Cilt 3 - Bölüm 29: Daha İlerisi

avatar
459 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 29: Daha İlerisi


Neko kendini iyi hissetmediğini söylediği için molalarını uzatmışlardı. Bu Leoral’in de işine geliyordu çünkü sürekli hareket hâlinde olmak bünyesine zararlıydı.


Fakat saatler geçmesine rağmen hâlâ molayı bitirip harekete geçmemişlerdi çünkü kafilelerinde bir eksik vardı. Başak Katedrali’nin eski kâhyası Bart, hiçbir yerde bulunamıyordu.


“Size söylemiştim, kesin o Valarfin piçi bir şey yaptı!”


“Ekselanslarının önünde diline hâkim ol!”


Kişisel muhafızlarından birisi elini kılıcına atıp siyah saçlı ve yeşil gözlü çocuğa yöneldi. Efendisinin karşısında hakaret edip bağırması onu sinirlendirmişti.


“Onun hakkında konuştuğumuzu nereden bilebilir ki?”


Leoral sadece sesli düşünüyordu. Yu Valarfin bir anda ortaya çıkmıştı. Elbette yeni tanıştığı insanların çoğu teknik olarak bir anda ortaya çıkmış kişiler olurdu fakat buradaki sorun, Neko’nun ona karşı olan inanılmaz yakınlığıydı.


Ona adeta Rie’ye olduğundan daha yakındı. Onun kucağından inmek istemiyor, herkesin içinde öpüyor, kızlardan kıskanıyor, bazen akşam yemeğinde kendi eliyle ona yemek yediriyordu. Bazen de tıpkı annesinden istediği gibi ondan yemek yedirmesini istiyordu.


İkisinin yakınlığı normal değildi, Neko böyle şeyler yapacak bir çocuk değildi. Leoral bu yüzden Yu Valarfin’den şüphelenmişti ve araştırmaları sonucunda ortaya çıkan ilk çelişkili bilgi, bu şüpheleri arttırmıştı.


Yu Valarfin insanlara nereden geldiği ile alakalı çelişkili bilgiler veriyordu. Yanındaki kızlar onun İlonya’dan geldiğini söylerken başkente girerken Fırtına Krallığı’ndan geldiğini söylemişti ve Bart’a memleketinin neresi olduğunu söylemeyi reddetmişti.


Daha sonra şüphelerini arttıran ikinci bir olay yaşanmıştı, İlonya’dan soygun haberi gelmişti. Bu, İlonya devletinin karşılaştığı en büyük soygundu. Bart, Yu Valarfin’in altın sakladığını öğrenince onunla bu soygun arasında bağ kurmadan edememişti.


Üstelik Yu Valarfin arkadaşlarıyla buraya gelmek yerine İlonya’da kalmıştı ve bunu yaparken ailesinin borçlarını aldığını söylüyordu. İki olay arasında bağlantı olması şaşırtıcı olmazdı.


Ama şüphelerini en çok arttıran ve Yu Valarfin’in kesinlikle Neko’nun yanında olmaması gerektiğini düşündürten şey, karşısındaki çocuktu.


“Hemen onu bulalım, ben Rolderhelm’de olanları anlatınca Sivina bana inanacaktır.”


Fakat karşısındaki çocuk da umutsuz vakaya benziyordu. Buraya kadar gelmesindeki tek neden bir kadına olan aşkıydı ve o kadının kimin safında olduğu Leoral için çok da önemli değildi.


Aslında aşkı yüzünden buraya kadar gelmesini anlayabiliyordu. Eğer Natalia bugün yaşıyor olsaydı, nerede olursa olsun Leoral bu hâliyle bile onun yanına giderdi.


“O kız sana inanınca ne olacak ki? Neko onun yanında olduğu sürece Yu Valarfin hakkında sunduğumuz tüm iddialar bir işe yaramayacak.”


“Bunlar iddia değil, gerçek! Her şeyi araştırdım, beraber görev yaptığımız bir kızla bile konuştum. O adam mektuplarla insanları dolandıran kişi, buna eminim. İlonya’ya girerken de para sokmuş ülkeye, belgeleri var.”


“Bu belgeler elinde mi peki?”


“H-Hayır...”


Raul yumruklarını sıkarken başını eğdi. İlonya devleti ona herhangi bir belge vermekle yükümlü olmadığından elinde hiçbir kanıt bulunmuyordu.


Üstelik bu belgeleri alsalar bile hâlâ onun suçlu olduğuna dair hiçbir kanıt sunamazlardı. Onun dolandırıcı olduğuyla ilgili hiçbir iz yoktu.


“Bunu yetkililere açıklamayı denemiş miydin?”


“Neden tekrar anlattırıyorsunuz ki?”


Raul izin beklemeden bir sandalyeye oturdu. Muhafızlar onu sandalyeden kaldırmak için öne doğru bir adım atmıştı ama Leoral onları durdurdu.


“Kendimi yırttıktan sonra bizzat başbakan ile görüşebildim. Ona her şeyi anlattığımda sadece güldü.”


Raul yumruğunu o kadar kuvvetli bir şekilde sıkıyordu ki tırnakları eline batmış ve kanatmıştı. Yeşil gözlerindeki kin, onu gördüğü ana Yu Valarfin’in üzerine atlayacak izlenimi veriyordu.


“Neden ki?”


Rolderhelm böyle bir ülke değildi, Denise de böyle bir insan değildi. Nasıl tek yaptığı gülmek olabilirdi ki? Leoral anlayamıyordu.


“O herif...” diye konuşmaya başladı Raul. “Kızılşapel’de bizi yönettiği için bir halk kahramanı olarak görülüyor. Bir halk kahramanının böyle büyük çaplı bir suç işlediğini açıklamak, halk arasında karışıklık çıkartabilir.”


Onun suçlu olduğuna dair geçerli bir kanıt elde edemiyorlardı, Bart bir anda kaybolmuştu ve onun sorumlu olduğuna dair bir kanıt da bulamamışlardı. Sorguladıkları hiç kimse Yu Valarfin aleyhine bir şey söylememişti.


Onu izlemesi için görevlendirdiği Luna bile onu görmediğini söylüyordu.


“Sanırım yapacak tek şey var. Üzgünüm, Neko... Tüm bunlar senin ve Mora’nın iyiliği için.”


***


Öğleden sonra olduğunda hâlâ kaybolan Bart’dan hiçbir iz yoktu. Zaman geçtikçe Yu Valarfin’in bunda bir parmağı olduğuna dair inancı artıyordu ama konuştuklarından nasıl haberdar olduğunu bir türlü anlayamıyordu.


Sivina ve Ana isimli iki kızla konuşmuştu ama o ikisi ile konuşurken yanında Bart yoktu ve Bart ile alakalı hiçbir şey söylememişti.


“Siz kızlarla konuşurken ben de yanınızda olmalıydım. Size söylemiştim.”


“Eğer orada olsaydın bizimle konuştuktan sonra hemen Yu Valarfin’in yanına gider ve ondan bir açıklama beklerlerdi. Neko’yu aslında olmadığı birine dönüştüren adamın onları da kolaylıkla kandıracağı su götürmez.”


Raul’u bir koz olarak kullanmayı düşünüyordu. Onu aniden ortaya çıkaracak ve Yu Valarfin hiçbir açıklama yapamadan bu işi bitirecekti.


Şimdi de Bart’ın kaybolmasıyla ilgili bir toplantı yapacaklardı. Bu yüzden Leoral, Başak Katedrali’nin asıl üyelerini çadırına çağırmıştı.


Çadırında onu Neko, Sivina, Ana, Link ve Yu Valarfin bekliyordu. Bugün çadıra girecek ve Yu Valarfin’i oradan alacaktı. Askerleri hazır bir şekilde onun arkasından yürüyordu.


“Sen beni bekle, ben içeri gelmeni söylediğimde gelirsin.”


Tekerlekli sandalyesini iten Luna, onu çadırın içine soktu. Çadıra onunla birlikte şimdilik dört muhafız girmişti ama diğerleri de onun emriyle içeri girmek üzere dışarıda bekliyordu.


“Bart öldüğü için her şeyi tek başıma yapmam gerekecek...”


İçeriye girdiğinde burada olmasına izin vermediği iki kişiyi daha gördü. Neko’ya bağlı roaron savaşçılarından ikisi çadırındaydı. Yanlış hatırlamıyorsa isimleri Kigaro ve Dimen’di.


Yu Valarfin, iki kızla birlikte Andromedia’nın aşağısındaki mülteci kampına giderken Neko ile konuşmuş ve Valarfin sayesinde onların hizmetini aldığını öğrenmişti.


Leoral onların sadakatinin Neko’ya mı yoksa Yu Valarfin’e mi olduğunu merak ediyordu.


“Bart’dan hâlâ iz yok mu?” diye sordu Leoral.


“Biz de bunu size sormayı planlıyorduk,” diye yanıtladı Yu Valarfin.


“İlginç, belki sen biliyorsundur diye düşündüm. Sonuçta hepsini sen yönetmiyor musun?”


“Eğer bilseydim bunu çoktan söylerdim. Küçük hanımın maiyeti ile ilgilenmek benim görevim.”


Yu Valarfin’in gergin olacağını düşünüyordu ama rahattı. Eğer genç Leoral burada olsaydı içinden ona gülerdi ama yaşadığı yetmiş yıllık hayatta elde ettiği deneyimler sayesinde şu anda sadece strese giriyordu.


Yaşlı vücudu için stres tehlikeliydi. Korkması gereken Yu Valarfin olduğu hâlde Leoral korkuyordu. Kalbi hızlanırken su istedi ve Luna, ona su içirdi.


“İlgilenmek senin görevinse onun kaybolmasından da sen sorumlusundur.”


“Onlarla ilgilenmek benim görevim ama onların bakıcısı değilim, keza küçük hanım da öyle. Bart yaşlı bir adam, muhtemelen bir yerde düşüp bayılmıştır.”


Link Yachi Long başını salladı. O, Tauntis’in Başak Katedrali’ndeki gözü olma görevini üstleniyordu.


“Ben de Yu’ya katılıyorum. Kaybolalı yaklaşık altı saat oluyor, tüm bu süreç boyunca bir yerde uyuyor olabilir.”


“Uyuyor olsaydı onu bulabilirdik,” dedi Ana.


Yu Valarfin sessiz kaldı.


“Sen sahiden bir şey bilmiyor musun?”


“Bana bu soruyu kaç defa sormayı planlıyorsunuz acaba? Eğer benden şüpheleniyorsanız açıkça söyleyin.”


“Şüpheleniyorum.”


Leoral hiç vakit kaybetmeden cevaplamıştı. Yu Valarfin dilini şaklatırken Neko ve Sivina ona yaklaştı.


“Yu’yu bu saçmalıklarla suçlayamazsın! Onu suçlaman beni de suçlaman demek!”


“Kardinal hazretleri beni yanlış anladı, ben sizin iyiliğiniz için konuşuyorum.”


“Benim iyiliğime karar verecek kişi değilsin.”


Bu cümle canını o kadar yakmıştı ki ağlayabilirdi. Çocuğunun ihanetini gören bir baba gibi hissediyordu.


“Yu Valarfin’in normal olmadığını göremiyor musun, Neko?”


“Beni sinirlendirme.”


Neko da Leoral kadar netti. Küçük kız da yumruklarını sıkmış ve Yu’nun bir adım önüne geçmişti.


“Neden ona bu kadar yakınsın? Onun yaptıklarını biliyor musun?”


“Rolderhelm’den beri onunla yan yanayız, söyle bakayım ne yapmış Yu?”


Leoral başını dönüp Luna’ya göz kırptı ve Luna, gözlerini eğerek çadırın dışına çıktı. Eliyle birine gelmesini işaret ettikten sonra siyah saçlı, yeşil gözlü bir çocuk çadırdan içeri girdi.


“Neler yaptığını ben söyley-”


“SEN NE YAPTIĞINI ZANNEDİYORSUN!”


Çadır soğuk ve öldürücü bir rüzgâr ile sarsılırken Neko’nun korkunç kükremesine roaronlarınki eşlik etti. Sivina ve Ana kılıçlarını çekerken Leoral’in muhafızları da kendi kılıçlarını çekerek tekerlekli sandalyenin önüne geçti. Luna’nın attığı uzun çığlıkla birlikte Leoral’in dışarıda bekleyen askerleri de çadırın içine girdi ve çadırda hareket edecek tek bir yer kalmadı.


“Y-Yurine... Sen... Ne yaptın?”


“KES SESİNİ YU! DAHA FAZLA BU ADAMI SAVUNMAYA ÇALIŞMA!”


Yurine kimdi? Yu Valarfin neden ona böyle sesleniyordu? Neko onun kimi savunduğunu iddia ediyordu? Ve neden, Raul’un kafası yerde yuvarlanıyordu?


“Neden?” diye sordu Sivina. Önündeki askerlerin arasından onun da kılıcını çektiğini görebiliyordu ama Neko’ya bakıyordu.


Kılıcını son çekense Link olmuştu. O, Tauntis’in katedraldaki gözüydü, neden kılıcını bu katedrale musallat olmuş şeytana değil de Leoral’e tutuyordu?


“Sen de kapa çeneni!” Neko, Sivina’yı susturdu. “Bu hadsizliği affedemem.”


“Ama neden?” Leoral şaşkınlığını hâlâ atlatamamışken dudaklarından sadece bu iki kelime çıkabildi.


Neko neden Yu Valarfin için birini öldürüyordu? Bunu hesaplamamıştı, böyle olacağını düşünmemişti. Yu Valarfin onu nasıl bunu yapmaya ikna etmiş olabilirdi? Hayır, en başında Yu Valarfin, Raul’dan haberdar mıydı ki?


“Yurine, ne yaptığının farkında mısın?”


“Kes sesini dedim Yu! Sana onu çok daha önce öldürmemiz gerektiğini söylemiştim!”


“Çok daha önce mi? Siz neden bahsediyorsunuz?”


“Kes sesini Sivina... Bana bunu bir daha söyletme...” Yurine'nin etrafındaki fırtına şiddetlendikçe şiddetleniyordu.


Az önce Raul'un başını gövdesinden ayıran rüzgâr büyüsü, bu sefer Leoral’in önündeki askerleri yere devirdi ve Neko ile Leoral arasında hiçbir engel kalmadı.


Diğer askerler Neko’ya saldırmak üzereydi ki Neko’nun hepsini öldürebilecek güçte olduğunu fark eden Leoral onları durdurdu.


“Durun! Durun diyorum!” Bağırdığı için öksürüyordu ama son bir kez onları durdurmak için bağırdı. “Durun!”


Göğsü sıkışıyordu, elini güçlükle kaldırıp kalbine götürdüğünde atış hızı onu korkuttu.


“Sen neden Yu’yu öldürmeye çalışan birini buraya getiriyorsun?”


“Onu öldürmeye çalışan biri mi?”


Neko, Leoral’in bilmediği bir şey söylüyordu. Raul bununla ilgili hiçbir şey anlatmamıştı.


“Öldürmeye çalışan derken...”


Yurine tarafından susturulan Sivina istese de konuşamıyordu, onun yerine konuşan Ana oldu.


“Rolderhelm’den ayrılırken beni öldürmeye çalıştı. Yurine sayesinde kurtuldum.”


Sivina başını çevirip Yu Valarfin’e baktı. Neden bundan bahsetmediğini sorguluyordu. Yu Valarfin, Sivina’nın bakışlarını fark ettiğinde sessizce cevapladı.


“Bunu, seni çaldığımı düşündüğü için yaptı. Eğer sana söyleseydim kendini suçlayacak ve üzülecektin. Zaten onu bir daha göreceğimi düşünmediğimden unutmanın daha iyi olacağına karar vermiştim.”


“Ama sonuç olarak sen yanıldın, Yu.” Neko gözünü Leoral’den ayırmadan konuştu. “Bana cevap ver, Leoral. Neden Yu’yu öldürmeye çalıştın?”


“Ben...”


“BANA BUNU YAPMAYA ÇALIŞMADIĞINI SÖYLEME!”


Leoral ayakta olsaydı korkudan yere düşerdi. Neko’nun yüzü, onunla Andromedia’da konuştukları sefer gösterdiği yüzün aynısıydı fakat şimdi ona bağırıyordu.


Elleri titrerken hiçbir şey söyleyemedi.


“Sadece senin iyiliğini dü-”


“Hakkımda ne biliyorsun ki iyiliğimi düşüneceksin!”


Leoral kaybetmişti, Yu Valarfin bu kızı tamamen avucunda tutuyordu. Yu Valarfin'in aleyhine çürütülmesi mümkün olmayan bin tane kanıt sunsa bile Neko, Yu'nun yanında olacaktı.


“Yurine, burada bitirelim. Daha fazla kargaşa-”


“Burada kargaşa çıkartan tek kişi var, o da Leoral! Sana zarar vermeye çalışanlara nazik olmayacağım, Yu!”


“Anlıyorum yine de bu şekilde bir yere varamayacağız. Sakinleşmek için kendi çadırlarımıza dönelim ve işler normale dönene kadar bir şey yapmayalım.”


“Ama Yu!”


“Leoral’e karşı öfke beslemiyorum, Yurine. Eğer onun yerinde olsaydım ben de seni kendimce korumaya çalışırdım. Bu yüzden, lütfen...”


Yu Valarfin, Neko’ya elini uzatırken Leoral hiçbir şey düşünemiyordu. İşlerin zor olacağının, Neko’nun sinirleneceğinin farkındaydı ama bu noktaya ulaşacağını nasıl bilebilirdi ki?


“Beni kucağına al, Yu.”


Neko'nun fırtınası dinerken Yu Valarfin onu kucağına aldı ve hâlâ ayakta duran askerlere aldırmadan yürüdü. Leoral’in emriyle askerler onun yolunu kesmek yerine önlerinden çekildi ve ikisi çadırın dışına çıktı.


Sivina ve Ana, Raul’un cesedine bakarak onları takip etti ve roaronlar da kızların ardından çıktı. Link çadırdan en son çıkan kişiydi. Çıkmadan önce durdu ve Leoral’e baktı.


“Kılıç perileri hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz, değil mi? Eğer bir şekilde Yu’ya zarar vermeyi başarsaydınız işlerin nasıl bir noktaya ulaşacağından haberiniz var mıydı?”


Leoral başını salladı, gerçekten de kılıç perileri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Onların varlığından haberdardı ama onlarla ilgili spesifik şeyler hakkında herhangi bir fikri yoktu.


***


“Gerçekten, Raul sizi öldürmeyi mi denedi?” diye sordu Sivina. Şu anda Yurine’nin çadırındaydılar. Yurine, Yu’nun kucağında oturuyordu ve onun boynuna sarılmıştı.


“Evet.”


“Neden?” Sivina ağlayacaktı, kızaran gözlerinden akmaya çalışan yaşları tutuyor, ağlamamak için derin nefesler alıyordu.


“Söyledim işte, beni tekrar bunu anlatmaya zorlama.”


Yu'nun çadırdayken söylediği şeylerde herhangi bir eksik yoktu. Olayı olduğu gibi aktarmıştı.


“Onun adının anılmasını yasaklıyorum, şimdi bizi yalnız bırakın.”


Yurine’nin onları kovmasıyla Sivina, Ana ve Link istedikleri kadar konuşamamalarına rağmen dışarı çıktılar. Kigaro ve Dimen’in çıkmasını önleyense Yu’ydu.


“Çadırın etrafındaki nöbetçi sayısını beş arttırın.”


Kigaro ve Dimen onun Bart’ı öldürdüğünü görse de bunu bir sır olarak saklıyordu. Yetiştikleri kültürden ötürü bu sırrı açığa çıkarmayacaklarına şüphesi yoktu.


Herkes çadırdan ayrıldığında Yu ve Yurine bir başlarına kaldılar. Yurine başını Yu’nun omzuna yaslamıştı. Başını kaldırdı ve gülümseyerek Yu’nun gözlerine baktı.


“Yu, iyi yaptım mı?”


“Evet, Yurine. Çok iyi yaptın.” Yurine, Birinci Dünya’da olsaydı harika bir çocuk oyuncu olurdu. “Şimdi geriye kalan tek şey Leoral’in işini bitirmek. Bu saatten sonra bir şey yapacağını zannetmesem de onu hayatta bırakmak tehlikeli. O öldükten sonra ise Cecilus’u öldürmemiz gerekecek.”


Vermia’nın düşman elinde olmasının iyi yönlerinden birisi de buydu. Eğer Vermia, Cecilus’da olsaydı hemen dük ilan edilirdi.


“Bir ordu kurup hemen Vermia’ya gitmeli, Cornelia’yı dost edinip düşes yapmalıyız. Bu işi ancak bu şekilde kapatabiliriz.”


“Evet, Yu. Cecilus’u öldürelim.”


Yurine, Cecilus öleceği için mutluydu. Cecilus da öldükten sonra en fazla Bishorylerin ölümünü isterdi ki onları öldürmenin zor olacağını zannetmiyordu.


Yani Cecilus öldükten sonra intikam meseleleri ile fazla uğraşmak zorunda kalmadan önlerine bakabileceklerdi.


“Şimdi sakinleşmek için kampta bir teftişe çıkalım. Huysuz bir yandere loli catgirl olmayı unutma.”


“Merak etme Yu, ben huysuz bir yandere loli ketgörlüm.”


Yu, Yurine’nin yanağından makas alıp onu yere indirdi ve dışarı çıktılar. Bugün hiçbir şey olmamış gibi tekrar Leoral ile yemek masasına oturmaları gerekiyordu.


En kısa vakitte Leoral’i sahneden atmak, onun eline son bir hamle şansı vermemek için zaruriydi. Leoral’in artık bir hamle yapmayacağını düşünse de başka bir çıkış yolu görmeyerek bir aptallık yaparak onu öldürmeyi deneyebilirdi.


Bu ihtimalin gerçekleşmesini engellemek için akşam yemeklerinin hazırlandığı çadıra girecek, sinirli Yurine çadırdakileri azarlayıp dikkatlerini dağıtırken Yu hazırladığı zehri akşam yemeğinde içecekleri çorbaya dökecekti.


“Umarım iştahım yok diyerek yemeğe gelmemezlik etmez. Öyle bir şey yapsa da bugün elimden kurtulamaz gerçi, Yurine onu özel olarak yemeğe çağırır.”


"Öyle yapacağım, Yu."


Yurine kampı teftiş ederken herkesi azarlıyor, etrafına sinirli bir izlenim sunuyordu. Planladıkları gibi onlara özel akşam yemeğinin hazırlandığı çadıra girdiğinde de içeridekileri etten püften sebeplerle azarlayarak oyalamış ve çorbaya zehri dökmek için Yu’ya gerekli fırsatı vermişti.


Dulzehri, seçtiği zehrin ismiydi. Bu zehri seçmesinin nedeni panzehirinin de elinde olmasıydı.


Panzehiri akşam yemek yiyenlere verecek, sadece Leoral’in zehirlenmesini sağlayacaktı. Leoral de birkaç gün içinde ölerek Yu’ya rahat bir nefes aldırabilirdi.


Akşam yemeği vakti geldiğinde Yu’nun tahmin ettiği gibi Leoral yemeğe gelmemişti. Bu yüzden de Yurine, onu özel olarak akşam yemeğine çağırdı.


“Yu,” konuşan Link’ti. Yu’ya ismiyle hitap ediyordu. “Bunun iyi bir fikir olduğundan emin misin? Kardinal hazretleri hâlâ sinirli gözüküyor.”


“Hmph.”


Yurine hiçbir şey demedi ve yanaklarını şişirip başını Yu’ya çevirdi.


“Leoral bizim destekçimiz, ters düşüp onu kaybetmeyi göze alamayız.”


Leoral tekerlekli sandalyesinin üzerinde yemek yiyecekleri çadıra girdiğinde ortamdan çıt çıkmıyordu.


Herkes masaya geçtiğinde Yu masadakilerin yüzlerini aklına kazımaya başladı.


“Sivina ve Ana, zehri içmeyecekler. Link, siktir et. Leoral geberecek, şu ikisi de Leoral’in yaverleri.”


İkisi de Vermila ailesine bağlı olan yaverlerden biri Salamon, diğeri de Bishory ailesinden geliyordu.


Masadakiler yemeğe başlamak için Yurine’yi beklerken Yurine, kaşığını çorbasına attı ve ağzına götürdü. Çorbanın üstünde dumanlar tütüyordu. Sıcak olduğu için üfledi ama sonra... İçmedi.


“Bugün çorba içecek havamda değilim.”


Yurine ekmeğini kopardı ve bir parçayı ağzına attı, daha sonra da ekmeği tükürdü. Böyle bir yeteneği Yu bile beklemiyordu, ekmek doğrudan Sivina’nın çorbasına girdi.


“Bu ne biçim şey! Yu! Neden bayat bu?”


“Özür dilerim, küçük hanım.”


Sivina, çorbasına düşen ekmeğe bakarken Yu, Leoral’in kendi çorbasından ilk yudumu çoktan aldığını gördü.


“Evet, bu iş de oldu sayılır.”


Mutluydu ama gülümsemiyordu. Ayağa kalktı ve Ana kendi çorbasını içmeye başlamadan önce Sivina’nın yanına giderek onun kâsesini aldı. Bu masada hizmet etmek onun görevi değildi ama bugün biraz daha kâhya olması gerekiyordu.


“Yu!”


Yurine aniden bağırınca 'korkan' Yu, Sivina’nın çorbasını Ana’nın üstüne döktü.


“Ah, sıcak!”


“Özür dilerim, temizleyeyim...”


Sivina’nın kâsesini geri bırakan Yu, Ana’nın üstünü temizlemeye koyuldu. Ana’nın da kendi çorbasına dokunmasını önlemişti.


“Tch, boş ver. İştahım kaçtı,” dedi Yurine. “Yemek yemeyeceğim, siz de benimle gelin. Sivina, Yu’ya kılıç öğret, hadi.”


“E-Emredersiniz.”


Yemeğini arkada bırakan Sivina masadan Yurine ile birlikte kalktı. Ana da onunla birlikteydi, böylece dördü çadırdan çıkarken içeridekileri yemekleriyle baş başa bıraktılar.


Panzehirin etkisine güveniyordu ama buna güvenerek Sivina ve Ana’yı riske atmak istememişti. Bu yüzden bugün böyle bir rezalet gerçekleştirmesi gerekiyordu aksi takdirde iki kişi gereksiz yere ölebilirdi.


Ve tabii ki panzehir ne kadar kuvvetli olursa olsun Yurine’yi de riske atamazdı. Daha sonra bir şeyler yiyeceklerdi.


“Her şey çok güzel oldu.”


Masada kalan Link ve iki yavere daha sonra bir şekilde panzehiri içirebilirdi.

-------------------------

06.03.2022 - 19:45






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr