“Bu şey… Ağır.” Yu din ile ilgili konulardan kaçınıyordu. Eğer din ile ilgili bir tartışma görürse dışarıda kalıyor, fikir belirtmiyordu çünkü biliyordu ki çocukluklarından itibaren kendilerine dayatılan şeyleri bireyler kolayca reddedemezdi. Bu sebeple onlarla tartışmaya girmek duvar ile tartışmaya girmek gibi zaman kaybıydı.
Tabii aynı zamanda Yu’nun tartışmalara girmemesindeki diğer neden kendi fikirlerinin sorgulanmasını istememesinden kaynaklıydı.
Yu’ya göre gerçeklikle alakalı bir fikir ne kadar sıkıcıysa o kadar doğruydu. Büyü fikri eğlenceliydi ve büyünün olmaması sıkıcıydı, öyleyse büyü gerçek değildi.
Işın kılıçları eğlenceli oldukları için gerçek olamazlardı. Yıldız Savaşları’ndaki her şey eğlenceliydi, Güç’ün, hiper uzay motorlarının, çekici dişi uzaylıların olmadığı bir dünya sıkıcıydı; bu yüzden Yıldız Savaşları’ndaki hiçbir şey gerçek değildi ve insanlar ancak bir sanal dünyada bunları gerçek kılmadığı sürece gerçek olamayacaktı.
Tanrı denen varlığın varlığı hakkında da benzer görüşlere sahipti. İyilerin istedikleri her şeyi yapıp eğlenebilecekleri bir cenneti yaratan tanrı fikri, eğlenceliydi. Bu yüzden de Yu, sıkıcılığı temel alan gerçeklikte bu fikrin gerçek olamayacağına inanıyordu. Yu bir tanrı varsa bile kendine eğlenceli bir dünya yaratarak bu sıkıcı gerçekliği terk etmiş olacağını düşünüyordu.
Yu mantığının doğruluğundan emindi ve mantığına dayanarak öldükten sonra insanların yok olduğunu biliyordu. Buna inanmak istemiyordu, yüzde elli ihtimalle var olan ve eğlenmek için çalışan tanrının sıkıcı dünyayı terk etmeden önce ölümden sonra yaşam şansı bıraktığına inanmak istiyordu ama bilmek ve inanmak farklı şeylerdi.
Ama Yu’nun istediği ölümden sonra yaşam şansı Neko’nun anlattığı şekilde değildi. O, bir cennetin var olmasını ve oraya gidip sonsuzluğunu eğlenmeye adamayı isterdi. Neko’nun anlattığı şey Yu’yu rahatsız ediyor ve kalbine bir ağırlık indiriyordu.
“Reenkarnasyon, ben olmayan bir ben olmak, bunu kabul etmek istemiyorum.”
Bunun ölüp yok olmaktan bir farkı yoktu. Bir kişiyi olduğu kişi yapan şey anılarıydı ve anıları alındığında o kişi artık farklı birisiydi. Aynı vücuda, aynı ruha sahip olsa bile eski olan ölmüş ve yerine farklı birisi gelmişti.
“Bir anda böyle bir şeyi duymayı beklemiyordum. Hayır, dediğim şeyin annenle alakası yok.” Fikirlerini, uykusuz gecelerinde kafasını yoracak diğer düşüncelerinin arasına attı.
“Ne? Öyleyse ilgilenmiyorum.”
“Çok zorsun, Neko. Biraz dinlesen ne olur? Ortak olduğumuza göre geçmişimizi de birbirimize açmamız gerektiğine inanıyorum.” Tekrar konuşmadan önce boğazını temizledi. “Bu dünya gibi başka bir dünya var desem ne düşünürdün?”
Neko bir cevap vermek yerine sadece Yu’un yüzüne baktı.
“Yürüyerek, yüzerek ya da uçarak gidemeyeceğin farklı bir yer. Cennet gibi düşünebilirsin ama cennet değil, tamamen farklı bir evren. Sana böyle bir yerden geldiğimi söyleseydim inanır mıydın?”
“Hayır.”
“Çok çabuk reddettin!”
Neko’nun hızlı reddi karşısında sarsıldı ve çarpık bir gülümseme vermek dışında bir şey yapamadı ama o inanmasa bile anlatmakta kararlıydı. Yolculuklarının başındaki bu aşama, karşılıklı güvenin oluşturulması için zaruriydi.
Ya da Neko’ya yalancı olduğunu düşündürüp sahip olduğu azıcık güveni de kaybedecekti.
“Ben farklı bir dünyadan, farklı bir evrenden geliyorum. Burada doğmadım, burada büyümedim. Ben büyünün olmadığı, yalnızca insanların egemen olduğu farklı bir evrende doğdum, büyüdüm. Bu dünyaya ait değilim.”
Yu’nun itirafından sonra ikisi de bir süre tek kelime etmeden oturup birbirlerine izledi. Neko’nun ona inanıp inanmadığını anlayamıyordu.
“Geçen hafta evimin kapısını açtım ve karşımda bu şehir vardı. Dışarı çıkıp şehrin sokaklarında yürümeye başladığımda üzerinde bulunduğum yol çöktü ve sizinle karşılaştım. Annen benim çekirdeğim olmadığını söylemişti, hatırlıyorsun değil mi? Çünkü ben büyünün olmadığı bir dünyadan geliyorum. İşte hikâyem bu şekilde.” Annesinin Lütuf’unu tamamen boşu boşuna verdiğini düşünmemesi için Neko’ya ruh ile ilgili örneği vermedi.
“Beni kandırmaya mı çalışıyorsun?” dedi Neko. Yatağın üzerinden kalkmış, sert bakışlarını üstüne dikmişti. “Bu adam deliymiş diyerek görevinden azat etmeyeceğim seni!”
Yu’ya doğrulttuğu parmağını indirdi. Yu karşılaştığı sert tepkinin sebebini anlayabiliyordu, söyledikleri bir insanın her gün duyduğu ve duysa bile kolayca inanacağı bir şey değildi.
“Deli değilim ve görevimizi hatırlıyorum. Sadece nereden geldiğimi bilmeni istedim, hepsi bu. Zaten bana hemen inanmanı beklemiyordum. Şimdilik, anlatmak benim için yeterli.”
Ve bir süre sonra Neko, Yu’nun dürüst olduğunu anlayacaktı.
“Sana bir hediyem var.” Kendi kıyafetlerini giydikten sonra bir kolu kopan çantasının içinden, kendi dünyasından getirdiği gofreti çıkardı.
Elindeki yiyecek, İkinci Dünya’da eşi benzeri görülmemiş bir lezzetti. Paketi özenle açtı ve içinde fındık olan, çikolata kaplı gofreti Neko’ya verdi.
“Tadını çıkartarak ye, bu dünyada yalnızca bir kez tadabileceğin bir lezzet.”
Neko gofrete şüpheyle yaklaştı. Eline aldıktan sonra her tarafında baktı, kokladı ve sonunda çekinerek ısırdı. Gofretin tadını alır almaz gözleri parladı, hepsini hemencecik bitirdi.
Daha sonra da gözlerini kaçırdı, yanağını kaşıyarak “Başka var mı?” diye sordu.
“Obur musun sen? Çok çabuk bitirdin.”
Neko’nun çekingen tavrının onu tatlılaştırdığını söylemeye gerek yoktu, Yu tatmin olmuş şekilde cevapladı.
“Hayır, dediğim gibi tek bir kez tadabileceğin bir lezzet. Ondan sadece bir tane vardı.”
“Neden bunu söylemedin aptal insan! Bilseydim hepsini yemezdim.”
“Söyledim ya!” Yu yine hafifçe gülümsedi, çocuğuna bakan bir ebeveynin şefkati gözlerine yerleşmişti.
“Kimsem olmadığından olsa gerek, biraz çabuk bağlanıyorum.”
Onun gözlerindeki ifadeyi gören Neko kızardı ve yüzünü saklamaya çalışarak kapıya yöneldi. “Artık inelim.”
Lucia Leafera’nın davetini kabul etmesindeki tek neden dünya hakkında yeni şeyler öğrenme isteği değildi. Lucia ile iyi anlaşırsa onu bir aracı olarak kullanıp yeni bağlantılar elde edebileceğini düşünüyordu.
Aslında Neko’yu oraya götürmeyerek tek başına gidebilirdi ama Neko’dan ayrılmak istemiyordu. Kendi başına bir iş gelmesinden korktuğundan değil de Neko’nun başına bir iş gelmesinden korkuyordu.
“Unutmadan söyleyeyim, gittiğimiz yer kalabalık olacak. Kaybolmamak için elimi tut.”
“Hayır,” Neko hiç düşünmeden reddetti.
“Eğer kalabalığın içinde birbirimizi kaybedersek bu sorun olur, değerli bir varlık olduğun için kaçırılabilirsin. En azından seni kolundan tutayım ya da sen kıyafetimin bir parçasını sıkıca kavra.”
“D-Değerli bir varlık olduğum doğru, demek senin gibi cahil bir insan bile bunu anlayabiliyormuş. Senin kaybolmaman için kıyafetini tutacağım öyleyse, tasma takmışım gibi.” Neko ilk başta bir tsundere gibi utandı, sonra da narsist gibi üste çıktı.
“Azıcık kibarlık öğrensen güzel bir tsundere loli olursun, bir de onii-chan demen gerek.”
“Benim anlayamadığım kelimeler kullanma, aptal insan.”
“Demek üstün bir varlık olduğunu iddia ediyorsun ama anlama kabiliyetin gelişmiş değil, ha?” Yu, Neko’yu köşeye sıkıştırabileceğini düşündü.
“Köpekler havlayabilir, onların havlamalarını anlayamıyor oluşun seni köpeklerle eşit mi yapıyor?”
“Burada biraz ırkçılık var gibi.”
Giriş katına indiklerinde bir masada oturmuş iki dişi elf gördüler. Elferden biri han sahibi Lucia Leafera’ydı, diğerini tanımıyordu.
“Düşündüm de temkinli olmalıyım. Bu dünyadan biri olmasam da kılıç perisi ismini taşıyan bir varlığın değerli olduğunu anlayabilirim, Neko konusunda Lucia’ya bile güvenmesem iyi olur.”
“İşte geldiler, Lucie. Buradaki genç bey Yu Valarfin, yanındaki de ortağı Neko.” Lucia yanındaki elfe Yu ve Neko’yu tanıttı. “Bu da kız kardeşim Lucie.”
“Memnun oldum,” dedi Yu, elini uzatarak.
“Ben de memnun oldum, Bay Valarfin,” Lucie, Yu ile tokalaştı.
Lucie’nin yüzü ablasınınkinden biraz farklı olsa da benziyorlardı. Sarı saçları, yeşil gözleri vardı fakat Lucie’nin boyu ablasının boyundan kısaydı ve göğüsleri onunkilerden biraz daha küçüktü.
“Gözleriniz… Rengi çok güzel... Pek de nadir bir renk.” Lucie büyülenmiş gibi Yu’nun ametist rengi gözlerine bakıyordu.
İltifat almaya alışkındı ama ilk kez hiç beklemediği bir anda iltifat alıyordu. Şaşkınlığı üstünden attıktan sonra utanmış Lucie’ye cevap verdi.
“Sizin kadar güzel değil.” Bunu yürek ısıtan bir gülümsemeyle söylemiş olsa da cevabında samimi değildi. Lucie’nin bir erkeğin kalbini çalacak kadar güzel olduğunu görebiliyordu, hatta bundan da fazlasıydı ama Yu kendi görünüşünün onunkinden çok daha iyi olduğunu düşünüyordu.
“Ah, ha… Teşekkürler.” Lucie mutlu oldu ve ablasınınkilerin aksine ince dudaklarında tatlı bir gülümseme oluştu. Yu ilk kez bu kadar utangaç bir kızla karşılaşıyordu.
“Buraya romantik kitaplar okuyarak gelmiş herhalde, tıpkı klişe bir hikâyedeki romantik sohbet gibi oldu.”
“Hmph…” Neko fark edilmek için homurdandı, sonra da konuyu değiştirdi. “İki çocuklu elf aileleri de nadirdir.”
“Evet, nadir bir aileyiz.” Lucia ailesiyle gurur duyarak göğsünü kabarttı.
“Neden ki?” Yu merak etti. Aklına birkaç sebep gelmişti ama sorduğunda çok geçti, Lucia hemen cevabı yapıştırdı.
“Elfler çiftleşme konusunda pek istekli değildir.”
“Abla! Neler diyorsun insanların yanında?”
Lucie’nin yüzü utançtan kıpkırmızı kesildi, eli ayağına dolandı. Yu’ya baktı ve gözleri kesiştiğinde de bu sefer kulaklarına kadar kızardı.
“Böyle basit şeyleri herkes bilmiyor mu zaten?” Lucia, kız kardeşinin omzuna elini koydu. Kardeşinin utangaç halinden keyif alıyordu.
“Burada bir çocuk var!”
Üçü de gözlerini aynı anda Neko’ya doğrulttu, Neko ifadesiz hâlde yerinde duruyordu.
“Sen bilmemen gereken ne kadar çok şey biliyorsun acaba?” Yu kelimeler arasında boşluk bırakmadan konuştu. Bir çocuk böyle şeyler bilmemeliydi.
“Neyse!” Lucie başını salladı ve Neko ile tokalaşmak için gülümseyerek elini uzattı. “Seninle tanıştığıma da memnun oldum.”
Neko elini uzatmadı, insanlarla temas etmekten kaçınıyordu.
“Biraz çekingen, kusura bakmayın.”
Lucie, Neko’nun kabalığını bir gülümsemeyle karşıladı. Bir yetişkin olduğundan bunu alttan alabilirdi.
“İkiniz de çok iyi gözüküyorsunuz, kıyafetler üstünüze tam oturmuş.” Lucia handan çıkmadan önce Yu ve Neko’yu süzdü.
“Eh, doğuştan gelen bir güzelliğim var sonuçta. Giydiğim her şey üstümde harika gözükür.” Yu övüldüğü için iyi hissediyordu, böyle sözleri duymayı seviyordu. Sorunlarını bu sayede unutabiliyordu.
“Siz de çok iyisiniz.”
“Teşekkürler.” Lucia etrafında dönüp kardeşininkiyle aynı renkte olan yeşil elbisesini sergiledi. Döndüğü zaman göğüsleri oynamış ve kardeşi Lucie’nin kıskanç bakışlarıyla karşılaşmıştı.
“Hadi çıkalım Lucie~” Lucia, kardeşinin koluna girdi ve hanı çalışan bir kedi kulaklı erkeğe emanet edip dışarı çıktılar. Yu ve Neko da arkalarından onları takip etti.
-------------------------
18.11.2021 - 16:55
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..