Cilt 3 - Bölüm 9: Yanan Köyün Ardından (1/2)

avatar
458 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 9: Yanan Köyün Ardından (1/2)


“Canım çok yanıyor.”

 

“Canım... Yanıyor, çok yanıyor...”

 

Yu çığlık çığlığa yattığı yerden fırladı. Uyanır uyanmaz aklına gelen ilk şey omzuna saplanmış kılıçtı, acısı zihnindeki canlılığını koruyordu.

 

Ama artık orada ne bir kılıç vardı ne de vücudunda acıyı hissediyordu. Omzunu hareket ettirmekte zorlanıyordu ama Yu’nun zihnine kazınan cehennem, ruhunu yakmaya devam etse de fiziksel dünyada ona acı çektirmiyordu.

 

“Yu! Canın mı yanıyor?!”

 

Çocuğun gözleri dolmuştu, hiç vakit kaybetmeden Yu’nun sargı bezleriyle sarılmış omzuna şifa büyüsü uygulamaya başladı.

 

“Yok, iyiyim.”

 

Yaşananlar korkutucuydu. Yu gruplarına yeni katılan Kigaro’nun klanının çocuklarını bulmak için köye geldiklerini ve orada omzuna bir kılıç saplandığını hatırlıyordu ama o andan sonra Yu’nun hatırladığı tek şey acıydı. Zaten bilincini daha fazla açık tutamamış, acı yüzünden bayılmıştı.

 

“Yurine... Sen, iyisin...”

 

Yurine yaralı değildi, Yu’nun gözüne son derece sağlıklı gözüküyordu ama bu, Yu’nun başarılı olduğu anlamına da gelmiyordu.

 

Nereden bakılırsa bakılsın yaşanan tam anlamıyla başarısızlıktı. İş birilerini korumaya geldiğinde Yu değil herhangi bir kimseyi korumayı, kendini bile koruyacak kuvveti olmadığının farkındaydı ama hâlâ tehlikenin içindeki kızına yardımcı olamamak utanç verici, gurur kırıcı bir başarısızlıktı.

 

Yaşanan olaylar yüzünden kendini suçlarken Yurine bir anda Yu’nun üstüne atladı ve onu boğacakmış gibi sarılırken salya sümük ağlayarak yanağına öpücükler kondurmaya başladı.

 

“Yu! Özür dilerim! Söz veriyorum bir daha sen ne dersen o olacak! Yu! Söz veriyorum, yeter ki beni terk etme! Yu! Yu!”

 

Hıçkırarak ağlıyor ve Yu nefes almak için çırpınıyordu. Yurine ardı ardına sözler verirken Yu’nun gözlerinin de dolmasına sebep oldu.

 

“Sen böyle ağlarsan...”

 

Yu dramatik şeylere gelemiyordu. Kendini beğenmiş ve kimi zaman acımasız olabilirdi ama son zamanlarda duygusal yanı açığa çıkmıştı. En azından değer verdiği birinin ağladığını görünce gözlerinin dolmasını engelleyemedi.

 

Büyücülük Akademisinde de Yurine kendisinden söz istediği zaman gözyaşlarını tutamayarak ağlamıştı. Bu utandırıcıydı ama İkinci Dünya’ya geldiğinden beri öncekinden daha farklı birisi olduğundan başkalarının karşısında ağlayabilir olmuştu.

 

En azından Yurine’nin karşısında.

 

“Ben böyle şeylere dayanamıyorum ama...”

 

Yurine’nin sakinleşmesini beklerken ona sarıldı ve saçlarını okşamaya başladı. Bir ebeveyn olarak şu anda yapması gereken hareketin bu olduğunu düşünüyordu çünkü Yu küçükken ağladığı zamanlarda ablaları da ona böyle yapardı.

 

“Yu, sen aptalın tekisin.”

 

“Neden bir anda bunu duyuyorum?”

 

Dal ve yapraklardan yapılmış bir çadırın içerisindeydiler. Üzerlerini kaplayan çatının üstüne düşen yağmur damlalarının sesini duyabiliyordu.

 

Ama Yu’nun merak ettiği şey neden şu anda burada olduğu değil, o bayıldıktan sonra neler yaşandığıydı.

 

Yurine ona cevap verip merakını sonlandırmadan sarılmaya devam etti. Sarılmak sorun değildi ve Yu’nun da hoşuna gidiyordu ama bayıldıktan sonra neler yaşandığını da öğrenmeliydi.

 

Şeytanların saldırdığı bir köyün içindeydiler ve Yu neler yaşandığı hakkında en ufak şey dahi bilmiyordu. Yaralandıktan sonra Yurine ne yapmıştı? O gerçekten iyi miydi?

 

“Yurine? Cidden mi?”

 

Yurine ağlamayı ve burnunu çekmeyi bırakınca artık üstünden kalkacağını düşünmüştü ama o hâlâ sarılmaya devam ediyordu.

 

Yu kalkması için onu biraz sarstı ama Yurine uyuyakalmıştı.

 

“Üstümü sümüğe buladıktan sonra mı uyuyakaldın?”

 

Sümük iğrençti ama diğer babalar da arada sırada böyle şeylere maruz kalıyor olmalıydı. En azından Yu sümüğe bulanan tek babanın kendisi olmadığını düşünmek istiyordu.

 

Yine de Yurine böyle duygusal bir durumdayken onu kaldırmaya gönlü el vermiyordu. Zaten kendini pek dinlenmiş hissetmiyordu ve omzu artık acımasa da hâlâ ağrıyordu. Yurine’nin başı göğsündeyken araksına yaslandı ve onun uyanmasını beklemeye başladı.

 

***

 

Bekleyiş sıkıcı olsa da ne uyumayı başarabilmişti ne de Yurine’yi rahatsız ederek uykusunu bölmek istiyordu. Bu yüzden iki saat boyunca aynı pozisyonda öylece kalmıştı. Beklerken arada sırada omzunu hafifçe oynatmayı deneyerek yarasını yokluyordu.

 

Orada kesinlikle bir ağrı vardı ve omzunu hareket ettirmesi sahiden de zordu. Hatta sadece omzunu değil, sol elinin parmaklarından boynuna kadar olan kısmı hareket ettirmesi de güçtü, denedikçe kasılıyordu ve kalbinde tuhaf bir ağırlık hissediyordu.

 

Bu ağırlık duygusal bir şey değildi, kalbi gerçekten hissedebileceği kadar ağırlaşmıştı ama eski hızında atmaya devam ediyordu.

 

“Neden bir işe niyetlendiğim sırada ortaya hesapta olmayan bir aksaklık çıkıyor? Lanet olası Murphy Kanunları çok güçlü.”

 

Yu nasıl dövüşüleceğini öğrenmek istiyordu ve bunun için Andromedia’ya vardığında Sivina’dan kendisine kılıç kullanmayı öğretmesini isteyecekti. Hatta istemekten öte, işvereni olduğundan bunu buyuracaktı ve o da öğretecekti.

 

Şövalyelerin ve diğer savaşçıların çocukluklarından beri kılıç eğitim aldığını biliyordu ve Yu bu yaşında almaya başladığı herhangi bir eğitim ile İkinci Dünya’daki savaşçıların ortalamasını bile yakalayamazdı.

 

Bunun farkındaydı ve zaten istediği şey de dünyanın en iyisi olmak değildi. Onun istediği diğerlerine ayak bağı olup, onların yardımına muhtaç kalmayacak kadar kuvvet elde etmekti.

 

Birkaç sefer Sivina, Ana ile antrenman yaparken onları izlemişti. Sivina’nın stili sağda solda gördüğü diğer kılıç kullanan insanların stiline kıyasla Yu’ya daha uygun gözüküyordu çünkü fiziksel kuvvetten çok hıza ve çevikliğe önem veriyordu.

 

Hem kendi dünyasındaki hem de bu dünyadaki normal insan standartları düşünüldüğünde Yu güçsüz sayılmazdı, hatta biraz eğitim alarak sıradan insanlardan daha güçlü olabileceğine kesin gözüyle bakıyordu ama yürüdüğü yolda karşısına çıkacak insanlar sıradan kimseler olmayacaktı.

 

Potansiyel ve yeteneğin ötesinde bir kavram olan mana olmadan doğuştan gelen mükemmel yeteneğe sahip savaşçılar bile zor durumda kalırdı. Savaşçılar vücutlarını mana yardımı ile güçlendiriyorlardı ve bu sayede Yu ile onların fiziksel kuvveti arasında inanılmaz yüksek bir fark ortaya çıkıyordu.

 

Bu konuda gördüğü ilk örnek Rie’ydi. Sigma Kulesi’ne girdikleri sırada Rie tek sıçrayışta Yu’nun parmağının ucuyla dahi değemeyeceği bir yüksekliğe ulaşmıştı.

 

Durum böyleyken diğer savaşçıların yanında Yu hiçbir şeydi, zekâsı dışında tamamen sıfırdı. Fiziksel kuvvetin ön planda olduğu stillere yönelirse kolayca ezilirdi, bu yüzden Sivina’nın stili ilgisini çekiyordu.

 

Tabii ki de Sivina’nın stilinin basit olduğunu iddia etmiyordu. Sivina bile bu stilin gerektirdiği hız ve çevikliği sağlamak için mana kullanıyor, bunun dışında yetenek de gerekiyordu. Yine de tüm karşı olasılıklara rağmen bu stil Yu için en uygunu olabilirdi.

 

“Eğer bu şey bir anda çıkagelmeseydi...”

 

Yu’nun dövüşmeyi öğrenme planlarına sol omzundaki aksaklık zarar verebilirdi. Sivina kılıcı sadece sağ ile kullanıyordu ama aynı zamanda Ana’ya kılıçsız bir şekilde, çift elli kılıç ve mızrak kullanarak da dövüşmenin yollarını öğretiyordu. Yu’nun kulak misafiri olduğuna göre hepsi Sivina’nın stilinin bir parçasıydı.

 

“Vasat denebilecek bir seviyeye ulaşsam bile harika olur. En azından Shango ve Fyano gibileri yenebilmeli, bu dünyanın ordularındaki ortalama bir askere denk olabilmeliyim.”

 

Böyle yaparsa en azından sürekli bir başkasının korumasına muhtaç kalmak zorunda olmayacaktı. Kızını daha fazla endişelendirmemek istiyordu ve gururunu da daha fazla yara almaktan kurtarabilirdi.

 

“Tabii şak diye olacak bir şey değil bu, muhtemelen bu dünyada aldığım eğitimin meyvelerini ancak zamanı geri aldıktan sonra yiyebilirim... O zaman...” Ölmeden önce kılıç ile ne yapabilirdi? “Keder ve Neşe’yi ben öldürürüm, hatta Kızılşapel Katilini de. Sonuçta benim etkim olmasa bile Sivina’nın grubu oraya gidecek ve ben yokken belki de daha fazla kayıp verecekler. Bu dünyada onları kullanmam karşılığında yeni dünyada onlara da bir hayat sunmalıyım ve sonra... Ben...”

 

Hâlâ akmak için bekleyen gözyaşları olduğunu düşünmemişti.

 

Üstünde Yurine varken ve ona sarılıyorken hissettiği sıcaklık o kadar güzeldi ki bunu terk etmek zorunda olduğu için kahroluyordu.

 

“Büyü kristalleri ile de bir şeyler yapabilirim.”

 

Büyü kristalleri oldukça değerliydi ve satıldığı zaman yüksek miktarda kazanç elde edebilirdi ama Yu o kristalleri satmak için istememişti. Onları tıpkı Rie gibi dövüşmesi gerektiğinde kullanmak için istiyordu.

 

“Bastona yaptırdığım düzenek çok basit, daha iyisini yapmam gerekiyor. Kristali bir kurşun gibi fırlatmanın yolunu bulmalıyım.”

 

Yu’nun bastonu tamamen kol gücü ile çalışıyordu. Yu büyü taşını tutan kilidi aşağıya çektiğine taş serbest kalıyor ve baston savrulunca da dışarı çıkıyordu. Tekrar kullanmak istediğinde bastona yeni bir büyü taşı koymalıydı.

 

Büyü taşını kol gücü olmadan, herhangi bir nesneyi savurmaya gerek duymadan fırlatmanın bir yolunu bulmak istiyordu. Aklına ilk gelen şey arbaletti ama o her an yanında taşımak için fazla büyüktü ve yüklemesi de uzun sürüyordu.

 

Bir suikastçı oyunundaki bileğe gizlenen, minik bir arbalet denebilecek silahı yapmayı düşünmüştü ama yay kısa olduğundan menzili de kısa olurdu ve oyundaki kadar kullanışlı olacağını da zannetmiyordu.

 

“Belki büyü taşını ateşleyici olarak kullanarak bir tüfek yapmayı deneyebilirim... Neyse bunları düşünmek için daha erken. O değil de... Bizim vagona ne oldu lan? İçinde altınlar vardı!”

 

Aklına altınlar geldiğinde yattığı yerde durmakta zorlandı, hareket etti ve istemeden de olsa Yurine’nin uyanmasını sağladı.

 

“G-Günaydın.”

 

“Yu!”

 

Yurine yine Yu’nun boynuna sıkıca sarıldı. Sarılmak hâlâ Yu’nun hoşuna gidiyordu ama altınları da aklından çıkaramıyordu. Yine de böyle duygusal bir anı altınların bahsini açarak bozamazdı.

 

“Yu!”

 

Yurine tekrar ağlıyor ve Yu’yu küçük bir kızdan beklenmeyecek kadar kuvvetli bir şekilde sıkıyordu. Ne olduysa onu çok endişelendirmiş olmalıydı ki Yurine onu bırakmak istemiyordu. Yurine yanağını onun yanağına sürterken Yu da onu sırtını sıvazlayarak sakinleştirmeyi denedi.

 

“Aptal Yu! Bir daha dediğini yapacağım, söz veriyorum! Yanımda kalmaya devam et!”

 

“Yanındayım, bir yere gitmiyorum.”

 

Onu bu kadar erken terk edip, yüz üstü bırakmasının imkânı yoktu. Onun güldüğü bir dünya yaratana dek yanında kalacaktı.

 

Yurine uzun bir süre Yu’ya sarılı kaldıktan sonra gözyaşlarını kıyafetinin koluna silerek geri çekildi. İkide bir burnunu çekiyor ve ağlamaktan kızaran gözleriyle Yu’yu inceliyordu.

 

“Yu, iyisin değil mi?”

 

“Seni bu kadar endişelendirmişken kötüyüm demem mümkün değil ama omzumu ve sol kolumun kalanını hareket ettirmekte biraz zorlanıyorum.”

 

“Yoksa canın mı yanıyor?!”

 

Yurine bir cevap beklemeden Yu’nun sol omzuna şifa büyüsü uygulamaya başladı. Zaten acı hissetmiyordu ama büyünün etkisiyle kolunu daha rahat hareket ettirebilmeye başladı.

 

“Canım yanmıyor.”

 

“Doğru mu söylüyorsun?”

 

“Canım yanmıyor, hareket ettirmekte biraz zorlanıyordum ama hepsi bu.”

 

“Yu, sen hiç merak etme! Ben seni tamamen iyileştireceğim!”

 

“Teşekkürler.”

 

Omzu sargı bezleriyle sarılmıştı. Yarasına bakmak için bezi çözmeye başladı ama henüz yarısını çözmüştü ki şoka uğradı; omzu kabuklaşmış siyah deriden ve o sert yapının içinde belli olan mor renkli şişkin damarlardan ibaretti.

 

İğrenç!”

 

Yu omzundaki şeyi aklına gelen ilk şekilde isimlendirdi, ona lanet diyecekti. Lanet dirseğinin altına ve sırtına kadar uzanıyordu. Omzu en sert yerken lanet yayıldıkça yumuşamıştı.

 

Bezleri tamamen çıkardığında göğsüne de aynı iğrenç lanetin bulaştığını gördü. Siyah lanetin içinden çıkan mor damarlar göğsünün sağ tarafına doğru ilerlemişti. Sırtını göremiyordu ama sırtında da çok fazla ilerlemiş olmalıydı ve boynuna dokununca da lanetin sertliğini ve şişmiş damarları hissetti.

 

“Yüzümde de mi var?!” Yu çığlık atarak yüzüne dokunuyordu.

 

Yakışıklı yüzünün böyle lekelerle kaplandığını hayal etmesi bile onu dehşete düşürmeye yetiyordu. Elini yüzünde gezdirdi ama herhangi bir değişiklik olup olmadığını fark edemiyordu.

 

“Hayır, yüzünde yok.”

 

En azından yüzünün zarar görmemesi iyiydi. Havalar ısınana kadar birkaç ay boyunca kolunu ve boynunu kıyafetin altında saklayabilirdi ama yüzünü saklaması mümkün değildi.

 

“Özür dilerim, benim yüzümden böyle oldu.”

 

Yurine pişmanlıkla başını eğdi. Yu onun vicdan azabı çektiğini görüyor ve zayıflığı yüzünden onun acı çektiğini görmek kendi canını da yakıyordu. Daha fazla üzülmesini istemediğinden konuyu değiştirmeye karar verdi.

 

“Sorun yok. Şu anda hayatta olduğumuza göre işlerin iyi gittiğini düşünebilir miyim? Ben bayıldıktan sonra neler oldu?”

 

“Tüm şeytanları öldürdüm.”

-------------------------

06.02.2022 - 02:34






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr