Cilt 3 - Bölüm 20B: Sesler, Pontifeks, Aslan

avatar
445 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 20B: Sesler, Pontifeks, Aslan


Yu Valarfin’in bayıldığı gecede:

 

Tauntis’in görmekte zorlanan yaşlı gözlerinin önünde sallanan bir çan vardı. Dünyayı görmekte başarısız olsa da çanı net bir şekilde görebiliyor, metalik sesini yanı başındaymış gibi duyabiliyordu.

 

Andromeda Kilisesi’nin çanları da kopan iplerden dolayı sıklıkla çalardı ama bugün çalan çanlar Andromeda Kilisesi’ne ait değildi. Farklı bir sebepten ötürü, farklı bir yerde çalıyordu.

 

“Belki zaferi kutlamak içindir,” diye düşündü Tauntis.

 

“Belki de bir düğün için,” diye düşünmeye devam etti. İnce parmakları boynunun üzerindeydi.

 

“Belki de...”

 

Kaderi değiştirmeyi denediği pek çok sefer olmuştu ama ölüm bir istisnaydı.

 

“Demek yolun sonuna geldim.”

 

Henüz küçük bir çocukken Andromeda Lütufu’nu elde ettiğinden beri gelecekten sahneler görüyordu. Ölüm sahneleri de nadir değildi, gelecekte yaşanacak ölümleri sıklıkla görürdü.

 

Sevdiği insanların ölümünü görmek ve onlar ölmeden önce son kez gülüp mutlu olmaları için uğraşmak Tauntis’in yaşamının bir parçası olmuştu. Uzun bir hayat yaşamış ve saymak istemeyeceği kadar çok ölümle karşılaşmıştı.

 

Sıradaki ölüm ise kendi ölümüydü. En azından o, çalan çanları böyle yorumluyordu.  Ömrünün son nefeslerini içine çekerken yaşadığı tüm o yıllarda düşündüğü şeyi tekrar düşündü; ölümü engellemeyi denemeli miydi?

 

Bazen kimin nerede, ne zaman ve nasıl öleceğini görebiliyordu. Eğer ölüm zamanı geldiğinde ölmesi gereken insanları ölecekleri yerden farklı bir yere yollasa ne olurdu? Ya da ölecekleri yere bir saat geç gitseler? Peki ya katilleri ile hiç karşılaşmazlarsa?

 

Tauntis doğru şartları sağladığı takdirde ölümü engelleyebilir miydi? Yoksa eceli gelen bir insanı kurtarmak artık mümkün değildi ve ne yaparsa yapsın ölümü engellemeyi başaramayacak mıydı?

 

Eğer ölümü engelleyebilme imkânı varsa kendini bir katil gibi hissederdi çünkü ona göre ölümü engelleyebilecek olup da engellemeyen kişi, ölecek olana bir bıçak darbesi de kendisi indirmiş sayılırdı.

 

Fakat o, cevabın hayır olduğuna inanıyordu.

 

Kendi gözleriyle gördüğü, hayatını adadığı ve âşık olduğu tanrısı her şeyi planlamıştı ve eğer birisinin ölmesini istiyorsa bu, onun planlarına hizmet ediyordu. Onun planları engellenemezdi, her şey onun büyük planının bir parçasıydı ve her şey ama her şey onun istediği gibi olurdu. Tauntis’i bunun aksine ikna etmek imkânsızdı.

 

Bu yüzden Tauntis hiçbir zaman ölümü engellemeyi denemedi. En sevdiği insanların ölümünü günler hatta haftalar, bazen aylar öncesinden görüyordu ama buna rağmen bir kez olsun onları kurtarmak için uğraşmadı, bir kez olsun tanrısının planlarını bozmayı denemek gibi bir hadsizlik yapmadı.

 

Kendi ölümünü engellemeyi de denemeyecekti. Hatta ölmek için sabırsızlanıyordu. Tauntis, Azer’in onun için planladığı ölüme kucak açacak ve uykuya dalıp gözlerini onun vaat ettiği o şanlı günde açmayı bekleyecekti.

 

Ama gördükleri arasında onu korkutan şeyler de vardı.

 

Savaş.

 

Daha çok savaş.

 

Yıkım.

 

Kan.

 

Kötü bir koku.

 

Çığlıklar.

 

Böcekler.

 

İblisler.

 

Kraliçe.

 

Kraliçe’nin ordusu.

 

Ölüm.

 

Ateş saçan bir canavar.

 

Kara veba.

 

Kapanması mümkün olmayan onca yara.

 

Gördüğü ve duyduğu her şey karmakarışıktı. Hangisi ne zaman yaşanacak bilmiyordu.

 

Ama tüm bunlardan çok daha korkuncu bir kahkahaydı. Kibirli, günahkâr kahkaha, kötülükten duyulan çocuksu neşe Tauntis’in kemiklerini titretiyordu.

 

“Benim tanrım her şeyi planladı.”

 

Ne olursa olsun en nihayetinde her şey onun istediği gibi sonlanacak, imanlı kulları sonsuz mutluluğa kavuşacaktı.

 

Tauntis’in hikâyesi ise son bulmak üzereydi ve artık kafasını böyle şeylerle yormasına gerek yoktu.

 

Kapının çalmasıyla gördüğü öngörüler yüzünden daldığı düşünce denizinden çıktı. Ona haber vermeden buraya yaklaşma iznine yalnızca Andromeda Gardiyanları sahip olduğundan kapıyı da onlardan biri çalıyordu.

 

“Girebilirsin.”

 

Yıldızlarla süslenmiş büyük kapı yavaşça açıldı ve beyaz ile altın rengini kombine etmiş zırhıyla içeriye bir Andromeda Gardiyanı girerek başını eğdi. Gerçi, Tauntis ne onun zırhının renklerini ne de başını eğişini görebiliyordu.

 

“Dük Vermilia, Zat-ı Şahaneleri ile görüşmeyi rica ediyor.”

 

“Geliyorum.”

 

Oturduğu yerden kalktı. Göremese bile bu kilisenin her yerini ezbere bildiğinden aşağıya inebilirdi ama merdivenleri inip çıkmakta zorlanıyordu. Kiliseyi inşa edenler burada yaşayacak insanların hiç yaşlanmayacağını varsaymak olmalıydı ki upuzun merdivenler döşemişlerdi.

 

“Bana yardım eder misin?”

 

Odası en üst kattaydı ve buradan yukarıda sadece minareler vardı. Buraya kadar olan kısımda o kadar çok merdiven vardı ki Tauntis merdivenleri inerken zorlandığı için bazen günlerce aşağıya inmediği ve her işini burada gördüğü olurdu.

 

Ama onunla konuşmak isteyen kişi yarım asırdır arkadaş olduğu sevgili dostu Leoral’di. Onun için merdivenleri inmek ve çıkmak bahsetmeye değmeyecek bir uğraştı.

 

“Dük burada, Zat-ı Şahaneleri.”

 

“Yine mi yatağından çıkmış? Hiç söz dinlemiyor.”

 

Dostu yaşlandıkça inatçı bir hâl almış ve gitgide çocuklaşmıştı. Özellikle son olaylar onun bu özelliklerini daha da belirginleştirmişti. Leoral, kızı Cornelia’ya dik başlı olduğu için daima kızardı fakat kızı bu özellikleri babasından miras almıştı.

 

Çevresindeki insanlar ona her gün, belki her saat yatakta kalmasını ve istirahat etmesini tembih ederdi ama o yine de yataktan çıkabilmek için fırsat kolluyordu.

 

“Onu içeri alın, yürümesine yardımcı olun.”

 

Leoral’in bu tutumu Tauntis’i üzüyordu. Onun da kalan günlerinin sayısı azdı ve son günlerini dinlenerek geçirsin istiyordu. Sırf daha fazla üzülüp kafa yormasın diye Rolderhelm’den gelen heyetten bile ona bahsetmemişti.

 

Andromeda Gardiyanı, Leoral Dri Vermilia’yı içeri getirdiğinde Leoral ter içindeydi, yüzü kızarmıştı ve zorlukla nefes alabiliyordu.

 

Tauntis bile merdivenlerle baş etmekte sürekli başarısız olup gardiyanlardan destek alırken o hasta hâlde merdivenleri çıkarak kendi vücuduna haksızlık ediyordu. Leoral derin nefesler almaya devam ederken gardiyan dışarı çıktı ve kapıyı kapatarak onları içeride yalnız bıraktı.

 

“Bağışlayın efendim, eskisi gibi dinç değilim.”

 

“Öyleyse neden kendini böyle yoruyorsun? Lütfen sadece- Leoral?”

 

Yakındaki şeyleri bir siluet olarak görebiliyordu ama uzaktakileri göremiyordu. Yine de birinin yere düştüğünü duyabildi.

 

Oturduğu yerden ayağa kalktı ve sesin geldiği yöne doğru yürüyebildiği kadar hızlı yürüdü. Leoral’e yaklaştıkça önünde bir siluet beliriyordu. En sonunda onun dibine kadar geldi ve yerde yattığını görebildi.

 

“Size yük olduğum için özür dilerim, size böyle bir şey yaptırmamalıydım.”

 

Tauntis, Leoral’i kaldırmış ve onu masasının önündeki bir sandalyeye kadar taşımıştı.

 

“Senden bu resmi tavırları bırakmanı kaç defa istedim?”

 

Leoral saygılı konuşmayı asla bırakmazdı. Onu tanıdığı günden beri böyle konuşuyordu ve artık alışmış olsa dostunun daha samimi bir dille konuşmasını dilerdi.

 

“Eğer aşağıda bekleseydin senin yanına gelirdim.”

 

“Sizi ayağıma çağıramam.”

 

Tauntis kendi yerine geçti. Ondan biraz uzaklaşınca Leoral’in görüntüsü yine kayboldu.

 

“Seni buraya kadar getiren şey nedir dostum?”

 

Leoral konuşmadan önce Tauntis’in duyabileceği kadar derin nefesler alıyordu.

 

“Beni bağışlayın, bunu söylemem bir hata ama şimdiye dek sizden dostluğumuzun hatırına herhangi bir şey istedim mi?”

 

“Hayır.”

 

O asla böyle bir istekte bulunmamıştı. İnsanlar, Tauntis’in ona kıyak geçtiğini düşünmesin diye defalarca kez Tauntis’in ona verdiği tüm onur ve ödülleri sonuna kadar hak etmesine rağmen reddetmişti.

 

“Ömrümün sonuna yaklaşırken, ilk kez ardımızda bıraktığımız yarım asırlık dostluğumuz hatırına bir şey istememe müsaade edin lütfen.”

 

“Söyle gönlünden geçenleri dostum. Seni dinliyorum.”

 

“Rie’nin kızı buraya geldi mi?”

 

“Evet.”

 

Tauntis onun gelişini önceden görmüş ve burada beklemişti.

 

“Onu Başak Kardinali ilan edecek misin?”

 

“Yarınki törende Terazi Kardinali ile birlikte onu da Başak Kardinali ilan edeceğim.”

 

“Ö-Öyleyse...” Leoral yine derin bir nefes aldı. Sesinin titremesinden onun bir şey isterken utandığını anlıyordu. “Virgo’yu ona verir misin?”

 

Üç yüz yıl önce hâlâ Başak Katedrali’nin bulunduğu zamanlarda Virgo Şehri, Başak Kardinallerinin makamıydı.

 

Orası küçük bir şehir olsa da bulunduğu konum sebebiyle ticari faaliyetlerde bulunabiliyordu. Savaş yüzünden şu anda ticaret gelirinde düşüş olsa da hâlâ iyi bir durumdaydı.

 

“Kardinallerin makamları olur, tıpkı şimdikilerin olduğu gibi. Öyleyse Başak Kardinali’nin de makamı olmalı.”

 

“Onun bir şehri yönetebileceğini düşünüyor musun?”

 

“Tek başına yapmak zorunda değil, ona yardımcı olacak bir meclis oluştururuz.”

 

Leoral’in dediği şeyi düşündü, aslında söylediği şey doğruydu. Bir kardinalin makamı olmalıydı, aksi takdirde değer görmezdi.

 

“Cecilus her ne kadar bir başarısızlık olsa da varisim, bu yüzden benim ardımdan Başak Katedrali meclisine Cornelia atanır.”

 

Cecilus’un miras alabileceği bir toprak artık yoktu fakat Leoral hâlâ evinin geri alınacağına dair inancını sürdürüyordu. Oysaki Andromeda Kilisesi, Vermia’ya destek bile gönderemiyordu.

 

“Seni kırmayacağım, dediğin gibi olacak.”

 

Pontifeks de olsa tüm kararları tek başına veremiyordu ve diğerlerini buna ikna etmek zor olacaktı ama dostunun hatırına bu isteği yerine getirecekti.

 

“Benim bencil isteğimi kabul ettiğiniz için minnettarım, Zat-ı Şahaneleri.”

 

“Minnet borcunu dinlenerek ödeyebilirsin, Leoral. Yorulmanı istemiyorum.”

-------------------------

Serinin ilk versiyonunun adı Start Again: Mutlu Son İçin’di ve bir noktada seriyi baştan yazmaya karar vermiştim.

Eylül ayından beri seriyi baştan yazıyorum ve bu gece Start Again için discordda yayınladığım son bölümü de baştan yazdım, böylece eski versiyonu tamamen baştan yazmış oldum.

Şimdiye kadar hem eski versiyona bakarak yazdığım hem de okulumun yarıyıl tatili nedeniyle evde olduğum için hızlıca bölüm yazıp sitede paylaşabildim fakat artık tamamen yeni bölümler yazacağım ve haftaya da okulum başlayacak. Yani bundan sonra bu kadar seri bir şekilde yeni bölüm paylaşamayacak ama yine de elimden geleni yapacağım.

Okuduğunuz için teşekkürler.

17.02.2022 – 03:19






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47018 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr