Roaronların sert ve tüylü kalçalarının arasındaki deliğe fitilleri soktuktan sonra parmak uçları büzüşene kadar ellerini yıkamıştı. Tüm bu temizliğe rağmen hâlâ kirlenmiş hissediyordu. Hem bedenen hem de ruhen pisti.
“Yu, moralin neden bozuk?”
Çadırında Yurine ile birlikte oturuyordu. Yurine’nin kuyruğuyla oynamaya öylesine dalmıştı ki onun konuştuğunu ancak omzundan sarsıldığı zaman fark etti.
“Kime diyorum, Yu?”
“Güzel bir gün değildi.”
Sabah antrenman için erken kalkması gerekmiş, antrenman yapmadığı vakitlerde seyahat etmiş ve bu esnada da Aramca eğitimi almıştı. Öğlen bir saatini dans eğitmenine ayırmış, durdukları yerlerde Sivina’dan dayak yemiş ve geri kalan vaktin tamamında Leoral’in sorunlarıyla uğraşması gerekmişti.
Gece olduğunda tekrar antrenman yapmış, ilaç içmiş, yemek yemiş, durumunun iyi olduğuna karar verince tekrar antrenman yapmıştı. Sonra da fitil olayı yaşanmıştı. Yu şu anda neden o zaman fitil işini kabul ettiğini sorguluyordu. Hâlâ neden kabul ettiğini anlayamıyordu.
En azından krizleri için kullandığı ilaç bugün merhametliydi, ne bir baş ağrısı vardı ne de herhangi bir yan etki. Yine de tadı iğrençti.
Ama bugün onu en çok yoran ve moralini en çok bozan olay açık ara farkla Yurine’ye bağırmasıydı.
Aslında bu bağırmak sayılmazdı. Bu dünyaya geldiğinden beri gerçekten, öfkeyle bağırdığını Camaeron Don olayı dışında hatırlamıyordu ve o olayı da unutma kararı almışlardı. Bu gece sadece yüksek sesle tepki vermişti ama tanımı Yu’nun moralini bozduğu gerçeğini değiştirmiyordu. O anın hiç yaşanmamış olmasını dilerdi.
“Bugün sana bağırdığım için özür dilerim.”
“Yu, ben sana sürekli bağırıyorum. Sorun olmadığını söyledim.”
“Sen böyle desen de ben kendimi affedemiyorum. Sana bağırmak, seni korkutmak istememiştim. Özür dilerim.”
Birine sunduğu en içten, en samimi özürdü bu. Yurine söylediği gibi bunu sorun etmemiş ve bundan yara almamış olsa da Yu’nun kalbinde büyük bir yara oluşmuştu.
“Yu, üzgün ya da kızgın değilim.”
“Gerçekten mi? Öyleyse,” Yu yanağını döndü. “Öp bakayım bir kere.”
Yurine hiçbir şey demeden Yu’yu yanağından öptü.
“Bu yanağım da hani bana hani bana diyor.”
Diğer yanağını da Yurine’ye döndü ve Yurine o yanağı da öptü.
“Yu.”
Yurine onu öptükten sonra Yu’nun öpmesi için kendi yanağını döndü. Rolderhelm’deyken böyle bir şeye izin vermezdi ama şimdi bunu yapmayı kendisi istiyordu.
“Ummmhhh...”
Yu kuvvetlice onu yanağından öptükten sonra pembeleşmiş suratına baktı. Yurine diğer yanağını dönmüştü.
“Y-Yu... Benim de yanağım hani bana hani bana diyor.”
“Yerim ben o hani bana diyen yanağını.”
Yurine, Yu’nun öptüğü yere elini koydu ve başını çadırın girişine çevirdi. Uzaklara bakıyor gibiydi.
“Annem de böyle söylüyordu.”
“Hmm, demek ki Rie ağzının tadını biliyormuş.”
“Yu, saçmalamasana! Ben yemek değilim!”
“Şaka yapıyorum.”
Yine de Yurine’nin çok tatlı olduğu gerçeği orada durmaya devam ediyordu. Yanağını mıncırırken Yurine’nin baktığı yönden gelen iki kişinin gölgesini gördü.
“Bay Valarfin.”
Çadırın dışından genç ve güzel bir kıza ait ses duyuldu.
Yu adını anan sesin sahibi ile karşılaşmaktan hem korkuyor hem de onunla konuşup durumu açıklamak istiyordu.
“Gel.”
İçeriye giren yeşil saçlı mavi gözlü kızın arkasından başka bir kız girdi. Onun da gümüş rengi saçları ve parlak deniz yeşili gözleri vardı.
Sivina elinde üç karganın bulunduğu bir kafes tutuyordu. Yu kargaları nasıl yakaladıklarını merak etmişti.
“Ana, o zaman gerçekten yanlış anladın. Elimizde fitiller vardı ve... Her neyse yanlış anladın işte. Hastalık yüzündendi.”
“Link anlattı.”
“Tch, kim bilir ne anlatmıştır... Ben yine de açıklamamı yapayım.”
Eğer ona aralarında bir yasak aşk olduğunu anlatsa ve saçma sapan iddialarda bulunsaydı Yu gram şaşırmazdı.
“Yu, hasta mısın? Yu? Fitil ne?”
“Şu anda iyiyim, bir şeyim yok merak etme.”
“Sahiden mi?”
“Sahiden.”
Kabız gibi bir hastalığa kapıldığını Yurine’ye söylemek istemiyordu. Bu utandırıcı olurdu, kızının gözündeki saygınlığını korumalıydı.
“Peki, bunları ne yapacaksınız?” diye sordu Sivina.
Yu, Yurine’yi kucağından indirdi ve Sivina’nın elindeki kafesi alıp masanın üstüne koydu. Üç tane karga Yu’ya bakıyordu ve Yu onları koymak için bir kafesi nereden bulduklarını merak etti.
“Bir deney için bana lazımlar, getirdiğiniz için teşekkürler. Eğer söyleyecek bir şeyiniz yoksa gidebilirsiniz, iyi geceler.”
Onları arkasında bıraktıktan sonra alacağı notlar için bir kâğıt ve kalem çıkardı ve çekmecesini biraz karıştırdıktan sonra bulduğu bir iğneyi kâğıdın üstüne koydu. Sivina ve Ana hâlâ gitmemişti.
“Bir sorun mu var?”
“A-Aslında söyleyecek bir şeyimiz var.”
Yu ona dönerken Sivina kollarını göğsünde birleştirdi. Ana’nın gözlerine bakıyor ve konuşmak için ondan cesaret almaya çalışıyordu.
“Ben senin neden onun dediklerine takıldığını anlayamadım, gayet normal sorular sordu.”
Ana kendisinden cesaret almaya çalışan Sivina’nın içindeki endişeleri gidermek için konuştu. Sivina ona başını salladı.
“Hayır, sorun bunları bize sorması. Bay Valarfin ya da Yurine’ye de sorabilirdi. O bizim bilmediğimiz bir şeyler planlıyor olabilir.”
“Kimden bahsediyorsunuz?”
Yu tekrar yerine oturdu ve Yurine onun kucağındaki yerini alıp kuyruğu ile oynaması için Yu’nun eline tutuşturdu. Yu başparmağıyla Yurine’nin kuyruğunu okşamaya başladı.
“Dük Vermilia bizi çadırına davet etti ve birkaç şey sordu. Sivina ondan bahsediyor.”
“Ne sordu?”
Sivina şüpheli davranıyordu ve Yu, Leoral’in Başak Katedrali’ne olan desteğine güvense de onun kişisel güvenini kazanamamıştı.
“Sizin nereli olduğunuzu sordu. Daha doğrusu araştırmış ve Fırtına Krallığı’ndan geldiğinizi öğrenmiş. Biz İlonyalı olduğunuzu söyleyince şaşırdı,” dedi Sivina.
“O şey mi? Andromedia’ya girmeden önce kapıdaki memura Fırtına Krallığı’ndan geldiğimi söylemiştim.”
“Neden ki?” diye sordu Ana.
“Adam neden Başak Lütufu’nun taşıyıcısını desteklediğim ile ilgili inandırıcı bir hikâye istiyordu. Yurine’nin benim kızım olduğunu söyleseydim ve başımızdan geçenleri anlatsaydım inanmayacaktı. Ben de Fırtına Krallığı da Azer’e taptığı için Fırtına Krallığı'ndan geldiğim hikâyesini uydurdum. Cidden ona kadar araştırmış olması tuhaf, bana sorsa gerçek cevabı alabilirdi.”
Yu’nun izini oraya kadar araştırmış olması gerçekten şaşırtıcıydı. Daha şaşırtıcı olanı şu anda onlara yalan söylememiş oluşuydu. Sahiden de böyle yapmıştı.
“Bu adam tehdit oluşturuyor. Beni araştırması tehlikeli, geçmişimle ilgili bir şey bulamayacağı gibi çelişkili bilgiler de edinmiş. Beni, Yurine’den ayırmaya çalışırsa...”
“Ben de bunu tuhaf buluyorum.” Sivina elini çenesine götürürken düşündü. Yu’ya güvenmeyi seçmişti ve Yu onunla gurur duyuyordu.
“Başka ne dedi?”
“Altınlarınız hakkında da soru sordu. Bize verdiğiniz altınları nasıl aldığınızı sordu ve yeni altınlar da getirdiğinizi söyledi. Bize bunlarla ilgili bir şeyler biliyorsak söylememiz gerektiğini söyledi.”
“Bir kısmını Rolderhelm’de ödül olarak almıştık. Üzgünüm, size söylemedim ama Denise ile konuşup özel bir ödül elde etmeyi başarmıştım. Ailemden gelen altınlarsa... Onlarla ilgili meseleleri ise size açıklayamam, size açıklamadığım gibi Leoral’e de kişisel bilgilerim hakkında açıklama yapmak zorunda değilim. Kendisini kral zannediyor herhâlde.”
Leoral, Sivina ve Ana’ya tam olarak ne demişti acaba? Şu anda onlara ikna edici açıklamalar yaparak güvenlerini tazelemesi gerekiyordu.
“Ve ‘daha fazla altın getirdiğini söyledi’ derken ne demek istedi? Şehre soktuğum az bir miktar altın dışındaki altınları roaronlar dışında kimseye göstermemiştik…”
Roaronların da bunları gidip Leoral'e söylemeyeceğini biliyordu. Yaptıkları sahte anlaşma ve sahip oldukları kültür sayesinde dünyadan izole olmuş roaronların sadakati kölelik derecesindeydi ve ağızlarından sır almak mümkün değildi.
“Yu, eğer istersen ona durmasını söyleyebilirim,” dedi Yurine.
“Böyle bir şey dersen beni seni yönlendiren bir şeytan olarak görmeye başlar. Bırak istediğini yapsın, bir süre sonra kendisi durur.”
Eğer Yurine gidip onunla konuşursa tek başaracağı şey Leoral’in endişelerini pekiştirmek olurdu.
“Göt herif. Eğer İlonya’daki çalıntı altınlar haberini alırsa daha fazla şüphelenecek. Belki de o haberi duymuştur bile.”
Leoral hakkında şimdilik bir şey yapmayı planlamamıştı ama eğer Leoral bir şeyler kurcalamaya başladıysa çok geç olmadan harekete geçmesi gerekecekti.
“Bu kadar mı?”
“Evet, bunları size söylemek zorunda hissettim.”
“Teşekkür ederim. Bundan böyle Leoral’in güvenini kazanmak için uğraşmam gerekecek. Gerçi onu da anlayabiliyorum, onun yerinde olsam aynı şeyleri yapardım.”
Masum, nazik bir gülümseme ile onları çadırlarından gönderdi. Sivina ve Ana dışarı çıktığında yüzündeki gülümseme hemen kayboldu. Omuzlarını saldı ve başını arkaya attı.
“Ah... Senin yanında durmamı istemiyor. Bu piç kendini kim zannediyor?”
Başı sızlamaya başladı. Yurine ile neredeyse hiçbir alakası olmayan birisi onu Yu’dan ayırmaya çalışıyordu.
“Böyle bir cüretkârlık, tahammül edilemez.”
Yu bunca zamandır onun yanındaydı. Ona herkesten, Leoral’in kendisinden ve belki Rie'den bile daha yakındı. Sakinleşmek için Yurine’nin kuyruğunu yüzüne götürüp tüylerini yanağına sürttü. Hoş hissettiriyordu.
“Yu, merak etme. Bizi ayırmalarına izin vermem.” Yurine yanaklarını şişirdi. “Her zaman birlikte olacağımız için istesen de ayrılamazsın zaten.”
“Yandere loli catgirl, muhteşem bir kombinasyon.”
“Onlar ne demek?”
“Yurine demek, sanırım.”
Yurine’yi kucağından indirdi ve nefes alıp düşünmek için çadırın dışına doğru yürüdü. Yurine, Yu’nun elini tutarken arkasından yürüyordu.
“Yandere loli ketgörl... Yandere loli ketgörl...”
“Bir şey mi diyorsun?”
“Hayır!”
Az önce ona söylediği kelimeleri fısıldadığını duydu, ezberlemeye çalışıyordu. Yu onun tatlılığına dayanamıyordu.
Sıcak çadırlarından ayrılıp kamplarını kurdukları soğuk düzlüğe adım attılar. Önemli bir konumda olduklarından çadırları da güzel bir alana kurumuştu ve buradan denizi görebiliyorlardı. Yer beyazdı ve yarım ay başlarının üstünde duruyordu.
“Siz gitmediniz mi?”
Çadırın dışında, biraz ilerideki bir ağacın altında Sivina ve Ana’yı sohbet ederlerken buldu. Ana oldukça neşeliyken Sivina çekingendi.
“Bu gece uykum gelmiyor,” dedi Ana.
Sabah erken kalkmaları gerektiği için bu bir sıkıntı olabilirdi. Uyku düzenlerini sağlamak zorundaydılar.
“Hava almaya mı çıktınız?” diye sordu Sivina.
“Hava alıp düşünecektim çünkü Leoral harbiden canımı sıktı. Yurine ile beni ayırmayı denerse...”
“Sana söyledim, Yu. Hiçbir şey bizi ayıramayacak!” Yurine kollarını kaldırdı ve Yu’nun onu kucağına almasını bekledi. Bu esnada esniyordu.
“Uykun varsa içeri girebiliriz.”
Yu onu kucağına almadan önce Yurine tekrar konuştu.
“Uykum yok.”
“Ama hanımım, burada kalırsanız üşürsünüz,” dedi Ana. Yu onu kucağına almak için havaya kaldırmıştı ama Ana konuşunca geri indirdi.
“Doğru. Yurine, Ana ile birlikte içeri gidip üstüne bir şeyler al.”
Çadırın içi sıcak olduğu için çok kalın kıyafetler giymemişlerdi. Yu sadece hava alıp geri geleceği için üzerine ekstra bir şey giymeye gerek görmemişti ama kızlarla muhabbet etmeye başlarlarsa kısa sürede titrerlerdi.
“Burada kalmak istiyorum!”
“Merak etme, Sivina ile kırıştırmayacağıma söz veriyorum.”
Yurine gözlerini kısıp Yu ve Sivina’yı süzdükten sonra oflayarak Ana ile birlikte çadıra doğru yürümeye başladı. Yu ile Sivina yalnız kalmıştı. Yu’nun konuşacak konusu olmadığı için garip bir sessizlik oluştu.
“Böyle anları hiç sevmiyorum.”
Yu konuşmak için konu arıyordu ama aklıma gelen şeylerin çoğunu zaten gün içinde konuşuyorlardı. O sohbet etmek için farklı bir konu ararken Sivina konuştu.
“Bay Valarfin, fark ettiniz mi?”
“Neyi?”
“Luna bizi izliyor.”
Yu başını çevirip etrafına bakınmadı. Kendilerini izleyen kişiyi korkutmamak için gözlerini Sivina’nın üstünde tuttu.
“Luna kim?”
“Dük Vermilia’nın yanındaki yarı elf hizmetçi.”
“Ah, onun adı Luna mıydı?”
Öğrenmek aklındaydı ama daha sonra unutmuştu ve çok fazla karşılaşmadığı için öğrenmek tekrar aklına gelmemişti.
“Şimdi de izleniyorum. Herif cidden abartıyor.”
Luna ilk kez Andromeda Kilisesi'nde gördükleri sarışın yarı elfti.
“Nerede?”
“Sizin çadırın arkasındaki ağaçlıklara doğru gitti. Onu fark ettiğimi görmüş olmalı.”
Çadırdan çıkan Yurine ve Ana kendilerine doğru geliyordu. Yurine, Yu için de bir mont almıştı.
“Yurine ile birlikte çadıra girin, ben geleceğim," dedi Sivina'ya.
“Onun peşinden mi gideceksiniz? Sizinle geleyim.”
“Gerek yok.”
“Bay Valarfin, güvenliğiniz için sizinle gelmek istiyorum.”
Sivina, Yu ile gelmek için ısrar ederken Yurine ve Ana gelip önlerinde durdu. Yurine üstüne mont giymişti ve Yu için getirdiği montu ona verdikten sonra tekrar kucağına çıkmak için kollarını kaldırdı.
“Ana, Yurine ile birlikte bekleyin. Biz Sivina ile birine bakıp geleceğiz,” dedi Sivina'nın teklifine hemen ikna olan Yu.
Kolayca ikna olmuştu çünkü güvenlik meselesi ciddiydi ve Sivina bundan bahsettiğinde karşı çıkabilecek argümanı yoktu.
“Yu, neden onunla gidiyorsun? Ben gelirim.” Yurine nereye gideceğini bile sormamıştı.
“Geldiğimde anlatırım, söz veriyorum.”
“Ben de biraz kıskanmış olabilirim.”
Yurine gayet ciddiyken Ana alaycıydı. Yu yaşanandan sonra onun daha utangaç olacağını düşünmüştü ama artık Yu’nun yanındayken de Sivina ile flörtleşiyordu.
Tabii Sivina ondan beklemediği şekilde Ana’nın yanında çekingendi ve onun flört denemelerinden memnun gözükmüyordu.
“Bir şeyleri yanlış mı anladım acaba?” diye düşündü ama gördüğü manzara her şeyi açıklıyordu.
“Kırıştırmak yok, Yu,” dedi Yurine.
“Sivina ile kırıştırmayacağıma söz vermedim mi ben?” Yurine’nin başını okşadıktan sonra yürümeye başladı, Luna’yı kaçırmak istemiyordu. “Birbirinizden ayrılmayın.”
Yu ve Sivina, Leoral’in hizmetçisinin kaybolduğu ağaçlık alana ilerledi. Burası bir orman denecek kadar büyük değildi ama ağaçların gövde ve dallarının kapladığı alan büyük olduğundan normalde bahçe denecek bölge bir ormanı andırıyordu.
Bu ağaçların bulunduğu alanı geçerlerse Vermilia maiyetinin çadırlarının olduğu bölgeye gireceklerdi.
“Gelmeme izin verdiğiniz için teşekkürler.”
Sivina’nın sağ eli belinden sarkan kılıcın üstündeydi.
“Belki bana tuzak kurmuşlardır ve ormana girince beni öldüreceklerdir. Öyleyse Sivina’yı getirmekle iyi etmiş olurum. Belki de Sivina da tuzağın bir parçasıdır? Hayır, ona güveniyorum.”
Sivina’nın sergilediği her hareket Yu’ya güven veriyordu. Onun giyinişi, yüzü, konuşma tarzı, sesinin tonu ve diğer her şeyi güven vericiydi.
“Benimle konuşurken her zaman siz diye hitap etmene gerek yok. En azından arkadaş ortamındayken ismimle seslenmeni tercih ederim.”
“Siz benim üstümsünüz.”
“Böyle yapma lütfen, bana olan saygın hoşuma gitse de Başak Katedrali’ne geldiğimizde çok sıcak davranmıştın. Öyle bir şey fena olmazdı. Resmi bir yerde olmadığımız sürece resmiyete gerek yok.”
Göz ucuyla baktığında Sivina’nın utandığını fark etti. Kız dudaklarını ısırıp kılıcının kabzasını sıktı.
Yu iç çekerek yürümeye devam etti ve hızlı adımların ardından Vermilia çadırlarına vardıklarında Luna’yı gördüler. Leoral’in muhafızlarından biriyle konuşuyordu.
Yu ve Sivina ağaçların arkasına saklanıp onları gözetlemeye başladı. Mesafelerinden ötürü ne konuştuklarını duyamıyorlardı.
“Sen mesafeni koru, bir şey olursa ortaya çıkarsın.”
“Ne yapacaksınız?”
Yu ona cevap vermedi. Muhafız, Luna’nın yanından ayrıldığında ve Luna bir başka çadıra yürümeye başladığında ıslık öttürdü. Islığı bir kuşun ötüşünü andırıyordu.
Islık öttürme konusunda iyi olduğundan sesi net bir şekilde Luna’ya ulaştı ve onun dikkatini çekti. Luna başını yaklaşmakta olan Yu’ya çevirince önce korktu ve ellerini göğsünde birleştirerek birkaç adım geriledi.
Luna gerilediği yerde donakaldığında Yu ona gülümseyerek yaklaştı, korkutmak gibi bir niyeti yoktu. Birbirlerini rahatça duyabilecek mesafeye geldiklerinde konuştu.
“Merhaba, Luna.”
-------------------------
26.02.2022 - 16:07
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..