Lucia eteklerini tutarak maceracılar loncasına koştuktan yarım saat sonra Neko'nun sıkılması üzerine karnavaldan ayrıldılar. Onlar ayrılırken bile karnavala insanlar akın ediyordu.
“Lucia onların annesi mi? Birkaç kişi kavga edince hemen ona koştular. Loncada güvenlik görevlileri bulunmuyor mu?”
“Loncanın sahibi olduğu için mekânını korumak onun görevi. Binanın zarar görmesini istemiyoruz,” dedi Lucie.
Yu’nun hayal ettiği maceracılar inanılmaz kılıç ve büyü gücüne sahip insanlardı, hâl böyle olunca binaya zarar vermeleri kaçınılmaz olabilirdi. Şimdi Lucia’nın apar topar loncaya koşması anlam kazanıyordu.
“Her neyse, beni ilgilendirmiyor. Ben o para tuzağı mekândan ayrıldığım için mutluyum.”
Karnavaldayken Lucie onu yine bir yerlere sürüklemiş, cimri biri gibi gözükmek istemediğinden yine cebinden gümüşler çıkmıştı.
“Bizim evimiz burası.” Lucie, üç katlı ve bahçeli bir evin önüne geldiklerinde durdu. Uzun çitlerin arkasında yeşil bir bahçe ve süs havuzu vardı.
“Güzel bir evmiş.”
Yu, böyle bir evde yaşayacak parası olduğu için Lucia’yı kıskanmıştı.
“Teşekkür ederim.”
Yu onun evine gireceğini düşünerek bekledi ama Lucie de eve girmek yerine bekleyince tuhaf bir sessizlik oluştu.
“Bu gece güzeldi,” dedi Lucie. Bir kolunu tutarken yere bakıyordu.
“Evet, bizi davet ettiğiniz için teşekkürler.” Yu hiçbir şey yapmazsa Lucie’nin burada durmaya devam edeceğini anladı, cümlesini bitirir bitirmez tekrar konuştu. “Öyleyse biz artık gidelim, iyi akşamlar.”
“İyi akşamlar.”
Lucie evine girdiğinde Yu ve Neko yalnız başlarına kaldıkları hana yürümeye başladılar.
“Bu gece ne de mutluydun.” Neko, Yu’yu tutmayı bıraktı. “O düşük yaşam biçimini mi beğendin?”
“Hayır.” Yu güzel olduğunu düşünse de ondan hoşlanmamıştı. “Ama birileri benimle konuştuğunda kendimi daha iyi hissettim. Eğer sen de benimle konuşursan belki daha iyi hissedersin.”
Neko sustu. Son sözü söyleyen olmak Yu’nun hoşuna gitmiyor, böyle olduğunda kendi kendine konuştuğunu hissediyordu.
“Sana aptal dediğim için özür dilerim.” Kibirli kılıç perisi Yu’ya sürekli böyle seslense de ona hakaret ettiği için pişman olmuştu. Neko yine konuşmadı. “Aslında şeytan diyor Lucie’ye yürü. Zaten zenginler, para işini kökten çöz- niye vurdun şimdi?”
Neko, Yu’nun kalçasına sert bir tokat attı. Yu bile onun vurduğu kadar güçlü vuramazdı, yanan kalçasını ovuşturdu.
“Maceracılık neden olmaz? Hiç risk almadan bir şey başaramayız.”
“Bana vurmanın sebebi bu muydu?”
Neko, Yu’ya neden vurduğunu söylemiyordu. Onun sürekli sessizleşip sadece kendi istediği konulardan konuşması sinir bozucuydu ama Yu sabretti.
“Eğer güçlü biri olsaydım maceracı loncasına katılmayı düşünürdüm ama değilim, ölebilirim ve eğer ölürsem tek başına kalırsın.”
“Ben güçlüyüm,” dedi Neko. “Büyümle insanları parçalayabilirim.”
“Şu dört kollu canavarı yenen sen miydin peki?” Yu’nun izlenimine göre o canavar Rie’yi zorlamıştı. “Eğer dediğin kadar güçlüysen neden onu hemencecik durdurmadın?”
“O bir istisnaydı, bizi öldürmek için gönderilmiş özel bir canavardı!”
“Yine de gücünün limitlerinin olduğuna dair bir örnek. Gerçekten de risk almadan bir şeyleri başarmak zor ama alacağımız riskleri akıllıca planlamalıyız.” Bir risk almadan önce kazanılacak şeyler gibi kaybedilecek şeyleri de hesaplamaları gerekirdi. “Eğer sen de gidersen hiçbir şey yapamam, kabul etmesi kolay değil ama küçük bir çocuğa muhtacım.”
Neko konuşmadan Yu’yu dinlemeye devam etti. Neko’nun bu seferki suskunluğunun en azından iyi bir nedeni olması Yu’yu rahatlatıyordu.
“Ama kabul etmelisin ki senin kaybın durumunda benim zora gireceğim gibi, benim kaybım durumunda sen de zora girersin. Hikâyeni anlatabileceğin, yardım isteyebileceğin pek fazla kişi olduğunu zannetmiyorum. Kısaca timsahlar ve onların dişlerindeki artıkları yiyen kuşlar gibi birbirimize lazımız ve ikimizden birini ya da ikimizi birden tehlikeye atacak durumlara girmeden önce iki defa düşünmeliyiz.” Yu, anlayacağını umarak Neko’ya baktı.
Neko ilk başta birkaç kez konuşmak için ağzını açtı ama sonra konuşmaktan vazgeçip ağzını geri kapadı. Biraz yürüdükten sonra öne geçip Yu’nun yolunu kesti.
“Sen artıkları yiyen kuşsun o zaman.”
Yu güldü. “Dediğim şeyde ilgilendiğin tek nokta bu mu?”
“Hayır.” Neko ciddiydi. “Sen, senin yüzünden giden annemi geri getireceksin ve bunu yaparken ben de seni iyileştireceğim. Küçük beynin bunu anlayabiliyor mu?”
“Son derece gelişmiş, mükemmel beynim bunu anlayabiliyor.” Neko’nun yüzünde ciddiyet dışında bir ifade olmamasına rağmen Yu hafifçe gülümsemeye devam ediyordu.
“YARDIM! YARDIM EDİN!”
Konuşmaları, bir anda ortaya çıkan siyahi kadın tarafından bölündü. Neko arkasından gelen kadını hissedip kaçılsa da Yu kaçılamadı. Kadın, Yu’ya çarpıp yere düşürdü ve arkasına bakmadan koşmaya devam etti.
“Ne yapıyorsun lan?” Kadının arkasından bakarken yaptığı ilk şey para kesesini kontrol etmek oldu. “İyi, bir şey çalmamış.”
“Belki yardıma ihtiyacı vardı, düşündüğün ilk şey…” Neko’nun başının tepesinde yer alan beyaz kedi kulakları titredi. İleriye doğru birkaç adım atıp iki binanın arasında yer alan sokağı görebilecek bir konuma geldi.
Yu, Neko’yu takip ettiğinde aynı şeyi gördüler; iki iri yarı adam, zayıf bir adamı yakasından tutup duvara dayamıştı.
“Biz kahraman değiliz, gidelim.”
“Annem olsa müdahale ederdi.”
“Seni doğurduğumu hatırlamıyorum, annen olmadığıma göre müdahale etmeme gerek yok.
“Korkaksın işte!” Neko ve Yu tartışırken onları fark etmeyen iki kişi, duvara dayadıkları adamı dövüyordu.
“Gecenin bir vaktinde ara sokaktaki tehlikeli adamlar tarafından bıçaklanmak istemiyorsam neden bu beni korkak yapıyor ki? Sadece normal bir insanın yapacağını yapıyorum, sessiz kalıyorum. Üstelik insanları kendinden küçük gören sen, ne değişti de şimdi birini kurtarmak ister oldun?”
“Çünkü annem böyle yapardı.”
“Sen annen değilsin, saçmalamayı bırak, buradan gidelim. Hem belki de dövdükleri kişi aslında kötü birisi, az önce bize çarpan kadına zarar vermek istediği için dayak yiyor, nereden bileceksin ki? En iyisi görmezden gelip gitmek.”
“Onu sorduktan sonra öğrenirim.”
“Suçlu olduğunu kabul edecek değil ya!”
Neko bir kelime daha etmeden ileri atıldı ve sokağın başına girdi. Kızın hızına yetişemeyen Yu arkada kaldı ve peşinden koşarak sokağa girdi.
“Sen kimsin lan?” dedi Neko'yu fark eden serserilerden birisi, Neko parmağını ileriye doğrultmuştu.
Yu, Neko’nun arkasında belirip onu omuzlarından yakaladı ve geri çekip ara sokaktan çıkarmaya çalıştı.
“Aptallık yapma, bırak gidelim.”
“Bu adamı bırakın.” Neko, Yu’nun ikazını dikkate almadı.
“Aptallık yapmanın neyini anlamadın?! Özür dileriz, hemen gidiyoruz.”
Yu, serseriler kendilerine bulaşmadan önce Neko’yu sürüklemeyi denedi ama Neko, kolayca Yu’dan kurtulup oluşturduğu bir rüzgâr büyüsünü kendisiyle konuşan serseriye fırlattı. Bir yumruk gibi ilerleyen rüzgâr, serseriye çarpıp adamı sokağın sonundaki binaya kadar uçurdu.
Rüzgâr büyüsünü yiyen adam binanın duvarına çarptıktan sonra bayılırken, arkadaşı şaşkın bir şekilde izlemek dışında bir şey yapamadı. Karşısındaki kişi büyücü olunca elinden bir şey gelmeyeceğini anlamıştı. Neko bir büyü daha yapmadan önce arkadaşını geride bırakıp kaçtı.
“Bu kadar kolay olacağını beklememiştim ama umarım bizi tehlikeli insanlara bulaştırmamışsındır.” Yu, Neko serserilere meydan okurken korkudan göğsünün daraldığını fark etti.
“Teşekkür ederim,” dedi Neko’nun kurtardığı siyahi adam.
“Teşekküre gerek yok, beş gümüş falan ver herkes evine gitsin.” Yu karnavalda kaybettiği gümüşleri bu şekilde telafi etmeyi deneyecekti ama Neko tekrar kalçasına vurarak onu durdurdu.
“Yanımda fazla para yok ama isterseniz sizi evimde yemeğe davet edebilirim.”
“Olur.” Neko teklifi kabul etti.
---
“İsmim Marino Swann, size tekrar teşekkür ederim,” dedi Neko’nun dayak yemekten kurtardığı adam.
Marino’nun karısı Rashel’in getirdiği şehir muhafızlarına verdikleri raporun ardından Marino’nun evine gitmişlerdi. Bu arada Marino’nun karısı, Yu’ya çarpıp arkasına bakmadan koşmaya devam eden kadındı. Yu ile tekrar karşılaştıktan sonra özür üstüne özür dilemişti.
Çevredeki diğer evlere kıyasla küçük olsa da mütevazı denemeyecek bir evdi. Burası şehrin batısındaki zengin bölgede yer alan bir malikâneydi. Yaşadığı eve bakarak Marino’nun ortalamanın üstünde bir zenginliği olduğu kolayca anlaşılıyordu.
Marino’nun Odette ve Charlotte adında iki küçük kızı vardı. O evli, çocuklu ve iyi bir iş sahibi biriydi. Yu onun böyle güzel bir hayatı varken kendini nasıl belaya soktuğunu merak ediyordu.
“O adamlar kimdi?” Yu cevabını merak ettiği soruyu sordu. Yanlışlıkla çok tehlikeli kişilere bulaşmamış olmayı diliyordu.
“Alacaklılarım.” Marino, Yu ve Neko tarafından kurtarıldığı için isteksiz de olsa cevapladı.
“Herhangi bir bankanın sokakta adam döveceğini zannetmiyorum, tefecilerden mi borç aldın?”
“Banka kredi vermeyi kesince tefecilerden borç almak zorunda kaldım, ödeyemeyince de gördüğünüz gibi oldu.”
Yu borç almayı da birine borçlu kalmayı da sevmeyen bir insandı. Diğer insanların neden kredi kartı kullandıklarını, güçleri yetmemesine rağmen borca girip pahalı eşyalar aldıklarını hep merak ederdi.
“Hikâyesi ne bu borçların?” Marino ile konuşacak başka konusu olmadığı için, ortamı sessizliğe boğmamak adına ona hikâyesini anlattıracaktı.
Marino savaş, şanssızlık, kriz, rekabet ve komplo dolu hikâyesini anlatırken Yu’nun kafasında mektuplar, bahisler ve altınlarla dolu bir plan şekilleniyordu.
Aslında planı sıfırdan kendisi tasarlamamıştı, sadece Birinci Dünya’dayken duyduğu bir hikâyeydi ama işe yaradığını biliyordu. Öyleyse burada da işe yarayabilirdi.
“Bay Swann.” Marino hikâyesini bitirdikten sonra Yu ona resmi bir şekilde seslendi. “Şirketiniz nerede acaba?”
“Lonca Mahallesi’nde yer alıyor, Swann Posta Teşkilatı.”
“Yarın, gün batımından hemen sonrası için bir randevu ayarlayabilir miyiz? Size bir iş teklifi yapmak istiyorum.”
“Genelde gün batmadan önce kapatırız.”
“Ama gün içinde uyuduğumuz için o zaman gelemeyiz. Rica ediyorum.” Yu ve Neko hala uykularını düzene sokamamıştı.
Neko kendisini kurtardığı için borçlu hisseden ve bu yüzden de Yu’yu kıramayan Marino, istediği randevuyu ona verdi.
-------------------------
19.11.2021 - 20:44
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..