunu bilmek ve mümkünse görmek istiyordu.

 

Ana: Merak etmenize gerek yok, tek sikkesine kadar güvende. Hepsi katedralin kasasında duruyor, sizi de akşam yemeğine çağırmaya gelmiştim zaten, yemekten sonra sizi oraya götürebilirim.

 

Yu: Güvende olduklarından emindim zaten, size güveniyordum. Güvenmiyor olsaydım böyle tehlikeli bir yolculuğa sizinle birlikte çıkmak istemezdim.

 

Konuşacak başka bir şey kalmadığında ayağa kalktı ve Ana ile birlikte odadan çıktı, burası sadece dinlenme odası olarak kullanılan bir yerdi.

 

Yemeği buraya ilk geldiklerinde oturdukları salonda yiyeceklerdi. salondaki masa kısa kaldığı için üç masayı sıraya dizerek daha geniş bir alan oluşturmuşlardı. Yurine masanın başköşesindeydi.

 

Yurine: Yu, burası senin yerin.

 

Yu bir kahyadan fazlası olduğundan Yurine sağında yer alan ilk sandalyeyi Yu için ayırmıştı. Başak Katedralinin ikinci kişisi ve Kardinal Hazretlerinin sağ kolu olarak o yer ona aitti.

 

Kendisi için ayrılan yere geçti. Yurine’nin soluna, Yu’nun karşısına oturan kişiyse Sivina’ydı. Yarın Başak Şövalyesi olacağı için o da Katedral içinde özel bir konuma sahipti.

 

Sivina’nın yanına şaşırtıcı olmayan bir şekilde Ana oturmuştu. Yu’nun yanında Kigaro ve ondan sonra Dimen vardı, iki roarona da diğerlerine kıyasla daha sağlam sandalyeler vermişlerdi. Dimen’den sonra Tobias geliyordu.

 

Yurine: Yu, şimdi yemek yemen uygun mu?

 

Yu: Sorun olduğunu zannetmiyorum, özel bir gün ve rutini sadece bir kez bozacağım.

 

Epilepsi krizleri ile daha fazla karşılaşmamak için Büyücülük Akademisinde bulduğu bir kitap sayesinde hazırladığı ilacı kullanıyordu ve bu ilaç işe yarıyordu.

 

İlacı yemek yemeden önce kullanması gerekliydi ve yemek yedikten sonra fazla oyalanmadan yatıp uyurdu.

 

Ama bugün özel bir gün olduğundan dolayı rutinde bir istisna yapmaya karar verdi, bugün Başak Katedralinin maiyeti ile birlikte akşam yemeği yemek istiyordu.

 

Maia: Afiyet olsun.

 

Rolderhelm’de olsaydı bu yemeği Lucia’nın hanında yediğinde ortalama bir yemek olarak karşılardı ama Mora’nın vatandaşlarının yediği yemeğe kıyasla masa güzel bir şekilde donatılmıştı.

 

Salata, çorba, pilav ve tavuk bugünkü yemekleriydi. Çorbanın üstünde henüz duman tütüyordu ve Yu sıcakken yemekte zorlandığından biraz beklemeye karar verdi, bu esnada bir ekmeği küçük parçalara ayırarak çorbanın içine atıyordu.

 

Sivina: Masaların birleştirilmesini söylediniz ama çok fazla boş yer kaldı.

 

Yu: Evet, o yüzden siz de oturun. Bugün özel bir gün olduğu için birlikte yiyelim.

 

Katedralin hizmetçilerine döndü ve onları masaya davet etti. Astları ile iyi bir başlangıç yapmak istediğinden bugünü daha da özel kılmanın yardımcı olabileceğini düşünüyordu.

 

Maia: Biz de mi? Ama-

 

Yu: Sorun nedir? Ben ve Ana da hizmetçi olmamıza rağmen burada oturuyoruz, bugünlük siz de gelin.

 

Başak Katedralinin dört hizmetçisi de oturduğunda masadaki boşluklar azaldı, hizmetçilerin arada sırada ayağa kalkıp sofradaki işleri halletmeleri gerekse de beraber yiyeceklerdi.

 

Başlamak için Yurine’yi bekliyorlardı. Yurine yemeğe başladığında masadaki diğerleri de yemek yemeye başlayabilirdi.

 

Yurine çorbasından bir kaşık aldığında herkes yemeye koyuldu. Yu çorbasından bir kaşık aldı, tavuk suyuydu ve içindeki et parçaları ile ekmek parçaları birleşince tadı Yu’nun daha çok hoşuna gidiyordu.

 

Dimen: Diğerlerinin de burada olmasını isterdim.

 

Dimen büyük elleri ile küçük bir kaşığı tutmayı deniyordu. Bu adam kocaman silahları kolaylıkla taşırken bir kaşığa karşı verdiği mücadele komikti.

 

Yu: İki yüz kişinin bu odaya sığacağını düşünmüyorum.

 

Dimen: Demek istediğim bu değildi.

 

Onun ne demek istediğini anlamış ama sadece boş bir şekilde konuşmak istemişti. Arada sırada herkes gibi Yu’nun da boş yapası tutuyordu, özellikle ciddi konulardan sıkıldığı zaman.

 

Yu: Yarın birkaç roaronu daha getireceğiz. Yurine kardinal olduğunda Pontifeks ile konuşarak roaron mevzusunu tartışır, zamanla daha fazla roaronu katedralin çevresinde toplayabiliriz. Ama herkesi bir anda vaftiz edebileceğimizi düşünmüyorum, küçük bir katedral olduğumuzdan bir anda iki yüz roaronu katedrale katmamız insanların tepkisini çekebilir, yavaş yavaş olacak.

 

Herkesi bir anda buraya almak da, hepsini birden vaftiz etmek de mümkün olmayacaktı. Onları belirli aralıklarla içeri sokmayı, vaftiz etmeyi ve katedralin çevresine roaronlar için kalacak evler inşa etmeyi planlıyordu.

 

Sivina: Roaronlar şu an nerede kalıyorlar?

 

Yu: Şehrin güney doğusunda bulduğumuz bir su kaynağının yanına onlar için kamp kurduk. Seni de bir ara oraya götürüp göstermek istediğim şeyler var.

 

Yurine: Yu, yemeğini beğendin mi?

 

Yu’nun Sivina ile konuşması ve onu bir yerlere götürmek istemesi Yurine’yi kıskandırdığı için aniden konuşmalarının ortasına daldı.

 

Yu: Evet.

 

Yurine: Yu, o zaman onu da ye.

 

Yu: Daha çorbamı bitirmedim.

 

Yurine: Çok yavaş yiyorsun!

 

Yu’nun kızlarla konuşmamasını istemediği için kendisi onu oyalamaya çalışıyordu. Yu onun bu yüzden böyle konuşmaya başladığını anladığında gülümsedi.

 

Yurine: Neye gülüyorsun?

 

Yu: Küçük hanım tarafından paylaşılamıyor olmak gururumu okşuyor.

 

Gerçeklerin ortaya çıkmasına sinirlenen Yurine konuşmak için ağzını açtı ama dudakları kelimeler dökmek için hareket ederken boğazından hiçbir ses çıkmadı.

 

---

 

Yurine: Niye bugün aptal aptal şeyler diyorsun?

 

Akşam yemeğinin ardından biraz daha sohbet etmişler, ay biraz daha yükseldiğindeyse odalarına dağılmışlardı.

 

Yu: Ne dedim ki?

 

Yurine: Bana söyletme! Sen ne dediğini biliyorsun.

 

Onun ağzından babalık mevzusunu tekrar duyabileceğini düşünmüştü ama Yurine istediğini Yu’ya vermedi.

 

İstediğini alamayan Yu odadan çıkmak üzereydi ki geceliklerini giyip yatağın üzerinde oturan Yurine ona seslendi.

 

Yurine: Yu.

 

Yu: Efendim?

 

Yurine: Benim yanımda yat.

 

Tahmin ettiği şekilde Yurine kendisiyle birlikte yatmak istiyordu. Daha önce de uzun süre beraber uyudukları için Yu bunda sorun görmüyordu. Hem hava soğuktu ve birinin yanında yatmak daha sıcak bir uyku deneyimi sunacaktı.

 

Üstelik onun yanında yatmak Yu’nun kendini biraz daha baba gibi hissetmesini sağlıyordu ve bu his hoşuna gidiyordu.

 

Yu: Birazdan ilaç içeceğim.

 

Yurine: Burada iç, hem bir şey olursa ben yardım ederim.

 

Bir şey olacağını düşünmüyordu ama normal rutinini bozduğu için korkuyordu. Yurine’nin dediği gibi yapmaya karar verdi, genellikle böyle yapıyordu zaten. Bir baş ağrısı ile karşılaştığında da Yurine ona yardımcı olurdu.

 

Yu: Önce mutfakta ilacı hazırlayayım.

 

Kendi odasından malzemeleri alıp mutfağa giderken Yurine, Yu’nun peşine takıldı. Gün içinde kibirli hanımının peşinden giden Yu’yken şimdi Yurine evlat moduna bürünmüştü ve annesinin peşi sıra giden bir ördek yavrusu gibi görünüyordu.

 

Mutfağa girdiklerinde yatmadan önce son bir temizlik yapan Clara ile karşılaştılar.

 

Clara: Hanımım, atıştırmalık bir şeyler mi istemiştiniz? Sizin için hemen hazırlayabilirim.

 

Yurine: Canım bir şey istemiyor, Yu’nun yanında durmaya geldim.

 

Yu otları çıkartıp mutfakta ihtiyacı olan malzemeleri arıyordu. Clara’ya cezvelerin nerede olduğunu sorabilirdi ama bir süre aradıktan sonra bulamayınca bu küçük bir gurur meselesine dönüştüğü için sessizce aramaya devam etti.

 

Yurine: Ama süt ısıtabilirsin.

 

Clara: Başüstüne.

 

Clara temizliğe ara verip işe koyuldu, Yu o sırada aradığı cezveyi bulmuştu.

 

Yu: İstersen ben sana çilekli süt yapabilirim.

 

Yurine: Çilekli süt mü?

 

Yu: Evet çilekli süt. Çilek ve şeker var mı?

 

Sıradan insanların yaşadığı bir mekanda olmadıklarından meyvelere erişim konusunda sıkıntı yaşayacaklarını düşünmüyordu, sonuçta kivi bile vardı.

 

Clara: Evet var ama çilekli süt nasıl olur ki?

 

Yu: Çilek ve şeker lazım, ver göstereyim.

 

Yu sütü sade içmeyi sevmiyordu, aslında içebilirdi ama kakaolu, çilekli ve muzlu sütün tadını sade sütün tadından fazla seviyordu.

 

Ama her gün kakaolu süt içmek istediğinde bu cüzdanını zorlayacağı için evde kendi başına yapmayı öğrenmişti. Hazır paketlerden çıkan tozlarla yapıyordu ama çilek ve muz mevsimi geldiğinde tamamen baştan yapmayı denemiş ve başarılı olmuştu, zaten zor bir şey değildi.

 

Kendi işine ara verdi ve Clara’nın çıkardığı malzemeleri aldı. Dünyada çilekleri ve şekeri mikserle karıştırır, sonra sütü ilave ederek tekrar karıştırırdı. Yapması kolaydı ama burada mikser olmadığı için elle yapmak zorundaydı ve içeceğin hazırlanma süresi uzayacaktı.

 

Yu: Söylemek istediğin bir şey mi var?

 

Clara’nın bir şeyler düşündüğünü ama bu şeyleri söylemeye çekindiğini fark etmişti. Dudakları arada sırada bir şey sormak için hareket ediyor ama Clara’nın vazgeçişi ile tekrar duruyordu.

 

Clara: Ben haddimi aşmak istemiyorum.

 

Yu: Söyle.

 

Onu sinirlendirecek bir şey söyleyebilir miydi? Yu onu sinirlendirme imkanı olduğunu zannetmiyordu ve haddini aşsa bile Yu sakinliğini korumaya devam edecekti.

 

Clara: Ben hanımefendi ile sizin bu kadar yakın olmanıza şaşırdım, hanımefendi eskiden böyle değildi.

 

Yurine: Ha! Sadece hak eden kişilere karşı nazik olurum.

 

Yu: Ben sevilmeyecek biri değilim sonuçta, insanların beni sevmesi normal.

 

Fakat Yurine altı ay önce annesinden başkasına yüz vermezken şimdi Yu ile sıkı fıkı olması onu tanıyan insanlar tarafından normal karşılanmıyordu.

 

Yu içeceği hazırladı. Çilekli sütü aldı ve bir bardağa dökerek Yurine’ye verdi, tepkisini merak ettiğinden bir bardak da Clara’ya verdi. Farklı bir dünyanın tadına yapacağı yorumu bekliyordu.

 

Yurine: Mmm... Yu aferin.

 

Yurine yanaklarını ovuştururken gözlerini kısıp gülümsedi, iç ısıtıcı bir gülümsemeydi.

 

Yurine: Seni takdir ediyorum Yu, bana her zaman böyle güzel şeylerle gelmelisin, beni sürekli ama sürekli şımartmalısın.

 

Yu: Beğenmene sevindim.

 

Onun beğendiği bir şey yapmak güzeldi, onu mutlu ettiğinde kendisi de onun mutluluğu ile mutlu oluyor ve onun sevimli gülümsemesini görmek boşa yaşamadığını hissettiriyordu.

 

Yu: Peki sen beğendin mi?

 

Clara: Evet, daha önce böyle bir şeyi hiç tatmamıştım, çok güzel.

 

Clara’nın da beğendiği yüzünden anlaşılıyordu, yüzünün aldığı hal tatlıydı.

 

Yu: Bu dünyanın dışından bir tat.

 

Yurine’yi sütünü içmeye bıraktıktan sonra sıra kendi içeceğini hazırlamaya geldi. İlaç kötü kokacağı için içerisini havalandırması gerekiyordu. Soğuk olsa da önce camları açtı.

 

Daha sonra da suyu kaynatmak için kuzineyi yakması gerekiyordu. Mutfakta ateş yakmak için kullanılan dal parçalarını ve yaprakları aldı ve kuzinenin içine koydu, sonra eline bir çakmak aldı.

 

Çakmak taşı yardımıyla kıvılcım çıkartan ilkel ve tahtadan yapılmış bir çakmaktı. Yu bunu kullanmakta zorlanıyor olsa da ateş yakmayı başarabiliyordu.

 

İlacı hazırlarken beklediği gibi kötü bir koku yayılmış ama hem dışarıdan gelen soğuk ve rüzgarlı hava kokuyu azaltmış hem de Clara bir rahatsızlık belirtisi göstermemişti.

 

İlacın hazırlığı tamamlandığında kuzineyi söndürdü, ilacı bir bardağa döktü ve Yurine ile birlikte mutfaktan ayrılarak Clara’yı yalnız bıraktı. Biraz sonra o berbat deneyimi tekrar yaşayacaktı.

 

Yurine’nin odasına girdiklerinde Yu kapıyı kapadı.

 

Yu: Burada da açsak olur mu? Hava aldığımda kendimi daha iyi hissederim.

 

Yurine: Sorun olmaz Yu.

 

Yurine koşarak pencerenin önüne gitti, bir sandalyeye çıkıp camı açtı ve yine koşarak Yu’nun yanına geldi. Yu içerken hemen yanı başında olmak istiyordu

 

İçine soğuk ve temiz havayı çekti, sandalyeye oturdu ve mümkün olmasa da ilacın kokusunu görmezden gelmeyi deneyerek içmeye başladı.

 

Kusma isteği her seferinde olduğu gibi kendisini yine gösterdi. Bugün Yu kusma isteğini çok daha ağır bir şekilde hissediyor ama Yurine’nin üzerine kusmak istemediğinden bu hissi bastırmak için ekstra çaba harcıyordu. Zorlukla ilacı bitirmeyi başardı, ilk seferinde bile bu kadar zorlanmamıştı.

 

Yurine: Yüzün...

 

Yu ne olduğunun farkında değildi, yüzü kızarmıştı ve gözleri aniden uykulu bir hale bürünmüştü, hasta gibi gözüküyordu.

 

Yurine: Yu?

 

“Konuşan kim?”

 

Birisinin küçük elleriyle kendine dokunduğunu hissediyor, o kişinin kim olduğunuysa ne görebiliyor ne de tahmin edebiliyordu. Gözleri kararmıştı, kalbinde taşıması zor bir ağırlık oluşurken vücudunun sol tarafını hissetmekte zorlanıyordu.

 

Yurine: YU!

 

Şu anda kusmak istiyordu, kusmak düşünebildiği tek şeydi. İçerisinde dolaşan zehri hissedebiliyordu, onu delirtiyordu, bu zehri dışarı çıkartmak, vücudundan uzaklaştırmak istiyordu. İçerisinde böyle bir lanet olduğu sürece rahat edemeyeceğini biliyordu.

 

Gözündeki perde kalktığında karşısında duran kadın aklını kaçırmasını sağlayacaktı. Mor gözler, kahverengi saçlar ve nazik bir yüz.

 

Yu: Abl-a...

 

Yurine: YU! YU!

 

Oturduğu sandalyeden kalktı ve birkaç adım geriledi. Ona doğru ilerlemek istiyordu, iki kardeş kaybetmişti ve şimdi ona geri geleni tutmak, sarılmak ve bir daha bırakmak istemiyordu. Karşısındakinin ablalarından hangisi olduğunu bile bilmiyordu.

 

Yu: Abla...

 

Ama kaybettiği dengesi ileriye gitmesine izin vermiyordu, o ileriye doğru adım atmak istedikçe geriye gidiyordu. Ablası onun adını haykırmaya devam ederken onun yardım çığlığına tekrar cevap veremedi, içindekileri daha fazla tutamıyordu ve kusmaya başladı. Kusmuğun tadı az önce boğazından içeriye giren şeyden daha berbattı.

 

Yu: Neden gittin?

 

Yurine: BURADAYIM!

 

Gözleri ıslanırken zihni de boşalmıştı, artık hiçbir şey düşünemiyordu; ne içtiği ilaç ne de kardeşi, hiçbir şey zihninde oluşan boşluğun içerisinde var olamazdı.

 

Elleri titrerken kim olduğunu unuttu ve yere düştü.

 

---

 

Yurine: YU! NE OLDU YU! BURADAYIM! BURADAYIM YU!

 

Tekrar olmuştu, yere düşen Yu tekrar bir kriz yaşıyordu. Islanmış yanaklarından gözyaşları süzülürken Yurine şifa büyüsüne başladı.

 

Yurine: BİR YERE GİTMEDİM! BEN GİTMEM! YU BEN GİTMEM!

 

Yu’dan bir cevap alamıyordu, bağırıp dursa da duymak istediği cevap bir türlü gelmiyordu. Şifa büyüsü de onu uyandırmak için yeterli değildi.

 

Yu kapıyı kapattıktan sonra kilitlemediği için Yurine’nin sesini duyup buraya gelenler içeri girmekte zorlanmadı, kapı aniden açıldı ve önce Sivina ile Ana içeri daldı. Onların ardından Kigaro ve Dimen, sonra da katedraldeki diğer hizmetçiler içeri girdi.

 

Yurine: Yardım edin...

 

Titreyen dudaklarından dökülen yardım isteğine ilk yanıt veren Kigaro ve Dimen oldu, Yu’yu kaldırıp yatağın üzerine uzandırdılar.

 

Yurine: Yardım edin! YARDIM EDİN!

 

Yurine yardım çığlığına devam ettiğinde buradaki en deneyimli hizmetçi olan Bart, yatağa yatırılan Yu’nun yanına koştu. Yu ter yüzünden sırılsıklamdı, Yurine baş ucunda durup şifa büyüsüne devam ederken Bart bağırdı.

 

Bart: Bez getirin!

 

Bu kadar kişi burada olsa da ona gerçekten yardım edebilecek kimse yoktu, kimsenin elinden basit müdahaleler dışında yapılacak bir şey gelmiyordu.

 

Maia hemen bir bez bulup Bart’a verdi. Önce Yu’nun yüzündeki terler silindi, ter öylesine fazlaydı ki bez kısa sürede kullanılması zorlaşacak kadar ıslandı.

 

Bart: Çok ateşi var.

 

Yu ağır nefesler alıyordu, göğsü yavaşça inip kalkarken Maia kızlardan sirke ve daha fazla bez getirmesini istedi. Bu sırada Bart nefes alması için Yu’nun üstünü çıkartıyordu.

 

Ana: AAAAA!

 

Yu’nun vücudu açığa çıktığında karşılaştığı görüntü Ana’nın dehşetle çığlık atmasına sebep oldu, kocaman açılmış ağzını titremeyi kesmeyen elleri ile kapatarak kendini susturmayı denedi.

 

Sivina ve Maia da Ana’dan çok farklı değildi. Bart bile dehşete düşmüştü, daha önceden bu görüntü ile karşılaşmış Kigaro ve Dimen de, Yu’nun vücudundaki lekeyi her gün gören Yurine de dehşet içerisindeydi.

 

İlonya’da Yu’nun omzuna bir şeytan lanetli kılıcını saplamış ve o kılıç yüzünden Yu bayılmış, bir hafta boyunca kendine gelememişti.

 

O kılıcın tek zararı onda sadece bir yara izi bırakmak olsaydı Yurine o izi kolayca kapatırdı ama bir yaradan fazlası vardı, Yu’nun omzunu, kolunun yarısını ve göğsü ile sırtının bir kısmını kaplayan kara bir leke, kara bir lanet bırakmıştı.

 

Her gece ve her sabah Yurine o lekeyi ortadan kaldırmak için şifa büyüsü uygulardı ama lekeyi oradan kaldırmaya hiçbir büyüsü yeterli gelmezdi.

 

Şimdi o lekeyi yeni görenler çığlıklarına engel olamazken o lekeyi daha önceden de görmüş olanın dehşete düşmesinin nedeni o lekenin, o lanetin üzerindeki damarların şişip hareket etmesiydi. Görüntü kusma isteği uyandıracak şekildeydi.

 

Mor ve mavi damarlar şişmişti ve nabız gibi atıyordu, lanet sanki Yu’nun üstüne yapışmış bir parazit gibi gözüküyordu. Kendini en kolay toparlayan Bart oldu ve gövdesindeki terleri de silmeye başladı.

 

Clara ve Nelita sirke ve daha fazla bez getirdiğinde Maia, karşılaştıkları manzarayı onlar da görmesin diye içeriye girmelerine izin vermedi ve sirkeyle bezleri aldıktan sonra gitmelerini söyledi.

 

Yu’nun vücudundaki teri sildiler ve sırtına sirkeli bez yerleştirdiler. Yapabilecekleri başka hiçbir şey yoktu. Yurine şifa büyüsüne devam ederken odada Yu’nun durumun normalleşmesini beklediler.

-------------------------

Ben bölümü yazarken çileklerin kışın yetiştiğini zannediyordum ama bugün bölümü editlerken ilkbaharda yetiştiklerini öğrendim.

Fakat değiştirmeyeceğim, bundan böyle Start Again evreninde çilekler kışın yetişiyor.

Ayrıca yirminci bölüm şu anda cilt 3’de yazdığım en uzun bölüm.

Bir de ben bölümlerin kapladığı sayfa sayısına, barındırdığı kelime sayısına bakmayı seviyorum, böyle detaylar hoşuma gidiyor ve üçüncü cildin kapladığı yeri de hesapladım.

Cilt III - Bölüm 1'den, Cilt III - Bölüm 20'ye kadar olan kısım yaklaşık 176 sayfa (a5 / siteye attığımda yine düzenlediğim için belki birazcık daha fazladır) ve 45.000 kelime içeriyor.

İkinci ciltteki ilk yirmi bölümse 204/206 sayfa civarı ve 48.000 kelimeydi. Bu cildi hem daha yavaş hem de bölümleri daha kısa yazıyorum :/

---

Bugün 19. bölümü silip tekrar yükledim, sebebi birinin bölüme bot atmasıydı. Ben o bölümü silip tekrar yüklediğimde rahatsızlığımı belli etmeme rağmen tekrar bot atıldı, hem de öncekinden de fena bir şekilde yapıldı bu. Çoğu bölüme bot atmış atan kişi, dün gece serinin okunması 9.600 civarındaydı, şu anda 13.300’lerde. Yaklaşık 3.500’lük bir bot atımı var burada.

Hadi ilk başta “belki iyi niyetle yapmıştır, belki...” diyelim ama ben durumdan rahatsızlığımı belli etmeme rağmen tekrar yapılması çok yanlış. Yapan kişinin sırf can sıkıntısından dolayı birisiyle uğraşıp eğlenmek için bunu yaptığını ve kurbanı olarak da beni seçtiğini düşünüyorum. Çünkü bunun “iyi niyetle” yapılmıştır diyecek bir yönü yok. İnsan destek olmak isterse gider inceleme atar ya da gelir bölüme yorum atar ve böylece destek olmuş olur, bot atarak destek olunmaz.

Bu botu atan kişi belki yaparken eğlenip güldü fakat buradan bakıldığında hiç komik değil, tamam ekranın karşısında ben de güldüm ama sinirlerim bozulduğu için güldüm :D?

Geçen senenin Aralık ayından beri seriyi yazıyorum ve bu sene Şubat ayından beri de seriyi epik novelde paylaşıyorum.

Aylar boyunca uğraşa uğraşa belirli bir noktaya geldikten sonra bir anda böyle bir olay yaşanması açıkçası üzücü.

Her gün defalarca kez gelir bakarım serinin okunmasına, serinin bölümlerine okunmuş mu diye ve rastgele bölümlerdeki 1 – 2 okunma artışını gördüğümde mutlu olurum.

Şimdi seriyi açıp okunmasına baktığımda, bölümlere göz attığımda sadece rahatsız oluyorum.

Uzun süredir bekliyordum bu serinin 10.000 okunma olması için, 15.000 okunma olup editörün seçimine girebilmesi için.

Ne 10.000 okunmaya ulaştığında sevinebildim ne de 15.000 okunma olup editörün seçimine girdiğinde sevinebileceğim ve seriye karşı duyduğum ciddiyet de zarar gördü, gelip baktığımda sadece olumsuz duygular hissediyorum.

Hatta biraz önce seriyi silip bölümleri baştan yüklemeyi bile düşündüm ama dediğim gibi aylardır uğraştığım için, bir şekilde toplanan kemik okuyucu kitlesinden bir sürü yorum aldığım için bunu yapmaya da gönlüm izin vermedi. Sonuç olarak arada kaldım, ne açasım geliyor seri sayfasını ne de bırakıp gidesim.

Yönetimle konuştum anladığım kadarıyla alınan botları silmek pek mümkün değil. Şu anda toplam okunma sayısında 3.500 bot var aşağı yukarı silinmesi mümkünse de oradan düşerler herhalde 3.500’ü.

Ama teker teker bölümlere bakıp hangi bölüme ne kadar bot geldiği de hesaplanmaz ki, bölümler yine botlu şekilde duracak ve toplam okunmadan hesapladığım bot sayısı düşürülse bile bölümlerdeki okunma sayısıyla toplam okunmadaki okuma sayısı uyuşmadığı için yine rahatsız olacağım :d

Kafaya takma diyecek olursa da, elimde değil takıyorum.


16.07.2021 - 22:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47018 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr