Cilt 2 - Bölüm 4: Aile Bağları Kurmak (2/2)

avatar
607 11

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 4: Aile Bağları Kurmak (2/2)


“Yurine.”

 

Memur ve Neko, Yu’ya baktı.

 

“Yu’nun Yu’su, Rie’nin Ri’si ve Neko’nun Ne’si var. Yu-ri-ne. Bence bu güzel bir isim.”

 

“NEDEN, NEDEN SENİN İSMİNİN DE PARÇASI VAR!? SADECE RİNE OLABİLİR.” Neko bağırarak konuşunca memur kulaklarını kapamak zorunda kaldı ama yine de Neko’nun tepkisini eğlenceli bulmuştu.

 

“Yurine güzel isimmiş harbiden, o zaman Yurine’yi senin kardeşin olarak geçiriyorum nüfusa.” Memur kalemi kâğıda değdirmeden önce hem Neko, hem de Yu bağırarak onu durdurdu.

 

“Bir dakika!”

 

Memur şaşırarak kafasını kaldırdı ve ikisine baktı.

 

“Ben onun kardeşi olmak istemiyorum!” diye itiraz etti Neko.

 

“Acaba diyorum, bu ülkede çocuk yardımı gibi bir şey varsa benim kardeşim olarak değil de çocuğum olarak şey etsek…” Yu’nun sesi konuştukça alçalmıştı, yine de memur ve Neko her kelimeyi duydu.

 

“N-N-N-Ne, ne, ne! Ne demek çocuğu! Saçmalama aptal insan!”

 

Neko sinirden kıpkırmızı kesildi, Yu onun kendini tırmalayacağını hissediyordu.

 

“Bazı yerlerde çocuk yardımı adı altında para verilir, Rolderhelm’de de böyle bir şey varsa onu almak için diyorum.”

 

“Nüfusa kayıt olanlar çocuk yardımı, yaşlılık maaşı gibi yardımlardan faydalanabilir.” Neko araya girmek üzereydi ama memur elini kaldırıp onu durdurdu. “Ama sen on dokuz yaşındasın, bu çocuk kaç yaşında ki?”

 

“Üç olacağım…” Memur ve Yu’nun kendine baktığını görünce Neko yaşını söyledi. Nüfus memuru şaşkın bir şekilde Neko’ya baktı.

 

Yu duruma şaşırabilirdi ama Rie’nin onu yarattığını bildiğinden ve Rie de genç olduğundan Neko’nun göründüğünden küçük olmasını anlıyordu.

 

“Üç?” nüfus memuru doğru anladığından emin olmak için kelimeyi tekrar etti.

 

Neko “Üç,” diye onayladı.

 

“O büyülü bir çocuk, bu yüzden vücudunda bazı farklılıklar var. Neko, hadi ona büyü göster de bize inansın.” Nüfus memurunu ikna edebilmek için Yu araya girdi.

 

“Bana ne yapacağımı söyleme!” Neko kızsa da elinden ışık çıkararak memura gösterdi.

 

“Anladım,” dedi memur. Şaşırtıcı şekilde çok çabuk ikna olmuştu.  “Peki, hiç kimsen yok mu sahiden?”

 

“Annem vardı… Gitti…” Neko bakışlarını yere eğdi. Omuzları düşmüştü.

 

“Anladım.” Az önce Neko’nun tepkileriyle eğlenen memur şimdi acımıştı. Memurun, Neko’ya acıyarak bakıp konuşması Yu’yu bile sinirlendirdi ama gözlerini yere çevirdiği için Neko acıma dolu bakışları görememişti. “Başka kimsen yoksa seni Bay Valarfin’in kızı olarak kaydedeyim. Zaten bir veli gösterilmezse yetimhaneye gönderilmen gerekir, kardeş olarak kaydetsek de olur ama kızı olarak kaydedersek aylık bir altın yardım alabilirsiniz.”

 

Neko hiçbir şey söylemedi. Memur onun sessizliğini onayladığının işareti olarak algıladı.

 

“Burayı mümkün olduğunca eksiksiz doldurmam gerekiyor, o yüzden anneni de Bay Valarfin ile evli göstereceğiz. Onun ismi Rie mi?”

 

“Evet- NE?” Neko evlilik mevzusunu duyunca gözleri kocaman açıldı, sinirlenmişti. Yu ise ölü bir kadını nüfusuna alacak olduğu için rahatsız olmuştu.

 

Yu, “Buna gerek var mı cidden?” diye sordu.

 

Neko, “Böyle bir şey olmayacak tabi ki!” diye bağırdı.

 

“Sinirlenmenizi anlıyorum ama yasalar gayrimeşru birliktelikleri yasaklamıştır. Eğer gayrimeşru bir çocuğun varlığı tespit edilirse devlet duruma el atar. Yeni doğan çocuklar şimdiye dek sadece kiliselere kayıt edilirdi ama yeni sistemle artık daha kolay tespit edilebilecek.” Memurun anlattığı yasa Yu’yu güldürdü. Rolderhelm’de böyle bir şey olacağını tahmin etmemişti.

 

Fakat biraz düşününce en nihayetinde orta çağ seviyesinde bir dünyada olduklarını, böyle kuralların normal karşılanabileceğini anladı.

 

“Peki, böyle bir birliktelik tespit edilirse ne olur?”

 

“Birliktelikte bulunan kişiler para cezası alır, eğer bir çocuk varsa devlet ona el koymak isteyebilir. Eğer ebeveynleri normal vatandaşlarsa kısa bir mahkeme sürecinin ardından çocuk, ebeveynlere geri verilir ama ortada bir fuhuş ya da sefalet durumu varsa çocuk yetimhaneye yerleştirilir. Zenginler için bunlar dert değil tabii ama çileyi her daim sıradan vatandaşlar çekiyor.” Memur kendi yorumunu da katarak Yu’nun sorusunu cevapladı.

 

“Gayrimeşru olmasından daha iyidir,” nüfus memuru, Neko’nun hala sinirli olduğunu görünce daha önce söylediği şeyi tekrar etti. “Onun doğum tarihi ve yeri ile ölüm tarihi ve yerini söyleyin.”

 

“Bir eylül, Savaştan Sonra on dokuz yılı, Mora Krallığı, Başkent Mora.” Neko, Rie’nin doğum tarihini verdi.

 

“Yirmi yaşındaymış… Benden bir yaş büyük.” Rie’nin yaşını öğrendiğinde göğsündeki çukur tekrar gözlerini açtı. Genç olduğunu zaten biliyordu ama detayları öğrendikçe suçluluk duygusunun artmasına engel olamıyordu.

 

“Otuz ağustos, Savaştan Sonra otuz dokuz yılı.” Ölüm tarihini Neko yerine Yu cevapladı.

 

“Onun ebeveynlerini, akrabalarını biliyor musunuz?” Memurun sorusunu Neko başını sallayarak reddetti. “O zaman seni Yurine Valarfin olarak kaydedip, Bay Valarfin’e geri dönüyorum. Şu küreye elinizi koyun.” Masanın üzerinde duran tenis topu büyüklüğündeki küreyi Yu’ya itti.

 

Yu elini renksiz küreye götürdü, küreye dokunduğunda hiçbir şey olmadı.

 

“Hay Rheia, bozuldu mu ki?” Memur küreye birkaç kez vurup Yu’dan tekrar denemesini istedi.

 

“Bu ne ki?” diye sordu Yu. Kristal hâlâ renksizdi.

 

“Büyü tipini görmek için,” diye cevapladı memur. Hâlâ kürenin bozuk olduğunu düşünüyordu.

 

“Benim durumum biraz farklı. Bir çekirdeğim yok, bu yüzden büyü ile herhangi bir alakam da yok.”

 

“Olur mu ki öyle şey?”

 

“Oldu.”

 

“Rheia, Rheia… Sen dokun bakayım.” Memur, kürenin sağlamlığını test etmek için Neko’ya uzattı. Neko küreye dokunduğunda kürede yeşil ve beyaz ışıklar belirdi. “Rheia, Rheia… İlginç.”

 

Yu’nun büyü tipi boş bırakıldıktan sonra sıra imza kısmına geldi. Yu, Latin alfabesi ile yazılmış imzasını attıktan sonra memur, kâğıdı yine kredi kartı büyüklüğünde bir tahtanın üzerine getirdi. Tahta ve kâğıdı bir kutunun içine koyup kutuyu yukarıdan bastırdı, tahtayı kutudan çıkardığında kâğıttakiler tahtaya kazınmıştı. Yu’nun kimlik kartı hazırdı.

 

Yu’nun kartında bir de kimlik numarası yazıyordu, 02000YVfin. Neko’nun kimlik kartı çıkartıldığında ona da 02001YVfin numarası verildi.

 

“Çocuk yardımı bağlaması için ikinci kata çıkıp aile bürosuna gideceksiniz. İyi günler.”

 

“İyi günler, kolay gelsin.”

 

***

 

Elinde tuttuğu kimlik kartına bakarken görünüş bölümüne takılmıştı. İnsanın görünüşünü değiştirmesi kolayken neden kimliğe böyle bir detay eklediklerini merak ediyordu.

 

“Seni aşağılık, düzenbaz, üçkâğıtçı, dolandırıcı pislik! İnsanları dolandırdığın yetmedi, şimdi de devleti dolandırıyorsun.”

 

“Üçüncü sınıf ülkelerde popüler bir söz vardır; devletin malı deniz, yemeyen keriz.”

 

Neko hâlâ Yu’nun kendisini kızı olarak kaydettirmesine kızgındı. Yu onu anlasa da yaptığından pişman değildi, her ay bir altın alacaklardı.

 

“Bana öyle bakma, Yurine. Benim küçük, sevimli çocuğum.”

 

“Kes sesini…”

 

“Peki, peki… Sinirlenme, susuyorum, Yurine.”

 

Yurine’nin gözleri öfkeden kızarmış olsa da sakin kalmak için kendini zorluyordu.

 

“Seni sinirlendirdiğim için özür dilerim ama bir şekilde velin olmak zorundaydım, aksi takdirde yetimhaneye verileceğini söyledi.”

 

Yurine yürümeye devam etti.

 

Biraz araştırma yaptıktan sonra öğlene doğru hana dönmüş ve uyumuşlardı. Uyandıklarında güneş batmak üzereydi, onlar akşam yemeği yiyene kadar battı ve yemekten sonra ikili, Swann Poşta Teşkilatı’nın yolunu tuttu.

 

Yu topladığı bilgilerin çok detaylı olduğunu söyleyemezdi. Ülkenin ve yerleşkelerinin nüfusu, gelecekte oynanması planlanan arena maçları ve halkın bahisçiliğe karşı tutumlarını araştırmıştı.

 

Arena maçları ya da yaygın adıyla arena oyunu, eskiden gerçek silahlarla dövüşülen kolezyumdaki vahşeti durdurmak için yaklaşık otuz yıl önce ortaya çıkmış ve kısa sürede popüler olmuştu.

 

Oyunda iki farklı takım vardı ve her oyuncunun başına tabaklar bağlanırdı, her oyuncu rakip oyuncunun tabağını kırarak puan kazanır ve belli bir süre dolduğunda ya da tüm rakip oyuncuları elendiğinde maç biterdi.

 

Yu bunları öğrenirken Yurine yanında somurtmak dışında bir şey yapmamıştı.

 

Marino’nun şirketinin önüne geldiler. Karşılarında iki katlı bir bina duruyordu. Yu binanın kapısını itti ve bir çan sesiyle birlikte kapı açıldı. İçeride kimse yoktu.

 

“Bay Valarfin? Buradayım.”

 

Yu etrafına bakınırken kapıya bağlı çanın çaldığını duyan Marino ofisinden çıkıp Yu ve Yurine’yi karşıladı.

 

“Buyurun, ofise geçelim.”

 

Marino’nun ofisine girdiler ve Marino masasına geçti. Yu ve Yurine masanın önündeki koltuklara karşılıklı olarak oturdu.

 

Marino dirseklerini masaya dayamış, ellerini birleştirmiş ve heyecandan bacaklarını sallayarak Yu’nun diyeceklerini bekilyordu.

 

“Hemen konuya geçelim istiyorum.” Marino’yu heyecanlı görünce ayaküstü sohbetle zaman kaybetmek istemedi.

 

“Evet, öyle yapalım,” dedi Marino heyecanla.

 

Marino’nun gözlerinde umut vardı. Yu, Marino’nun daha yeni tanıştığı birinden umutlu olduğunu görünce ne düşüneceğini bilemedi.

 

“Önereceğim iş yaklaşık iki ay sürecek. Başarılı olursak, yirmi altı ekim tarihinde paramızı alacak ve Rolderhelm’i terk edeceğiz.”

 

Rolderhelm Prensliği’nin yirmi altı ekimdeki yüzüncü kuruluş yılı şerefine bir turnuva düzenlenecekti. Sekiz takımın katılacağı turnuva, on dört eylülde başlayacak ve her hafta bir maç oynanacaktı. Toplamda yedi hafta sürecek ve yirmi altı ekimde final maçı oynanacaktı.

 

“Benim geldiğim yerde denenmiş ve işe yaramış bir taktik, ben işe yarayacağına eminim.”

 

Yu bunu bir videoda izlemiş ve başarılı olduğunu öğrenmişti. Kendi dünyasındaki insanların bu dünyaya kıyasla daha zeki olduğunu varsayarsa burada kesinlikle işe yaramalıydı.

 

“İşimiz arena oyunuyla ilgili. İlk iki maç oynanırken hazırlık yapacağımız için onlarla ilgilenemeyeceğiz ama sonraki beş maç için her hafta binlerce insanın evine mektup göndereceğiz. Mektuplarda maçların sonuçları yazacak. Turnuvanın üçüncü maçı için yüz bin tane mektup götürmüş olacağız, sonraki her maçta sayı yarıya inecek. Dördüncü maç için elli bin, beşinci maç için yirmi beş bin, altıncı maç için on iki bin beş yüz mektup götürmüş olacağız.”

 

Marino’nun anlaması için duraksadı ve ona biraz zaman verdi, sonra anlatmaya kaldığı yerden devam etti.

 

“Her seferinde mektupların bir yarısına A takımının kazanacağını, diğer yarısına da B takımının kazanacağını yazacağız. Maç olduğunda kazanan takımın yazılı olduğu mektupları gönderdiğimiz insanlara sonraki maç için yine mektup götüreceğiz. Yine yarısına A takımının, diğer yarısına B takımının kazanacağını yazacağız.”

 

Yu anlatırken Marino’nun yüzü düştü. Marino’nun yüzünü düştüğünü görünce bir an kendine olan inancı sarsıldı ama kendini hemen toparladı. Eğer kendisi başarıya inanmazsa başkalarının inanmasını da bekleyemezdi.

 

“Her seferinde doğru sonuçları verdiğimiz insan sayısı yarıya inecek. Final maçına geldiğimizde elimizde önceki maçlarının sonucunu doğru verdiğimiz altı bin iki yüz elli insan kalacak. Onlara tekrar mektup göndereceğiz ama bu sefer maç sonucunu değil, önceki maçların sonucunu doğru verdiğimizi ve sonraki maçın sonucunu istiyorlarsa bize bir altın vermeleri gerektiğini yazacağız.”

 

Ve para kazanacakları kısım burası olacaktı.

 

“Tahmini üç bin kişi bize inansa ve bir altın verseler, üç bin altınımız olur ve bunu adil bir şekilde paylaşırız. Sayı daha az ya da daha çok da olabilir, ben daha yüksek olacağına inanıyorum.”

 

Marino Swann, Yu sözünü bitirene dek tek kelime etmeden dinlemiş ama Yu’ya karşı nahoş bir ifade takınmıştı.

 

“Bunun adına dolandırıcılık deniyor,” dedi Marino.

 

“Eğer vicdanınızı rahatlatmanız gerekiyorsa umut satıcılığı demeyi öneririm. Üstelik kimsenin parasını zorla almayacağız, her şey kendi istekleri ile olacak. Onlar da bahis işinin şansla alakalı olduğunun farkında.” Planının dolandırıcılık olduğunu bilse de yaptığının diğer suçların yanında basit kaldığına inanıyordu.

 

“Bunu kabul edemem, lütfen burada bitirelim.”

 

Marino hayal kırıklığı içerisinde sandalyesinden kalktı ve Yu’yu göndermeye hazırlandı fakat Yu’nun pes etmeye niyeti yoktu. Para kazanma isteği dışında, ne kadar ileri gidebileceğini merak ediyordu.

 

Geriye yaslandı, sağ bacağını sol bacağının üstüne attı ve rahat bir pozisyon aldı. Bugün buradan zaferle ayrılacaktı.

 

“Kendini düşünmüyorsun, anladığım kadarıyla karını da düşünmüyorsun. Merak ediyorum, kızların Odette ve Charlotte’u da mı düşünmüyorsun?”

 

“Düşünüyorum...” Marino’nun sesinde güç yoktu, gözlerini yere indirerek kalktığı sandalyeye geri oturdu.

 

“Banka, borcun karşılığında mallarına el koyduğunda kızların ne düşünecek? Sana güvenip evlenen karın, kocası her şeyi kaybettiğinde ne düşünecek?” Yu teklifini kabul ettirmek için Marino’ya hassas noktasından saldırıyordu. Aile kutsaldı ve kişi, zorunda kaldığında kendisi için suç işlemeyecek olsa bile konu ailesi olduğunda bunu yapabilirdi. “Hadi diyelim banka mallarına el koydu, seni ve aileni evinizden attı. Peki ya tefeci? Paralarını geri alamadıklarında sinirlenip, ellerinde bıçaklar ve demirli sopalarla geldiklerinde ve karınla çocuklarının gözü önünde seni döve döve öldürdüklerinde, ailen ne düşünecek?”

 

“Bilmiyorum,” dedi Marino, sesi öncekinden de güçsüz çıkmıştı.

 

“Biliyorsun ama gerçeği kendine söylemekten korkuyorsun. Karın ve çocukların, sen canın dahil her şeyi kaybettiğinde senden nefret edecekler. Onlara bu kâbusu yaşattığın için ruhuna lanet okuyacaklar. Tabii dahası da var ve dahası şu; karın ve çocukların daha sonra ne yapacak? Köle mi olacaklar yoksa dilenci mi? Yoksa karınlarını doyurmak için vücutlarını...”

 

“YETER!”

 

Daha fazla duymak istemeyen Marino çığlık atıp kulaklarını kapadı ve kafasını masaya gömdü. Tepki, Yu’yu şaşırttı ama Yu durmadı ve son sözlerini de söyledi, “Denize düşen yılana sarılır, Bay Swann.” Sen dilini bırakmış ve resmi olan siz diline dönmüştü. “Kabul ederseniz sizin için bir yılan olmayı öneriyorum.”

 

Sözlerini bitirdikten sonra, kabul edeceğinden emin şekilde Marino’nun cevabını beklemeye başladı.

 

Marino başını kaldırdığında Yu adamın siyah gözlerinin yaşardığını gördü.

 

“Böyle büyük çaplı bir iş, prensesin kulağına giderse kellemizden oluruz.”

 

“Gizliliğe önem vereceğiz ve son ana dek suçlu sayılmayız. Hem Rolderhelm’de yapacağımız işle alakalı emsal bir dava da yok. Ayrıca paramızı alır almaz tüyeceğimiz için endişe etmemiz gerektiğini zannetmiyorum. Tabii siz burada yaşamaya devam edecekseniz orası başka.” Bir süre kimse konuşmayınca Yu tekrar konuştu, “Yani, kabul ettiğinizi varsayıyorum?”

 

“On iki eylülde tefecinin borcumu ödemem için verdiği süre dolacak, o zaman muhtemelen dediğiniz gibi canımı almaya gelecekler.” Marino başını tekrar masaya gömdü. Onun gerçeklikten kaçmak için tavus kuşu gibi kafasını masaya gömmesi Yu’yu hem sinirlendirmiş, hem de empati yaptırmıştı.

 

“Bu kötü olur işte.” Marino’nun en azından ekimin üçüncü haftasına kadar hayatta kalması gerekiyordu. “Yarın gidip senin şu tefeciyle konuşalım ve ekim sonuna kadar mühlet isteyelim.”

 

“Ve o da öylece mühlet mi verecek?” Marino doğru bir noktaya parmak basıyordu, sokakta adam dövme noktasına geldiyse tefecinin sabrı kalmamış olmalıydı.

 

“Ne kadar borcun var?”

 

“Bankaya dört yüz elli altın, tefeciye dokuz yüz doksan altın.”

 

“Tefeciye evini teklif etmeyi denersin, işe yaramazsa tatlı dille ikna etmeyi denemekten başka seçeneğimiz yok. Tatlı dil de işe yaramazsa, yapacak bir şey yok.”

 

Yu borca kefil olmak gibi bir aptallık yapmayacağı için ellerindeki seçenekler sınırlıydı.

 

“Bu gece bolca dua edin ve yarın öğleden sonra burada bizi beklemeye başlayın. Geldiğimizde tefeciye gider, onunla konuşuruz. Eğer olumlu sonuç alabilirsek anlaşmamızı yapar ve işe başlarız, alamazsak da… O zaman elveda deriz.”

-------------------------

21.11.2021 - 03:18






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr