Cilt 1 - Bölüm 5: Kapının Ardında Harika Olmayan Bir Dünya Var (2/2)

avatar
833 9

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 1 - Bölüm 5: Kapının Ardında Harika Olmayan Bir Dünya Var (2/2)


“ANNE!”

 

Neko’nun çığlığı kuleyi kapladı. Kedi kulaklı kız, Yu’nun elinden kurtulmak için çırpınırken Yu gördüklerinin şokuyla ona kenetlenmişti.

 

Neko’nun tırnakları Yu’nun etine giriyor, ısırdığı yerler kanıyordu. Neko onu yumruklayıp tekmelerken Yu normalde onu ağlatacak bir işkenceye maruz kalıyordu ama şok ona öyle çarpmıştı ki acıyı hissetmiyordu bile.

 

Rie’nin gözleri de şaşkınlıkla açıldı, katilinin kalbine sapladığı çeliği tuttu. Artık son gelmişti, Rie son nefesini vermeden önce Neko ve Yu’ya baktı.

 

“Benim...”

 

Rie son nefesini verdiğinde göğsünden iki ışık küresi çıktı. Katil küreleri hiç fark etmedi ve küreler havada biraz süzüldükten sonra Yu’yu hedef aldı. Katil de gözlerini Neko ve Yu’ya dikmişti.

 

Bacaklarını hissetmiyordu ama yine de sinir krizi geçiren ve avazı çıktığı kadar çığlık atan Neko’yu kucağına aldı ve Rie’nin cansız bedenini geride bırakarak bulunduğu katta karşısına çıkan ilk kapıdan içeriye, bir depoya girdi. Arkasındaysa onu takip eden katil ve iki ışık küresi vardı.

 

Çatırdayan zeminin üzerinde, ciğerlerini yakan dumanların içerisinde Neko onu yumruklayıp tekmelerken kaçmak için girdiği depodan bir çıkış arıyordu. Ateşler her tarafı sarmıştı ve burada dururlarsa ya yanarak can vereceklerdi ya da palyaço onları kıstıracaktı.

 

Nereye gideceğini bilmiyordu, kuleden kaçmanın tek yolu kulenin duvarlarındaki pencerelerden atlamaktı ama depoda atlayabileceği bir pencere göremiyordu. Deponun içinde ikinci bir kapı gördükten sonra koştu ve açmak için kapı kolunu tuttu ama ısınmış metal, Yu’nun elini yakınca haykırarak kendini yere bıraktı.

 

Rie’nin göğsünden çıkan ışıklar hâlâ onu takip ediyordu. Yu yerdeyken ışıklar tarafından yakalandı. İki ışık küresi Yu’nun göğsünden içeri girdi.

 

Neko ne konuşabiliyor ne de sakinleşebiliyordu. Ağlıyor, bağırıyor, tırnaklarını yüzüne geçirip kendi etini parçalıyordu. Yu onun kendisine zarar vermesini engellemek istese de başaramadı çünkü ışıklar tarafından yakalandığı anda göğsü, sıcağın yaktığı elinden daha şiddetli bir şekilde yanmaya başladı.

 

Göğsü yanıyordu, kalbinde kaldırmakta zorlandığı bir yük, ağırlık vardı. Nefes almakta güçlük çekiyor, ciğerlerinde keskin bir acı hissediyordu.

 

Yu’nun, Rie’nin ölümünü izleyen gözleri de yanıyordu. Kulakları çınlıyor, elleri titriyor ve zihnini zehirli pençelerinin arasına alan acı ona işkence ediyordu.

 

İçerisinde bulunduğu acı dolu an az önce yaşadığı kriz gibi değildi. Şimdiye dek yaşadığı hiçbir krize de benzemiyordu. Tamamen fantastik, doğaüstü bir acı Yu’nun vücuduyla zalimce oynuyordu.

 

“Neko...”

 

Neko onun krizini iyileştirebilmişti, eğer şu anda da iyileştirirse buradan kaçmak için hâlâ şansları olurdu. Neko’ya yalvarmak için ağzını açtı ama çıldırmış kızın yüzünü nasıl yaraladığını görünce konuşamadı.

 

“Buraya kadarmış...”

 

Zemini delecekmiş gibi yürüyen devasa bir adam, sıcaklıktan ve merhametten yoksun mekanik bir sesle yangın onu korkutmuyormuş gibi üzerlerine yürüyordu.  Keder’in elinde tuttuğu tırpan Rie’nin kanına bulanmıştı.

 

“GEBER!”

 

Sinir krizi geçiren Neko, annesinin katilini gördüğü an avuçlarını ona doğrulttu ve o küçük avuçlardan çıkan fırtına, alevleri yararak Keder’e ulaştı.

 

Keder’e çarpan rüzgâr büyüsü onu aldı ve duvarları kırarak kulenin içerisinde sürükledi. Yu gibi normal bir insan bu saldırının ardından kemikleri kırılmış hâlde bulunurdu.

 

Öfkeli Neko bu kadarıyla yetinmek istemiyordu, Keder’i tamamen parçalara ayırmak için alevlerin arasına yöneldi.

 

“Çek elini, iğrenç yaratık!”

 

Yoluna devam etmek için boştaki ayağını Yu’nun yüzüne geçirse de Yu, Neko’nun ayağını tutmaya devam etti.

 

Bunu neden yaptığını kendisi de bilmiyordu; Neko’yu korumak için mi yapıyordu yoksa hayatta kalmak için mi?

 

Muhtemelen cevap her ikisiydi.

 

“Gitme.”

 

Vücudu alevler yüzünden değil de Rie’den ona geçen ışık küreleri yüzünden yanıyor ve artık acıya dayanamıyordu. Aklını kaybetmek üzereydi ve aklını kaybetmeden önce Neko’yu ikna edebilmek için kelimelerini seçerek konuşmaya çalışıyordu.

 

“Kaçalım.”

 

Neko ona nefret dolu, kan kâsesine dönmüş gözlerle baktı. Doğal olarak annesinin ölümünden Yu’yu sorumlu tutuyordu. Yumruklarını sıktı ve dudağını kanatacak kadar ısırdıktan sonra ellerini Yu’ya doğrulttu.

 

Neko’nun avuçlarından çıkan ışık Yu’nun vücuduna ulaştığında bu, şifalı mananın acısını dindirmek için Yu’ya aktarıldığı anlamına geliyordu. Fazla zamanları olmadığı için Yu tamamen iyileştirilmeyi bekleyemezdi. Acı henüz dinmemişti ama katlanılabilecek bir seviyeye indiğinde ayağa kalktı ve kuleden atlayabilecekleri bir pencere bulmak için bulundukları deponun dışına çıktılar.

 

Kulenin merdivenlerinde bir pencere vardı, Yu oraya koştu ama pencerenin önüne geçen Keder yüzünden Yu durmak zorunda kaldı.

 

“Sen neden ölmüyorsun amına koyayım?”

 

Yu’ya yukarıdan bakan dev, soruyu cevaplamadan hücuma başladı. Rie ile savaştığı seferkinden daha hızlıydı. Yu, Neko’nun tekrar büyü yapmasını bekledi ama kızın bir şey yapmayacağını anladığında çok geç olmadan onu kucağına alarak saldırıdan kaçmak için kenara atladı.

 

Dikey şekilde inen tırpandan kurtuldu. Sıradaki saldırıda tırpan yatay şekilde savruldu.

 

Yu geriye zıplayarak bu hamleden de kurtuldu fakat ayağı alevlerin arasına girmişti. Çığlık atarak ayağını çekti ve koşmaya başladı.

 

Keder onları takip ediyordu, alevlerin arasından zarar görmeden geçerken bir şeytan gibiydi ve Yu’nun yolu alevler tarafından kapatıldığında kaçacak yeri kalmamıştı.

 

Artık tek bir seçeneği vardı, Keder’in üzerine yürümek ve onu geçerek arkasındaki pencereye ulaşmak. Daha sonra oradan atlayabilir ve Neko düşüşlerini büyüyle yavaşlatırsa kurtulabilirlerdi.

 

Keder ve Yu yüz yüze geldiklerinde Yu, Neko’yu büyü yaparak Keder’i yollarından çekmesi için yere bıraktı.

 

“Büyü yapmanın tam sırası.”

 

“Manam az kaldı, eğer bitirirsem yanarak ölürüz.” Neko soruyu ölümü kabullenmiş gibi cansız bir sesle cevapladı.

 

“Ölmek istemiyorum.” Düşüncesi kendisini pislik gibi hissettiriyordu.

 

Tırpan yatay olarak savruldu. Yu geriye kaçmak yerine önceden Rie’nin yaptığı gibi ileriye gitti. Tırpanın çeliğinin menzilini aşıp tahta olan sapını tuttu.

 

Tırpanı tuttuktan sonra yumruğunu Keder’in kasıklarına geçirdi.

 

İkinci kez aynı bölgeye vurmayı başarmıştı. Keder nedense şu an kendine uzun boyu dışında avantajı olmayan bir adam gibi gözüküyordu. Keder hissettiği acı yüzünden hareketsiz kaldığında tekrar kasıklarına vurdu.

 

İkinci yumruğun ardından Keder dizlerinin üstüne çöktü. Yu hala Keder’in tırpanını tutarken çöken katilin yüzüne bir tekme attı. Tekmesi Keder’in maskesini kırmış ve yaralarla kaplı siyah yüzünü açığa çıkarmıştı. Keder’in gözlerinin şekli de bir canavarınkini andırıyordu ve rengi kardeşininki gibi sarıydı.

 

“Şimdi ne yapmalıyım?”

 

Keder yere düşmüştü ve tırpanı Yu’nun elinde kalmıştı. Parmaklarında güç yoktu, bileklerinde güç yoktu, dirseklerinde güç yoktu, omuzlarında güç yoktu. Yu silahın nasıl taşındığını bile bilmiyordu.

 

Ama ne yapması gerektiğini biliyordu. Gözünü kararttı, şimdiye dek içinde olduğunu bilmediği, kendisine ait değilmiş gibi hissettiren vahşi bir gücü kullanarak tırpanı yukarıya kaldırdı ve rakibinin karnına sapladı.

 

Tırpan rakibinin karnındaki yağ tabakasını geçmiş ve midesini delmişti. Kan, Yu’nun yüzüne kadar sıçradı.

 

Yu tırpanı geri çekti ve bağırarak tekrar rakibinin karnına sapladı.

 

Keder yerde bir hayvan gibi inliyordu. Yu tırpanı kaldırıp saplamaya devam etti.

 

Sapladı.

 

Sapladı.

 

Sapladı.

 

Tekrar ve tekrar sapladı.

 

Keder bir insan olamazdı, bu yüzden bir hayvanı öldürür gibi saplamaya devam etti.

 

İnsanlığını unutmuştu, yorulduğunu unutmuştu. Keder’in vücudu delik deşik olana kadar merhametsizce saplamaya devam etti. Zaten ona merhamet etmeye gerek yoktu.

 

Tırpan bazen kemiğe denk geliyor, böyle olduğunda da geri çıkarması zorlaşıyordu ama Yu tırpanı bırakmıyor, bir şekilde geri çekip saplamaya devam ediyordu.

 

“ÖL! ÖL! ÖL! ÖL! ÖL! ÖL! ÖL! ÖL! ÖL! ÖL!”

 

Yu, Keder’in karnını, göğsünü, boynunu ve yüzünü delik deşik yaptı.

 

Rakibi ölmüş olmasına rağmen cansız bedenine tırpanı saplamaya devam ediyordu. En sonunda Neko araya girdi ve Yu’nun tırpanı yere düşürmesini sağladı.

 

Derin nefesler alan Yu, yerdeki kan havuzunun üstünde yatan palyaçoya son bir bakış bile atmadan Neko’yu kucağına aldı ve merdivenlere ulaştı. Oradaki pencereden de hiç düşünmeden yere atladı.

 

Zaten gidecek başka bir yön yoktu. Yukarısı yanıyordu, aşağısı yanıyordu, bulundukları kat da yanıyordu. Kuleyi terk etmezlerse yanarak öleceklerdi ve elbette Yu yanarak ölmeyi istemiyordu.

 

Düşerek ölmeyi de istemiyordu, hiçbir şekilde ölmek istemiyordu.

 

Fakat bir seçim yapması gerekirse yanarak ölmektense düşerek ölmeyi seçerdi. Ateş kendini bildi bileli korktuğu şeylerden birisiydi. Bu yüzden Neko büyüsüyle düşüşlerini yavaşlatmayacak olsaydı bile aşağıya atlar ve düşüşün onu öldürmesini umardı.

 

Kuleden aşağıya düştüler ve Neko yere ulaşmadan önce rüzgâr büyüsünü kullanarak düşüşlerini yavaşlattı. Düştükleri yer de alevler içindeydi ama Neko etraflarında bir rüzgâr alanı oluşturarak alevlerin kendilerine ulaşmasına engel oluyordu.

 

Yu kucağındaki Neko’yu taşıyarak alevlerle kaplı Sigma kulesinden çıktığında kalan tüm enerjisini büyü için kullanan küçük kız daha fazla uyanık kalmayı başaramayarak Yu’nun kucağında bayıldı.

 

Onun bayıldığından habersiz şekilde Yu koşmaya devam etti. Koşabildiği kadar koştu, Sigma Kulesi denen cehennemden uzaklaşabildiği kadar uzaklaştı ve güneşin ilk ışıkları gözüktüğünde bir tepenin üstünde bayıldı.

------------------------

15.11.2021 - 19:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr