“Sence de çok fazla konuşmadın mı?”
Pür dikkat dinleyip, samimi bir gülümsemeyle Lucie’nin söylediklerine karşılık verse de aklından geçen buydu. Tabii bunları söyleyemezdi çünkü hem Lucia Leafera ile iyi ilişkiler geliştirmek istiyor hem de Neko’ya kaba biri gibi gözükmek istemiyordu. Bu yüzden Lucie’yi ilgileniyormuş gibi dinlemeye devam etti.
“Birisinin benden hoşlanması gayet doğal gerçi.”
Lucie’ye baktı. Sohbetin başında utangaç olsa da konuştukça açılmış ve utangaçlığını üstünden atmıştı.
“Lucie de iyi kız. Ablası zengin, kendisi güzel, elfler çiftleşmeye uzak demişti öyleyse bakiredir de… Tıpkı benim gibi.”
Kendini Lucie ile birlikte hayal etti. Gözlerinin önünde evlendikleri ve kucaklarına çocuklarını aldığı bir dünya getirdi.
“Ama olmuyor. Fikir hoşuma gitmedi değil, belki farklı bir senaryoyu takip etmiş olsaydım duygularım da farklı olurdu ama…” Yine karamsarlığa düştü. İnsanların yanındayken olumsuz düşünceleri bir nebze unutuyordu ama bu gece düşünceler yine aklına geldi. “Bunu hak etmiyorum. Mutlu olamam. Benim gibi günahkârlar mutlu olmamalı. Mutluluk sadece iyi olanların hak ettiği bir kavram.”
Buraya gelerek yaptığı tek şey bir çocuğu annesinden ayırmak olmuştu. Yu Valarfin, mutluluğu hak etmiyordu.
“Bay Valarfin, Neko ile kardeş misiniz?”
Lucie o kadar uzun süredir kendi kendine konuşuyordu ki Yu etrafındaki kişilerle bağını koparmış ve kendi düşüncelerine gömülmüştü. Şimdi aldığı soruyla dünyaya geri döndü.
“Kardeş olduğumuzu hiç söylemedim. Böyle bir sonuca nasıl vardın?”
Görüldüğü üzere Neko’nun kedi kulakları ve kuyruğu vardı ve Yu’nun ne annesinin, ne babasının ne de herhangi bir atasının kedi kanı taşıması mümkün değildi. Ne atalarında ne de Yu da, Neko ile ortak bir genetik miras yoktu.
“Ya gerçek ya da üvey kardeş olacağınızı düşünmüştüm,” dedi Lucie.
“Belki bir ağabey ya da baba figürü- AH!” Neko’nun kuvvetlice belini cimcirmesiyle sözünü kesip çığlık attı.
“S-S-SEN! SEN KİMİN BABASI OLACAKMIŞSIN!” Neko’nun kırmızı gözleri öfkeyle büyürken, yanakları da kızarmıştı.
“Çocuk olduğun için böyle dedim.” Yu, kendini Neko’nun parmaklarından kurtarmaya çalışıyordu.
“HADDİNİ AŞMA!” Neko bağırarak yoldaki tüm insanların dikkatini üzerlerine topladı.
“Tamam, tamam. Özür dilerim.”
İnsanlar onlara bakmaya başlayınca tartışarak daha fazla dikkat çekmemek için başını eğip özür diledi. Gururu bu hareketi, çocuk olduğu için sadece Neko’ya yapmasına izin veriyordu.
“Siz nasıl tanıştınız?”
Lucie’nin sorusu Yu’nun da Neko’nun da irkilmesine sebep oldu.
“Sigma Kulesi, orada karşılaştık.”
Tanışmaları, Sigma Kulesi’nden biraz öncesine dayansa da Yu ayrıntıya girmek istemiyordu. Zaten bir başkası olsa Sigma Kulesi ismini bile anmazdı ama Lucia bildiği için onun yanında kardeşi Lucie’den saklamaya gerek yoktu.
“Bir çocuğun ora-” Lucie’nin sözü bölündü.
“Tatsız konular hakkında konuşmayalım.”
Birinin onun sözünü bölmesinden hoşlanmasa da, Lucie ısrarcı olunca hoşlanmadığı bir şeyi yapması gerekmişti. Ortamı soğutmamak amacıyla hemen ardından yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
Sigma Kulesi hakkında konuşmak bir kenara, düşünmek bile moralini bozuyordu. Neko’nun da annesinin öldüğü mekânı daha fazla duymasını istemiyordu.
“Bu arada,” Ortamdaki huzursuz havayı sezen Lucia ilk kez konuştu. “Bir nüfus sayımı ve kayıt işlemi var, yılbaşına kadar bütün Rolderhelmliler bundan bir tane çıkartmalı. Göçmen olduğunuzu söylemiştiniz, eğer şimdi bir tane çıkartırsanız buranın vatandaşı olursunuz. Hem rahat edersiniz.”
Lucia cebinden çıkardığı küçük, sert tahta plakayı Yu’ya gösterdi. Üzerinde bu dünyanın harfleri ile ismi ve kişisel bilgileri yazıyordu. Lafı açılmışken, Yu iddia ettiği gibi bir saatte Rolderhelm’in alfabesini öğrenmişti. Ülkenin yazıldığı gibi okunan basit bir alfabesi olduğu için öğrenmesi kolaydı.
“Bir kimlik kartı.”
Kartın üstünde Lucia’nın ismi, aile adı, görünüşü, yatkın olduğu büyü tipi, doğum tarihi, uyruğu, imzası ve bir kimlik numarası yer alıyordu.
“Evet, bunu biliyor musunuz?” diye sordu Lucia.
“Rolderhelm’de böyle bir şey olduğunu bilmiyordum ama fikre yabancı değilim.” Yirmi birinci yüzyıldaki her insan gibi Yu da kendi ülkesi tarafından verilen bir kimlik kartına sahipti fakat kartı artık yanında taşımadığından Lucia’ya gösteremeyecekti.
“Çevre ülkelerdeki savaşların sonucunda Rolderhelm’e yüz bine yakın kişinin göç ettiği söyleniyor. Rolderhelm her zaman göç alırdı ama bu sefer sayı çok fazla, adeta bir göçmen ordusu tarafından istilaya uğranmış gibi. Bu insanlar buranın kültürünü, âdetini bilmez. Onlara hoşgörü gösterildiğinde yerel vatandaşların tepesine çıkabilir ve buranın kültürel yapısının değiştirmeyi deneyebilirler. Bu istilanın önüne geçebilmek için devlet çalışıyor.”
“Rolderhelm kadar çalışkan olmayan devletler biliyorum…” Birinci Dünya’da göçmenlerin bir sorun olduğunu belirtmek ‘Sosyal Adalet Savaşçıları” tarafından yargılanmak, faşist ve ırkçı olarak itham edilmekle sonuçlanırdı. Lucie’nin bu kadar cesur şekilde konuştuğunu görmek Yu’yu etkilemişti. “Ama ben de o göçmenlerden birisiyim.”
Her ne kadar Lucie’nin anlattığı istilacı göçmen ordusuna dâhil olsa da yerel vatandaşların huzur ve refahı için önlemlerin gerekli olduğunu anlayabiliyordu.
Yu bile İkinci Dünya hakkında birkaç şey öğrendiğinde başka bir ülkeye değil de Rolderhelm’e geldiği için şükretmişti.
Rolderhelm’in yaşam standartları diğer ülkelere göre çok yüksekti ve aralarında çağlar vardı. Çevre ülkelerdeki orta çağ tarzı hayat düşünülünce Rolderhelm’in insanların dikkatini çekip, hayallerini süslemesi kaçınılmaz oluyordu.
Yu, Rolderhelm’i yirminci yüzyıldan önce var olmuş herhangi bir ülkeye benzetemiyordu. En iyi benzetmeyi erken modern çağın Hollanda ya da İngiltere’sini örnek göstererek yapabilirdi. Rolderhelm bir prenslikti ve hukuk alanında diğer ülkelerden çok ilerideydi. Hukuk sistemi güçlü bir ülke olmasıyla yatırımcıları kendine çekiyordu.
Bir yabancı, Rolderhelm’e yatırım yaptığında parasının güvende olacağını bilirdi. Rolderhelmli yatırımcılar da başka ülkelere yatırım yaparken kendilerini güvende hissediyordu.
Eğer yabancı bir ülke, Rolderhelmli yatırımcısının sermayesine göz dikerse Rolderhelmli yatırımcı, Rolderhelm Prensesi’nin donanmasının hakkını savunmak için harekete geçeceğini biliyordu.
“Öncelikle şu anda Rolderhelm’de olanları tespit etmek ve nüfusu sayabilmek için kimlik kartı sistemi getirildi. Yılbaşından sonra bu karta sahip olmayanlar ülkede kolay kolay barınamayacak. Tüccarlar, turistler ve maceracılar için düzenlemeler var ama kontrolsüz göçün önüne geçilecek.” Lucia, kimlik kartını Yu’dan alırken konuşuyordu. “Dediğim gibi biz birkaç gün önce aldık, sizin de almak için yılbaşına kadar vaktiniz var ama hemen alsanız iyi olur diye düşünüyorum, son günlere bırakırsanız kalabalığa denk gelebilirsiniz. Zaten işlem uzun sürmüyor.”
İşleri aksatmayı sevmeyen Yu öneriyi başını sallayarak onayladı.
“Nerede çıkartmamız gerekiyor?”
“Sadece başkentteki belediyeden çıkartılabiliyor. Gün boyu açıktır, istediğiniz zaman gidebilirsiniz.” Yu’nun sorusunu Lucie yanıtladı.
“Ayrıca bir aile adı, yani soy isim zorunlu. Neko için bir şeyler düşünmeniz gerek,” dedi Lucia yüzünde bir gülümsemeyle. Yeşil gözleri ışıldıyordu.
Yu bir saniye bile düşünmeye ihtiyaç duymuyordu, aklındaki isim belliydi.
“Öyleyse Valarfin olsun, orijinal ve havalı. Sence de öyle değil mi?”
“Hayır.” Neko da bir saniye bile düşünmeden reddetti.
“Neden böyle acımasızca reddedilip duruyorum?” Yürürken hızlandı ve Neko’nun karşısına geçti. “Senin aklında bir isim var mı?”
Neko dişini sıktı, aklında bir fikir olmadığı için cevap veremedi.
“Rolderhelm’de çocuk desteği gibi bir şey varsa kendimizi baba kız olarak kaydedip havadan para alabiliriz. Bunu öğrenmek lazım.”
Neko’nun ısrar edeceğini söylemeye gerek yoktu ama konu para olduğunda Yu onun anlamasını umuyordu.
“Çocuklarla uğraşmak zor,” dedi Yu.
Yu’nun, Neko’ya kendi ismini verme çabaları reddedilirken şehir merkezine vardılar. Şehir merkezine vardıklarında onları kraliyet sarayı karşıladı.
Beyaz surlarla çevrili sarayın tepesi maviydi. Kulelerin tepeleri de maviye boyanmıştı ve bu mavi renk, Rolderhelm bayrağının maviliğinden geliyordu.
Yu’nun bildiği tarihi saraylar karanlık, rutubetli, içinde yaşamanın pek konforlu olmadığı yerlerdi ama karşısındaki saraya dışarıdan bakılınca içinde yaşamanın gayet rahat olduğu bir mekâna benziyordu.
“Çok fazla paran olunca böyle yerler inşa edebiliyorsun demek.” Yu, içinde yaşadığını hayal ederek kraliyet sarayına iyice baktı.
“Aram ve Elhaven’in saraylarının yanında Rolderhelm’inki gecekondu gibi gözükür.” Lucie, Yu’ya yanaştı.
“Uzun bir ömrün olunca dünyayı gezip görecek zamanı bulabiliyorsun demek.”
Yu iç çekerek Lucie’ye baktı. Lucie’nin gözleri Yu’nun kendisine baktığını görünce neşeyle parladı ve gülümsedi.
Lucia’nın kardeşi olduğuna göre Lucie de yüz yaşından büyük olmalıydı. Yüz, Yu’nun ancak ulaşmayı hayal edebileceği ve ulaşsa bile hiçbir şey yapacak kuvvetinin olmayacağı bir yaştı.
“Tüm o fantastik novellerdeki hikâyelerin aksine, bir insan ve elfin birlikteliği sağlıksız. Ortalama ömrü yetmiş yıl olan ben, yüzlerce yıl yaşayacak bir elf ile olamam. Zaten yaşlı bir adam olup çirkinleştiğimde sevgisi de kaybolur; sevgi kaybolmazsa da elf olan kişi, sevdiğinin ölümüyle yüzleşmek zorunda kalır. Bu dünyanın tanrıları elfleri ve insanları birbirlerine eş olsun diye yaratmamış.”
“Bu kederli ifade de ne?” Lucia, Yu’nun koluna girip onu ve ona tutunan Neko’yu karnaval alanına doğru sürükledi. “Mutlu olmanız gereken bir yerdesiniz?”
Rengârenk çadırların bulunduğu yolları yine rengârenk fenerler aydınlatırken şovmenler önlerinden geçen herkesi çadırlarına davet ediyordu.
Stantlarda ve zemine serdikleri örtülerin üzerinde hediyelik eşya satmaya çalışan satıcılar bazı yerlerde tüm yolu kaplamıştı. Yu’dan açık ara farkla çok daha iyi olan sihirbazlar, şapkalarının içinden havai fişekler fırlatıyorlardı.
“Ben onların yanına yaklaşamam bile.” İskambil kartlarıyla yapacağı küçük numaralar bu sihirbazların yanında ilgi toplayamazdı.
Ama müzik konusunda potansiyel rakiplerinin arasında parlayabileceğini düşündü. Kulak kabarttığı tüm şarkılar aynı tarzdaydı ve hepsi modern tınılardan uzaktı. Yirminci ve yirmi birinci yüzyıldan araklayacağı şarkılarla ünlü ve zengin olabilirdi.
Lucia bir stanttaki ürünlere bakarken Yu etrafını izliyordu. Karnaval alanında tek başına yürüyen insanları görünce acıma dürtüsünü bastıramadı.
“En azından artık yalnız değilim.”
Kendi dünyasındayken insanlar onun etrafına toplandığında yalnız kalmayı tercih etmiş, kendisine zarar veren tüm olumsuz düşüncelerle yüzleşmiş ve kaybetmişti.
Fakat burada kısa sürede öğrendiği bir şey vardı, yanında birisi olduğunda olumsuz düşüncelerin pençesine düşmüyordu. Yalnız kaldığında kendine olan nefretini haykırsa da yanında birileri varken kafasında idealleştirdiği Yu Valarfin’e dönüşüyordu.
Olduğu gerçek kişi değildi ama insanlar onu gerçekte olduğu hâliyle değil, kendi idealleştirdiği hâliyle görsün istiyordu ve bu iki farklı Yu Valarfin’in ortaya çıkmasını sağlıyordu.
Gece yastığa başını koyup düşünceleri ile baş başa kaldığında bu yüzden kendini suçlayacağını bilse bile yine de tek olmadığı için mutlu oldu. Neko bunu fark etmişti.
“Bu çadırda ne varmış?” Lucie, Yu’yu kolundan tutup bir çadırın içine çekti. Neko, Yu’yu elinden kaçırınca Yu onu bileğinden yakalayarak peşinden sürükledi.
“Hakkındaki tüm görüşlerime rağmen, ilgi görmek iyi hissettiriyor.”
Girdikleri çadırın ortasında tamamen mavi giyinmiş bir kadın, yere sapladığı uzun bir sopaya tek eliyle tutunarak havada dans ediyordu. Dönüyor, takla atıyor ve elinde kristal çiçekler oluşturup seyircinin üstüne atıyordu. Kristaller yere düşmeden havada dağılıyor ve bu da büyülü bir ambiyans yaratıyordu.
“Kesin ip falan vardır,” Neko homurdandı.
“Böyle gösterilerde her zaman bir hile olur, hileyi aramak yerine gösterinin keyfini çıkarmaya bakmalısın.”
Kendisi de sihirbazlık ile bir süre ilgilendiği için numarayı çözmeye çalışan seyircilerin ne kadar sinir bozucu olabileceğini biliyordu.
“O değil de şimdi buraya geldik diye bizden para alırlar, hay anasını. Lucie öder umarım, ablasının o kadar malı, mülkü var.”
Umduğu gibi olmamış, çadır sahibi bir şapkanın içine seyircilerin parasını toplarken Lucie, Yu’nun koluna girip beklemişti. Şapka Yu’nun önünde durduğunda Yu elini cebine atmak zorunda kaldı.
“Bir altın iki yüz dolar desek, elli gümüş bir altın desek, bir gümüş dört dolar ediyor. Şimdi kadına da pinti gibi gözükmeyelim… Buraya giren kafama lanet olsun ya…” İlk başta eline aldığı bakırları bırakıp bir gümüş para verdi ve bir daha çadırlara girmeme kararı aldı.
“Cimri herif.” Neko, Yu’nun parayı gönülsüz verdiğini de fark etmişti.
“Dört dolar verdim, daha ne kadar vermemi istiyorsun? Hem bakmam gereken bir çocuk var benim.”
“Kim kime bakıyormuş acaba? Ben olmasam Lütuflar yüzünden sokağın ortasında yığılıp kalırdın.”
“Böyle şeyleri her yerde söyleme, aptal.” Lütuf kelimesinin dile getirilmesinden rahatsız olmuştu. Hafifçe çekerek cezalandırmak için elini Neko’nun kulağına götürdü. “Ya da…”
Neko’nun kulağını çekmek yerine elini başına koydu, onu cezalandırmak yerine iyi bir ebeveyn olmaya karar verdi.
“Ben düşündüm,” dedi Neko, Yu’nun elini iterken.
“Ne düşündün bakalım?” dedi Lucia cana yakın bir sesle.
Lucia’nın Neko ile konuşması Yu’yu huzursuz etti. Lucia, bir kılıç perisi olan Neko’yu çalmaya çalışırsa Yu ne yapacaktı? Henüz yeterince tanışmış sayılmasalar da onu kaybetmek istemiyordu. Bu, şifa büyüsüne muhtaç olduğu için değil, yalnız kalmaktan korktuğu içindi.
“Maceracı olalım.”
Yu, Neko’yu hemen reddetti.
“Yapamayız, çok tehlikeli.”
“Ben de karar verebilirim. Para lazım diyorsun ama senden bir cacık çıkmayacak gibi, daha asıl işimize bile bakmadın. Maceracı olup para kazanırız, sonra intik-”
“Neko, böyle şeyleri her yerde konuşamayız.” Neko’nun intikam mevzusuna girmesine izin vermedi. Zaten intikam alacaklarını hiç düşünmemişti bile. Tek amaçlarının zamanı geri almak olduğunu zannediyordu.
Neko da Lucia ve Lucie’nin yanında intikamdan bahsetmemesi gerektiğini anladı ama hâlâ fikrini savunuyordu. “Senin aksine ben savaşıp zor görevleri yapabilecek kadar güçlüyüm, aptal insan.”
“Ama ya başarısız olursan ve birimiz ya da ikimiz ölürsek? O zaman onu kim kurtaracak?”
Yu, Neko olmadan hem kendi hastalığı hem de aldığı lütuflar yüzünden sokağın ortasına yığılıp kalırdı.
Neko da güçlü olmasına rağmen hâlâ bir çocuktu ve ulaşmak istediği şeye ulaşacak akla, deneyime ve olgunluğa henüz sahip değildi. Farklı bir dünyada olsa da insanlar hala insandı ve Neko’yu kendi çıkarları için kandırabilirlerdi.
İkisi de birbirinden ayrılamazdı, aksi takdirde ikisi de kötü bir sonla yüzleşirdi.
“Dünyanın birbirine yabancı iki insanı bir anda birbirlerine muhtaç kılması nasıl bir şaka?”
“Korkak.” Neko yumruğunu sıktı, reddedilmeyi o da hazmedemiyordu.
Yu ona cevap vermedi ama Lucia sonlanmak üzere olan tartışmaya girdi.
“Maceracılık güçlü insanlar için bile tehlikeli bir iş. Ne yapmak istediğini bilmiyorum ama eminim Bay Valarfin senin için de iyi olanı yapmaya çalışıyordur. Ona biraz daha zaman vermeyi dene, eğer işler iyi gitmezse maceracı olabilirsiniz, kolay görevler de var.”
“Öyle yaparız,” dedi Yu. Konuyu temelli kapatacağını düşünürken Lucia, Neko’ya ileride maceracılık konusunu tekrar açma şansı vermişti.
Maceracılık tartışmasının bitmesinin ardından sadece birkaç adım ilerlemişlerdi ki Lucie, ablasının omzunu tutup ileriden koşarak gelen birini gösterdi.
“Abla, o şey değil mi?” Kendilerine doğru koşan adamın ismini hatırlamaya çalışıp başarısız oldu.
Lucie ismini hatırlayamadan adam yanlarına geldi ve hiç soluklanmadan konuştu.
“Maceracılar kavga çıkardı.”
-------------------------
19.11.2021 - 20:42
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..