Cilt 2 - Bölüm 6: Başkalarının Üstüne Basmak (3/3)

avatar
611 8

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 6: Başkalarının Üstüne Basmak (3/3)


Lethi resme bakarken gözlerini kıstı, elini çenesine götürdü ve başını hafifçe salladı. “Bir resimle insan tanımak kolay değil ama birkaç saat önce resimdekine benzer biri geldi. Yanında az önceki adam vardı, kılıçlı olan. Kız yarın sabah benim gemimle İlonya’ya gidecek ama ismini bilmiyorum.”

 

“Gerçekten mi?” Yu heyecandan bağırdığında adamın kucağındaki torunu korktu. “Özür dilerim, özür dilerim. Bu kız şu an üst katta mı? O esmer adam da onunla?”

 

“Evet.”

 

“Şimdi sakin olun, korkacak bir şey yok.” Yu önce heyecanlanan kendini sakinleştirdi, daha sonra hiçbir şey anlamamış kaptana doğru eğilip sesini alçalttı. “Bizler maceracıyız, o ikisi ise gerçekten tehlikeli insanlar. Bir suç örgütüne üyeler ve ülkeden kaçmaya çalışıyorlar. Onları yakalamak için buradayız.”

 

“Ne?” Lethi’nin yüzü Yu henüz sözünü bitirmeden soldu. “Suçlu, örgüt? Anlayamıyorum.”

 

“Kim bilir başınıza ne işler açacaklardı… Pekâlâ, anlaşılmayacak bir şey yok, şimdi torununuzun güvenliği için iş birliği yapmanızı isteyeceğim. Hangi odadalar?”

 

“Dört numara.” Endişeli Lethi hiç sorgulamadan iş birliğini kabul etti.

 

“Lütfen dışarı çıkın ve suçlular camdan kaçmaya çalışırlarsa bana seslenin. Size zarar vermek isterlerse hemen müdahale edeceğiz.”

 

“Noi, sessiz ol, tamam mı?” Lethi kucağındaki torununu sıkıca tutarak hanın girişine çıktı. Kapıda bekleyen diğer adamlar ona soru sorduğunda başını iki yana sallayarak sessiz olmalarını söyledi.

 

“Yurine.” Yurine, yanına gelirken Yu bir kez daha iyi bir dış görünüşe sahip olduğu için kendisiyle gurur duyuyordu.

 

O, insanların çoğu durumda iç güzelliktense dış güzelliğe baktığının farkındaydı. Düzgün bir yüze sahip olduğu için kendi yaşıtı erkekler bazen onu kıskansa da dişilerin ve diğer yaş gruplarının güvenini kolayca kazanabiliyordu.

 

“Buradaki insanların varlığını hissedebiliyor musun?”

 

“Manayı hissedebiliyorum ama insan olup olmadıklarını anlayamıyorum.”

 

“Yine de yukarıda birilerinin olduğunu hissedebiliyorsun değil mi? Ve o kişiler hareket ederse mana hareketlerini de hissedebilirsin?”

 

“Hissedebilirim.”

 

Eğer kaçmaya çalışırlarsa Yurine mana hareketliliğinden bunu erkenden fark edebilecekti.

 

“Peki büyücülerin gücü manasının çokluğuna göre midir?”

 

“Evetimsi hayır.”

 

“Evetimsi hayır ne demek?”

 

Merdivenleri yavaşça çıkıyorlardı. Her basamakta konuşmak için duraksıyor ve Yurine’nin bir düşmanı alt edebileceğinden emin olmak için sorular soruyordu.

 

“Bağlantılı ama değil de. Şimdi sana bunu açıklayamam ama yakınlarda güçlü büyü gücüne sahip biri olmadığını biliyorum.”

 

“O esmer adamı yenebilir misin?”

 

“Ha! Benim gücümün yanında düşük bir insanın şansı mı olacaktı?”

 

“Kendinden emin olman güven verici.”

 

Her ihtimale karşı kullanmak için Yu büyü taşlarından birini eline aldı ve Yurine ile birlikte üst kata çıktı. Yu’nun kafası merdivenlerden gözüktüğü an çıktıkları koridordaki dört numaralı kapı kapandı ve kilitlendi.

 

“BAY VALARFİN!”

 

Birkaç saniyenin ardından Lethi’nin sesi hanın girişinden çıkıp Yu’ya kadar ulaştı. Yurine’yi hemen kucağına alan Yu merdivenleri ikişer ikişer atlayarak aşağıya indi.

 

Bu sırada aniden kucağa alınan Yurine afallamasını atlattıktan sonra indirmesi için Yu’nun omzuna vuruyordu.

 

“İndir beni!”

 

“Dur iki dakika!”

 

Açık han kapısından kendisine seslenen Lethi’yi görebiliyordu. Yaşlı gemi kaptanı yukarıya bakıyordu.

 

Yukarıdan aşağıya, kucağında sarışın bir kadın taşıyan esmer adam atladı.

 

Yu’nun ayaklarının ne zaman yere değdiği belli değildi, adeta uçarak handan dışarı çıktı ve arkasında yaşlı denizcileri bırakarak esmer adamı kovalamaya başladı.

 

Kovaladığı adamın kucağındaki muhtemelen aslında bir erkek olan Camaeron Don’du.

 

“Bir büyü falan yapıp onları yere düşürsen!” Onların Yu’dan kaçmasının iki sebebi olabilirdi. İlki, Yu’yu tanımadıkları için onun güçlü biri olabileceğini düşünmeleriydi; ikincisi ise Yu’dan değil Yurine’den korkuyor olmalarıydı.

 

Ama kovaladıkları onlardan ne sebeple kaçıyor olursa olsun Yu onlara yetişecek kadar hızlıydı.

 

Yine de uzun bir koşunun üstesinden gelecek kadar iyi bir koşucu değildi. Eğer önlerindeki iki ya da üç dakika içinde onları durduramazlarsa yorulacak ve yavaşlayacaktı.

 

“Bana ne yapacağımı söyleme!” Yu tarafından taşınmaya devam eden Yurine elini kaldırdı ve bileğinde toplanmaya başlayan rüzgârlar yatay bir sütun halinde kaçan iki kişiye doğru yol fırladı.

 

Camaeron Don’u taşıyan adam Yurine’nin büyüsünü hissetti, düz bir şekilde ilerleyen rüzgâr sütunundan kaçmak için iki metrelik bir sıçrayış ile sağa kaydı.

 

Büyü düz bir şekilde gidip bir ağaca çarptı ve ağacın gövdesi parçalandı.

 

“Onları öldürmeye mi çalıştın?”

 

“Ayarını ayarlayamamışım.”

 

Limanda binaların bulunduğu bölgeyi geride bıraktıklarında koştukları süre bir dakikayı geçmiş ve Yu yorulmaya başlamıştı.

 

Liman şeridi, gemilerin demir attığı bölge ve genellikle depo olarak kullanılan bölge olmak üzere ikiye ayrılıyordu.

 

Kovaladıkları adam depo olarak kullanılan bölgeye kaçıyordu. Orayı Yu’dan daha iyi biliyor olmalıydı ve Yu onu gözden kaybederse Camaeron Don’u yakalamak için sahip olduğu tek şansı kaybedebilirdi.

 

Esmer adam kayalık bir bölgeye girdi, kayaların üzerinde bir parkur sporcusu gibi sekerek ilerliyordu. Yu onun peşinden kayalık bölgeye girdi fakat onun kadar seri şekilde kayaların üzerinde ilerleyemezdi.

 

Dengesini kaybedip düşmemek için yavaşlamak zorunda kalmıştı ve kovaladıkları kişi arayı açıyordu.

 

“Bastığı yerlere ateş et.”

 

“Ateş etmek ne?”

 

“Büyünü fırlat işte!”

 

Yu’nun barutlu silahlar devrinden gelen terimini anlayamayan Yurine’nin kafası karıştı, doğru tabiri bulamayan Yu, Yurine için daha anlaşılır olacak kelimeler seçti.

 

Yurine az önceki gibi bir rüzgar sütununu kovaladıkları adamın basacağı bir sonraki kayaya fırlattı. Esmer adam büyünün geldiğini hissetti fakat atlayabileceği başka bir kaya parçası yoktu, ayağının kayaya temas etmesiyle büyünün temas etmesi aynı anda gerçekleşti. Kaya parçalandı ve esmer adamla Camaeron suya düştü.

 

“Başardık.”

 

Yurine’yi yere indirdi ve emin adımlarla kayaların üzerine basarak avlarının düştüğü yere doğru ilerledi.

 

“Kaçmaya çalışmayın, zarar görmek istemiyorsanız teslim olun.”

 

Kendi güvenliğini sağlamak için Yurine’nin omzunu tutuyordu, ondan ayrıldığı an kendisinden daha iri olan esmer adam tarafından yerle bir edilirdi.

 

Bir başka kayanın üzerinde ince, beyaz bir el belirdi. O el bağlı olduğu vücudu kayanın üzerine çektiğinde Camaeron Don gözüktü.

 

“Camaeron Don, kaçmaya çalışma.” Camaeron kayanın üzerine yığıldı. Tek parça koyu mavi bir kadın elbisesi giyiyordu ve elbise ıslanmıştı.

 

Yağmur yağmaya başlamıştı. Önce hafifçe atıştırıyordu ama göz açıp kapayıncaya dek hızlandı ve Yu’nun başını acıtacak kadar sertleşti.

 

Yu bir adım daha attığında, Camaeron’un çıktığı yerden onu taşıyan esmer adam fırladı.

 

Aniden önüne çıkan adamdan korkan Yu dengesini kaybetti ve kayaların arasından suya düştü.

 

“Y-” Yurine’nin sesini duymuştu, adını söylemek üzereydi ama son anda kelimeyi yuttu.

 

Ardından bir adamın sert haykırışı duyuldu, Yu tekrar kayaların üzerine tırmanıp dizini aşmayan sudan çıktığında Yurine rüzgâr büyüsüyle adamı tekrar kayaların arasına yollamıştı.

 

“Canım yanıyor!” Düşerken başını vurduğu için sinirliydi, elleri de kayalara sürttüğü için soyulmuştu.

 

“Kaçıyor!”

 

Yurine acısı yüzünden dikkati dağılan Yu’ya amaçlarını hatırlattı. Camaeron Don kayalık alanı geçmiş, büyük depoların bulunduğu tarafa doğru kaçmaya başlamıştı.

 

Ama hızlı koşmuyordu, yere düştüğünde ayağını yaraladığı için topallayarak ilerliyordu.

 

“Acınası.” Yu kaçan Camaeron hakkında böyle düşündü. Yurine ile birlikte kayaları geçtikten sonra düzlüğe çıktı ve Camaeron’un ardından koştu.

 

Camaeron da nereye gittiğini bilmiyordu, Yu’yu atlatmak için binaların arasından geçmeyi denerken kendini bir çıkmaz sokağa soktu.

 

Yağmur şiddetli bir şekilde yağmaya devam ederken gök gürlediğinde Yu ile Yurine, Camaeron’u köşeye kıstırmıştı.

 

“Çok kolay oldu, gece yarısına bile gelmedik.” Görevin zorluğu ile ilgili endişeleri vardı ama şimdi kolaylığına hayret ediyordu.

 

Gidecek bir yeri olmayan Camaeron yüzünü döndü, uzun sarı saçları ıslanıp yanaklarına yapışmıştı. Koyu mavi gözlerinden aşağıya akan gözyaşı mıydı yoksa yağmur mu, yalnızca ay ve yıldızlar tarafından aydınlatılan gecede Yu anlayamıyordu.

 

“Şimdi hayati tehlikem son bulabilir.”

 

Kullanmaya niyeti yoktu ama uslu durması için onu korkutmak istiyordu, beline gizlediği hançeri çıkartıp Camaeron’a gösterdi. “Bizi zor kullanmak zorunda bırakma. Seni babana götür-”

 

“HAYIR!” İnce sesinin bir kadına mı yoksa bir bir erkeğe mi ait olduğu anlaşılmıyordu fakat çok net anlaşılan şey, Camaeron’un korkusuydu.

 

Haykırdı ve Yu’nun nereden çıkardığını görmediği büyü taşını üzerine fırlattı.

 

Ondan bir hamle beklemeyen Yu şaşırarak donakaldı. Eğer Yurine olmasaydı taş Yu’nun yüzüne çarpacak, hayattan vazgeçmesini sağlayabilecek yaralar bırakacak ve belki de öldürecekti.

 

Fakat Yurine buradaydı, rüzgâr büyüsünü kullandı ve taş havada yön değiştirerek Camaeron’un fırlattığı hızda geri ilerledi.

 

Büyü taşı bacağına isabet ettiğinde Camaeron haykırarak yere düştü. Bacağa çarptığında patlayan taş, Yu’nun tahmin etmediği bir yara bırakmış ve onun bacağının bir kısmını parçalamıştı.

 

“Çok hızlı oldu.”

 

Camaeron yerde acı çekerek inliyordu. Yu, teslim aldıktan sonra babasının onu öldüreceğini biliyordu ama onu acı çekerken görmek canını yakıyordu.

 

Camaeron’a yaklaştı, acı çekişi Yu’ya Neşe’nin karşısındaki çaresizliğini hatırlatıyordu.

 

“Beni öldür,” dedi Camaeron, yalvarırcasına. 

 

Erkek oluşunu görmezden gelip kabaca baktığında güzeldi. Aynı minyatür portrede resmedildiği gibiydi, pürüzsüz beyaz bir yüzü ve saman sarısı uzun, düz saçları vardı. Gözleri koyu maviydi.

 

“Ama beni babama götürme…” Şimşekler geceyi tekrar aydınlattığında ve Yu ona iyice yaklaştığında mavi gözlerdeki korku ve yaşları görebildi.

 

“Neden bu kadar hızlı oldu?” Birkaç saat öncesine kadar var olduğunu bile bilmediği birisiydi, beş dakika öncesine kadar onu hiç görmemişti.

 

Fakat bir süre önce varlığından haberdar olmadığı bir adam şu anda karşısında ona yalvarıyordu.

 

“Seni öldürmek istemiyorum.” Dudağını ısırdı, kelimeleri sesli söyleyememişti.

 

Camaeron Don’u öldürmek istemiyordu ama onu öldürmezse Marino’nun ölümünü gizlemek için Pepe Don’un kendisini öldüreceğine inanıyordu.

 

Hayatta kalmak için onu öldürmeli ve Pepe Don ile ilişiğinin sonsuza dek kesilmesini ummalıydı.

 

“Seni öldürmeyeceğim, Pepe Don’a gidiyoruz.” Eğer ölmesi gerekiyorsa bunu emri veren yapmalıydı, Yu ellerini kana bulamayacaktı.

 

“Neden?” Camaeron hâlâ acı çekiyordu, parçalanmış bacağını tuttuğu için elleri kana bulanmıştı ve gözlerindeki yalvarırcasına bakış Yu’nun canını acıtmaya devam ediyordu.

 

“Çünkü ben de hayatta kalmak istiyorum.” Yu düşünmeden cevapladı, neden dürüst olduğunu kendisi de bilmiyordu.

 

Yerde yatan Camaeron’un gözlerinde önce öfke, sonra anlayış ve sonra kabullenme belirdi.

 

Yu onunla daha fazla konuşursa empati kuracağından ve görevi tamamlamak için gereken zalimliği kaybedeceğinden endişeleniyordu.

 

“Neden gülüyorsun?” Ama endişesine rağmen Camaeron gülmeye başladığında merakını bastıramadı.

 

“Çok normal, değil mi? Dünya böyle bir yer, seni başkalarının üstüne basmaya zorluyor.” Cinsiyeti hakkında bilgi vermeyen sesi titriyordu.

 

“Felsefenle ilgilenmiyorum.”

 

Camaeron’un ince dudakları sürekli titrerken bozulan sinirleri yüzünde acılı bir gülümseme oluşturdu.

 

“Lütfen, beni sen öldür, babama götürme.” Camaeron sürünerek Yu’ya yaklaştı ve bacaklarına tutundu.

 

İçindeki acıma hissini bastıramayan Yu, o erkek olduğu için hem iğrendi hem de böyle acınası bir durumda olduğu için üzüldü.

 

“Seni öldürmek istemiyorum!”

 

Camaeron’u itti, vücudunda kuvvet olmayan Camaeron yere düştü. Canı yanmıştı, onu itip canının yanmasını sağladığı için Yu anında bir pişmanlık duygusunun esiri oldu.

 

Özür dileyecekti ama onun ölmesini sağlayacak kişi olduğu için bunun ironik olacağını düşünerek vazgeçti.

 

“Lütfen, beni ona götürürsen… Tekrar...” Cümlesini tamamlamadı. Yu onu kaldırıp götürmek için eğildiğinde Camaeron, Yu’nun sağ elini tuttu. Camaeron’u korkutmak için çıkardığı hançer hâlâ elindeydi.

 

“Bırak.”

 

“Beni ona götürme, yalvarırım sen öldür.”

 

Tanımadığı bir adama kendisini öldürmesi için yalvarıyordu. Yu kolundaki gücün kaybolduğunu hissetti, Camaeron hançerin sivri ucunu göğsüne değdirmişti.

 

Ancak hançerin ucunun ona değdiğini fark ettiğinde Yu kontrolü geri aldı ve kendini durdurdu.

 

“Sen de hayatta kalmak istiyorsun değil mi? Anlıyorum…” Camaeron’un sesi gittikçe alçalıyordu. “Birileri birilerinin üstüne basıyor, anlıyorum. Yine de bu acı son bulacaksa onun elinde son bulmasın. Onun tekrar bana dokunmasını istemiyorum.”

 

“S-Sana ne yapmasını?!”

 

Şaşkınlık, Yu’yu bir boşluğa sürüklediğinde Camaeron bu boşluktan faydalandı; Yu’nun elini iki eliyle kavradı ve tuttuğu hançeri göğsüne bastırdı.

 

Ani gelişen olaylar karşısında hiçbir şey yapamayan Yu yalnızca Camaeron’un acıyla sertleşen yüzüne baktı. Eli titriyordu. Camaeron’un elleri aşağıya düşünce kendisi de hançeri bıraktı.

 

“Senin adın ne?” dedi Camaeron. Tüm kuvvetini konuşmaya ve sol elini kaldırıp Yu’nun yüzüne tükürdüğü kanı silmeye harcıyordu.

 

“Yu.” Hâlâ şaşkındı, her şey kontrolü dışındaydı. “Yu Valarfin.”

 

“Yu Val..ar...fin…” Camaeron, son nefeslerini verirken Yu’nun ismini heceledi. “Senin yüzün babamınkinden daha güzel.”

 

Yu yutkunmayı bile başaramadı, sadece Camaeron’un gözlerine baktı.

 

Son sözünün babasıyla ilgili olmasını istemeyen Camaeron, tekrar Yu’nun adını söylemek istedi. “Yu… Val...”

 

Koyu mavi gözlerden hâlâ gözyaşı akarken Camaeron, dudaklarından dökülen ismi tamamlayamadan son nefesini verdi.

 

“Neden?” Kaçacak yeri olmadığını anladığında savaşmayı bırakmıştı. Yaşamak için yalvarmak yerine Yu’ya kendisini öldürmesi için yalvarmış, Yu’nun asla yapamayacağı şekilde ölümü kabullenmişti.

 

Ve giderken geride zihninde tek bir soruyla boğuşan Yu’yu bırakmıştı.

 

“Neden? Neden?” İşler nasıl bu kadar hızlı ilerleyebilirdi? Anlayamıyordu, hiçbir şeyi anlayamıyordu.

 

“Neden?” İki heceli kelime zihninde dönüp dururken Yurine’ye baktı. 

 

Kız tüm olanları ses çıkarmadan izlemişti ama sessizliği olanları normal buluşundan kaynaklı değildi. Aksine dehşete düşmüştü.

 

Yurine’nin kırmızı gözleri açılmış, göz bebekleri ufalmıştı. Yağmur tüm vücudunu ıslatırken Yu’nun kucağındaki Camaeron’un ölü vücuduna bakıyordu.

 

“Yurine…” duygusal bir destek alabilmek için Yurine’ye seslendi.

 

Yurine ona baktığında aldığı şey destek değil, suçluluk duygusunu güçlendiren öfkeli bir kızıllıktı.

 

“Bana bak insan!” Yurine’nin sesine karşı gelmesi mümkün değildi, emre itaat eden bir asker gibi nefesini tutarak gözlerine baktı. “Bunları annem için yaptım! ANLIYOR MUSUN? ANNEMİ GERİ GETİRMEN İÇİN!”

 

“Evet,” dedi Yu ama bunu içinden söylemişti, dili ile konuşacak hâlde değildi.

 

“Annemi geri almak için yaptım…” Yurine yumruğunu sıktı, Yu korkuyordu. “Annem için… Onun için…”

 

Anlıyordu, o da suçluluk hissediyordu.

 

Yurine’ye de kendini suçlu hissettirdiği için Yu’nun içindeki suçluluk daha da güçleniyordu.

 

Göğsündeki çukur kalan bir gram mutluluğu emerken tekrar Camaeron Don’a baktı, gözleri açık ölmüştü.

 

“Neden?” diye fısıldadı. “Nasıl her şey böyle hızlı gelişti, her şey nasıl bu şekilde bir oldu bittiye geldi?”

 

Soruların cevabını dağılmış zihni bulamadı. Keder sağlıklı düşünmesini engelliyordu.

 

Camaeron’un gözlerini kapadı, gitme vakti gelmişti.

 --------------------

26.11.2021 - 16:14






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr