Kahvaltılarını yaparken bir yandan da olayı duyar duymaz yanlarında biten Lucia tarafından sorgulanıyorlardı.
Anlamak için uzun süre düşünmeye gerek yoktu, Lucia işletmesine şehir muhafızlarının gelip buradaki misafirleri yaka paça karakola götürmesinden memnun değildi.
Ve bunun sebebi çok yüksek ihtimalle Yu ve Yurine’nin huzurunun kaçmasından endişe duyması değil, hanında suçluların yaşadığı söylentileri yayılsın istemediği içindi.
Eğer böyle söylentiler yayılırsa hem Lucia’nın adı lekelenebilir hem diğer işletmelerinin itibarı zarar görür hem de para kaybederdi.
Yine de Yu ve Yurine’ye karşı tamamen öfkeli gözükmüyordu. Aksine, meseleyi Yu’nun beklediğinden çok daha sakin karşılamıştı.
“Özellikle söz konusu bir çocuk olduğunda bunun hafif bir suç olduğunu söyleyemeyeceğim.”
“Lütfen benimle sanki Yurine’yi zorla alıkoymuşum gibi konuşmayın. Yurine benim yanımda kendi isteği ile duruyor, benim onu alıkoyacak gücüm yok. Hatta beni alıkoyan kişi Yurine bile diyebiliriz. Biri tutuklanacaksa o olmalı.”
“Ben mi tutuklanıyorum? Ne demek ben tutuklanıyorum? Senin ağzından neler çıkıyor!”
“Beni seninle gelmeye zorlamıştın, yanlış hatırlamıyorsam…”
“Zorlamadım, sana bir seçim sundum ve sorumluluk almanı istedim.”
“İkinci seçenek ölmekse bu zorlamak anlamına geliyor ama her neyse, birlikte olduğumuz için mutluyum.”
“Hmph, öyle olmalısın.”
Yurine gururlu bir ifade ile çatalını önündeki peynire tıpkı bir düşmanın göğsüne saplar gibi sapladı. Bu sahne hem Yu’yu hem Lucia’yı gülümsetmişti.
“Her neyse…” dedi yeniden. “Eğer bir suç varsa bu da Sharley’nin asılsız ihbarı. Hatta çocuk kaçırmaya teşebbüs etti, bu da bir suç.”
“Umarım iyi bir ceza alır demek istiyorum, mekânımı işin içine katması hiç iyi olmadı ama para cezası dışında bir şey alacağını zannetmiyorum. Sonuçta o önemli birinin yeğeni.”
“Akraba kayırma burada da mı var? Şaşırtıcı, hayal kırıklığı...” O da Lucia gibi çenesini bıkkınlıkla eline dayadı. “En azından onunla bir daha karşılaşmamak isterim.”
Onu gören herhangi birinin anlayabileceği kadarıyla Sharley sağlıklı değildi ve Yurine’nin de söylediği gibi kafayı sıyırmıştı. Her şekilde o belalı bir tipti ve Yu’nun Yurine’yi zorla tuttuğuna kendini inandırmış durumdaydı.
En kötü ihtimalle Sharley, Yu’yu öldürmeyi ve Yurine’yi kaçırmayı deneyebilir ve bu esnada tamamen doğru olduğuna inandığı şeyi yaptığını düşünürdü.
“Mahkemeye gidip kendiniz için koruma kararı çıkarılmasını talep edebilirsiniz,” diye bir öneride bulundu Lucia.
“Böyle bir şey yapabiliyor muyduk?”
“Evet, daha önce kendim için aldırmıştım.”
İşin doğrusu böyle bir şey yapabilse bile Yu yapmazdı. İllegal bir işle doğrudan ilişkiliydi ve yanlışlıkla kendi suçunu ortaya çıkarmak istemiyordu.
“En azından ben mahkemeye başvuracağım. Mekânıma bir delinin saldırı yapmasını ve misafirlerimin güvenliğinin tehlikeye girmesini istemiyorum.”
“Bizi mekândan atmak yerine mekânı korumaya alıyorsun, müşteri memnuniyeti yüzde yüz olan kibar bir elfsin.”
“Bu da Yurine’ye bir ders olur umarım. Bir daha belalı tiplere bulaşıp Bay Valarfin’i zor durumda bırakma.”
“O iğrenç yaşam formuna bulaşan ben değildim, o yüzsüz piç bize sülük gibi yapıştı ve onu istemediğimi söylememe rağmen gitmedi. Bu iş bitince kıçına tekmeyi basacağım.”
“Zamanı geri almayı mı kastediyor?”
Büyük ihtimalle annesini kurtardıktan sonra Sharley’yi tamamen uzaklaştırmayı kastetmişti
“Hmm…” Yu düşünürken sol elini çenesine götürdü. “Belki de Sharley sonradan delirmemiştir, hep böyledir. Belki de bu yüzden Rie, Sigma Kulesindeyken onu kurtarmak için çaba göstermemiştir, ondan hoşlanmadığı için. İşlerin arka planını merak ettim.”
Sharley’nin önceden de takıntılı bir yönü olabilirdi ve bu yön vücudunun yanışından sonra ön plana çıkmış olmalıydı.
“Unutmadan, sizin için gelen bir mektup var.” Lucia cebinden bir mektup çıkarttı, mektubun üzerinde bir kuğu amblemi yer alıyordu. “Swann Postacılıktan birisi bu sabah erkenden getirip size bırakmış.”
Yu mektubu açıp okudu, arenada oynanacak maça Marino tarafından davet ediliyordu ve mektupta bir bilet vardı.
“Şimdi aklıma geliyor da swann da İngilizce bir kelime.”
Daha önce neden fark etmediğini bilmiyordu, gözünün önündeki çok bariz bir detayı kaçırmıştı.
“O ne?” diye sordu Yurine.
“Bay Swann bizi öğlen oynanacak karşılaşmaya davet ediyor. O da orada olacakmış, arenada buluşacağız.”
Yu mektubu katlayıp iç cebine koydu.
“Zaten gitmeyi planlamıyor muyduk?”
“Evet.”
Mektupların dağıtılacağı ilk maçı izlemeyi istiyordu. Ayrıca bu arena oyununu göreceği ilk sefer olacaktı.
“Ama ondan önce loncaya gidip Sivina ile görüşmeliyiz. Kızılşapel’e gelemeyeceğimizi bilmesi gerek.”
“Loncaya gidiyorsanız benimle gelebilirsiniz, ben de şimdi oraya gideceğim.”
“Güzel olur.”
***
Maceracılar loncası bugün, diğer günlere nazaran daha sakindi.
Yu buraya geldiği iki seferde de burası için kalabalık diyemezdi ama bugün ilk iki seferinden de daha az insanla karşılaşmışlardı.
“Günaydın, Bay Valarfin.”
Tezgâhın arkasındaki Lucie onu fark eder etmez hızlı adımlarla yanına geldi. Yüzüne ufak, tatlı bir gülümseme yerleşmişti.
“Günaydın.”
Lucie topuklarını birbirine yaslamış şekilde iki yana sallanıyordu. Ablasını, Yu’nun yanında gördüğü diğer seferlere kıyasla kıskanmış görünmüyordu.
“Bana günaydın yok mu?” dedi Lucia, kardeşinin koluna girerken. “Ya da Yurine’ye?”
“Size de günaydın.”
“Aldığım en içten olmayan günaydındı.”
Yurine rahatsızlığını dile getirirken Yu etrafına bakınmaya başladı, gözüyle Sivina’yı arıyordu. Onu loncanın en uç köşesindeki masada kahvaltı ederken gördü.
Arkadaşları burada olmadığı için tek başınaydı. Yu onun bu haline üzüldü, onu arkadaşlarından ayırdığı için kendini suçlu hissediyordu.
Lucie onu selamlamak için yanına gelmesine rağmen konuşacak gibi görünmüyordu, Lucia da diyecek bir şeye sahip değildi. Yu, Yurine’yi omzundan iterek Sivina’nın masasına gitti.
“Afiyet olsun.”
“Teşekkürler.”
Yu masaya oturdu. Yurine de onu takip etti, Lucia ve Lucie de yanlarına geldi.
“İyisiniz, hoşsunuz da ne gerek vardı şimdi buna?”
Başka bir vakitte Lucia ve Lucie’nin yanında olmasından rahatsız olmazdı ama iş konuşacağı zaman yanında başkalarının olmasını istemiyordu.
“Bugün için bir planınız var mı?” diye sordu Sivina.
“Hazır zamanımız varken katilin ilk cinayetini araştıralım diyordum, ondan sonra da Yurine ile bir yere davet edildik, oraya gideceğiz.”
“Hmm? Nereye gideceksiniz?” Lucie, Yu’ya sokuldu. Yu onun çiçeksi kokusunu alabiliyordu.
“Arena oyununu izlemeye.”
“Bay Valarfin! Kumar mı oynuyorsunuz?”
Lucie, kolunu sıkıca kavradığında Yu iç çekti. İlgi görmenin hoşuna gittiğini reddetmiyordu ama darlanmak da bu ilginin dozunu kaçırıyordu.
“Kumar oynamıyorum,” dedi Yu. Mektup işi bir çeşit kumar olarak görülebilse de yalan söylediğini düşünmüyordu. “Bir anda nereden çıktı ki bu? Anlayamadım. Sadece iş ortağım bizi oyunu izlemeye davet etti, o kadar.”
“Kumar yok?”
“Yok.”
Lucie yüzünü nefesini hissedecek kadar Yu’nun yüzüne yaklaştırdı ve gözlerinin içine baktı. Bunu yaparken yanakları kızarmıştı.
“Sadece kalbin kırılacak.”
Lucie’nin hislerini anlayabiliyordu, Yu da kız olsaydı o da kendisinden hoşlanırdı. Tabii bu, işin sonunda Yu’nun onunla birlikte olamayacağı ve kalbini kıracağı gerçeğini değiştirmiyordu.
“Aptal.”
Yu, Lucie için üzülse de bir sapık olduğu için nefesini hissedecek kadar yakın olmaktan rahatsız değildi, bu yüzden Lucie ona yaklaştığında sabit kaldı ve Yu’nun sabit kaldığı süre anormal şekilde uzadığında Yurine onu saçından tutup geri çekti.
“Öhm…”
Sivina sıkılmıştı. Kahvaltısının son lokmalarını da bitirdikten sonra boğazını temizleyerek Yu’nun dikkatini üzerine çekti.
“Katilin ilk cinayeti hakkında konuşacaktım. Dün buradayken tüm vaktim boştu ve sıkılıp olayı araştırmaya karar verdim.”
“Bu işleri hızlandırır, ne buldun?”
“Öldürülen adam, Thomas Chember’in arkadaşıymış. Gerçi yaş farkları hesaba katıldığında arkadaş kelimesini kullanmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama öyle bir şeymiş işte ve onun o olaya karıştığına dair bir iz yok. Sadece Mathilda’nın dediği gibi Berry ailesinin aleyhinde şahitlik yapmış.”
Yu yine sol elini çenesine götürdü. Diğer elinin parmaklarıyla da masaya vuruyordu.
“Hiçbir iz olmadığına emin misin?”
“Evet, eminim.”
“Anladım, teşekkürler.”
Sivina susup beklemeye başladı. Cinayet hakkında konuşulacak başka bir şey olmadığı için Yu da susmuştu.
Parmaklarını masaya vuruyor, konuşma başlatmak için bir işaret bekliyordu.
“Ah… Evet, buraya gelme sebebimizi unutacaktım.” Yu mahcup olmuş bir yüzle Sivina’ya baktı. “Dün başımız bir tık derde girmiş olabilir.”
“Ne gibi bir… Dert?”
“Karakolluk olduk da…”
“NE?”
Lucie, ellerini masaya vurarak ayağa sıçradı. Sonra da iki eliyle Yu’yu tuttu.
“Bay Valarfin! Siz ne-”
İnsanların kendisine baktığını fark ettiğinde cümlesini henüz bitirmemişti, uzun kulakları ucuna kadar kızardı ve ablasının onu çekmesiyle yerine oturdu.
Yu daha derin bir şekilde iç çekti ve insanlar gözlerini üzerinden çekene dek bekledi.
“Evet… Ah… İşte böyle, karakolluk olduk.”
“Umarım önemli bir şey değildir.” Sivina, sandalyesini biraz daha masanın içine çekti ve Yu’ya yaklaştı.
“Bir hasmımız tarafından hakkımızda sahte bir ihbar verildi. Benim, Yurine’yi alıkoyduğumu düşünmüş. Muhafızlar geldiğinde ve beni götürmeyi denediğinde de benim biricik kahramanım da beni korumak için onlara karşı sert bir tutum sergiledi.”
“Bu konuşma hoşuma gitmedi.” Yurine, kollarını göğsünde birleştirip yüzünü ekşitti.
Yu onun nahoş yüz ifadesini küçük bir tebessümle karşılayıp konuşmaya devam etti.
“Tabii ki de Yurine’yi alıkoymadım, suçsuzluğum ortada olduğu için serbest bırakıldık ama muhafızlara karşı sergilenen sert tutum sebebiyle mahkemelik olduk. Mahkeme kararı belirlenene dek şehirden çıkmamız yasak.”
Şehre giriş ve çıkışlar şehir muhafızı ve memurlar tarafından sıkı bir şekilde denetleniyordu ve tavize yer yoktu. Herhangi birinin şehre gizlice girmesi de kaçması da zahmetli ve tehlikeli bir işti.
Belki mahkemeden cüzi bir para cezası ile kurtulabilirlerdi ama şehirden gizlice çıkmaya çalışırken yakalanırlarsa başları çok daha büyük bir derde girerdi. Bu yüzden kanunlara uyacak ve şehirden kaçmayı denemeyeceklerdi.
“Yarın geri dönecektik, işi hızlı hallettiğim için bugün bile dönebileceğimizi düşünmüştüm. Yani dönemeyecek miyiz?”
“Yurine ve ben dönemeyeceğiz ama senin dönmeni istiyorum. Orada yapılması gereken bazı şeyler var.”
Anlatacağı plan daha önce de bahsettiği gibi Sivina’nın yem yapılmasıydı ve Lucie ile Lucia’nın karşısında arkadaşını gözünü kırpmadan yem yapan biri olarak gözükmek istemiyordu.
“Ama belki beni öyle görürlerse, yani… Lucie öyle görürse… Bana karşı olan hisleri değişir mi?”
Bu fikre bir şans vermek amacıyla, insanların gözündeki itibarının sarsılmasından duyacağı acıyı kalbine gömerek anlatmaya başladı.
“İki ev tutmanızı istiyorum. Evler birbirini görebilecek şekilde olmalı, mümkünse karşı karşıya dursunlar. Tutulan evler operasyon üssümüz olacak. Yurine ve ben gelene kadar dördünüz beraber kalırsınız. Evin her yerini sıkıca kilitlediğinizden emin olun ve her zaman biriniz nöbette olsun, nöbetleri sakın aksatmayın.”
“Katili o evlere çekmeye mi çalışacağız?”
“Evet ve bu bizim kontrolümüz çerçevesinde gerçekleşmeli, hazırlıksız yakalanmamalıyız.”
Katil gelirse ve üçünü de sırayla avlarsa işleri planlarının ötesine uzar ve Maron’un verdiği görevi yapmak zorlaşırdı.
“Biz gelince de yarımız bir evde, diğer yarımız diğer evde olur. İki taraf da sürekli birbirinin kapısını gözetleyecek.”
Böylece katil birinin evine girerse diğerleri bunu fark edip derhal olaya müdahale edebilecekti.
“Tabii ön kapıdan gireceğini varsayıyoruz, bunu söylesem iyi olacak.”
Basit bir hata yüzünden ölmek istemezdi. Parmağıyla Sivina’ya yaklaşmasını işaret etti. Sivina uzanıp yüzünü Yu’ya yaklaştırdığında Yu da aynı şekilde ona yaklaştı. Bu pozisyonda öpüşeceklermiş gibi görünüyordu ama Yu dudaklarına değil, kulağına giderek fısıldadı.
“Evlerde giriş ve çıkış yapılabilecek üç yer bırakın, biri kapı olsun diğeri gözetleyeceğiniz pencere ve katilin girebileceği zayıf bir nokta, bir tuzak.”
Bunu fısıldayarak söylemekte fayda vardı, bir şekilde katilin kulağına gitme riskini göze almayacaktı.
İkisi de geri çekilip sandalyelerine geri oturdu, Yu çenesini biraz daha ovalayıp devam etti.
“Senin için de güzel bir reklam çalışması yapmak gerekiyor. Bugün öğleden önce birkaç ressam arayalım, Kızılşapel duvarlarına senin resimlerini çizip üzerine havalı sözler yazsınlar. Katil ile mücadelede bir sembol haline gelmeni istiyorum, böylece onu daha fazla kışkırtabiliriz.”
“B-Bir dakika,” Lucia sağ elinin işaret parmağını Yu’ya uzatarak araya girdi. “Sivina’yı yem olarak mı kullanıyorsunuz?”
“H-Hayır?”
“Ne demek hayır?” Lucie, Yu’yu omzundan tutup sarstı. Bugün sürekli onunla fiziksel temas kuruyordu. “Basbayağı arkadaşınızı yem yapıyorsunuz.”
“Evet! Benim kötü bir insan olduğumu düşün ve benden soğu… Bunu söylemek canımı çok yaktı lan. Birinin benden soğuması da mümkün mü acaba? Bilemiyorum… İşte, hoşlanmamaya çalış, ben bad boyum bak.”
Bir insanı kendisinden soğutmayı denemek canını hiç düşünmediği kadar çok sıkmıştı. Daha önce bir gün böyle bir şey yapacağını hayal edemezdi.
“Büyütmeye gerek yok.” Lucia, kardeşinin omzunu tuttu. “Maceracılar için bunlar normaldir.”
“Katılıyorum, bununla bir sorunum yok.” Sivina, Yu’nun bencil planını kabullenmişti.
“Evet, benim amacıma hizmet etmek erişebileceği en yüksek onur.” Yurine de sandalyenin üzerine çıkıp eliyle göğsüne vurdu.
Lucie dudağını ısırdı. Yu bunu kendisini baştan çıkarmak için mi yapıyordu emin değildi ama bu esnada inanılmaz derecede seksi gözüküyordu.
“Sanırım ben fazla tepki verdim, haklısınız. Hem, Bay Valarfin’in elbette bir bildiği vardır, boş yere arkadaşını feda edecek biri olmadığını biliyorum. Hatta Sivina’nın güvenliği için önlem bile almıştır.”
“Gözünde ne ara böyle birine dönüştüm lan!?”
Lucie’nin masum gülümsemesi, Yu’nun kalbinde derin bir yara açıyordu.
“Yanlışlıkla evlenmesek bari…”
“Neyse, konumuza dönelim. Bunun işe yarayacağından neredeyse eminim. Bence katil bunun bir tuzak olduğunu bilecek ve buna rağmen üzerimize gelecek. Bunu nereden biliyorsun diye soracak olursan da, hissediyorum diyelim.”
Sadece histen ibaret değildi aslında, geçmiş yaşantısındaki gerçek dünyada ve sanal ortamda karşılaştığı insanlar sayesinde çıkardığı ve kelimelerle anlatamadığı bir analizin sonucuydu. Bazı insanlar rakiplerini, rakiplerinin oyunlarında yenmeyi severdi.
“Lylphia’ya bunların faturasını Büyücülük Akademisine göndermesini söylediğimi söyle, bizim paramız bunlara yetmeyebilir ama yetse de yine Maron ödesin, bize ne.”
“Tamam.”
“Son olarak, Lylphia’ya Maron Martin ile iletişime geçmesini söyler misin? Belki onun sayesinde şehirden çıkma yasağını kaldırırlar.”
“Böyle bir şey yapılabilir mi?”
“Emin değilim ama,” Lucia konuşmalarını böldü. “O koskoca Büyücülük Akademisinin müdür yardımcısı, eğer kefil olursa bir şeyler olabilir.”
“Ben de öyle düşünmüştüm.”
Belki onun için çalıştıklarından bahseden bir mektup, yasağı kaldırmaya yeterli olurdu.
“Öyleyse ben bugün gidebilir miyim?” Sivina, arkadaşlarına kavuşacak olmanın heyecanını gizlemeye çalışarak sordu. “Yalnız başına kalmanın ne kadar sıkıcı olduğunu unutmuşum.”
“Evet, gidebilirsin.”
“Yaşasın.” Rahat bir nefes alıp gülümsedi. Onun arkadaşlarına bu kadar bağlı olmasını Yu tatlı buluyordu.
“Öyleyse sen şimdi bizle gel, duvarlara resim çizecek ressamları arayalım. Sizin bildiğiniz birileri var mı?”
“Ben sanata ilgiliyimdir!” Lucie hemen atıldı. “Sizi birileriyle tanıştırabilirim.”
“İyi olur, yolu göster öyleyse.”
-------------------------
15.01.2022 - 15:07
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..