“Ba~y Larren, değil mi? Evet, evet, Bay Larren. Kendimi tanıtmama izin verin, benim ismim Ryuta Yong, tanıştığımıza ço~k memnun oldum.” dedi konuşurken sağ elini sallayan palyaço, sol eli odaya girdiğinden beri cebindeydi.
Patrick Larren, arenada oynanan oyunlardaki takımlar arasında en başarısızı olan Deniz Canavarları’nın başkanıydı.
Patrick, tuhaf şekilde konuşan adamın amacını anlamaya çalışırken başta onun bir maskot olmak için geldiğini düşündü. Kendini Ryuta Yong olarak tanıtan adam yarısı sarı, yarısı mavi olan komik bir takım elbise giyiyordu. Yüzü ve eli kar kadar beyazdı. Ryuta Yong’un saçları ve dudakları, gözleri gibi mordu.
Hâl böyleyken bu dikkat çekici adamı görenlerin düşüneceği ilk şey bir palyaço olduğuydu, bu yüzden de onun gibi biri burada ancak maskot olmak için bulunabilirdi.
Fakat onu maskot yapmak hatalı bir karar olurdu çünkü Ryuta Yong, çocukların korkacağı palyaçolardan biriydi. Bu adam bir maskot olsa bile insanları eğlendirmek yerine ürpertir, özellikle çocukları ağlatırdı.
“Ayakta durmak zorunda değiliz, oturabiliriz, sorun yok.”
Palyaço sinsi bir şekilde gülümserken hızlıca konuştu. İzin istemeden, sanki ofis ona aitmiş gibi koltuğa oturup yayıldı ve bunu yaparken mor gözleri bir an olsun Larren’in gözlerinden ayırmadı.
“Ne için gelmiştiniz?” Ryuta’nın şu anda Larren’e verdiği tek izlenim tekinsiz biri olduğuydu.
“Ne için mi gelmiştim? İkimizin de yararına olacak bi~r iş teklifim olduğunu söylemek için geldim.” Günlük hayatında insanlarda iyi bir izlenim yaratmaya özen gösterdiği için kıyafetlerine ve özellikle konuşmasına dikkat ederdi. Bu tarz tuhaf bir konuşma şekli takınmak onun için bir kâbustu ama şimdi özgürce istediği tarzda konuşuyordu ve bundan hoşlanmıştı.
“Zamanımı boşa harcamayın lütfen.” Ryuta’nın, gözlerine baktığı her saniye Patrick geriliyordu.
“Ne~ kadar na~hoş…” dedi Ryuta, üzgünlüğünü göstermek için dudaklarını büktü ve sesini alçalttı. “Ben size kibar bir dille yaklaşırken beni sırf görünüşümle yargılayarak kaba bir şekilde yaklaşıyorsunuz. Ka~lbimi kı~rdınız.”
Patrick, Ryuta’nın bakışlarına dayanamayarak gözlerini kaçırdı ama ardından hareketinin kendisini güçsüz gösterdiğini düşünerek göz kontağını tekrar kurdu. Ryuta kıkırdadı.
“İnanın bana ikimiz için de çok iyi gelecek vadeden saygıdeğer bir i~ş adamıyım.”
“Ryuta isimli bir iş adamını hiç duymamıştım. Oysa ben de Rolderhelm’deki burjuva camiasını tanırım.”
“Aman, aman… İsmimi daha önce duymamış oluşunuzu bir övgü olarak kabul edeceğim.”
Ryuta hafifçe kıkırdarken Patrick onun kötü bir organizasyonun parçası olduğunu düşünmeye başlamıştı bile, işler Ryuta’nın istediği gibi ilerliyordu.
“Adil ve dürüst bir iş adamı olduğumdan size karşı da tama~men açık olacağım.” Ryuta konuşurken, hiçbir şey saklamadığını gösterircesine sağ elinin avucunu Patrick’e doğru açtı. “Sizin takımınızın şampiyon olmasını istiyorum.”
Deniz Canavarları takımının arenanın en kötü takımı olduğu açıktı.
İlkbahar ve yaz sezonlarında berbat performanslar sergilemiş, iki sezonda da ligi sonuncu olarak bitirmişlerdi. Üstüne üstlük oyuncuların bulaştığı bir kaç skandal sonucunda kendi taraftar kitlelerinin büyük kısmı onları desteklemeyi bırakmıştı.
Takımlara bağış yapan taraftarlar önemliydi ve onlar yokken takım çalışanlarının maaşlarını bile ödemekte zorlanıyorlardı.
Prenslik, Rolderhelm’in yüzüncü yılı şerefine düzenlenecek turnuva için altı yüz altınlık bir ödül koymuştu. Üçüncülük ödülü ise iki yüz altındı ve üçüncülük ödülünü almak takımı bir süre idare edebilirdi.
Fakat ligi iki defa sonuncu bitiren Deniz Canavarları için bunu yapması hiç kolay değildi.
“Ne demek istiyorsun? Patrick ne söylemesi gerektiğini, hatta ne hissetmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Onu kovmak istiyor ama diyeceklerini de merak ediyordu.
“Söylediğim gibi, Deniz Ca~navarlarının şampiyon olmasını istiyo~rum. Dürüst ve adil bir iş adamı olduğumu söylemiştim, değil mi? O yüzden size neden bunu istediğimi de açıklayaca~ğım.” Ryuta’nın konuşurken yaptığı parmak hareketleri, Patrick’in dikkatini dağıtıyordu. “Sizin de kabul edeceğiniz gibi ticaret iki tarafın da çıkarına olmalıdır. Sizin şampiyonluktan kazanç sağlayacağınız ortada ama ben de bundan kazanç sağlayacağım.”
“Bizim hile hurdaya ihtiya-” Ryuta, parmağını Patrick’in nefesini hissedecek kadar dudağına yaklaştırdı ve onu susturdu.
“Ssh… Nck, nck… Çok ayıp, yalanlarla birbirimizi kandırmaya çalışmayalım.”
Ryuta aniden ciddileşip, gözlerini kısınca Patrick kelimelerini yuttu ve yutkundu. Patrick fiziksel olarak zayıf bir adam olduğu için bir kompleks yapmıştı ve bir kere bastırılınca karşı tarafın hakimiyetini kabulleniyordu.
“Jüri ve hakemlerle anlaşacak ve sizin lehinize çalışmalarını sağlayacağım. Bunun karşılığında altı yüz altınlık ödülün iki yüzünü bana vereceksiniz.”
Kelimeleri uzatmayı bırakan Ryuta, Patrick’in gözünde daha şeytani gözüküyordu. Belki de o bir insan bile değildi.
“Neden? Başka takımlara da gidebilirdin-iz.”
Eğer ödülden pay istiyorsa kazanma şansı Deniz Canavarları’ndan daha yüksek yedi takım vardı. Onlardan biriyle anlaşması daha mantıklı olurdu.
“Gidebilirdim, gitmedim. Çünkü sizden alacağım iki yüz altın yalnızca çabalarım karşılığında bana vereceğiniz küçük bir karşılık. Asıl kazanç kaynağım bahisler olacak.”
“Ah…” Patrick şimdi anlamıştı. Deniz Canavarları kazanma şansı en düşük takım olduğundan çok az kişi parasını takıma yatırıyordu fakat bunun karşılığında takım kazanırsa bahisçilerinin elde edeceği gelir artıyordu.
Ryuta iddia sayesinde yüzlerce, belki binlerce altın kazanabilirdi. Onun muhtemel kazancının yanında istediği iki yüz altın gerçekten de düşük bir ücret olmalıydı.
Öyleyse neden istiyordu? Patrick bunu anlayamadı, Ryuta ise ona bunu düşünme imkânı vermeyecekti.
“Eğer ta~kımınız bu turnuvayı da sonuncu olarak tamamlarsa siz işsiz kalırsınız, takım dağılır ve kısaca ifla~s edersiniz. Siz de biliyorsunuz ki size altın tepside sunduğum bu şa~nsı reddetmek tama~men ahmaklık.” Ryuta tuhaf ve neşeli konuşmasına geri döndü.
“Eğer bu duyulursa…”
Şampiyon olsalar bile bu duyulduğunda yine batacak, bir de adlarını tarihe kara bir leke şeklinde geçireceklerdi.
“Anlaşmamıza uyduğunuz takdirde duyulmayacağını garanti ederim, zaten uymazsanız bunun duyulacak olması endişelenmeniz gereken so~n şey olur.”
Patrick tehditi hemen anladı, illegal işlere bulaştığında can güvenliğinin olmaması sürpriz değildi.
“Jüri ve hakemleri nasıl ikna edeceksiniz?”
“Bu~ da benim işimin parçası, kafanızı yormanıza gerek yo~k.”
“Ben, bilemiyorum.” Patrick anlaşmayı kabul etmek istiyordu ama hâlâ şüpheleri vardı. “Duyulmayacağını nasıl garanti edeceksiniz ki?” Zayıf sesi kendini teslim etmeye hazır olduğunu gösteriyordu.
“Bu şekilde,” dedi Ryuta. Sol elini cebinden çıkarttı, elinde siyah bir eldiven vardı. Ryuta’nın avucunun içinde beyaz bir ışık küresi bulunuyordu. “Anlaşmamızı büyü ile yapacağız, eğer iki taraftan biri, diğerine ihanet ederse anlaşma gereği hainin ruhu parçalanacak. O kişi ne cennete gidecek, ne de yeniden doğacak; sonsuza dek yok olacak.”
Patrick’in büyü ile arası yoktu ama çocukluğundaki hikâyelerde kötü büyücüler ile anlaşma yapan ve anlaşmalarına uymayan insanlarla ilgili şeyler duymuştu.
Şimdi gerçek bir büyücü karşısındaydı ve gözlerinin önünde büyü denen anlayamadığı bir kavram vardı.
Yine de teklifi kabul etmesi gerektiğini biliyordu. Palyaçonun, Ryuta Yong’un teklifini kabul edecekti.
“Anlaşmamıza uyacağım,” dedi.
Ryuta “Elinizi uzatın,” diyerek kendi elini uzattı.
Patrick elini uzattığında avuçları birbirine değdi ve beyaz ışık küresi kayboldu.
***
“Çıkarmasan da olurdu, ne de olsa palyaçodan farksızsın.”
“Daha önce palyaço kılığına girmiştim ama yine de benim neden bir palyaço olduğumu düşündün anlayamadım.”
Saçlarındaki mor boya, Yurine’nin döktüğü su ile yere akıyor ve sokak boyu iniyordu.
Yu bir sene önce çocuklar için yapılan bir gösteride palyaço kılığına girmişti. Bunu yapmayı kendisine yakıştıramıyordu fakat ablalarına karşı gelmeyi sevmediğinden palyaçoluğu kabul ederek çocukları eğlendirmeyi denemişti.
Sonuç hüsrandı; Yu çocukların korktuğu bir palyaço olmuş ve içlerinden birinin ağlamasına sebep olmuştu.
Bunun kötü bir anı olması gerekiyordu ama yaşanan olay ablalarını güldürdüğü için hafızasına komik bir anı olarak kazınmıştı.
Üzerindeki tüm boya gittikten sonra havluyla saçını kuruladı ve günlük kıyafetlerini giydi. Saçını hemen kurutması imkânsız olduğundan ıslak bir şekilde gezmesi gerekecekti, üşütmemek için dua etti.
“Normalde arka sokaklara girmeye de senden ayrı kalmaya da sıcak bakmıyorum ama bunu bir istisna olarak sayacağım. İkimizden birinin tek kalmasını istemiyorum.”
Yapacağı iş için tanınmamaları gerekiyordu ve kılık değiştirse bile Yurine’yi yanında götürürse tanınma ihtimali artardı.
Bu yüzden turnuvada yer alacak sekiz takımın başkanı ile görüşmeye giderken Yurine’yi takım binasından görülebilecek bir parka bırakıyor, Yu binadan çıktığında da önceden belirledikleri tenha bir köşeye gidip hızlıca kıyafetlerini değiştiriyordu.
“Ama biliyor musun? Palyaço kılığındayken bile çok karizmatik gözüküyordum. Yani, benim doğam böyle, anlıyor musun? Ne giyersem giyeyim daima üzerimde on numara, beş yıldız durur.”
“Hmph.” Yurine yüz yüze konuşmamak için yürürken Yu’nun önüne geçti.
“Patrick Larren, o adam gerçek bir aptal. Nasıl biri palyaço kostümü ile karşısına çıkan biriyle anlaşma yapar ki? Onu ikna edeceğime zaten emindim ama şaşırdığımı da reddedemem. Çok çabuk ikna oldu, diğerleri gibi beni uğraştırmadı.” Bazı insanların bazı konumlara nasıl çıktığına anlam veremiyordu. “Belki burada da torpil vardır.”
Marino’nun tefecisini mühlet vermeye ikna edemese bile hâlâ para kazanması gerekecekti. O da yine dünyada duyduğu bir yöntemi denemek istedi, kazanmalarını sağlamak karşılığında takımlardan para alacaktı.
“En yüksek ödemeyi Patrick’in takımı yapacak, kazanırsa iki yüz altın alacağız. Hiç zannetmiyorum ama umarım o kazanır.”
Yu’nun gidip jüri ve hakemleri Deniz Canavarları ya da başka herhangi bir takımdan yana oynamaları konusunda ikna edecek hali yoktu, zaten bunu yapmak için rüşvet gerekiyordu ve rüşvet verecek kadar parası da yoktu.
Turnuvada oynayacak sekiz takımdan beşi ile anlaşma yapmıştı. Diğer üç takıma ise risk almak istemediğinden gitmemişti.
Parmağını bile kıpırdatmadan bekleyecek ve anlaşma yaptığı takımlardan biri kazanırsa anlaştıkları üzere parasını alacaktı.
“Harikayım, değil mi? Kiminle konuştuysam ikna ettim.”
“Pisliksin.” Yurine, Yu’nun içten içe bildiği bir gerçeği dile getirdi.
“Bu kadar kaba olma,” dedi Yu. Gerçeğin aniden yüzüne vurulmasından incinse de bozuntuya vermedi.
“Sana annemi geri almak için yardım ediyorum, bunu unutma.”
“Biliyorum.”
Maçları kazandıktan sonra anlaştığı kişilerin Yu’ya anlaştıkları parayı verecekleri kesin değildi, bunun olmaması için Yurine’nin yardımıyla büyülü anlaşma oyununu yaptı.
Sözde ‘büyülü anlaşma’nın olayı anlaşılan kişiyi korkutmak ve anlaşmaya sadık kalmalarını sağlamaktı.
Yurine ışık büyüsünü uzakta olsa bile uygulama özelliğine sahipti. Yu takım başkanları ile konuşmaya gitmeden önce ışık büyüsünü onun avucuna koyuyor ve bu sayede Yu karşısındakilere gerçek bir büyü gösterebiliyordu.
Küçük bir büyülü küre ile süslenmiş anlaşma fikri sade bir anlaşmadan daha güvenilirdi. Eğer Yu’nun anlaştığı kişiler bir büyülü anlaşmanın var olmadığının farkındaysa yine parasını alamayacaktı ama gerçekten korkmuş gözüküyorlardı ve Yu onların anlaşmanın varlığına inandıklarını düşünüyordu.
“Nasıl birine dönüştüm ben böyle? Hep böyle miydim?”
Yaptığı şeyin kötü olduğunun farkındaydı ama vicdanı rahattı. Halkı mektuplarla dolandırma fikri, fikri ortaya atmasına rağmen Yu’yu rahatsız etse de takımları dolandıracak olmak ona kendini kötü hissettirmiyordu.
“Buradan aldığın parayı o aptal insanla paylaşacak mısın?” Yurine, aptal insan derken Marino Swann’ı kastediyordu.
“İncindim, kırıldım,” dedi Yu, Yurine göremese de dudaklarını aşağı bükmüştü. “Seninle aynı yatakta uyumamıza rağmen bana da ona da aptal insan diye hitap ediyorsun. En azından daha önceden bana dediğin gibi ona da aptal yaratık falan demeliydin, beni başkaları ile eşit tutman çok kırıcı oldu. Kırılmış kalbimi nasıl onaracaksın, Yurine?”
“Saçma sapan konuşmayı kes! Bunu gözünde büyütürsen üzülürsün, benim üstün varlığım karşısında her insan aşağıdadır.”
Gidecekleri yeri bilen kişi Yu’ydu ve nereye gideceğini bilmeyen Yurine, Yu’nun önünde yürürken yavaşlayıp, yolu göstermesi için Yu’nun yanına gelmesine izin verdi.
“Hayır, buradan aldığım parayı Marino ile paylaşmayacağım. Zaten böyle bir şeyi neden yapayım ki? Bu tamamen benim fikrim ve onun yardımını almıyorum. Hem onunla mektup işine gireceğimiz bile henüz kesin değil.”
Marino ile ortak olarak mektup dağıtmaya başlayıp başlamayacakları bu gece kesinleşecekti. Eğer tefeci, Marino’ya mühlet vermeyi reddederse yollarını ayırmak zorundaydılar.
“Biraz daha para kazanmak için insanların arkasından oyunlar oynuyorsun, yetmezmiş gibi benim gibi bir üstün varlığı bile birkaç altın için iğrenç oyunlarına alet ediyorsun.” Söylediklerine tezat şekilde Yurine’nin sesinde aşağılama yoktu. Sadece söylemiş olmak için söylüyordu.
“Birkaç altın dediğin şey iki yüz altın.”
“Çocuk yardımı?” Yu’nun savunmasına bir gün önceki dolandırıcılığıyla karşılık verdi.
“Bence insan birkaç kuruşun hesabını yapmalı. ‘Bugünlük bu kadar yeter’ ya da ‘Kazan kaynıyor ya, buna da şükür’ gibi cümlelerle kendini avutan insanlar bulundukları noktadan ileriye gidemez.”
Yu tüm zenginliğin, teknolojinin ve medeniyetin gelişimini erkeklerin egosuna bağlıyordu. Ona göre bir insan egoist olmalı ve sürekli egosunu tatmin etmek için fazlasını istemeliydi; böylece bilim ve teknoloji gelişir, medeniyetler yükselirdi.
Yu’ya göre elindekilerle şükretmek yerine daha fazla tatmin için daha fazlasını istemek doğru olandı.
Yurine “Damlaya damlaya göl olur gibi bir şey mi demek istiyorsun?” diye sordu.
“Hm? Düşüncelerimi anlamaya çalışman beni mutlu etti.” Yu’nun itirafından sonra Yurine tüm ilgisini kaybetmiş gibi gözlerini yere indirerek yürümeye başladı. “Biraz daha sıcak olsan tatlığın maksimum seviyeye çıkacak.”
“Zaten maksimumda değil mi? Hem, maksimum ne demek ki?”
“En üst seviye, demek.”
“Hah, öyleyse zaten maksimumda ve hep öyle kalacak!”
Yu hâlâ daha sıcak ve dost canlısı olursa şimdiki hâlinin en az iki katı daha tatlı olacağını düşünüyordu ama bunu tekrar dile getirmedi.
“Damlaya damlaya bir bok olmaz. Yine de hiçbir şey kaybetmeden kazanabildiğim kadarını kazanmak istiyorum.” Damlaya damlaya göl olur kimin uydurduğu bilinmeyen saçma bir laftı ve enflasyon gibi bir gerçek varken para biriktirmek bazen zararla sonuçlanıyordu. “Araştırma, seyahat, konaklama gibi şeyler için paraya ihtiyacımız var ve bir takım kurmamız bile gerekebilir. Bunların hiçbirini yapmasak bile paraya ihtiyacımız olduğu gerçeği hâlâ orada olacak.”
Lonca mahallesine girdiklerinde güneş batmak üzereydi. Yu bugün takımlarla anlaşma yapmaya gideceği için Lucia’dan onları öğleden sonra kaldırmasını rica etmişti.
Şimdi, Marino Swann ile buluşmak için Swann Posta Teşkilatı’na gidiyorlardı.
Akşamüstü olduğu için insanlar evlerine dönüyordu. Başkalarına yaklaşmak istemediği için Yu, Yurine ile birlikte kaldırımın kenarından ilerliyordu.
“Bu arada…” dedi Yu. Yurine, Yu’nun ne diyeceğini bildiğinden nefesini tuttu. “İddiayı ben kazandım.”
-------------------------
23.11.2021 - 19:37
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..