Lüks bir at arabasının içinde somurtkan bir genç adam,
neşeli ve gururlu bir çocuk, hâlâ şaşkınlıklarını üzerinden atamamış iki kız ve
yüzünde sinir bozucu bir gülümseme olan sarışın bir adam yolculuk ediyordu.
Aslında Yu da somurtmak yerine Yurine gibi neşeli olmalıydı ve zaten öyleydi. Sadece burada olan bir diğer kişi yüzünden neşesini göstermekte isteksiz kalıyor ve hoşnutsuzluğu yüzüne vuruyordu.
“Bu herif vurdurmak istiyor, başka bir sebepten ötürü bana yapışmış olamaz.”
Terazi ve Başak Kardinalleri ilan edildikten sonra tebrik merasimi yapılmış ve akabinde insanlar evlerine dönmeye başlamıştı. Gecenin kalan kısmında yeni katedral üyelerinin vaftiz işlemi yapılacaktı.
“Ya vurmak istiyorsa? Hasiktir!”
Yurine’nin Başak Kardinali ilan edilmesinden sonra Link Yachi Long kendisinin de Başak Katedrali’nde vaftiz olacağını açıklamıştı.
Yu bunu yapamayacaklarını farklı bahaneler ile söylemiş olsa da reddetmesi mümkün olmayan birisi olaya dâhil olduğunda Link’i Başak Katedrali üyesi olarak kabul etmekten başka şansı kalmadı.
“Size yardımcı olabilmesi için Link’i yanınızda Virgo’ya yolluyorum,” demişti Pontifeks.
Pontifeks’in sözüne karşı çıkması dilinden ve belki kellesinden olmaya kadar gidebilirdi, bu yüzden Link’i aralarına almayı kabul etmesi gerekmişti. Hem bir şehir elde etmenin bedeli hoşnut olmadığı bir adamı yanında tutmaksa buna değerdi.
“Beni biraz daha sevmeyi deneyebilirsin.”
“Seni mahkûm ettik ve karşılığında şehre gelir gelmez bize yapıştın. Ne planladığını bilmezken nasıl seni sevebilirim?”
Link sırıtırken iki elini havaya kaldırıp avuçlarını Yu’ya açtı. Sarı gözleri parlıyordu.
“Geçmişe pek takmamaya çalışırım.”
Dünyasını değiştirdikten sonra zihniyetinde de değişiklikler olmaya başlamıştı. Özellikle son günlerde Yu kendisine aldığı tutumda ve başkaları hakkındaki düşüncelerinde değişiklikler olduğunu fark edebiliyordu.
“Belki ben de aynısını denemeliyim.”
Artık insanların sözlerini tamamen duymazdan gelmek yerine birazcık da olsa kulak veriyor ve onların duygularını anlamaya çalışıyordu. Karşılaştığı yeni kişiliği hem huzursuz edici hem de merak uyandırıcıydı.
“Özür dilerim,” dedi. Daha fazla Link ile konuşmak istemiyordu.
Eğer birisi sürekli kendisine karşı olan hoşnutsuzluğunu dile getirseydi hoşuna gider miydi? Cevabın hayır olduğunu biliyordu. Bu yüzden sessiz kalmaya karar verdi.
Ayrıca sürekli huysuz olur ve karşısındaki kişiye olan hoşnutsuzluğunu ifade ederse bu tutumunun yanındaki insanların kendisi hakkındaki görüşlerini olumsuz yönde etkileyeceğinden korkuyordu. Konuşmayı sonlandırmak için özür diledi ve daha önemli konuları düşünmek üzere çenesini kapadı.
“İyi misiniz?” diye sordu Ana. Yu tam da yeni şeyler düşünmeye başlayacaktı.
Ana neler olduğunu sanki farklı bir açıdan baktığında anlayacakmış gibi başını yana eğerek Yu’ya bakıyordu.
“Ne demek istediğini anlamıyorum? Yüzümde bir şey mi var yoksa?”
Yu elini yüzüne götürdü fakat bir farklılık hissedemedi, her zamanki gibi yakışıklıydı.
“Hayır, sadece normalde söylemeyeceğiniz bir şeyi söylemişsiniz gibi hissettim.”
“Ben de senin benden özür dileyip susacak biri olduğunu düşünmemiştim. Şaşırtıcı oldu.”
Link’e duyduğu hoşnutsuzluğu belli etmeye devam edebilirdi ama bunun çocuksu bir tavır olacağı da ortadaydı. Yurine’nin, Sivina’nın ve Ana’nın da kendisini çocuksu bir tavır sergilerken görmesini istemiyordu.
“Arada sırada özür dilediğimi biliyorsunuz.”
Hem bugün nadiren girdiği empati havasındaydı, eğer yabancı olduğu bir gruba girse ve orada birisi sürekli kendisini sevmediğini farklı yollardan belli etse üzülürdü.
Bundan sonra Link’in yanında olmasını engellemesi de mümkün değildi. Aslında istese birkaç yol bulabilirdi fakat onlar da abartılı olurdu, sırf hoşlanmadı diye birisini öldürecek hâli yoktu.
Son olarak Link de kendilerinden hoşlanmamış olsaydı bile Pontifeks’in emriyle burada olduğu için artık çekip gitmesi olanaksızdı. Yani zorunlu olarak birbirleri ile yan yana olmalıydılar.
Hâlâ ondan hoşlanmıyor ve bir anda kendi aralarına katıldığı için rahatsızlık ve şüphe duyuyordu fakat bunları artık eskisi kadar belli etmemeye karar verdi.
Tüm bunların dışında, bugün tartışacak havada değildi. Sadece sessizlik ve katedrale dönmek istiyordu. Sonra da vaftiz olup günü tamamlayabilir ve yatıp ve uyurdu.
“Yu, artık bir şehrimiz var!”
Düşünmek istediği konu buydu. Aynı zamanda düşünmekten kaçmak için uyumak istediği konu da buydu. Bir anda bir şehir elde etmek işi şimdi çok daha ciddi görmesini sağlamıştı.
“Her zaman ciddi görüyordum ama...”
“Başak Kardinali’nin makamı fakat diğer kardinallerin aksine tek hâkimi biz değiliz. Meclis tarafından denetlenme işi canımı sıkıyor, sanki yapmak istediklerimizi yaptırmayacaklar gibi hissediyorum.”
Aklında yapmak istediklerini engelleyen zengin ve kötü insanların bulunduğu bir meclis canlanıyordu. Sanki meclis işi onu uğraştıracakmış gibi hissediyor ve bu his yüzünden düşünmeyi bırakmak istiyordu.
Ama düşünmeyi bırakması da mümkün değildi, zihni sürekli çalışıyordu. İşte tam da bu sebeple uykusu olmasa bile uyumak istiyordu, artık beyninin susması lazımdı. Şu anki duygu durumunda sağlıklı fikirler üretebileceğine inanmıyordu.
“Ben bir şey yapmak istersem yapılır! Onlar da bunu öğrenecekler!”
”Öğretiriz.”
Törenin ardından Leoral Dri Vermilia ile konuştuklarında şehri almalarını sağlayanın o olduğunu öğrenmişlerdi.
Toprağını kaybetmiş bir dükün nasıl bir şehir almalarını sağladığını anlayamıyordu. Leoral, Pontifeks ile arkadaş olduğundan bahsetmişti ama arkadaşlık koca bir şehri altın tepside sunmaya yeter miydi?
Belki bu dünyada birisi Azer tarafından yaratılan Lütuflardan birine sahip diye şehir verilmesi normal karşılanıyordu ama Yu için hâlâ garipti.
“Bir düşününce insanlara taşıdıkları kan için toprak verilmesiyle aynı mantık.”
Sadece kan yerine Lütuf taşıdığı düşünüldüğü için Yurine’ye bir şehir veriliyordu.
“Dük Vermilia’ya ne kadar teşekkür etsek az. Eğer Virgo valiliğine Yurine’yi atamayı önermemiş olsaydı göz önünde olamayacaktık,” dedi Sivina.
Yu, Sivina’ya bakıp gülümsedi. Sivina ünlü bir deyimi bilmiyor olmalıydı.
“Hızlı yükselmek istediğim doğru ama bir anda valiliğe yükselmek... İçimde kötü bir his var. Hızlı koşan atın boku seyrek düşer.”
Valiliğe atanmalarına sevinmediğini iddia etseydi yalan söylemiş olurdu ama endişelenmediğini söyleseydi ilkinden çok daha büyük bir yalan söylemiş olurdu.
“Ne zaman iyi bir şey olsa dünya onun akabinde kötü bir şey getirir. Hep böyleydi, hep dengelenir ve denge bozulacak olursa hep kötü yönde bozulur.”
Başak Katedrali’ne geldiklerinde hâlâ yapacak işleri vardı. Dük Leoral kendilerinden bir süre sonra yola çıkacaktı ve şu anda muhtemelen Başak Katedrali yolundaydı. Arkalarından buraya gelmesinin sebebi Yurine’nin ilk vaftizlerini izlemekti ve onun gelişi için hizmetçiler hazırlıklara başlamıştı.
Dük buraya geldiğinde akşam yemeği saati geçmiş olacağı için yemek hazırlamaya gerek yoktu ama misafirlere ikram etmek için atıştırmalık birkaç şeyin hazırlanması iyi olurdu.
Vaftiz töreni için kullanılacak alanda yapılması gereken önemli bir iş yoktu. Dükün kendi tekerlekli sandalyesi ile geleceğini düşündüklerinden normalde ayakta durmakta zorlanan insanların oturması için orada bulunan sandalyeleri alanın arka tarafına taşıdılar.
Katedralin temizliğine de diyecek laf yoktu. Buradaki kızlar tüm yıl boyunca canla başla çalışarak katedrali daima temiz ve düzenli tutmayı başarmıştı.
Katedralde yapılacak bir iş yoksa sıra kişisel hazırlıklardaydı. Yurine’nin törene uygun olduğunu son bir kez teyit etmek istiyordu.
“Sözlerini hatırlıyorsun, değil mi?”
“Yu, elbette hatırlıyorum. Yüce varlıklar unutmazlar.”
“Kıyafetin.”
“Onda da sorun yok.”
Başak Kardinali ilan edilirken giydiği kıyafeti yine giyecekti. Onun eksiği olmadığını görünce kendi üstünü başını kontrol etmek için boy aynasının karşısına geçti.
“Y-Yu...”
“Efendim?”
Yu saçlarını düzelttikten sonra arkasını döndü. Yurine kollarını ona doğru açmıştı ve onu tutup kaldırmasını bekliyordu.
“Her zamanki gibi yakışıklısın.”
Yu onu havaya kaldırırken gülümsedi ve Yurine onu yanağından öptü.
“Küçük hanım benim kalbimi başka kızlara kaptırmamak için sürekli çabalıyor.”
“Böyle şeyler söyleme!”
Ablaları sıklıkla ona siyasi ve dini gruplardan uzak durmasını, buralarda kendisine fayda bulamayacağını hatta sicilinde kötü izler bırakabileceğini tembihlerdi. Şimdiyse siyasi yönü bulunan dini bir gruba resmi olarak üye olmak üzereydi.
Aklına bu düşünce geldiğinde kendini kötü hissetmeye başladı. Yapması gereken şeyin ne olduğunun farkındaydı fakat ablalarının sözünün dışına çıktığı ilk sefer olacağından vicdanının acımasına engel olamıyordu. Onların ölümünden dokuz ay sonra, ilk kez onların yapmamasını söylediği bir şeyi yapacaktı.
“Ama bu grup başını benim çektiğim bir grup, yani bir sıkıntı olmasa gerek.”
Vicdanını rahatlatmaya çalışsa da kendisi bile çabasını acınası bulmuştu.
“Link bir şövalye miydi?”
“Sanırım, neden onu soruyorsun ki?”
“Sivina da şövalye, o ikisi ilk iki Başak Şövalyesi olacaklar. Şövalyeler katedraller için önemlidir. Senin de şövalye olmanı isterdim, Yu. Senin ilki olmanı isterdim.”
“Bir şövalye olmak istemiyorum. Asker olmaktansa diğerlerine komut verebileceğim bir mevkide daha işe yarar olurum.”
Şövalye kıyafetlerinin kendi üstünde çok güzel duracağı düşüncesi bir yana, şövalyelikte gözü yoktu.
Katedraller için şövalyeler önemliydi ve katedraller kendilerinin reklam yüzü olan çok ünlü ve güçlü şövalyelere sahipti. Mesela Aslan Katedrali’nin Sör Alen’ı, Kova Katedrali’nin Sör Rydel’ı vardı.
Yu bir şövalye olarak Başak Katedrali’ni iyi bir şekilde temsil edebileceğini zannetmiyordu. Onun yerine Sivina o işi çok daha iyi yapardı.
Yu’nun şövalyelikle ilgilenmemesindeki bir diğer sebep de kâhya olarak daima Yurine’nin yanında olabilecek ve diğerlerini kontrol edip Başak Katedrali’nin evraklarına rahatlıkla erişebilecek oluşuydu. Bir şövalyeyken evrak işleri ile uğraşması uygun olmazdı ve uğraşırsa şövalye olmasının da anlamı kalmazdı.
Şövalyeler emirleri alır ve aldıkları emirleri yerine getirirdi, onlar böyle insanlardı. Yönetim işleri ile ilgilenmek onların sorumluluğu değildi. Tabii bazılarına toprak verildiği olurdu ama bunlar istisnaydı.
“Sivina’dan sonra Link de Başak Şövalyeleri’nin ikincisi oluyor. Kılıç yeteneğini gözlerimle gördüm ama hâlâ ona güvenmek konusunda şüphelerim var. Aramıza girişi çok ani oldu.”
Link’e karşı olan hoşnutsuzluğunun tek sebebi buydu. Eğer kendilerine yakınlaşması daha yavaş ve adım adım olsaydı onunla iyi arkadaşlar olabilirdi fakat bir anda aralarına katılması Yu’nun savunma içgüdülerini uyandırıyordu.
“Tamamen hazırız, artık tören alanına geçip bekleyelim.”
***
“Hoş geldiniz, ekselansları.”
Başak Katedralindekileri fazla bekletmeyen Leoral Dri Vermilia, onlar beklemeye başladıktan on dakika sonra katedrale varmıştı. Tahmin ettiklerinden daha hızlı bir şekilde gelmişti, Yu en az yarım saat bekleyeceklerini düşünüyordu.
Tekerlekli sandalyesinin üzerindeydi ve sandalye daha önce gördükleri yarı elf kız tarafından itiliyordu. Yu onu kardinallik töreninde görmemiş ve bir daha karşılaşacaklarını düşünmediğinden adını öğrenme gereği duymamıştı. Adını bilmediği için de şimdilik aklından ona yarı elf hizmetçi diye seslenecekti.
Dük kendini koruması için yanında on bir tane muhafız getirmişti. Gri zırhlar ve kırmızı pelerinler kuşanmış muhafızların göğsünün üzerinde kocaman bir aslan figürü yer alıyordu. Aslan, Vermilia Ailesi’nin simgesiydi.
Ama bu zırhları sadece dükün yanındaki muhafızlardan on tanesi giyiyordu. On birinci muhafız parlak beyaz zırhı ve altın pelerini içinde, yüzünün tamamını kaplayan bir savaş maskesi takan Andromeda Gardiyanı idi. Pontifeks onu belki Yurine’yi gözlemlemek belki de Leoral’i daha iyi koruyabilmek için yollamıştı.
Yarı elf hizmetçi tekerlekli sandalyeyi ittiğinde Leoral, kendisini selamlayan Clara’yı geçti ve ritüel alanında ilerleyerek Yurine’nin önüne geldi. Yu başını eğerek dükü selamladı.
“Beklediğiniz için teşekkür ederim, kardinal hazretleri. Sizi izlemek istiyordum,” dedi Leoral.
“Sorun yok, yanınızdakiler vaftiz olmuştu değil mi?”
“Evet, annen etmişti. Gerçi o zaman olmak istemeyenler de vardı ama bugün fazladan vaftiz yapman gerekmeyecek.”
Burada insanları belirli bir mezhebi seçmeleri için zorlamaları bir iç savaşa yol açabileceğinden mezhep değiştirmek zorunlu tutulmuyordu.
Dük ve Yurine arasında bir sessizlik oluştuğunda Yu töreni başlatması gerektiğine karar verdi.
“Öyleyse yerlerimize geçip vaftize başlayalım. Küçük hanım ilk vaftiz olma onurunu bana bahşedecekti.”
Zamanı geri saracakları güne kadar Yurine, annesinin yerine Başak Kardinali rolünü üstlenecekti ve o güne kadar pek çok kişiyi vaftiz etmesi gerekebilirdi. Yu doğal olarak yeni Başak Kardinali tarafından vaftiz edilecek ilk kişi olacaktı ve kimsenin buna itirazı yoktu.
Başak Kardinali salonun başına geçti, etraf zaten aydınlatılmıştı ama onun bulunduğu yerin daha parlak olmasına özen gösterilmişti. Onlarca mum Yurine’nin çevresinde yanıyordu.
Salonun sağ tarafında Leoral Dri Vermilia, onun yarı elf hizmetçisi, Andromeda Gardiyanı ve diğer muhafızlar bulunuyordu.
Salonun sol tarafında katedralin dört hizmetçisi vardı. Hizmetçilerin en önünde duran Bart elinde gümüş bir kova tutuyordu. Hizmetçilerin yanındaysa vaftiz sırasının gelmesini bekleyen Sivina, Ana, Kigaro, Dimen ve Link vardı.
Tobias da buradaydı fakat o gruplarına geçici olarak katılmıştı ve yarın Libra’ya dönecekti. Bu vaftiz olmayacaktı, sadece seyirciydi.
İlk vaftiz olacak kişi olan Yu, Yurine’nin karşısına geçti ve iki dizinin üstüne çöktü. Bart elinde tuttuğu gümüş kovayı Yurine’ye getirdi. Kovanın içinde temiz, soğuk su vardı.
“Yu Valarfin.”
Yurine küçük ellerini kovaya daldırdı ve avuçlarını biraz suyla doldururken Yu kendi ellerini Yurine’ye uzattı.
“Günah ile kirlenmiş ellerini tanrının suyu temizlesin.”
Yu’nun elleri Başak Kardinali Yurine tarafından yıkanırken sular dizine akıyordu.
“Bundan sonra elin günaha değmesin, bizi seven ve gözeten tanrımız için çalışsın.”
Ellerini yıkamayı bitirdiğinde sıra Yu’nun yüzüne geldi. Yurine tekrar ellerini kovaya daldırıp avucunda biraz suyla çıkarttıktan sonra Yu’nun yüzünü yıkamaya başladı. Tamamen temizlenene dek, yüzünde tek bir damla kalmayana kadar yıkadı.
Yüzünde bir damla bile kalmamış olsa da çenesinden akan sular kıyafetine dökülmüştü. Ritüelin bir parçası olduğu için bunu görmezden gelmeliydi.
“Yüzün bir daha günah ile kararmasın, daima iyiliklerin ışığıyla parlasın.”
Yu’nun elleri ve yüzü sembolik olarak günahlardan temizlendiğinde Yurine son cümlesini de söyledi:
“Başak Katedrali’nin bir üyesi olan sana bolluk ve bereket eşlik etsin.”
Yu ayağa kalktı ve o da söylemek için ezberlediği cümleleri söyledi:
“Başak Katedrali’nin bir üyesi olarak daima iyilik peşinde olacak, kötülükten uzak duracağım. Katedrali ve kardinali güzel işlerle temsil etmek için çabalayacağım, yürüdüğüm yollarda önümü Başak Meleği’nin Işığı aydınlatacak.”
Başak burcu ilk dünyada da, Yu’nun bulunduğu paralel dünyada da elinde buğday tutan bir melek resmi tarafından sembolize ediliyordu.
Melek, elinde buğday tutan bakireye denirdi. Bakirenin sırtında kanatlar bulunduğundan ona melek denmişti. Yu’nun söylediği cümle gibi tüm katedraller kendine özgü cümlelere sahipti.
Vaftiz töreni kısa ve kolaydı. Böyle basit olmasının sebebi de genellikle ritüelin yedi yaşına yeni girmiş çocuklara yapılmasıydı.
Çocuklar karmaşık hareketlerle dolu uzun bir ritüeli ve fazla sayıda kelimeyi akıllarında tutamazlardı. Bu sebeple ritüelin kısa tutulması kararlaştırılmıştı.
Yu’dan sonra sıra Sivina Ecues’deydi. O, Başak Şövalyeleri’nin ilki olmuştu. Sivina’yı Ana Yeşilgül takip etti. Ana’nın doğuştan elde ettiği bir soyadı yoktu ve Rolderhelm’den ayrılmadan önce Yu’nun önerisiyle bu adı almıştı.
Onu Kigaro takip etti, ardından Dimen. Son olarak Başak Şövalyeleri’nin ikincisi olan Link Yachi Long vaftiz edildi.
Böylece Başak Katedrali ikisi şövalye olan altı yeni üyeye sahip oldu.
-------------------------
18.02.2022 – 02:24
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..