Kuledeki alevlerin aksine güneşin ışıkları Yu Valarfin’in tenini nazikçe okşarken otuz ağustos tarihinin geldiğini söylüyordu.
Acı hissetmediği için öldüğünü düşündü. Hafif esen rüzgâr ve cildinde hoş bir his yaratan güneş ışığı güzel olsa da ölümü yüzünden gözleri dolu, tüm yaşananlardan sonra hala ölüm kavramından korkuyordu.
“Başaramadım... Yine... Yine... Yaşadığım için... Mutluyum.”
Tıpkı önceden olduğu gibi yine hayatta kaldığı için mutluydu ama yaşadığı mutluluk onu sinirlendiriyordu. Yu mutlu olmak istemiyordu, mutlu olmayı hak etmiyordu.
“Uyan! Ayağa kalk iğrenç şey!”
Neko şiddetli bir şekilde Yu’nun karnını tekmeleyerek onu kendisiyle yüzleşmeye zorladı.
Yu sulu gözleriyle Neko’ya baktı. Küçük kızın tatlı kıyafetleri kan, ter ve is ile kaplanmıştı. Yüzü de duman yüzünden kapkaraydı ve saçları kanla terin birleşimiyle yapış yapış olmuştu. Neyse ki yaralı değildi, uyandığında kendini iyileştirmiş olmalıydı.
Aynı şey Yu için de geçerliydi. Kıyafetleri, teni ve saçı, pis kelimesinin sözlükteki karşılığı haline gelse de vücudunda ne bir yanık, ne bir şişlik ne de herhangi bir yara yoktu. Neko onu da iyileştirmişti.
Ama onu iyileştirmesine rağmen hiç kibar değildi.
“Yaşıyoruz,” dedi Yu. Yaşadığı için hem üzgün hem de mutluydu. Gözlerinden akan yaşlar isli yanaklarından süzülürken kirlenip kararıyordu.
Nefes alıp verirken dudaklarına acı dolu bir gülümseme yerleşti. Karmakarışık hâle gelmiş duyguları yüzünden ne hissettiğini bile anlayamazken karnına inen tekme Yu’yu nefessiz bıraktı.
“YAŞIYORUZ DEME! MUTLU OLAYIM DEME! KATİL!”
Neko öfkesine hâkim olamadan Yu’yu sürekli tekmeliyor, kendini ifade etmesi için bir şans vermiyordu.
En sonunda ezilen organları yüzünden kan kustu. Neko bir çocuğun vücuduna sahip olsa da vücudu manayla dolu olduğu için bir yetişkinden daha güçlüydü.
Kedi kulaklı kızın gözlerinde ilk kez tadılan duygular vardı. Öfke, keder, pişmanlık, nefret, kız tüm bu olumsuz duyguların içinde boğuluyordu. Gözyaşlarını kolu ile silerken güçlükle yutkundu.
“Senin yüzünden...”
Nefes alış verişini düzenlemeye çalışırken titreyen dudaklarının arasından yine aynı kelime döküldü. “Katil...” Suçlayacak birine ihtiyaç duyuyordu ve şu anda Yu suçlayabileceği tek kişiydi. “Senin yüzünden, katil...”
Kelime, Yu’nun aklına kazındı. Yu suçlamayı reddedemiyordu. Neko, Rie ve Keder arasındaki dövüşe katılmayı denemişti ama Yu onu tutmuş, izin vermemişti. Keder karşısında olmasına rağmen bir şekilde büyü kullanan Neko annesini de büyü kullanarak kurtarabilirdi.
“...Yüzümden... Benim...” Aklı, Rie ölürken tamamlayamadığı cümleyi şimdi tamamlamayı deniyordu.
Ama Yu, Neko’yu tuttu ve Yu yüzünden Rie öldü.
“Büyü yapamayacağını düşündüm, bırakırsam Keder’in onu öldüreceğini düşündüm...” Yu konuşup kendini savunamıyordu. “Hayır, yalan. Bu bir yalan. Sadece korkmuştum. Rie benim yüzümden öldü. Benim suçum, benim suçum. BENİM YÜZÜMDEN!” Yu, Keder’i öldürmüştü. Yardım almadan, bir başına. Eğer Rie’ye yardım etmeye gitseydi, eğer Rie yerine Keder ile yüzleşseydi Rie bugün hayatta olabilirdi.
“Özür dilerim,” dedi. Suçunu kabul etmekten başka şansı yoktu fakat yavaşça ayağa kalkarken dilediği özür ona bir tekme kazandırdı.
Neko’nun, çenesine attığı tekme ile bir “ah” sesi çıkarmış ve tekrar yere yatmıştı.
“Özür mü diliyorsun? Bana özür mü diliyorsun? ÖZÜR NE İŞİME YARAYACAK!”
Yu’nun üstüne gönderdiği rüzgâr büyüsü onu toprağın içinde sürükledi. Üzerine gelen kızdan korkan Yu, dirsekleri üzerinde sürünerek ondan kaçmayı denerken Neko ona yetişti ve karnına başka bir tekme daha attı.
“Onu geri getireceksin...”
Neko mırıldandı, Yu ne dediğini tam olarak anlayamamıştı. Neko’nun dudakları hareket etti ve Yu’nun duyamadığı kelimeler döküldü.
“...Getireceksin... Getireceksin... Geri getireceksin... ONU GERİ GETİRECEKSİN! ONU GERİ GETİRMENİ SÖYLÜYORUM! GERİ GETİR! GERİ GETİR!”
Neko sakinliğini tekrar kaybetti. Kızın sesi Yu’nun kulaklarını tırmalarken ne dediğini anlamadan onu izlemekten başka bir şey yapamıyordu.
“Ne?” Geri getir diyerek ne kastediyordu?
“NE DEME! GERİ GETİR!”
Bir rüzgâr büyüsü daha Yu’nun vücuduna gönderilmiş, bu sefer onu toprağın içine batırmıştı. Kemiklerinin çatırdadığını duyan Yu’nun gözlerinden yaşlar fırladı.
Bu kız ondan tam olarak ne istiyordu? Geri getir derken ne kastediyordu? Yu’nun anlaması uzun sürmedi.
“Eğer ben olmasaydım Başak Lütufu, Rie’nin yaşamasını sağlayacaktı.”
Kendinden utanıyordu, ölmek istemediği için utanıyordu, yaşadığı için mutlu olmaktan utanıyordu. Eğer orada olmasaydı Rie, kutsamasını boşa harcamaz ve hayatta kalırdı. “Benim yüzümden,” zihni tekrar suçunu yüzüne vurdu. “Rie’yi ben öldürdüm.”
“Bana o acınası ifade ile bakma...”
Suçluluk hayat enerjisini emen bir kara delik gibi göğsüne yerleşmişken nasıl bakabilirdi ki? Ne kadar özür dilerse dilesin kabul edilemezdi, pişmanlığı hiçbir işe yaramazdı. Hatasını telafi etmenin hiçbir yolu yoktu.
“BANA ÖYLE BAKMA DEDİM!”
Yu’nun acınası yüz ifadesi Neko’yu daha da sinirlendirmiş, başka bir büyü ile daha Yu’ya saldırmıştı. Vücuduna çarpan büyünün etkisiyle kan kusan Yu bir anlığına öleceğini düşündü ve yine aynı ölüm korkusu ile aklının içinde kendinden nefret etmesini sağlayan o cümleyi kurdu.
“Ölmek istemiyorum.”
Ölüme yaklaştığı tüm anlarda böyle düşünmüş, o anlardan sonra da mutlu olmuştu. Böyle düşünmek istemiyordu, kendinden nefret ediyordu. Mutlu olduğu için kendinden nefret ediyordu.
“SANA DİYORUM! ONU GERİ GETİRECEKSİN DİYORUM! ANNEMİ GERİ GETİRECEKSİN DİYORUM!”
Eğer ölüleri hayata getirmenin bir yolu olsaydı bunu ablaları için yapmış olurdu ama yoktu, ölüler geri dönmüyordu. Öldüğün zaman her şey bitiyordu. Ölümün ardında hiçbir şey yoktu. Neko’nun, Yu’nun ablalarının ölümünden sonra kaç gece bunun farkındalığı yüzünden ağladığından haberi var mıydı?
“Başak Lütufu hakkında konuşuyor olmalı. Onu geri vermemi mi istiyor? Lütuf’dan vazgeçersem Rie geri mi dönecek?” Fakat en önemli soru “Benim bunu yapacak cesaretim var mı?” sorusuydu.
“Annem söyledi,” Neko sesini alçalttı ve sakin bir tonda konuşmak için kendini zorladı. “Zamanı geri almak mümkün dedi. Eğer zamanı geri alırsak, eğer onun ölümünden öncesine gidersek onu kurtarabiliriz. Onu kurtaracaksın! Onu kurtaracağını söylüyorum! Senin yüzünden öldü, sen kurtaracaksın!”
Yu’nun cevabına göre Neko’nun da yapacağı şey değişiklik gösterecekti. Elinde istemediği bir cevap duyduğunda kullanmak için rüzgâr biriktirmeye başladı.
“Bu imkânsız.”
Rie onu ölümden döndürmeyi başarmıştı ama ölümü yalnızca bir kez yenebileceğini de belirtmişti. “Başak Lütufu’nu geri vererek onu kurtarmak mümkün mü?” Zamanı geri almak hakkında düşünmek yerine aklına gelen yöntem buydu.
“Bunu yapacak cesaretim yok...” Neko, Yu’nun daha fazla düşünmesine müsaade etmeden yeni bir büyü gönderdi ve rüzgâr, Yu’nun başının yanına çarparak toprağı havaya kaldırdı.
“Sen annemin Lütuflarına uygun değilsin. Eğer seni iyileştirmezsem Lütuflar sana acı vermeye devam edecek ve en sonunda da öldürecek. Benim dediklerimi yapmak dışında bir şansın yok.”
Tehdit ediliyordu.
“Eğer gidip de başkalarına Lütuflara sahip olduğunu söylersen o zamanda onları senden almak için seni öldürürler. Benim dediklerimi yapmak zorundasın, Lütuflardan sonsuza dek kurtulmak için annemi bana geri vermek zorundasın.”
Yani vücuduna giren şeylerin Azer’in Lütufları olduğu doğrulanmıştı. Yu, Başak Lütufu’nu ve Avcı Lütufu’nu birlikte almıştı.
“Başak Lütufu ile onu geri getiremem, değil mi?”
“Aptal yaratık! Sen hiçbir şey anlamıyor musun? Onları kullanabilecek olsaydın acı çekmezdin, aşağılık vücudun onlara uygun olmadığı için canını yaktılar.”
Yani sıfırdı, hiçbir gücü yoktu.
“Cevaplanması gereken çok fazla soru var.”
Hiçbir şey bilmediği için Neko’nun dediklerine inanmak zorundaydı. Ayağa kalktı ve güneşe bakabilmek için elini gözüne siper etti. Gözlerini yakan güneş ona dünyanın gerçekliğini hatırlatıyordu.
İtiraz ederse Neko tarafından öldürülebilirdi. Neko tarafından öldürülmese bile Neko ona aldığı Başak ve Avcı Lütufu’nun onu öldüreceğini söylüyordu. Neko’nun şifa büyüsüne muhtaçtı.
Yu nasıl başaracağını bilmese de görevi kabul etmek zorundaydı. Başarabileceğine emin değildi ve başarıya olan inancı çok zayıftı. “Ama şifa büyüsü dışında, bu sefer pişman olmak istemiyorum.” Pişmanlık ve suçluluk hissi onu ayağa kaldıran asıl sebeplerdi.
“Palyaçolar Rie’yi öldürmek için oradaydı. Neden Rie’yi öldürmek istediler. Yaşananların arkasında yatan şey ne? Neden Sigma Kule’si yandı? Palyaçolar ve Rie’nin ilişkisi ne? Rie’nin peşinde olduğu şey neydi? Fakat öğrenmemiz gereken asıl şey,” Neko’ya döndü, kedi kulaklı küçük kızın kızıl gözlerinin içine baktı. “Zamanı nasıl geri alacağız?”
Zamanda geri gitmek daha önce pek çok eserde ele alınmış bir konuydu. Dünyada bile bunun hakkında teoriler üretilse de mümkün olmadığını Yu Valarfin biliyordu. “Fakat burası fantastik bir dünya, yani, belki...”
Eğer her şeyi düzeltmek için bir şans elde etmek mümkünse bunu denemek isterdi ama inanmakta güçlük çekiyordu, hatta inanamıyordu. “Bunun mümkün olmadığını biliyorum. Yine de bu suçluluk!” Suçluluk duygusu onu inanmadığı yolda yürümeye zorluyordu.
“Nekoverine denen bir yer var, annem oradan bahsetmişti.”
İsmi Neko’nun ismini de içeriyordu. Rie, Neko’ya buradan yola çıkarak Neko demiş olabilirdi.
“Nerede?”
“Bilmiyorum.”
Bulmaları gereken gizemli bir mekân vardı. Nasıl bulacaklarıysa muammaydı.
“Ne yapacağız?” Neko çoktan ‘biz’ diye konuşmaya başlamıştı.
“Önce üstümüzü başımızı düzeltip temel ihtiyaçlarımızı gidermemiz gerek. Bir eviniz var mı? Rie’nin bir dostu var mı? Bir akademi ile ilişkiniz var anladığım kadarıyla.”
“Şimdiye dek iki farklı yerde yaşadık. İlki Mora’daydı, ikincisi ise Büyücülük Akademisi. Annemin... Arkadaşı var diyemem. Tüm soruların hakkında bildiklerim bu kadar.”
Ellerindeki bilgiler de sınırlı olduğuna göre görevin zorluğu Yu’nun zannettiğinin çok üzerindeydi.
“Bu işin harika bir macera şeklinde ilerleyeceğini zannetmiyorum. Paraya ihtiyacımız var, çok fazla paraya ihtiyacımız var. Ne yapacağımızı bile bilmiyorum ama kesinlikle paraya ihtiyaç duyacağımızdan eminim. Öğrenmemiz gereken şeyler de var ama önce para ve kalacak yer bulalım.”
“Benim param yok.”
“Benim de yok.”
O yüzden telefonunu satacak ve kendilerini bir süre idare edecek kadar para bulacaktı. “Ben zekiyim. Bir yolunu bulurum.”
Yaptığı boş yere kendisiyle övünmek değildi, Yu zekâsına güveniyordu. Eğer zamanı geri almak mümkünse bunu yapmak için bir şekilde bir yol bulabilirdi.
“Ama bulacağım yoldan gidebilecek gücüm yok.”
Yine de denemek istiyordu. İçindeki suçluluğu birazcık olsa bile azaltmak mümkünse deneyecekti.
“Doğum günümde hediye olarak aldığım şey berbat bir gün ve imkânsız bir görev. En kötü doğum günüm.”
-------------------------
15.11.2021 - 19:32
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..