Cilt 3 - Bölüm 17: Başak Katedrali

avatar
409 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 17: Başak Katedrali


Yine bekleyişle geçecek olan bir günün sabahıydı.

 

Yu Valarfin, İlonya’da yapacak işleri olduğunu söylemiş ve önden gidip yeni Başak Kardinali olacak Neko’nun gelişini haber vermelerini isteyerek onları Andromedia’ya göndermişti.

 

Dördü ayrılmadan önce planlarını anlatan Yu, onların varışından birkaç hafta sonra Andromedia’ya geleceklerini söylemişti ama bugün işlerin planlandığı gibi gitmediğini çok iyi bir şekilde biliyordu.

 

Onlar buraya varmış ve kendilerine verilen görevi yaparak kötü ve iyi haberleri iletmişti ama üzerinden haftalar, hatta aylar geçtikten sonra bile Valarfinler hâlâ gelmemişti.

 

Sivina da Ana da onlar için endişeliydi. Şehirde Neko’yu bekleyen insanlara onun kısa süre içerisinde burada olacağını söylediklerinden Neko’yu bekleyenlerin de endişelenmesini sağlamışlardı.

 

Sivina düşünmeden edemiyordu; ya onların başına kötü bir iş geldiyse? O zaman ne yaparlardı? Bunları düşünmek istemiyor ama yine de soruları bir türlü aklından çıkaramıyordu.

 

“O ikisi ölmek için fazla güzeller.”

 

Hayatında ilk kez bu deyimi kullanıyordu ama hissettikleri tam olarak böyleydi. Özellikle Yu’nun yakışıklı yüzünün bir daha görülemeyecek olması adeta haksızlıktı.

 

“Dua etmekten nefret ediyorum.”

 

Ellerinden gelen tek şey onların iyi olması için dua etmekti ama Sivina işleri tanrılara emanet etmeye alışmış biri değildi.

 

İkisi aylardır Valarfinleri bekliyor ve her gün orman yolundan çıkıp geldiklerini görebilmek için kapının önünde oturuyorlardı.

 

“Dinlenmeniz için size çay hazırladım.”

 

Bu katedralde dört kişi çalışıyordu. Yaşlı bir kâhya, orta yaşlı bir hizmetçi ve onun yanında iki genç hizmetçi. Hizmetçilerden birisi yanlarına gelmişti. Her sabah bunu yapıyordu.

 

“Teşekkürler.”

 

Ana ile gün doğumundan beri katedralin arka bahçesinde kılıç talimi yapıyorlardı. Beklerken antrenman yapmak ve kitap okumak dışında zaman geçirebilecek başka işleri yoktu. Tabii arada bir iki aksiyon yaşamışlardı ama bunlar bir şövalye için normal olan küçük şeylerdi.

 

Sivina bir şövalyeydi ve Yu, Ana’ya da şövalyelik teklif etmişti ama Ana buna layık olmadığını söyleyerek hizmetçi olmayı seçmişti. Yu da fazla tartışmadan bu isteği kabul etmişti.

 

Ana hizmetçi olarak buradaki işlere yardımcı olmaya çalışsa da katedralin hizmetçileri ikisinin misafir olduğunu söyleyerek Ana’nın işlere elini sürmesine izin vermiyordu.

 

“Yeteneklerin gelişiyor, Ana. Yakında beni kıskandıracaksın.”

 

Çaylarını içip biraz dinlenmek adına katedralin içine girerken Sivina, öğrencisinin gelişimi hakkındaki düşüncelerini dile getirmeye başladı.

 

“Rolderhelm’de olduğundan tamamen farklı bir seviyedesin. Yakında kılıcı basit rakiplere karşı kullanabileceğini düşünüyorum.”

 

Aslında bundan daha iyiydi ama Ana’nın kılıç kullanması hakkında kendisine huzursuzluk veren fikirleri vardı. Kılıç demek yakın dövüş demekti ve bunu büyüden daha tehlikeli görüyor ve Ana’nın yara almasından endişe duyuyordu.

 

Daha önce böyle deneyimleri olmuştu ve onun güzel vücudunda bir yara izi olmasını istemiyordu.

 

“Dokuz ayda ‘basit’ seviyesine ulaşabildiğim için mutluyum.”

 

Basit seviyesinin üstünde olsa da Sivina ona bunu söylemeyecek ve yalnızca basit rakiplere karşı mücadele etmesine izin verecekti.

 

Sivina yorumlarına devam ederken katedralin içinde ilerlediler ve kütüphaneye girmek üzereyken az önce kendilerine çay getiren hizmetçinin sesini işittiler.

 

“Bayan Ecues! Onlar geliyor!”

 

***

 

Andromeda Kilisesi’nde geçirdikleri kısa sürenin ardından yapacakları bir işleri kalmamış ve oradan ayrılarak şehrin pek göz önünde bulunmayan bir köşesine doğru harekete geçmişlerdi.

 

Gittikleri bu yer geceleri Yu’nun tek başına gitmeye çekineceği ücra bir noktaydı. Şehirde biraz turlayan bir yabancı herhangi bir katedralin kilisesi ile karşılaşabilirdi ama Yu ve Yurine’nin gittiği yeri bilen biri tarif etmeden bulması mümkün değildi.

 

Rie tarafından tekrardan kurulan mezhep hem yeni hem de küçük olduğu için ona Andromedia’da küçük bir yer verilmişti. Onlar da Başak Katedrali’ne ayrılmış bu küçük ve önemsiz yere doğru ilerliyorlardı.

 

“Orası güzel bir yer, Yu. Etrafı ağaçlarla çevrili ve oyun oynayabilmek için bahçesi de var.”

 

“Oyun oynamak... Ben bunu nasıl düşünemedim? Çocukların oyun oynaması gerekiyor, değil mi? Ben neden seni oyun oynarken görmüyorum?”

 

“N-Ne diyorsun! Ben oyunlarla vakit harcayacak biri değilim. Hem daha önce kızmabiraderi oynamıştık, kartopu da oynadık.”

 

“Seksek ya da saklambaç gibi şeylerden bahsediyorum ama bunları oynamak için arkadaşlara ihtiyacın var değil mi? Özür dilerim, şimdiye dek arkadaş elde etmen için çabalamadım.”

 

O hiçbir arkadaşı olmayan yalnız bir çocuktu. Yurine’nin durumu Yu’ya kendisini anımsatırken içindeki şefkat kabardı.

 

“Sadece sen yeterlisin,” diye fısıldadı Yurine.

 

Araçları ara sokaklardan geçerek ilerledi ve binalardan çok ağaçların bulunduğu bir yola girdiler. Ara sokaklarda karı temizlemekle uğraşan kimse olmadığından hareket etmesi zordu ve hızları düşüyordu ama toprak yola çıktıklarında yolun bozuk olması sebebiyle hızları iyice düşmüştü.

 

“Başak Katedrali için verdikleri yere bak, resmen hakaret gibi.”

 

Hareket ettikleri esnada araçları sürekli sallanıyor ve Yu’nun midesini bulandırıyordu.

 

“Sence o ikisi bizim geldiğimizi duyduklarında kapıda beklemeye başlamışlar mıdır?”

 

Mahkûmları yanlarında Andromeda Kilisesi’ne götürmek gereksiz olduğundan Dimen ve Tobias’ı esirlerle beraber Başak Katedrali’ne yollamışlardı.

 

Sivina ve Ana’nın on yedi mahkûmla birlikte yanlarına gelen pembe kafalı bir insan ve bir aslan adamı gördüklerinde verdiği tepkiyi merak ediyordu.

 

Ama en çok merak ettiği, sonunda onların geldiğini öğrendiklerinde verdikleri tepkiydi. Yu’nun aklında kapının önünde volta atarak bekleyen heyecanlı ve güzel iki kız canlanıyordu.

 

“Öyle yapmalılar. Benim gibi yüce ve değerli bir varlık geliyor, beni en iyi şekilde karşılamalı ve ihtiyaçlarımı giderip el üstünde tutmak için en iyi şekilde çabalamaları gerekli. Bunun aksi saygısızlıktır ve ben bunu kabul edemem.”

 

“Küçük hanım çok kibirli.”

 

“Yu, bugün yanağımdan ne istiyorsun sen? Üf!”

 

Yu kibirli kılıç perisinin yanağını tutup kendine doğru çekerken Kigaro onları izliyordu.

 

Yurine yine Yu’nun yanında, şoför bölmesinde yolculuk etmek istemişti. Araçları ara sokaklardan çıkıp daha geniş bir yola girince de Kigaro bindiği hayvanı yanlarına sürmüş ve üç kişi yan yana hareket etmeye başlamıştı.

 

“Senin daha mütevazı olman gerekmez mi? Kendini beğenmiş komutanlar insanların sevgi ve saygısını toplamakta zorluk çekebilir.”

 

“Ben kibirli ya da kendini beğenmiş değilim, sadece salt gerçekleri söylüyorum. Söylediğim her şey gerçek! Benim kim olduğumu düşünüyorsun? Asaletimi herhangi birisi ilk bakışta anlayabilir.”

 

“Ah, baba ve kız kendini beğenmişliğin ete kemiğe bürünmüş hâli.”

 

“Sessiz olmanı buyuruyorum!”

 

Kigaro uzun süredir içinde tuttuğu bir şeyi söylemiş gibiydi. Daha önce onun böyle eleştiriler yaptığına tanık olmayan Yu için şimdi bunları duymak şaşırtıcıydı.

 

“Acaba bunları hadsizlik olarak mı, yoksa yakınlık olarak mı algılamalıyım?”

 

Etrafta birkaç ev ve dükkân bulunsa da genel olarak orman denilebilecek bölgeydi ve herhangi bir insan yalnız başına burada yürümekten tedirgin olurdu.

 

“Şehir duvarlarının içinde böyle bir orman görmeyi beklemiyordum. Şehir dışarıdan gözüktüğünden çok daha büyük...”

 

“Yu, geldik!”

 

Karşılarında bir kule gözüktüğünde Yurine yerinde sıçradı ve ani hareketi karşısında aklı çıkan Yu düşmemesi için onu tutmak zorunda kaldı.

 

“Hadi, Yu! Daha hızlı sür!”

 

“Daha hızlı gidersek vagon devrilir.”

 

Yağan kar izlerin büyük kısmını örtse de hâlâ yerdeki tekerlek izleri belli belirsiz fark ediliyordu, böylece kendilerinden önce yolladıkları Tobias ve Dimen’in geldiği anlaşılıyordu. Kendi vagonları da onların bıraktığı tekerlek izlerinin üzerinden geçerken Yu’nun aracı sürekli sağa ve sola eğilip duruyordu.

 

“Yu! Yu! Hahaha! Bizi bekliyorlar!”

 

Katedralin bahçesinde bekleyenleri görünce Yurine neşelenmiş ve gülmeye başlamıştı. Neşesini paylaşmak için Yu’ya sarılıp onu öpmeyi de ihmal etmedi.

 

Katedralin bahçesinde bekleyen römorkun üzerinde mahkûmlar vardı. İki metrelik yarı aslan Dimen römorkun önünde dururken onları fark etmiş ve arkasını dönerek birilerine seslenmişti.

 

Dimen’in arkasından önce Tobias çıktı, iki saniye sonraysa Yu’nun gözlerine ziyafet sunmaya hazırlanan iki güzel kız ikisinin de önüne geçti ve ellerini sallamaya başladı.

 

“Sahiden de kapının önünde beklemişler.”

 

“Olması gerektiği gibi!”

 

Mesafe hâlâ uzaktı ve kalın kıyafetlerin içindeydiler ama yine de ellerini kaldırıp kendilerine doğru seslerini duyurmaya çalışan kızları yeşil ve gümüş saçlarından tanıması mümkündü.

 

“Normal olarak gelişim onları heyecanlandırdı, dünyanın en yakışıklı adamını uzun süredir görmüyorlardı. Bir süre yüzüme bakıp ziyafet çekeceklerdir.”

 

“Ha!”

 

Yurine cezalandırmak için Yu’nun kulağını tutup aşağıya çekerken onun bu kıskanç hâli Yu’nun gülmesine sebep oldu.

 

“Kahpe dölü Cecilus olmasa bugün daha mutlu olurdum da...”

 

Gerilen sinirlerini sakinleştirmek için yine Yurine ile uğraşmaya karar verdi.

 

“Babacığını kimselere yar etmek istemiyorsun galiba.”

 

“Senin yine burnun kalktı!”

 

Vagonları katedrale henüz yeni girmişti ki Sivina ve Ana onların yolunu kesti.

 

“Hoş geldiniz!” diye bağıran iki güzel kız aynı anda onları selamladı.

 

İkisi de kıkırdamalarına engel olamıyordu ve yüzlerinde Yu’nun gördüğüne memnun olduğu bir neşe vardı. Gözleri parlarken Yu’nun göğsünü ısıtıyorlardı.

 

“Sevilmek ve özlenmek...”

 

Aracı daha fazla ilerletmeden durdurdu ve aşağıya indi. Sonra da Yurine’yi kucağına alarak aşağıya indirdi.

 

“Bay Valarfin, hatırladığımdan daha yakışıklısınız!”

 

Aylar süren ayrılığın ardından sadakatle beklenmiş olduğunu görmek tatmin ediciydi ve onları yanına aldığı için mutlu olmuştu ama bu kadar sıcak bir karşılamayı da beklemiyordu.

 

Sivina, Yu’nun boynuna sarılmış ve yanağına bir öpücük kondurmuştu.

 

Yurine ve Ana ağzı açık bir şekilde onları ilerken Yu sol elini yanağına götürdü ve Sivina’nın öptüğü yere koydu.

 

“Sen de hatırladığımdan daha sıcaksın.”

 

Sivina’nın gümüş saçları arkadan bağlığı olduğu için Yu bir değişim fark etmiyordu ama Ana’nın saçları uzamıştı. Eskiden omuzlarına kadar gelen düz yeşil saçları artık hafifçe sırtına iniyordu.

 

“Öyle mi diyorsunuz?” diyerek gülümsedi Sivina. Gözlerini kısmış ve başını yana eğmişti. Yu’yu öpen pembe dudaklarını eliyle kapatırken güldü.

 

“S-Se-Sen... SEN! SEN NE YAPTIĞINI ZANNEDİYORSUN?”

 

Yurine, Yu’yu bacağından tutup kendine çekerken Sivina da Ana tarafından yakalanmıştı. Yurine’nin aksine Ana’nın ağzından Sivina için hiçbir kelime çıkmıyordu ama kızdığı belliydi. Yu’ya baktı.

 

“Bay Valarfin... Karşılaşır karşılaşmaz hemen böyle şeyler yapmanız...”

 

“Muhteşem olarak doğmak dışında bir şey yaptığımı zannetmiyorum.”

 

Yu’nun verdiği kibirli cevabın ardından Yurine iki eliyle Yu’nun etini burdu.

 

“SENİ SAPIK!”

 

“Hiçbir şey yapmadım bile. Hem burada suçlu olan açıkça Sivina, neden ben azarlanıyorum?”

 

Yu’nun canı yanıyordu, ilk başta karizmasını çizdirmemek için belli etmese de Yurine etini burmaya biraz daha devam edince eliyle onu ayırmak zorunda kaldı.

 

“Bu kadar abartmayın hanımım, sizi de öperim.”

 

“Nya! Ne yapıyorsun! S-Sen de sapıksın!”

 

Sivina, Yurine’yi kucağına alıp onu öpmeye başladı.

 

“Buna ben de katılabilirim.”

 

Ana da onlara katıldığında Yurine yanaklarını onların dudaklarından korumaya çalışmaya başladı ama denemeleri başarısızdı. Bu esnada Yu ağzı açık bir şekilde onları izliyordu.

 

“Ben biraz kıskandım.”

 

Rolderhelm’de olsa böyle bir manzarayı tatlı bulmak yerine Yurine’yi kaybetme korkusu yüzünden aklı çıkardı ama şimdi işler çok daha farklıydı.

 

“Yu! Kurtarsana beni!”

 

“Üzgünüm ama gözlerimin önündeki manzara çok hoş, bir süre daha izlemek istiyorum.”

 

Yu, Yurine’yi kızların merhametine bıraktı ve kollarını birleştirip onları izlemeye başladı. Verdiği karardan hiç de pişman değildi.

 

“Hanımımın tatlı suratından bu kadar uzak kaldıktan sonra kendini biraz sevdirip özlem gidermemize izin vermeli. Bay Valarfin de bizim yerimizde olsa aynısını düşünürdü.”

 

İkili, Yurine’yi serbest bıraktığında Yurine hemen Yu’nun arkasına koştu ve öpücüklerle süslenmiş yanaklarını silmeye başladı.

 

“Yu, sana beni kurtarmanı söylemiştim.”

 

“Üzgünüm, arada sırada emirlere itaatsizlik edebiliyorum.”

 

Yu, Yurine’yi Sivina ve Ana’nın elinden kurtarmamasına rağmen Yurine yine de onun yanında durup elini tutuyordu. Yanakları kızarmıştı ama bu çok fazla öpüldüğü için mi yoksa utandığı için mi belli değildi.

 

Bu esnada Sivina ve Ana kenara çekildi ve arkalarında çok uzun bir süredir Neko’nun gelişini beklemiş olan başkaları belirdi.

 

Bastonuna dayanmış yaşlı bir kâhya, orta yaşlarda bir kadın ve iki genç kız, Başak Katedrali’nin maiyeti olarak onları selamlıyordu.

 

“Yaşlı kâhya klişesi, hiç şaşmaz.”

 

Yaşlı kâhya başını eğdi.

 

“Küçük hanım, hoş geldiniz.”

 

“Hoş buldum, Bart.”

 

Yurine’nin gözleri başkalarını arıyor gibiydi. Etrafta başkaları var mı diye baktı ama Yu’nun gördüğünden fazlasını göremedi.

 

“Bu kadar mısınız?” diye sordu Yurine.

 

“Eskiden daha fazla kişi mi vardı? Dört kişi burayı çekip çevirmek için yeterli gözüküyor.”

 

Burası ismen katedral olsa da Yu’nun bildiği katedraller kadar büyük değildi. Dört hizmetçi Başak Katedrali’nin işlerini halletmek için yeterli gözüküyordu.

 

En azından Rie'nin yerinde olsaydı burası için işe alacağı çalışan sayısı en fazla dört olurdu, daha fazla kişiye boşa maaş ödemenin gereksiz olacağını düşünürdü.

 

“Bağışlayın, yalnızca biz kaldık. Diğer çalışanlar sizden uzun süre haber alamayınca buradaki genç hanımlar gelmeden önce katedrali terk etti.”

 

“Anladım.”

 

“Biz hizmetinizdeyiz.”

 

Yaşlı kâhya diz çöktü ve diğer üç hizmetçi de onu taklit etti.

 

“Gidenler için üzülmene gerek yok. Eğer gitmişlerse sadakatleri yetersizdir ve böyleleri yanımızda kaldıklarında bize yalnızca zarar verirlerdi. Hadi, gülümse.”

 

Onları terk eden hizmetçilere de hak veriyordu. Yoklukları çok uzun sürmüştü ve kimse sanki kendi hayatı yokmuş gibi aylarca beklemek istemezdi.

 

“Daha fazla soğukta beklemek yerine içeriye geçelim, daha sizi soru yağmuruna tutacağız!”

 

Sivina önce Yu’ya yöneldi ama sonra fikrini değiştirerek Yurine’ye döndü, onu elinden tuttu ve katedralin içine doğru yürümeye başladı. Ana da Yu’nun yanına geçmişti.

 

“Bizi bu kadar endişelendirdiği için Bay Valarfin de azarlanacak.”

 

“Azarlanmayı bir tık hak etmiş olabilirim, öyle olsun. Yine de fazla üstüme gelmeyin çünkü sağlam sebeplerim vardı.”

 

Hiç hesapta yokken bir savaşın içine girmiş ve iki kişi planladıkları yolculuğa iki yüz kişi olarak devam etmişlerdi. İki kızın sebeplerini duyduğunda kendisine hak vereceğine inanıyordu.

 

“Size gelince, Link ile birlikte olanlar hangilerinizdi?”

 

Yu da Yurine’nin elini tutuyordu ve o durunca Sivina da durmak zorunda kalmıştı.

 

Yu içeri girmeden önce döndü ve römorkun içindeki mahkûmları saydı. Onlardan on iki tanesi Link ile birlikteydi.

 

Onları salıp salmamak konusunda şüpheleri vardı, gidip sağda solda Başak Katedrali tarafından esir edildiklerini anlatmalarını istemese de Link’in hikâyesi doğru çıktığına göre onlar eşkıya değildi ve mahkûm olarak kalmalarına gerek yoktu.

 

“Bize saldırmış olmaları ve Yurine’nin hayatını tehlikeye atmaları aslında mahkûm olarak kalmaları için yeterli bir sebep ama Andromeda Kilisesi ile aramızda sorun çıkmasını istemiyorum.”

 

Daha ilk günden kiliseyi karşılarına alırlarsa işleri yaştı.

 

“Bugün içinde Link sizi almaya gelir, kalanlarınız da köle olarak satılacak.”

 

“Beyim lütfen!”

 

Köleleştirilecek mahkûmlar aynı ağızdan Yu’ya yalvarmaya başladığında Dimen onları susturmak için elini römorka vurdu ve mahkûmlar yerlerinde sıçrayarak seslerini kesti.

 

Eğer Yu ya da Yurine onların eline düşseydi nazik davranmazlardı, öyleyse onlara karşı nazik olmaya gerek yoktu.

 

Sivina ve Ana, köle ticareti yapmasıyla alakalı ne düşünüyordu bilmese de mahkûmları öylece bırakmayacaktı ve suçlu oldukları için böyle bir hüküm verirken vicdanı rahattı.

 

“Katedralin alt katında mahkûmları yerleştirebileceğiniz bir mahzen var. Size eşlik edebilirim.”

 

“Dimen, onunla birlikte mahkûmları mahzene koyup geri gel.”

 

Dimen mahkûmları araçtan indirip sıraya dizerken Yu ve Yurine onları sürükleyen kızlarla beraber katedralin içine doğru ilerledi. Yurine yanlarından geçerken hizmetçiler onu selamlamaya devam ediyordu.

-------------------------

13.02.2022 - 03:53






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr