“Yu, saçlarımı da sen
tara.”
Odalarını seçerken Yurine’ye nerede kalmak istediği sorulmamıştı bile. Ona direkt Başak Katedrali’ndeki en konforlu yatak odası verilmişti. Yurine’ye verilen oda bir zamanlar annesinin kaldığı odaydı.
Yu ise kendine çalışma odası olarak da kullanabileceği bir oda seçmişti ve odası katedraldeki herkese, özellikle Yurine’ye bir sorun hâlinde hızlıca yetişebileceği harika bir konumdaydı.
Tabii Yurine onun kendi odasında yatmasına izin verecek gibi durmuyordu.
Yolculuklarını geçirdikleri vagonda sadece tek kişinin sığabileceği koltuklar olduğundan o süre boyunca Yurine yalnız uyumak zorunda kalmış ve Yu da artık yalnız uyumaya alışmıştı.
Ama Yurine’nin az önceki davranışlarından anladığı kadarıyla tekrar beraber yatmak isteyecekti. Zaten bununla ilgili bir sorunu da yoktu, hatta o da böyle olmasını isterdi.
Eşyalarını yerleştirmiş, biraz laflamış ve güneş batmaya yaklaştığında akşam yemeğinden önce banyo yaparak rahatlamak istemişlerdi.
Sürekli yolda olduklarından dolayı rahatça banyo yapma fırsatı bulamamışlar ve Libra’daki molaları da sadece günübirlik olduğundan orada da banyo yapamamışlardı.
Birinci Dünya’daki banyo keyfi altındı. Rolderhelm’de insanların konforu için çalışıyorlardı ve orada bu deneyime gümüş verirdi ama yoldayken iki deneyime de ulaşması mümkün değildi.
Suyu istedikleri gibi harcama lüksüne sahip olmadıkları için ısıtılan iki kova su ile tüm vücutlarını yıkamakla yetinmek zorunda kalmışlardı. Hatta kimi zaman tek bir kovayı paylaştıkları bile olmuştu.
Gerçekten yorucu bir yolculuğun ardından tekrar banyo yapabilecek olmak, tekrar suyun içine girebilecek olmak Yu’yu heyecanlandırmış ve burada bir hamam olduğunu öğrendiğinde de nasıl bir şey olduğunu denemek istemişti ki Yurine kendisini yıkamasını söyleyerek Yu’yu kurduğu hayallerden bir süreliğine uzaklaştırmıştı.
Daha önce de Yurine’yi yıkadığı olmuştu, Yurine arada sırada böyle şeyler istiyordu. Yu onu kırmak istemiyordu ama bir kova sudan ibaret banyo imkânının ardından düzgünce yıkanma fırsatı bulduğundan dolayı mümkün olduğunca hızlı şekilde hamama girmek için de sabırsızlanıyordu.
Ona bunu Sivina ve Ana’dan istemesini söylediğinde Yurine sanki kendisine hakaret edilmiş gibi bunu reddetti ve ısrarla onun yapmasını istedi. Yu biraz ısrarın ardından Yurine’nin dediğini yaptı, şimdi de Yurine saçlarının taranmasını istiyordu.
“Ateşin karşısına geç.”
Yurine şöminenin karşısındaki koltuğa otururken Yu eline bir tarak aldı ve arkasına geçip beyaz saçlarını nazikçe taramaya başladı.
“Bu küçük hanım kâhyasını çok seviyor.”
“Sevilmeyecek bir insan değilim.”
Arkalarından odaya giren Sivina şömineye yaklaştı ve Yurine’nin saçlarını taramayı önerdi. Yu başını sallayarak reddetti.
“Peki, saçlarını örmemi ister misin?” diye sordu Sivina.
“Bu olabilir, artık benim de yıkanmam gerek çünkü.”
Sivina, Yurine’nin yanına bir sandalye çekti. O da banyo yapmıştı ve kokusu Yu’nun burnuna geliyordu.
“Çok güzel kokuyor.”
Sivina ıslak gümüşi saçlarını taramaya başlamıştı. Yüzünü ateşe döndüğünden Yu arkasında kalmıştı ve saçlarını önüne attığında Yu, Sivina’nın ensesini görebiliyordu.
“Kızlar saçları ıslakken çekici oluyor. Ensesi de nedense çekici geliyor... Nedense değil, sapık olduğumdan öyle geliyor.”
Sivina bugün kendisini öpmüştü. Yu yalan söylemeyecekti, güzel bir kız olduğundan arada sırada onu düşlediği oluyordu ama böyle bir şeyin yaşanacağı aklının ucundan bile geçmezdi.
“Gerçi, Sivina ile Ana şey değil mi? Muhtemelen bunu yaparken öyle şeyler düşünmüyordu. Hem düşünse bile ben öyle şeyler yapamam.”
Duygusal olarak kendisini zorlayacak ve herhangi bir şekilde bu dünyaya bağlayacak ilişkilere girmek istemiyordu.
“Yurine, bitti.”
“Teşekkür ederim, Yu.”
Yu tarağı bırakıp Yurine’nin başına bir öpücük kondurduktan sonra onu Sivina’nın yanında bırakarak hamama girmek için hazırlanmaya gitti.
---
“Sonunda. Gerçi bir yanım değişiklik arama git normal banyonu yap diyor ama daha önce hiç hamam görmemiştim, nasıl bir yer merak ediyorum.”
Mermer döşeli odaya girdiğinde karşılaştığı şey tam anlamıyla hayal kırıklığıydı. Burada yine kova ve maşrapayla suyu başına dökmesi gerekiyordu. Burası onun aklındaki gibi bir yer değildi ve önceki banyo tarzına pek bir farklılık katmayacaktı.
“Ya... Of ya... Şimdi hatırladım, bilsem hiç gelmezdim buraya. Ben içinde havuzumsu şey olanlardan sanmıştım hamam diyince ama ona kaplıca deniyordu... Lanet olsun, vücudumu suya sokmak istiyorum ben.”
Karşılaştığı hayal kırıklığına son bir kez baktıktan sonra hamamdan ayrılmak üzere kapıya döndü.
“Burası böyle bir yermiş demek.”
“İnsan evleri çok değişik, kaptan.”
Kigaro ve Dimen, Yu arkasını döner dönmez kapıda belirdi. Tobias da çekimser bir şekilde peşlerinden geliyordu.
“Gay mekânı burası, ibne mekânı. Koskoca ben, erkeklerle aynı yerde yıkanamam. Kız olsalar neyse ama erkek erkeğe bize ters. Burayı terk ediyorum, derhal.”
Yu’nun asla yıkamayacağı tabuları ve karşı gelmek istemediği prensipleri vardı. Başka erkeklerle aynı yerde yıkanmayı kabul edemezdi. Sırf bunun için Rolderhelm’deyken daha fazla para ödeyerek küvetli bir oda tutmuştu.
“Nereye gidiyorsun? Hiç ıslanmamışsın.”
“Burası hoşuma gitmedi.”
Onların yanından geçip çıkmak üzereydi ki Kigaro onu omzundan yakalayarak gitmesine engel oldu.
“Ebeni sikeyim beni mi sikecekler?!”
Yu’nun beyni Kigaro’nun onu omzundan yakalamasının ardından çalışmayı durdurdu. Kigaro neden onu yakalamıştı? Götünden olmak istemiyordu.
“Tobias da geldi hem,” dedi Kigaro.
“Hah~ Öyle mi? Bak bunu dediğin iyi oldu. Tobias ile birlikte hamama girmek için sabırsızlanıyordum zaten.”
Tobias ile zaten bir arkadaşlıkları olduğu söylenemezdi, neden onu Yu’yu burada tutmak için bir neden olarak göstermiş olabilirlerdi ki?
“Ya, Kigaro sen ne diyorsun ya?”
“Erkek erkeğe vakit geçireceğiz, savaşçıların kaynaşması için böyle şeylerin olması gerekir. Her şey sırayla, yarın da sen istersin.”
“NE İSTERİM ULAN?”
Roaron kültürü hakkında bilmek için can atmadığı şeyler öğrenirken Dimen’in sözleri onun aklına düşünmek istemediği iğrenç görüntüler getirmişti.
“Bir roaron olmadığıma göre...” dedi sinirine hâkim olmaya çalışırken. “Bir roaron olmadığıma göre savaşçı kültürü ile ilgilenmem gerekmiyor. Hem çocuğu da zorla getirmişsiniz buraya, bırakın gitsin.”
Tobias’ın buraya iki yarı aslanın zoruyla geldiğini anlamak için özel bir yetenek gerekmiyordu. O da Yu gibi banyo konusunda utangaç hisseden biri olmalıydı.
“Yoo, biz öyle şeyler yapmayız.” Kigaro, Yu’yu bıraktı ve Tobias’ın sırtına bir tane vurdu. “Onunla kaynaşmak için davet ettiğimizde evet demeye utandığını fark ettik, biz de özgüveni artsın diye yanımızda getirdik. Anlayışlı olmak gerekiyor.”
“Anlayışlı olmak bu anlama gelmiyor, Kigaro.”
Yu istemese de roaronlar daha baskındı, anlayışlı bir şekilde onları alıp mermerlere oturttular ve kovalara musluklardan sıcak su doldurmaya başladılar.
“Bay Valarfin, acaba sol kolunuz...”
“Ah? Ah... Hastalık gibi bir şey, önemli değil.”
Roaronlar, Yu’nun sol kolunun durumunu bilse de Tobias onu ilk kez görüyordu. Ona gerçeği söylemeden durumu geçiştirdi.
“Şunlara bak.”
Roaronlar kovalara doldurdukları sıcak suyu birbirlerinin başından aşağıya döküyorlardı. Kigaro’nun siyah yelesi kısa olduğundan pek bir değişiklik yoktu ama Dimen’in kırmızı yelesi ıslanıp yüzünü kapatmıştı, ikisi de bu manzara sanki çok komikmiş gibi güldü.
“Bari işe iyi yönünden bakalım. En azından Japon yerleri gibi çıplak girmiyoruz buraya, peştamallar var üzerimizde. Gidip roaron siki görmeye dayanamazdım.”
Dimen ve Kigaro gülerken birbirlerine vurmaya başladılar. Yu onların kavga ettiğini düşünebilirdi ama yarı aslanların yıkandıkları sırada böyle görüntüler sergilediklerine daha önce tanık olmuştu.
“Siz de birbirinizi temizleyin,” dedi Dimen.
“Gerek yok.”
Yu bir başka erkeği yıkamayacaktı ve bir başka erkek tarafından yıkanmayı da kabul etmezdi. Zaten burada durarak bile koyduğu tabularına karşı geliyordu, daha ileri gidemezdi.
Kovaya doldurduğu sıcak suyu aldı ve başından aşağıya döktü.
“Sıcak ve buraya gelen aklıma sokayım.”
Üzerine biraz daha su dökerek her yerini ıslattıktan sonra kendini keselemeye başladı. Zaten burada durarak ruhunu kirletiyordu, en azından vücudu temiz bir şekilde dışarı çıkmalıydı.
“O kiliseye gittiğimizde bir tane insan vardı, kulakları sivriydi. Onun kulakları neden sivriydi?” diye sordu Kigaro.
“Siz o kadar mı izole oldunuz?”
Farklı bir dünyadan gelmesine rağmen bu dünya hakkında otuz yıldır burada bulunan bu iki roaron erkeğinden daha çok şey biliyordu.
“O bir yarı elfti. Elflerin kulakları daha uzun oluyor, Lucia ve Lucie’nin kulakları ona kıyasla uzundu çünkü.”
“Onlar kim?”
“Sizinle tanışmadan önce tanıştığımız iki elf.”
Sabunu eline alıp kokladığında Lucia’nın hanındakilerden daha güzel koktuğunu fark etti.
“Elflerin kulakları neden uzun olur ki?” diye sordu Dimen.
“Tanrı öyle yaratmış.”
Dört yaşındaki bir çocuk gibi soru sormaları onları iki metrelik bebekler gibi görmesini sağlıyordu. Roaronlar girdikleri bu yeni dünya hakkında son derece meraklı ve heyecanlıydı.
“Ben küçükken annem eğer yaramazlık yaparsam tanrıların kulaklarımı çekeceğini ve elflere benzeyeceğimi söylerdi.”
Tobias, Yu’ya dünya hakkında ilk kez duyduğu bir bilgi veriyordu.
Böyle ufak tefek batıl inançları keşfetmek hoşuna gidiyordu çünkü küçük detaylar da olsalar bu dünyayı daha gerçekçi kılıyorlardı.
“Erkeklere elf kulağının yakıştığını söylemeyeceğim ama kızlarda güzel duruyor. Belki de ben erkek olduğum için öyle düşünüyorumdur.”
Lisedeyken hentai denilen kültürü ilk kez keşfettiğinde elf hentailerine takıntılı bir hâle gelmişti. Elf kulaklarının kendine has bir çekiciliği vardı ve Yu bu çekiciliğe bayılıyordu.
“O kızın kulaklarını çekici mi buldun yani? O yarı elf kızla üreyebilirsin o zaman, çocukların da ona benzer.”
“O işler böyle yürümüyor Kigaro!”
Onu güzel bulsa bile gidip üreyelim mi diye soramazdı. Yani tam olarak böyle sormasa bile bunu amaçladığı takdirde başarabileceğini biliyordu ama bunu yapmayı istemiyordu.
Hem roaronların habersiz olduğu biyoloji baskın genlerden bahsederdi ve Yu hangi kulak tipinin baskın olacağını bilmiyordu.
Elfler ve insanlar çiftleşince doğan çocuğun kulakları da elf kulağına benziyordu ama aynısı yarı elf ve insan çiftleşmesi için de geçerli olur muydu?
“Güzel buldunuz diye gidip birisiyle üreyemezsiniz. İnsan dünyasındayken bu ilkel fikirleri bir kenara atın ve insanlara ayak uydurmaya çalışın.”
Bunu söyledikten sonra oluşan kısa sessizlikte düşünmek için bir an buldu ve aslında insanlara ayak uydurmalarının yararına olmayacağını anlayarak kendini düzeltmeye karar verdi.
İnsanlar yalancı, egoist, hain, güvenilmez, çıkarcı ve agresif varlıklardı. Yu da bir insan olarak bu özelliklere sahip olduğunun farkındaydı ve bu sayede insanların böyle varlıklar olduğunu biliyordu.
“Ya da insanlara ayak uydurmayın, sadece bana ayak uydursanız yeter.”
Diğer insanların kötü özelliklerini görebilirlerdi ama Yu kötü özelliklerini olabildiğince saklayabilir ve daha iyi bir örnek olabilirdi.
Dimen başını salladı. “Valarfin haklı, ben de uyum sağlamamız gerektiğini düşünüyorum.”
“Sonunda adamakıllı bir şey diyorlar.”
“Zaten kadınları varken başkası ile üremesi onların hoşuna gitmeyebilir.”
Yu düşündükten sonra iki saniye bile geçmemişti ki Dimen onu bunu düşündüğüne pişman etti.
“Kadınlar derken hangi kadınları kastediyorsun?”
“Gümüş saçlı ve yeşil saçlı olanlar. Gümüş saçlı seni öpmüştü.”
“Hayır, Dimen. Onlar benim kadınlarım değiller.” Öyle olmasını ister miydi? Teknik olarak isterdi ama bu başka bir konuydu. “Sadece Sivina biraz fazla yakın davrandı.”
“Hey, burada erkek erkeğe takılıyoruz. Böyle şeyler için utanmana gerek yok, bize söyleyebilirsin.”
Kigaro ayağa kalktı ve Yu’nun karşısında dikildi.
“Utanıyor değilim. Onlar benim kadınlarım değil, onlarla üremek istemiyorum ve onlara karşı romantik duygular beslemiyorum.”
Üremek istememe kısmının bir yalan olma ihtimali yüksekti. Eğer imkânı olsaydı ikisiyle de birlikte olmak isterdi ama yine de onlara karşı romantik hisler beslemediği bir gerçekti.
Zaten herhangi birine karşı romantik hisler besleyebileceğini düşünmüyordu. Arada sırada bunu bir macera olarak görüp bir waifu sahibi olma fikirleri olsa da dünya bu dileğini kabul edip ona harika bir ana kadın karakter sunduğunda muhtemelen bunu kabul etmezdi.
Tabii ki de Sivina ve Ana onunla üremek istediklerini söylese durup bir düşünürdü ama bu ayrı bir konuydu ve muhtemelen yine reddederdi.
Bunun sebebi zamanı geri almaya başaracağına olan inancıydı.
Bu dünyayı çoktan gözden çıkarmıştı. Eğer gözden çıkardığı, artık önemsemediği bu dünyada bir hayat kurarsa; birini severse, birinin sevgisini kazanırsa, bir ilişkiye başlayıp bu ilişkiyi sürdürürse zamanı geri alma konusundaki kararlılığına ne olurdu?
Sevdiği insanların kendisini unutacağını bile bile zamanı geri almak ister miydi? Ya da sırf zaman geri alındığında onu seven insanlar da her şeyi unutacak diye kendini tatmin etmek amacıyla onları kullanabilir miydi?
Bencil biriydi, daha önce bencilce bir sürü şey yapmıştı ama bunu yapmak istemiyordu. Bencil bir şekilde sırf kendini tatmin etmek için bir insanı kendisine bağlayacak bir şey yapmak ve zamanı geri aldığında hiç üzülmemiş olacak olsa bile birini üzmek istemiyordu.
“Ve zaman geri alınsa bile ben...”
Bunu her gün reddetmek istiyor, buna inanmak istemiyordu ama kendisini de şaşırtacak şekilde bunun için hiç gözyaşı dökmüyordu.
Yu ölecek ve onu seven insanları kahredecekti.
O yüzden ne bu dünyada ne de zamanı geri sardıktan sonra birisiyle birlikte olmayı düşünmeyecekti. Zaten Yurine onu seviyordu ve öldüğü zaman onun nasıl kahrolacağını hayal etmeye bile etmeye çekiniyordu, üstüne başkalarını da mı kahredecekti?
Yu ne bir kadını ne de sıradan bir dostu sevebilirdi. Özellikle sevgisine karşılık verilirse Yu Valarfin dünyaya bağlanır ve zamanı geri alma konusundaki kararlılığı sarsılırdı.
Ya da onun sevgisini kendi çıkarları için kullanmak zorunda kalırdı ve bu gururunu parçalardı. Zamanı geri almak için her türlü günahı işleyebileceğini zaman zaman kendine söylese de hâlâ yapabileceklerinin sınırını bilmiyordu.
Yu kararsızdı, karmakarışıktı.
Sıcak suyu başından aşağıya döktü. Mor renkli gözlerini yere indirmişti.
“Sorun nedir?” diye sordu Kigaro. Hâlâ karşısında dikiliyordu.
“Bir sorun yok.”
Kigaro eğilip Yu’nun yüzüne baktı. Yu onunla göz kontağı kurmamak için gözlerini yerden ayırmamıştı.
“O kızları cidden seviyor musun?”
“Bilmiyorum, Kigaro. Bunları duymak istemiyorum.”
“Öyleyse ne konuşacağız ki? Erkek muhabbeti budur, savaş ve kadın.” Dimen ayağa kalktı ve Kigaro’nun omuzlarını sıktı.
“Bunlar roaron muhabbeti.”
Peki, Yu nasıl muhabbet ederdi? Bir muhabbet başlatmak isteseydi hangi konulardan konuşacaktı? Geçmişte arkadaşlarıyla nasıl muhabbet ettiğini hatırlamıyordu, insanlarla ne konuşabilirdi ki?
Genelde birisiyle konuştuğu zaman karşısındakini dinlermiş gibi yaparak konuşma sırasını bekler ve sıra ona geldiğinde başından geçen bir olayı anlatırdı. Bunun dışında da rapor alır ve başkalarına yapmaları gerekeni söylerdi.
“Harbiden, arkadaşlar ne konuşur?”
“Ne olmuş roaron muhabbeti buysa? Erkek erkeğe başka ne konuşabiliriz ki? Konuşmak istediğin bir şey varsa söyle.”
“Bunu da bilmiyorum, Dimen. Konuşmak istediğim herhangi bir konu yok.”
Sustu ve şampuanı alıp saçlarını yıkarken roaronlar bu sefer de Tobias’ın üreyeceği kişi hakkında konuşarak ona insanlara karşı asla uygulayamayacağı roaron nasihatleri vermeye başladılar.
-------------------------
15.02.2022 - 03:43
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..