Denizin kenarındaki barlara, hanlara ve geceleri hâlâ açık olan lokantalara girip Camaeron Don’u arıyorlardı.
Yu ve Yurine’nin yürüdüğü yolun solunda deniz, sağında binalar vardı. Burada yürümek ona ablalarıyla birlikte geceleri yürüyüşe çıktığı zamanları hatırlatıyordu.
“Bu tüm gece sürebilir.” Yurine yürürken denizi izliyordu. Demir atmış gemiler vardı ve uzaktaki bir tanesi limana yaklaşıyordu. “Aptal insan, kendini öldürtmeye ne çok heveslisin.”
“Bu bana kibar davrandığın hâlin mi?”
Girdikleri her mekândan elleri boş ayrılıyorlardı. Hiçbir şey bulamamaktan daha kötüsü Camaeron’u önceki mekânlardan birinde gözden kaçırmış olabilme ihtimalleriydi.
Açık olan bir başka barın önünde durdular, diğer barların aksine bu barın içinden gelen erkek seslerine karışmış kadın sesleri de vardı.
“Unutma, koyu mavi gözlü ve köse birini arıyoruz. Kadınların boğazlarına da bak.”
“Biliyorum.”
Liman Bölgesi barları, Gövde Mahallesi’nin ücra köşelerindeki barlar ile kıyaslandığında son derece masumdu.
Yine de içeriye çocukların girmesine müsaade edilmiyordu, bu yüzden Yurine’yi içeri sokmak uğraştırıcıydı.
“Çocukları buraya almıyoruz, aşağıda daha aile dostu mekanlar var.”
Bara girer girmez Yu’nun güvenlik olduğunu düşündüğü bir adam arkalarından seslenip onları durdurdu.
“Of,” Yu ve Yurine aynı anda iç çekerek adama baktı.
Kendilerini durduran adam emekli olduktan sonra sahil şeridine taşınmış yaşlı öğretmen tipine sahip biriydi. Havalar soğumaya başlamasına rağmen üzerinde kısa kollu vardı ve saçları, tıpkı gözleri gibi griydi.
“Sizi de anlıyorum ama gittiğimiz her yerde durdurulmak can sıkıcı olmaya başladı. O bir çocuk değil, yaklaşık yüz yaşında büyülü bir loli.” Yurine’nin omzundan tutup büyü yaparak sözlerini ikna edici kılması için teşvik etti.
“İyi de şimdi nasıl alayım ben içeriye?" Adam, Yurine’nin ışık ve rüzgar büyülerini gördükten sonra biraz ikna olmuşa benziyordu fakat gözlerinin önündeki kız hâlâ bir çocuk gibi göründüğü için tereddütlüydü.
“Beni dinle düşük yaşam formu, kaybedecek zamanımız yok. Sesini kes ve işine dön.”
“Kabalık yapmasana! Düzgünce derdimizi anlatmaya çalışıyorum, böyle yapmasan daha kolay olacak.”
Yurine’nin kaba sözlerinin ardından omzunu sarsarak onu uyardı. Diyalogları daha ikna edici olabilmek için önceden belirlemişlerdi ve onu omzundan sarsması gibi küçük bir detay bile senaryo dâhilindeydi.
“Bakın, birisinin peşindeyiz.” Yu, emekli öğretmen görünümlü adamın yanına yaklaşarak Camaeron Don’un minyatür portresini gösterdi. “Güzel görünüşünün aksine tehlikeli bir suçlu. Rolderhelm’den kaçmak üzere ve sabah olmadan önce onu bulmamız gerekiyor. Onun buralarda olabileceğinden şüpheleniyoruz.”
“Ah- Anladım,” adam resme iyice baktıktan sonra uyarıda bulundu. “Yine de o kız fazla dikkat çeker, içeride fazla oyalanmayın.”
“Peki.”
Yu ve Yurine barın içine girip aradıkları oğlanı bulmak için etrafı taramaya başladı.
Yurine’yi gören birkaç kişi onun görünüşünden ötürü burada olmasına şaşırıyordu ama Yu ve Yurine onları umursamayarak araştırmalarına odaklandılar.
“Merhaba,” uzun boylu esmer bir kadın çevresine bakıp Camaeron’u arayan Yu’nun arkasından yaklaşıp ona seslendi.
“Merhaba.”
Kadının siyah kaşlarıyla uyumsuzluk içinde olan açık mor saçları vardı, Yu’nun sevmediği bir tarzdı. Üzerinde garson kıyafeti olduğu için onun buranın çalışanı olduğunu anladı.
“Buraya çocukların girmesi yasak, onu dışarı-”
“Lütfen.” Yu bıkkın şekilde onun sözünü kesti ve elini yüzüne götürüp sitem etti. “Evet bunu biliyorum, çocukların girmesi yasak ama o bir çocuk değil, yüz yaşında büyülü bir loli. Kapıdaki adama söyledik” İnandırıcılığı arttırmak için bıkkınlık taklidi yapmak Yu’nun ilkokuldayken keşfetti bir yöntemdi. “Hadi ona büyülü yanlarını göster de işimize dönelim.”
Yurine de aynı sıkılmış ifade ile kadına birkaç ışık küresi gösterince kadın yüz yaşında olduğuna inandı.
Yurine’nin yüz yaşında olduğuna kolayca inanmaları Yu’ya o kadar saçma geliyordu ki inandıklarına inanamıyordu.
“Büyüye yabancı değiller ama büyüyü anlayamıyorlar da, kolayca inanmalarının sebebi bu olmalı.”
“Özür dilerim o zaman ama ben de kimin kaç yaşında olduğunu anlayamam ki. Bir elf geliyor iki yüz yaşında bir çocuk geliyor yüz yaşında, anlayamıyoruz yani.”
“Siz de haklısınız tabii.” Başını sallayarak kadına hak verdiğini belirtti, sonra da cebindeki minyatür resmi çıkararak ona gösterdi. “Peki bu kızı buralarda gördünüz mü? Saçlarını boyamış ya da kestirmiş olabilir. Koyu mavi gözleri ve pürüzsüz bir yüzü var.”
“Görmedim. Hem böyle biri geldiyse bile hatırlayamam, her gün bir sürü insanla muhatap oluyorum.”
“Anladım, teşekkürler.”
Kadının kendi işine dönmesinin ardından barda bir süre daha durup Camaeron’u aradılar ama burada da değildi ya da giremeyecekleri bir yerde saklanıyordu.
Dışarı çıkıp sıradaki mekâna doğru yürüdüler.
“Loli ne demek?” Kelime daha önce çalıştıkları diyaloglarda geçmediği için Yurine ne olduğunu bilmiyordu.
“Küçük kız demek ama sadece tatlı olanları.”
“Ne saçma sapan bir kelime, böyle aptalca şeyler söyleme aptal insan.”
“Hoşuna gitmeyen kısım neresi? Küçük kız mı, tatlı olan mı yoksa kelimenin söylenişi mi?”
“Kes sesini.”
“Böyle bir kısımdan bahsetmedim.”
Tüm aksiliğine rağmen onunla konuşabilmek hoşuna gidiyordu. Kurulan küçük diyaloglar yüreğinin hafiflemesi için önemliydi.
“Önümüzde çok fazla yer kalmadı ve onu hâlâ bulamadık. Belki geride kalmıştır belki de hiç buralara uğramamıştır.”
“Başka nasıl şehirden kaçacak ki? O piç bana oğlunun ne zaman kaçtığını söylemedi. Güneş battıktan sonra şehirden çıkışlar engelleniyor, kaçak yolları kullanmazsa tek yolu sabahı beklemek.”
Eğer muhafızlara rüşvet verip şehir surlarından çıktıysa onu bulmaları imkânsızdı. Limana gitmek yerine şehir kapılarına yakın bir yerde kapıların açılmasını bekliyorsa şu anda ona çok uzaktalardı.
İşleri şansa bağlanıyordu ve Yu bundan nefret ediyordu. Pepe Don’un ona verdiği bilgiler yetersizdi ve Camaeron Don’un kaçmak için nereyi kullanacağı muammaydı.
“Etraftaki ülkeler arasında yaşaması en kolay olanı hangisi?” Yu dinlenmek için denize bakan bir banka oturdu.
“Doğuda İlonya var. Orası dünya üzerinde Rolderhelm’e en çok benzeyen yer.” Yurine, Yu’nun sorusunu cevaplarken bankın diğer ucuna geçti.
“Daha uzakta nasıl ülkeler var? Ulaşılması biraz daha güç olan ama yaşaması da zor olmayan yerleri bilmek istiyorum.”
“Doğuya gittiğinde Brahatul İmparatorluğunun güneyindeki bir ada ülkesi olan Qrath var. Qrath, Rolderhelm’e uzakta ve zengin bir ülke. Güneyde, El Adası var. Ada birçok küçük devletten oluşuyor ve bu devletler sürekli savaş halinde ama oradaki Elhaven gelecek vaat eden bir ülke. Halkı, Rolderhelm’in çevresindeki çoğu ülkenin halkından daha zengin.”
Yurine’nin coğrafya bilgisi Yu’ya bazı fikirler veriyordu. İlonya, Qrath ve El Adasına gidecek gemileri bulursa Camaeron’u yakalamaya yaklaşabilirdi.
“Ama bu Camaeron, babasının iddia ettiği gibi kaçmak için deniz yolunu kullanacaksa geçerli ve eğer aktarmalı bir yolculuk yaparsa planım boşa çıkar.”
Şansa hiç bu kadar ihtiyacı olmamıştı. Geçen her saniye kendi hayatı için duyduğu endişe artıyordu.
“Kafamı sikeyim, nereden bulaştım ben bu işe?” Her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki Yu akışa kapılıp gitmek dışında bir şey yapamamıştı.
Bacaklarının stres yüzünden sürekli sallandığını fark edince ellerini dizlerine koyarak onları durdurdu ve ayağa kalktı.
“Şuradaki mekâna gidip saydığın ülkelere gidecek gemiler var mı öğrenelim.”
“Bir hanımefendiyi peşinden sürükleyip duruyorsun, biraz olsun utanman yok.”
Neko söylenerek peşi sıra Yu’yu takip etmeye başladı. Onun kaybolmasından korkan Yu üç adımda bir arkasını dönüp bakıyordu.
“Yanımda yürüsene.”
“İstediğim yerde yürürüm.”
Yurine’nin hızlanıp yanına gelme niyeti olmadığı için Yu yerinde durdu ve aynı hizaya geldiklerinde tekrar yürümeye başladı.
“Çok uğraştırıcı bir çocuksun.”
Baktıkları yer gemi dümeninden mavi bir tabelası olan, Sahil Hanı isimli küçük bir mekândı. Hanın girişinde tütün içen birkaç yaşlı adam vardı. Yaşlıların arasında esmer, orta yaşlı kılıçlı bir adam göze çarpıyordu.
Kirli siyah sakalları olan yüzünde birkaç yara vardı ve uzun siyah saçlarını arkadan topuz şeklinde bağlamıştı.
Beline astığı bir korsan palasını sol eliyle sıkıca kavramıştı. Hana doğru yaklaştığını gördüğü Yu ile göz göze geldiğinde Yu’nun içinde bir tedirginlik oluştu.
“İyi akşamlar,” dedi yaşlı adamlardan birisi. Piposunun dumanını Yu’nun yüzüne üflememek için başını çevirdi.
“İyi akşamlar.” Yu başıyla alandakileri selamladı.
“Oda için mi geldiniz?”
“Soru sormak istiyordum.” Adamlar içtikleri tütünü bıraktılar ve Yu’ya dikkat kesildiler. “İlonya, Qrath, El Adası. Buralara giden gemiler var mı?”
Adamların yüzünü dikkatlice inceledi, soruyu duyduktan sonra ilgisini kaybeden bir tanesi piposunu ağzına götürüp biraz daha çekti.
“Qrath ve El’e giden gemileri her zaman bulamazsın ama yarın sabah benim gemim İlonya’ya gidecek.”
“Sizler gemi kaptanı mısınız?”
“Eh, çoğumuz diyelim.”
Kaptanların daha genç ve karizmatik olacağını düşünürdü, yaşlı adamlar olacağını değil.
“İlonya’ya gidecek başka gemiler var mı peki?”
“Buralarda olup da İlonya’ya gidecek sadece ben varım. Ben yolcu taşıyorum tabi, aşağılardaki yük gemileri de o taraflara gidebilir.”
Aldığı cevapla birlikte aklında yeni bir soru belirdi. Eğer Camaeron Don buralardaysa kaçmak için bu adamın gemisine binecek olabilir miydi? Yoksa daha güvenli olduğunu düşünerek bir yük gemisine mi binmek isterdi?
Bilmek için en iyi yöntem bunu adama sormaktı. Camaeron’un minyatür portresini çıkarmak için elini cebine götürdü.
“Dede!”
Bir oğlana ait ince ses Yu’nun konuştuğu adamın arkasını dönüp açık olan han kapısından içeri bakmasını sağladı.
“Buraya gelsene! Geleceğini söylemiştin!”
“Geliyorum.” Adam arkasına bakmadan torununun yanına gitti.
“Hay sizin dede torun gibi… İnsan gitmeden önce içeride konuşalım falan der bari.”
Elini cebine atıp kolyeyi kavradığı için onu orada bırakıp elini tekrar çıkarmanın tuhaf olacağını düşündü. Burada kalan diğer kaptanlara sormak için Camaeron Don’un resmini çıkardı.
“Bu kızı arıyorum, babasının evinden kaçmış. Yarın sabah İlonya’ya kaçacağından şüpheleniyorduk, onu buralarda gördünüz mü?”
“Bunu mu?” Kaptanlardan biri yaklaştı ve yaşlı yeşil gözleriyle resme baktı. İnsan eliyle çizildiği için bir yüze ait tüm detayları mükemmel şekilde aktaramasa da ana hatları belliydi.
Yu adamın bakışından onun evet diyeceğini düşündü.
“Görmedik.” Diğerlerine nazaran daha genç olan esmer adam palasını tutmaya devam ederken gözlerini baktığı resimden Yu’ya çevirdi.
Sesi sertti. Yu’ya bakarken palasını tutan eli kasılmış ve elinin üstündeki damarlar kabarmıştı.
“Peki, siz gördünüz mü?” İri adamın siyah gözlerine baktığında Yu’nun aklında şüpheler belirmeye başladı, ardından diğerlerine tekrar sordu.
“Hayır.” Birkaç tanesi aynı olumsuz cevabı verirken birisi de kafasını hayır anlamında salladı.
“Bu piçin etkisinde kaldılar kesin, burada bir şeyler dönüyor.”
Heyecan, korku ve stres aynı anda kanına nüfuz ediyordu. O adamın Camaeron ile bir bağı olabilir miydi?
“İçeriye giden kaptan ile konuşsam iyi olacak.” Yaşlı kaptanların arasından geçerken Yurine’ye seslendi. “Dikkatli ol.” Tehlikenin yaklaştığını hissediyordu.
Yu içeri girerken adamlar sessizdi. Yu girdikten hemen sonra arkasından kirli sakallı adam da içeri girdi ve hanın içindeki merdivenlerden yukarıya çıktı.
“Aynı şeyi mi düşünüyorsun?”
“O adam düşük bir yaşam formu, tehlikeli.”
“Aynı olmasa da benzer şeyi düşünüyormuşuz. O adam tuhaf davranıyor.”
Üzerinde kurabiyelerin bulunduğu bir masada torununu kucağına almış yaşlı kaptanın karşısına çıktılar.
Adam onları gördüğünde başını eğdi ve mahcup bir tavırla özür diledi. “Üzgünüm, torunum çağırınca gitmem gerekti. Konuşmaya burada devam edebiliriz.”
Torunu olduğunu söylediği beş yaşlarındaki küçük çocuk dedesinin üstüne kırıntılarını dökerek kurabiye yiyordu.
“Adımı söylemedim, benim adım Lethi.” Yaşlı kaptan elini Yu’ya uzattı.
“Yu Valarfin, memnun oldum.” Lethi’nin elini sıktıktan sonra bir çıkış aramak için etrafına bakındı. “Bu hanın başka çıkışı var mı?”
“Neden sordunuz?”
“İşimiz acil, bilmem gerekiyor.”
Camaeron buradaysa, Yu ön kapıyı gözlerken başka bir yerden kaçması sinirden duvarı yumruklamasını sağlayacak düzeyde bir başarısızlık olurdu.
“Hayır, sadece ön kapı var.”
“Binanın arkası ve yanı diğer binalarla birleşik, kapıdan çıkacaklarsa buradan geçmeleri gerek ve camdan çıkacaklarsa…” Yurine’ye döndü. “Girişe gidip camdan kaçmaya çalışan var mı bak.”
“Bana ne-”
“Yurine.” Yurine’nin sözünü böldü, kellesi tehdit altındayken komplekslerle uğraşmayacaktı.
Yurine, Yu’nun ciddiyetle sertleşmiş yüzüne baktığında karşı çıkamadı, kapıya doğru ilerledi ve kapının önünde hâlâ konuşan yaşlı adamların arkasına geçip binanın pencerelerini gözetlemeye başladı.
“Camaeron Don, bu kızı tanıyor musun?”
---------------------
26.11.2021 - 16:12
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..