“Çok sürmeyecek, en fazla iki ya da iki buçuk saate döneceğim.”
“Sorun değil Bay Valarfin, Neko- yani Yurine’ye iyi bakacağım.”
“Teşekkür ederim, size güveniyorum.”
Yu, Lucie ile konuştuktan sonra Yurine’nin önünde diz çöktü.
“Özür dilerim, bugün ayrılmak istemiyorum desem de seni oraya götüremem.”
Yu bunu söylerken endişeli gözüküyordu ve Yurine istemese de onun samimiyetini görebiliyordu.
Ama bu, Yurine’nin kızgın olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
“Altı üstü aptal bir insansın, senin gibi birinin yalan söylemesine şaşırmadım.”
“Böyle söyleyip beni Bayan Leafera’ya kötü göstereceksin. Hem ben değer verdiğim insanlara karşı son derece dürüstüm.”
Bunu dedikten sonra ayağa kalktı ve Marino ile birlikte Otuzone Barı’na gitmek için kapıya döndü.
“Eğer bir şey olursa postanenin oraya koş, seni bulamazsam ben de oraya gideceğim, tamam mı?”
Yurine cevap vermedi ve Yu gitti.
---
“Bay Valarfin doğru söylüyormuş sanki, fazla sessizsin.” Lucie, Yurine’nin önüne bir dilim pasta koydu. Pasta tıpkı Yurine gibi beyazdı ve üzerinde kırmızı bir çilek vardı.
Yurine pastayı Lucie’nin kendisini sevdirmek için kullandığı bir araç olduğunu düşünüyordu, bu yüzden canı çekse de yemeyecekti.
“Akşam yemeğinde neredeyse hiçbir şey yemedin, kendini tatlıya saklıyorsun diye düşünmüştüm.”
Yurine karnının üstünde kollarını birleştirdi ve sessizce beklemeye başladı.
Yu onu Lucie’ye bıraktığından beri Lucie durmadan konuşuyordu ve Yurine’nin sabrı taşmak üzereydi.
Lucie’nin evinde Yurine’nin ilgisini çeken hiçbir şey yoktu. Ev büyüktü ve lüks bir şekilde döşenmişti ama tüm bu pahalı eşyalar bir çocuk için anlamsızdı. Yurine için burada var olan tek şey oturduğu sandalye ve önündeki masaydı.
“Şey,” Lucie, yere bakan Yurine’nin dikkatini çekmek için boğazını temizledi. “Demek, Bay Valarfin seni evlat edindi.”
Hiç kimsenin bu konu hakkında konuşmamasını isterdi. Yu’nun kızı olmak demek aklına düşünmek istemediği şeyleri getiriyordu.
“İçine kapanık bir çocuksun anlaşılan.”
Sessizliği bozmak ve bir sohbet başlatmak için çabalayan Lucie, Yurine’nin kendisini görmezden geldiği her saniye parmaklarını daha güçlü şekilde masaya vuruyordu.
“Peki, Bay Valarfin nereye gitti?”
Yu gitmeden önce Lucie’ye bir işi olduğunu söylemiş ama o işin ne olduğunu söylememişti.
“O sapık herhâlde kızlarla fingirdeşmeye gitmiştir.”
“F-Fingirdeşmeye mi?!”
Lucie’nin iki cümlesinden biri ‘Bay Valarfin’di ve onun Yu’ya olan ilgisi Yurine’yi rahatsız ediyordu.
Yu’yu biraz kötüleyip Lucie’yi ondan soğutabilecekse bunu yapacaktı.
“Yanlış anlamış olmayasın, sapık gibi kelimeler ona yakışmıyor gibi.”
“Benim gibi üstün bir varlığın bir şeyleri yanlış anlayacağını mı düşünüyorsun, elf? Bana soru sordun ve cevapladım.”
Lucie, Yurine’nin ‘şaka yapıyorum’ demesi için bekliyordu. Yurine bozuntuya vermedi ve Lucie’yi soğutmak için konuşmayı sürdürdü.
“Yürürken de kızlara falan bakıyor zaten, onda ne buldun ki?”
“O kadar da değildir!” Lucie ellerini masaya vurdu, Yurine’nin bardağı sallandı.
Yurine, masadaki meyve suyundan bir yudum içerken Lucie, sanki tüm planını bozmak istercesine Yurine’nin dediklerini normalleştirmeye çalışıyordu.
“Sonuçta o bir erkek, yani…” Kapının sertçe çalışıyla Lucie konuşmayı kesti ve ayağa kalktı. “Belki Bay Valarfin gelmiştir.”
Ayrılma zamanının geldiğini hisseden Yurine de Lucie’nin peşinden kapıya gitti.
Tekrar çalarken Lucie kapıyı açtı “Bay Valarfin, ne oldu?”
Yu’nun koşarak geldiği belliydi, yüzü kızarmıştı ve derin nefesler alıyordu. Başını kaldırıp Lucie’nin arkasındaki Yurine’ye baktı.
“Acele etmem gerekti, gerekiyor, gerekecek.”
“Neden?”
“Bir maceracılık işi gibi bir şey, daha sonra anlatırım.” Yurine’ye bakarak konuşmaya devam etti. “Yurine, gidelim.”
Onun emir kipi ile konuşması ve buna uymak hoşuna gitmese de böyle küçük bir şey için nefesini harcamak istemedi, Lucie’yi geçip Yu’nun yanına geldi.
“Size bir şeyler ikram ederim diyordum.” Lucie hayal kırıklığıyla koşmaya başlayan Yu ve Yurine’nin arkasından bakakaldı.
Koşar adım ilerleyen Yu, “Özür dilerim, yarın geleceğim!” diye bağırdı.
***
Tefecinin mekânından Yurine’yi almaya koşarak gelmişti. Lucie’nin evinden ayrıldıktan hemen sonra şans eseri son müşterisini bırakan bir faytona rastlamış, ona normalinden biraz daha yüksek bir ücret ödeyerek önce hana sonra da limana gelmişlerdi.
“Ne oldu?” diye sordu Yurine. Faytonda oldukları için söyledikleri faytoncu tarafından duyulmasın diye inene dek konuşmamışlardı.
Aslında, Yurine ikinci kez ne olduğunu soruyordu. Yu handa yanına lazım olabilecek eşyalarını alırken de sormuş, Yu vereceği cevabı düşünürken tekrar faytona bindikleri için Yurine cevabını alamamıştı.
“Maalesef kötü bir görev aldık.” Etrafına bakarken gece mekânlarının olabileceği muhtemel yerleri düşünüyordu. En son Rie ve Yurine ile tanışmadan önce limana gitmiş ve o zaman barların olduğu taraflara bakmamıştı.
“Detaylıca açıkla, aptal.”
“Marino’nun tefecisine gittik, eğer Marino’nun borcu için fazladan mühlet istiyorsak oğlunu öldürmem gerektiğini söyledi.” Öldürmek, kelimeyi telaffuz ederken elini belinde sakladığı hançere götürdü.
Hançeri satın almadan önce bir gün kullanması gerekeceğini biliyordu ama o günün bu kadar yakın olacağını düşünmemişti.
Şu anda bile hançeri kullanmaya gerek kalmaması için dua ediyordu.
“Kendi oğlunu mu?” Yurine, Yu’dan kelimelerini tekrar etmesini bekledi.
“Kendi oğlunu.”
Yurine gibi Yu da inanmakta zorlanmıştı. Pepe Don’un kötü biri olduğu belliydi ama kendi oğlunu öldürtecek kadar ileri gitmesini sağlayan şey ne olabilirdi?
Tefecinin verdiği kolyeyi çıkarıp Yurine’ye uzattı. Yurine kolyenin içini açıp minyatüre baktığında o da resimdeki kişiyi kız zannetti.
“Onun ismi Camaeron Don,” dedi Yu. İsmi de doğrudan erkek olduğunu belli etmiyordu.
“Bu bir kız.”
“Erkekmiş. Belki de namus meselesi tarzı bir şeydir, oğlunun farklı yönelimleri olmasını kendine yakıştıramıyor ve onu öldürerek namusunu temizleyeceğini düşünüyordur.”
Birinci Dünya’da aynı motivasyon ile işlenmiş cinayetler olduğu göz önünde bulundurulduğunda; Birinci Dünya’dan daha az gelişmiş İkinci Dünya’da namus cinayetlerinin daha sık rastlanması olasıydı.
“Eğer kötü bir şey yapmadıysa birini öldüremezsin!”
Daha önce yaptığı gibi yine Yu’nun önüne geçip yolunu kapadı. Yu onu geçmek için sağa ve sola hamleler yapsa da Yurine sürekli karşısına çıkarak ilerlemesini engelledi.
“Yurine, masum olduğunu nereden biliyorsun ki? Bir tefecinin çocuğu, kim bilir ne suçlar işlemiştir.”
“Sadece vicdanını rahatlatmak için böyle söylüyorsun!” Yurine gerçeği haykırarak Yu’yu yerine çiviledi.
Söylediği gibi Yu’nun yapmaya çalıştığı tek şey vicdanını rahatlatmaya çalışmak, suçlu hissetmemek için kendini kandırmayı denemekti.
Çünkü bazı insanlar böyleydi, gerçeklerle yüzleşmekten korkar ve gerçekle arasına duvarlar örerek sahte dünyalarının içinde mutlu olmaya çalışırlardı.
“Öyle,” diye cevapladı Yu. Yurine’nin sözünü de yaptığı işin kötü olduğunun farkında oluşunu da reddedemezdi. O da bunu yapmayı istemiyordu, birini öldürmenin kolay bir şey olmadığının farkındaydı.
Ama mevzu onun ne istediği ile alakalı değildi.
“Tefeci, Marino’yu esir aldı.”
Yurine ona Marino’nun nerede olduğunu sorunca cevaplayamamıştı. Şimdi söylüyordu.
“Henüz mevcut mühleti dolmamasına rağmen esir aldı ve eğer görevi başaramazsam onu öldüreceğini söyledi.”
Eğer Marino Swann ölürse karısı dul, çocukları öksüz kalacaktı fakat o ne Marino’nun ailesini ne de Marino’nun kendisini umursamıyordu. Marino’nun Yu’ya ifade ettiği tek şey paraydı. Marino’nun yerine geçebilecek bir başkası olsaydı onunla anlaşırdı.
“Eğer ölürse karısı ve çocukları açıkta kalacak ama dürüst olmam gerekirse bunu umursamıyorum.”
Söylediği şey yüzünden Yurine’ye kalpsiz biri gibi gözükecek olsa bile ona karşı dürüst olmak istedi.
“Düşündüğüm ilk şey sendin. Sana dediğim şekilde, senin amacına ulaşmak için de paraya ihtiyacımız var ve-”
“Bizim,” Yurine araya girdi. “Bizim amacımız.”
Yu, Yurine’nin dileğine yardım ediyormuş gibi gözüküyordu. Yurine’nin dileğinin gerçekleşmesini de istiyordu.
Ama hala bunun gerçekleşebileceğine inanmakta zorlanıyordu.
“Bizim amacımız.” Onun gönlünü almak için tekrar etti. “Her neyse, tabii gerekirse para bulmak için başka yollar düşünebiliriz. Beni bunu yapmaya sürükleyen asıl şey başka.”
İlk iki nedeni yok saydığında üçüncüsü, görevi kabul etmesi için tek başına yeterli motivasyonu sağlıyordu.
“Eğer tefeci Marino’yu öldürürse ki o piçin onu öldüreceğine eminim, Marino’yu kimin öldürdüğünü bildiğim için şehir muhafızlarına ötmemi önlemek amacıyla beni de öldürecektir.”
Yaşamak istiyordu, yaşamak için Keder’i öldürmüştü ve yaşama motivasyonu ona masum birini öldürmesi gereken bir görevi kabul ettirmişti.
“İki ucu boklu değnek dedikleri şey bu olsa gerek. Marino ölürse ötmemem için öldürüleceğim, oğlunu öldürürsem de oğlunu öldürdüğümü söyleyip beni tutuklatabilir. Onu öldürmem gerekse bile bunu dikkatli yapmalıyım.”
Yu görevi nasıl gerçekleştireceğini planlamaya başladığında Yurine yolundan çekilmiş ve onun yanı sıra yürümeye başlamıştı.
Yurine annesinin yaşamasını istiyor, bunun için zamanı geri sararak ölümünü engellemeyi amaçlıyordu.
Yaşanan olayları bilen tek kişi olan Yu’ya isteğini yerine getirmek için ihtiyacı vardı.
Yurine fısıldadı. “Neden senin gibi bir pislikle olmak zorundaydı ki?”
Yu onun sessizce söylediği kelimelerini duydu. Yine de bir şey demedi, reddedemiyordu. Bir pislik olduğunun farkındaydı.
“Onu öldürmeyi planlamıyorum, işler yolunda giderse yakalayıp babasına vereceğim.”
Onu bağlamak için bir ipi yoktu ama yine bir gün kullanmak umuduyla aldığı kamçıyı kullanarak onu bağlamayı planlıyordu. Kamçı da çantasında duruyordu.
Kamçıyı kullanmayı bilmiyor ve kullanmayı denerken kendini yaralamaktan korkuyordu ama mecbur kalırsa tıpkı hançeri gibi onu da kullanmaktan çekinmeyecekti.
Savunma ve saldırıda etkili olması için yanında bulundurduğu son şey büyü taşlarıydı. Rie kullanırken görmüştü ve Rolderhelm’deyken satın alabileceğini öğrenince onları almak için zaman kaybetmemişti.
Fakat pahalı oldukları için sadece birkaç tane büyü taşı alabilmişti.
“Sanki o, onu öldürmeyecek.”
Oğlunun infaz emrini vermişti, elbette eline geçtiğinde onu öldürmekten çekinmezdi.
Belki normal babalar merhamet edebilirdi ama Pepe Don normal değildi.
“Zamanı geri almayı başarırsak hiç yaşanmamış sayılacak.”
Neye inanacağını bilmiyor, inanmak istediği şeyler ona hayalmiş gibi geliyor yine de hayal etmeyi bırakamıyordu.
“Onu nerede bulacaksın?”
Yu ve Yurine liman bölgesinde yürüyordu. Yürüdükleri yer Yu’nun ilk gecesinde yürüdüğü ve yerin çökmesiyle aşağıya düştüğü sokağın yanıydı.
Yurine’ye o günü hatırlatmamak için oraya girmemişti.
“Bir düşünelim,” sol eliyle dirseğini tutarken sağ elini çenesine götürdü. Ciddi bir konu hakkında düşünürken daima yaptığı hareketti. “Geceleri limana gemiler geliyordur herhalde ama gemilerin sabah kalktıklarını varsayacağım. Sabah olur olmaz gitmek isteyeceği için limana olabildiğince yakın olmak isteyecektir.
Yu hala insanların yaşadığı evlerin bulunduğu bir sokaktaydı, burası liman bölgesinin içinde olsa da limanın dibinde değildi. Biraz daha ilerlemeli ve limanın yakınlarına varmalıydı.
“Kadınların fazla bulunduğu bir yerde olabilir demek istiyorum ama orta çağ gibi bir yerdeyiz, kadınlar için bir bar ya da gece takılmalık herhangi bir yer olduğunu zannetmiyorum.”
Erkekleri eğlendirmek için çalışan kadınlar olabilirdi ama Rolderhelm’de bile kadınların gece hayatına sahip olduğunu söyleyemiyordu.
“Onunla aynı mekâna girdin diyelim, onu nasıl tanıyacaksın ki?” Yurine bir başka probleme parmak bastı. “Saçını boyamış olabilir, belki de kestirip erkek gibi görünmeye başlamıştır.”
Dış görünüşünü değiştirmesinin yanında elle çizildiği için sadece minyatür portreye bakarak tanımak da zordu.
“Eğer kadın kılığında takılıyorsa onu tanımak için bir yöntem var ama biraz da şansa bağlı.”
“Neymiş o yöntem?”
“Adem elması. Ses tellerinin bulunduğu alan, bak burada.” Yu işaret parmağıyla Yurine’ye boğazındaki hafif çıkıntıyı gösterdi.
Adem elması genelde erkeklerde görülen ve içerisinde ses tellerinin bulunduğu bir çıkıntıydı.
“Genellikle erkeklerde görülür ama ara sıra kadınlarda da görüldüğü olur ve bazı erkeklerde de belirgin olmaz. Minyatürde tamamen bir kız gibi çizilmiş ama hâlâ bir erkek ve adem elması da belirginse onu tanıyabileceğimizi düşünüyorum.”
Lisedeyken öğretmeninin sorduğu bir bilmecede bu konu işleniyordu. Bilmecede bir suçlu yalnızca kadınların bulunduğu bir bara kaçıp kadın kılığına giriyor, peşinden bara giren polisler adem elmasına bakarak onu yakalıyordu.
“Başka kadınlarda da varsa nasıl tanıyacaksın?”
“Lens teknolojisi gelişmediyse gözleri koyu mavi olacak. Babası da köseydi, eğer anne tarafından sakallı bir adamın geni aktarılmadıysa yüzü de tamamen pürüzsüz olacaktır. Saçlarının rengini değiştirse de bu iki özellik ve adem elması birleştiğinde onu tanımak için bir şansımız olur. Saçlarını kesip erkek gibi görünmeyi denerse de koyu mavi gözler ve pürüzsüz yüz hâlâ orada durmaya devam edecek.”
Bir anda takma sakal bulabileceğine inanmıyordu, eğer bunun için bir büyü yoksa göz rengini de değiştiremezdi ve böyle bir büyü gücüne sahip olsaydı daha önce kaçmış olurdu.
Tanınmamak için başına kapşon geçirirse de sadece daha fazla dikkat çekerdi.
Yani insanların bulunduğu bir yerde araya karışmayı denerse Yu bir şekilde onu tanıyabileceğine inanıyordu.
Ama kendini sabah olana dek bir odaya kilitler ya da bir sokak köşesinde saklanırsa onu bulmak imkânsız olacaktı.
“işim biraz da şansa bağlı, her zamanki gibi.”
---------------------
26.11.2021 - 16:11
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..