Cilt 3 - Bölüm 36: Ejderha

avatar
416 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 36: Ejderha


Benim adım Yu Valarfin.


Benim adım Yu Valarfin.


Benim adım Yu Valarfin.


Altı bin kişiyi taşıyan elli gemi Yeşim Gölü’nde ilerliyordu. Rüzgâr yoktu, Cornelia’nın yardımına bir an önce ulaşabilmek için küreklere asılabildikleri kadar asılmaları gerekiyordu ve onlar da öyle yapıyordu.


Limandaki gemilerin sayısı yetersiz olduğundan tüm askerleri tek seferde kuşatmaya götürmeleri mümkün değildi. Hatta elli gemi bulabilmek bile kelimenin tam anlamıyla mucizeydi. Bu yüzden yapabileceklerinin en iyisi, orduyu iki parça hâlinde hareket ettirmekti.


Kuşatmaya katılacak ilk asker grubu toplamda iki bin okçuya karşılık gelen iki okçu taburu ve dört bin piyadeden oluşan iki tugaydı. Bu birliklerin kumandanı şimdilik Sivina ilan edilmişti.


Gemiler ilk grubu bıraktıktan sonra Link’in emrindeki diğer birlikleri getirmek için geri döneceklerdi.


“Deniz de göl de korkutucu... Boyumu geçen tüm sular korkutucu.”


İlk kez Rolderhelm’de olduğu sırada gemi ile yolculuk etmiş ve o günden beri denizin içinde olmaktan korkar olmuştu.


“Livia’ya sinirleneceğini ve olay çıkartacağını düşünmüştüm. Sakinliğin ben dahil herkesi şaşırttı.”


Gemi ile seyahat etmekten korkuyordu. Suyun üzerindeyken kendini bir anda suyun altında hayal ediyor, boğulduğunu düşünüyordu.


Suyun altına düşme fikrinin aklına gelmesine engel olamıyordu. Hatta bu düşünceyi engellemeye çalıştıkça boğulduğunu daha fazla hayal ediyor ve kısır döngüye giriyordu.


Hareket hâlindeyken midesinin bulanması da ayrı bir dertti. Dalga yoktu ama Yu yine de midesinin bulandığını hissediyordu. Hem korkusu ile uğraşmak hem de yediklerini midesinde tutmaya çabalamak başını ağrıtıyordu.


“Elbette sinirlendim, Yu. Farklı şartlarda olsaydık onu doğduğuna pişman ederdim fakat benim on iki yıllık bilgi birikimimi hafife alma. Ben yüce bir varlığım, kendime hâkim olmam gereken zamanı iyi bilirim.”


“Büyücülük Akademisi olayında neden bu on iki yıllık bilgi birikimin ve kendine hâkim olma yetini göremedim peki? Eğer Maron olmasaydı kapının önüne konulacaktık.”


“Geçmiş defterleri açma! Üstün varlıklar açıklama yapmak zorunda değildir!”


Büyücülük Akademisinde, Salery ve Stella’ya karşı sergilediği tutum yüzünden onu suçlamıyordu. Yurine o zamanki davranışlarında haklıydı. O gün onun yaptıkları yüzünden başlarının derde girmesi muhtemeldi ama bugün sakin kafayla düşündüğünde Yurine’nin yerinde olsa aynı şeyleri söyleyeceğini biliyordu.


“Hem sen üç yaşındasın, on iki yıllık birikimini nasıl elde ettin?”


Mantıklı bir açıklaması olmayan küçük kılıç perisi ellerini beline koyarak göğsünü kabartmayı tercih etti.


“Bu karışık bir konu, benim üstün bir varlık oluşumu cevap olarak görebilirsin.”


“Buna kaçamak cevap bile denmez. Gizlemeye çalışman sadece merakımı kabarttı.”


Konu ne zaman Yurine’nin geçmişine ya da kendisi ile ilgili bir meseleye gelse Yurine anlatmaya çekiniyordu.


Yu anlatmamasının sebebini merak ediyordu. Güvensizlik kesinlikle anlatmama sebebi olamazdı, yaşanan olaylardan sonra Yurine de Yu da birbirlerine tamamen güveniyordu.


“Acaba anlatmama sebebi beni yakın görmüyor oluşu mu diyeceğim ama babası olarak gördüğünü biliyorum. Keşke bana anlatsa, anlatmaktan kaçındığı şeyler kadar anlatmama sebebini de merak ediyorum.”


Kendisi dürüst olmuş ve tüm geçmişini ona açmıştı ama Yurine’nin kendisininkini gizli tutması canını sıkıyordu.


“Buraya gel.”


Yu’nun canı sıkılıyordu ve şu anda kitap okuyası da yoktu. O yüzden kamaranın içinde volta atan Yurine’yi oturduğu koltuğa çağırdı.


Yurine sözünü ikiletmeden gelmiş ve onun yanına oturmuştu. Yu zaman geçirmek için Yurine’nin örülü saçlarını bozdu ve baştan örmeye başladı.


“Yu, sence savaşı kazanmamız ne kadar sürer?”


“Kazanacağımıza kesin gözüyle bakıyorsun yani? Bilemiyorum, gerçekten bilemiyorum. Bir fikir yürütmesi bile zor.”


Cornelia kışın kuşatmaya başlamıştı ama bu esnada duvarlara bir kez olsun saldırmamıştı. Kışın kuşatmaya başlayarak tek yaptığı şey kaynaklarını boşa harcamaktı.


“Böyle birisi nasıl olur da Zodyaist tarafın tek zaferini kazanır merak ediyorum. Bu dik başlılık bile değil, tamamen ahmaklık.”


Yurine’nin saçlarını arkasından basit bir şekilde örüyordu. Gece yatmadan önce zaten bozacağından fazla uğraşmaya gerek yoktu. Biraz zaman geçirmek yeterli olacaktı.


“Fakat üzerimize gelen kraliyet ordusu bizim asıl sorunumuz. Vermia’yı bu kadar erken kuşatması ahmaklık olsa da kraliyet, Cornelia’yı ortadan kaldırmak istiyor olmalı. O da gittikten sonra Zodyaist tarafın içinde umut vadeden kimse kalmaz ve zaferleri neredeyse kesin olur.”


Bir kumandan olması dışında Cornelia popüler biriydi ve halkın gözünde kahramandı. Cornelia’nın gitmesiyle halkın morali bozulacak ve onları fethetmesi daha kolay olacaktı.


“Tch... Eğer üzerimize gelen orduyu yenersek şehri bir şekilde alabiliriz ama ondan sonra da problemler devam edecek. Belki, Ethalot sınırına kadar olan yerleri fethedip ele geçirdiğimiz topraklarla onların korumasına girmek istediğimizi söyleriz. Karşılığında da tek isteğimiz dağa girmek olur.”


Yurine’nin saçını örmeyi bitirdiğinde başına bir öpücük kondurdu ve arkasına yaslandı.


“Ama Ethalot’un yerinde olsam bunu kabul etmezdim. Dağların ötesindeki toprakları savunmak zor olur.”


Asıl amaçları Ethalot’un kutsal kabul ettiği bölgeye girecek saygınlık ya da gücü elde etmekti. Eğer bu gücü Yu Zao Long onlara sunarsa Yu hiç düşünmeden onun safına geçerdi.


“Müsait misiniz?!”


Kaptan kamarasının dışından konuşan Sivina heyecanlıydı ve bir alacaklı gibi kapıyı çalmıştı.


“Evet, gelebilirsin.”


Kapı açıldığında Sivina’nın ağzı kulaklarına varmış hâliyle karşılaştılar. Bir eli ile kılıcını sıkıca tutarken diğer elini havaya doğru sallıyordu. Bu esnada yalnızca üç kelime söyleyebildi.


“Yeşim Ejderhası, yukarıda!”


Güzel Başak Şövalyesi, havadaki elini indirip gelmelerini işaret ederek güverteye koştu. Yu ve Yurine oturdukları koltuktan kalktı ve onun peşinden güverteye çıktı.


Yeşim Gölünün ortasında, sonsuza dek uzanıyormuş gibi gözüken koyu maviliğin içinde ilerliyorlardı. Gece çökmüş ve sabah açık olan gökyüzünde yağmur bulutları toplanmıştı.


Kürekçiler dışında herkes güvertedeydi. Roaron savaşçılarının otuzu da buradaydı ve kendileri ile yolculuk eden askerler sayesinde güverte kaplanmıştı. Herkes başını kaldırmış, gökte daireler çizen yeşil dev yaratığa bakıyordu.


“Vay be!” diyerek soluksuz şekilde ejderhayı izlemeye başladı Kigaro.


Roaronların hepsi meraklı bir yavru kedi gibi gözüküyordu. İki metrelik canavarların tatlı gözükebileceği kırk yıl düşünse aklına gelmezdi. Bu yüzden kıkırdadı.


Ejderha gökyüzündeyken Yu bir parmağını gözünün önüne koyarak hayvanın tüm vücudunu kaplayabilirdi. Lakin havada uçan uçaklar küçük gözükse de ne kadar büyük olduğunu bildiğinden, ejderhanın boyutu hakkında da bir çıkarım yapabiliyordu.


Yeşim Ejderhası, muhtemelen Yu’yu tek seferde ağzına alabilecek kadar büyüktü. İsminden de anlaşılacağı üzere yeşildi, gökyüzünde uçan bir zümrüdü andırıyordu.


Ejderhanın dört bacağı ve kendi vücudundan çok daha büyük kanatları vardı. Havada süzüldüğü sırada gövdesinden daha uzun olan kuyruğu tamamen düzdü. 


“İnsanlar arasında Yeşim Ejderhası ile alakalı yaygın bir efsaneler vardır.” Yurine, Yu’nun bilmediği bir hikâyeyi anlatmaya başladı. “Bunlardan biri der ki; kahramanların en büyüğü Yeşim Ejderhasını öldürecektir. Yeşim Ejderhası ve bu efsanevi kahraman kaderlerinde savaşmak olan iki ebedi rakiptir. Ejderha, Yeşim Gölü’nü daima gözetir ve ebedi rakibinin gelmesini bekler.”


Kahraman, Yu Valarfin’in elde edemeyeceği bir sıfattı. Efsane doğruysa kendisinin ejderha ile işi olmadığı anlamına gelirdi.


Fakat onunla dövüşecek rakibinin nasıl bir canavar olduğunu aklında canlandırmaya çalıştı. Ejderha bir insanı rahatlıkla midesine indirecek kadar büyük gözüküyordu, birinin tek başına onu alt etmesi için en az ejderha kadar tehlikeli bir canavar olması gerekirdi.


“Aptalca bir hikâye, insanların her şeyi yok etme isteğinin dışa vurumu. Ejderha şimdiye dek Yeşim Gölü’nün hiçbir yolcusuna zarar vermedi,” diyerek anlattığı efsaneyi sonlandırdı Yurine.


“Muhteşem ama aynı zamanda korkutucu.” Sivina onun hikâyesini dinlemeden kendi yorumunu yaptı.


“Savaşla alakalı hikâyelerdense barışçıl hikâyeler daha moral verici bence. Belki de ejderhanın sürekli gölün üzerinde uçmasının sebebi yolcuları korumaktır.”


Yu uzun yıllar önce belirlenmiş bir kaderin olabileceğine inanmıyordu. Belki kendisi bir karınca kadar güçsüzdü fakat bu dünyanın üzerinde gücü Yu’nun hayallerinin ötesinde olan insanlar da vardı.


Kahraman ya da değil, yeteri kadar güçlü olan herhangi biri bir ejderhayı öldürebilirdi. Kaderin bir etkisi yoktu.


“Dışarıdaki dünyada bizim hayal bile edemeyeceğimiz şeyler varmış meğer.”


Kigaro gökyüzünde özgürce süzülen ejderhayı dikkatli gözlerle takip ediyordu. Kigaro için, Yu için ve diğer herkes için ay ışığıyla mavinin koyu ve hoş bir tonuna boyanmış gökyüzünde dolaşan ejderha büyüleyiciydi.


Gözlerini ejderhadan ayırıp diğer gemilere baktığında tüm askerlerin ejderhayı izlemek için güvertelerde toplandığını gördü.


“Sivina, ejderha ile savaşabilir miydin?”


“Saçmalamayın lütfen, bununla savaşabilmek için bir ordu gerekir. Tek kişinin yenebileceği bir şey değil.”


“Rolderhelm’de olduğumuz sırada da bir insanın iki kişiye karşı dövüşemeyeceğini söylemiştin. Link gözümün önünde beş roaron ile birden dövüştü.”


“Sizin iş teklifinizi kabul etmeden önce sadece Elhaven ve Rolderhelm’de bulundum. Benim bulunduğum yerdeki insanlarla ikiye karşı bir dövüşmek mümkün olmazdı çünkü bu iki ülkenin insanları dünyanın kalanına kıyasla daha güçlü.” Sivina bunu söylerken gururla göğsünü kabartmıştı. “Fakat İlonya’da ya da Mora’da ben de birkaç kişiye karşı dövüşebilirmişim, buraya gelince bunu anladım. Ayrıca eğer Link Yachi Long beş roarona karşı koyabildiyse bu roaronların güçsüzlüğünü gösterir. Onlar gibi gözüken beş kişi bir kişiyi kolayca indirebilmeli.”


Gururlu roaronların dikkati tepede süzülen ejderhada olmasaydı içlerinden bazılarının Sivina’yı dövüşe davet edeceğine kesin gözüyle bakıyordu.


Neyse ki hepsi tepedeki ejderha tarafından büyülenmişti.


“Yaşadığım dünyada muhteşem yaratıklar var ama içindeki tüm muhteşem şeylere rağmen korkunç, merhametsiz, ölümcül bir dünya. Tıpkı büyük bir ağaç gibi; ağacın dalları bulutlara değiyor ama kökleri yerin altına, karanlığın içine uzanmış.”


Diğer gemilere göz gezdirdiği esnada bir şey fark etti. Kendilerinden uzaktaki gemilerden birinde duman çıkıyordu.


“Hey! Ne oluyor?”


Yu’nun sesini duyup, onun baktığı yöne bakan diğerleri de dumanları fark etti. Dumanlar kısa sürede geceyi yaran kızıl alevlere dönüştü.


“YANGIN VAR!”


Kime ait olduğunu bilmediği gür bir ses, farklı bir gemiden çıkıp kulaklarına kadar ulaştı.


“Ne oluyor?” diye sordu Yurine.


“Bize uzak bir gemide yangın var,” diye yanıtladı Sivina. Üçüncü taburu taşıyan gemilerden biri yanıyordu.


“Nereden çıktı şimdi bu?!” Yu, Yurine’nin elini tutmuştu. Korunmaya ihtiyacı olan Yu’ydu ama içgüdüleri Yurine’yi koruması gerektiğini söylüyordu.


İnsanları yanan gemiden tahliye edebilirlerdi, sorun bu değildi. Sorun durup dururken bir yangın çıkmasıydı. Gemide yangın çıkartabilecek tek kaynak mumlardı ve gemiyi oluşturan tahtaların basitçe tutuşmaması için önlemler alınıyordu.


“Aman tanrım...” Gördükleri manzara karşısında Sivina konuşabilen tek kişi oldu.


Yurine birilerini koruma işini daha iyi yapardı ama Yu, tıpkı Sigma Kulesi’ndeki içgüdülerine uyduğu gibi şimdi de içgüdülerine uydu ve kendini Yurine’nin üzerine kapadı.


Yanan gemiden gökyüzünde uçan ejderhaya doğru kuvvetli bir alev oku çıkmıştı. Ok havada dans edercesine dönerek yükselmiş, koca gökyüzünde ejderhanın göğsüne isabet etmeyi başarmıştı.


“Bu da ne!” İlk kez böyle bir büyü gören roaronlar kükrüyordu.


Alev oku ejderhanın göğsüne çarptığı gibi bir havai fişeği andırırcasına patladı ve parçaları ateş yağmuru olarak üzerlerine düştü.


Kendi gemileri şans eseri hasarsız kurtulmuştu ama diğer gemilere düşen alevler yeni yangınları tetiklemek üzereydi, insanlar telaş içindeydi ve ateşler büyümeden önce söndürmeye çalışıyorlardı.


Yukarıdaki ejderhaysa kendine çarpan alev oku yüzünden acı dolu bir kükreme çıkardı. Sesi bir kaplanın kükremesi ve bir filin hortumundan çıkardığı sese benziyordu. Kafasını eğip kendine saldıranları ararken yere doğru alçalmaya başladı.


“Siktir ya, kim yaptı bunu!” Yu, üzerlerine doğru gelen ejderhayı görünce bacaklarının titremesine engel olamadı.


Hissettiği şey, öylece yolun ortasında dururken koca bir kamyonun üstüne gelmesi gibiydi.


Bir alev oku daha yanan gemiden fırladı ve ejderhaya doğru ilerledi. Ejderha bu sefer büyülü saldırıdan kaçınmayı başardı ve okun nereden geldiğini de öğrendi.


Şimdiye kadar Yeşim Ejderhası, bu göldeki hiçbir yolcuya zarar vermemişti.


Ama şimdiye kadar hiçbir yolcu, Yeşim Ejderhasına saldırmak gibi bir aptallık yapmamıştı.


Ejderha da Yu kadar şaşkın ve öfkeli olmalıydı. Ejderha aşağıya süzüldü ve Yu’nun olduğu geminin üzerinden geçerken Yu, bir an için onun ağzında biriken cehennemvari alevleri görme fırsatı yakaladı.


Ejderhanın kanatlarını çırpmasıyla oluşan rüzgâr öyle güçlüydü ki gemideki herkes yere düştü. Ejderha diğer gemilerin üzerinden geçti ve yanan gemiye, yani alev okunun fırlatıldığı gemiye yaklaşarak ağzındaki alevleri kustu.


Birkaç kişi kayıkla gemiden ayrılmayı başarmıştı, onlar en şanslılarıydı. Daha az şanslı olanlarsa yanmamak için göle atlamıştı, yüzme bilmeyenler çırpınırken yüzme bilenler diğer gemilere doğru kulaç atıyordu.


En şansız olanları ise ejderhanın alevlerine maruz kalanlardı. Onlardan hayatta kalanlar vücutlarındaki ateşin sönmesi için göle atlamıştı ama bu hâlde yüzmeyi başaramayarak kesin bir şekilde suyun altına batıyorlardı.


Kimileri de ateşin içinde kül olmuştu.


“Neden böyle bir şey oldu?”


Yu korkudan ağlamak üzereydi. Roaron savaşçılarının bile dehşet içinde olduklarını gördü, hatta bazıları düştükten sonra ayağa kalkamamıştı bile.


“Bu şey... Tanrı mı?” diye fısıldadığını duydu roaronlardan birinin. Dizlerinin üstüne çökmüştü.


Sivina’nın eli kılıcının kabzasında kilitlenmişti ve gözleri seğiriyordu. Buradaki en güçlü varlık olan Yurine bile korku içindeydi.


Az önce ejderhanın zararsız olduğunu savunurken şimdi ejderhanın saldırdığını görmek kızın aklını allak bullak etmişti. Yu’nun beline sarılıyordu.


Benim adım Yu Valarfin.


Benim adım Yu Valarfin.


Benim adım Yu Valarfin.


Yardım et!


Yu etrafına baktı. Kendi güvertesindekilerden bir kısmı yerden kalkmaya cesaret edemezken bir kısmı da Azer’in adını haykırıyordu.


“Bu nasıl oldu? Neden oldu?”


Eğer Yurine bile savaşamayacak kadar korkuyorsa Yu güvenle karaya ulaşabilmek için ne yapabilirdi?


 “Saldırmayın...”


Başka gemilerden yükselen okları gördü. Bu gemideki roaronlar ve diğer askerler korku içinde olabilirdi fakat farklı gemilerde ejderha ile savaşabilecek birkaç cesur ahmak bulunuyordu.


“Saldırmayın... Saldırmayın...”


Oklar ejderhaya zarar vermiyordu bile, sadece derisine çarpıp suyun üzerine düşüyorlardı. Ejderha ise zarar görmemesine rağmen vücuduna isabet eden okları hissedebilmişti.


“SALDIRMAYIN APTALLAR! ONU DAHA FAZLA KIŞKIRTIYORSUNUZ!”


Ejderha hiçbir tehdit oluşturmadan gökte süzülüyordu. Onun filolarına saldırmasının tek sebebi ilk atışı onların yapmış olması ve ejderhayı kışkırtmasıydı.


Şimdi daha fazla saldırarak onu daha da sinirlendiriyor ve kendilerine saldırması için sebep veriyorlardı. Üstelik bir büyücünün elinden çıkan alev okunun aksine attıkları normal oklar ejderhaya zarar bile vermiyordu.


“DURMANIZI SÖYLÜYORUM!”


Herkesin çığlık çığlığa olduğu ortamda sesi diğer gemilere ulaşamadı. Ejderha ağzında daha fazla alev biriktirdi ve alevlerini, öfkesiyle birlikte kendisine saldıran gemilerin üzerine kustu.


Gemilerin ejderha alevi karşısında hiçbir şansı yoktu. Gemiler alevlerle kaplanırken insanlar kayıklara binmek için birbirlerini suyun içine itiyordu.


Askerler artık korku içindeydi, zaten onlar gerçek asker bile değildi. Yine de kaçmakta anlam göremeyenler ellerine oklarını almış ve ejderhaya saldırıyorlardı. Bu onların son çaresiydi.


Bir insanı kolayca öldürecek oklar ejderhayı gıdıklamıyordu bile, onlar saldırdıkça ejderhanın öfkesi artıyor ve misliyle karşılık veriyordu.


“Yu? Yu? Ne yapacağız?”


Kızının büyük kızıl gözlerinden yaşlar akıyordu. Yu ağladığı için onu suçlayamazdı, karşılarındaki yaratığın yarattığı dehşet onu bile ağlatıyordu.


Fakat konu bir savaş olduğunda Yurine’nin yapacak bir şeyi yoksa Yu’nun da yok demekti. Diğer gemilere sesini ulaştıramıyordu, kendi gemilerindeki insanlar da korkuyordu. Çaresizlik içinde düşünürken hiçbir plan bulamıyordu.


“Sesimi duyurana kadar bağıracak ve bana uymalarını umacağım. Yapabilecek başka hiçbir şeyim yok.”


Güvertenin kenarına koştu ve bağırdı.


“SALDIRMAYIN! SALDIRMAYIN!”


Önce kendi gemisine yakın gemilerdekilerin sesini duymasını, sonra da mesajını diğer gemilere yaymalarını umuyordu. Eğer herkes saldırmayı bırakırsa ejderha da saldırmayı kesebilirdi. Sonuçta hayvanın yaptığı şey misillemeydi.


“SALDIRMAYIN!”


Boğazını yırtarcasına bağırdı. Bağırırken gözünden yaşlar akıyordu, tükürüklerin ağzından fırlamasını önlemenin yolu yoktu. Bu esnada onun planının anlayan Sivina ve birkaç roaron da güvertnein kenarına koşup bağırmaya başladı.


Söz konusu olan şey hayattı ve ejderhaya karşı kazanamayacaklarına göre yapılacak tek şey saldırmayı kesip merhamet ummaktı. Bağırdılar.


“SALDIRMAYIN! SALDIRMAYIN! SALDIRMAYIN!”


Ejderha okların çıktığı diğer gemilere yönelirken Yu’nun sesini işiten birkaç kişi daha onu anlayıp bağırmaya başladı.


Yine de sesleri yetersiz geliyordu ve korkuya kapılmış askerler saldırmaya devam ediyordu.


Ejderha tekrar Yu’nun bulunduğu geminin üzerinden uçtu ve havada kalmak için kanatlarını çırpması tekrar Yu’nun bulunduğu geminin üzerindeyken gerçekleşti.


Ejderhanın kanatları öylesine büyük ve yarattığı rüzgâr öylesine güçlüydü ki güvertede bulunanlar tekrar oluşan rüzgâra dayanamadı ve dengelerini kaybedip yere düştüler.


“Ah?”


Yu, Sivina ve onlarla birlikte bağıran roaronlar yerdeydi. Yu tahtaların parçalanma sesini duyduğunda başını kaldırdı ve yukarıya baktı. Geminin yelken direği üzerlerine düşüyordu.


Aslında tam olarak Sivina’nın üzerine düşüyordu. Sivina ayağa kalkmıştı ve normalde hızı sayesinde bundan kolayca kurtulurdu ama hem ejderhanın etkisi hem de şaşkınlık onun donakalmasına yol açtı.


“Siktir!”


Sadece içgüdüydü. Öne atıldı ve Sivina’yı itti, direğin altında kalmaktansa son anda kurtulmuştu ama bu sefer de geminin sarsılması ve direğin altındaki zemini parçalaması yüzünden dengesini kaybetti.


Gemiden düşerken ejderhanın kükremesini, okların ıslıklarını ve küçük bir kızın kendi ismini bağırışını duydu.


“YU!”


Suyun içine düşen Yu çırpınmaya başladı. Yüzme bilmiyordu, öğrenmeye hiçbir zaman ihtiyaç duymamıştı.


Ablası ona yüzme öğretmeyi denerken insanların korktukları için yüzemediklerini söylemişti. O gün sudan çıkıp güvenli kum yüzeyine dönmek yerine korkusuyla yüzleşmeyi deneseydi şu anda boğuluyor olmazdı.


Ama geçmişi değiştiremezdi. Tuzlu su ağzından ve burnundan içeri girdiğinde suyu tükürmeyi denedi. Çabası ağzından içeriye daha fazla su girmesini sağladı.


Ciğerlerine su dolduğundaysa isteği dışında kusarak dolan suyu dışarıya attı. Şimdiye kadar çırpınarak yüzeyde durmayı başarmıştı ama kolları tahmin edemeyeceği kadar kısa bir sürede yoruldu.


“Ölmek istemiyorum.”


Yu Valarfin kulağına dolan su yüzünden hiçbir ses duyamıyordu. Ağzından ve burnundan içeri daha fazla tuzlu su girip ciğerlerine dolarken kollarındaki güç tükendi.


「Bana yardım et,」dedi bir kadın.


Suyun altına batarken tükenmiş kollarını hareket ettirmek için hala çaba harcıyor, harcadığı çaba kalan azıcık enerjisinin de tükenmesine yol açıyordu.


Su gözlerini yakıyordu, nefes alamamak ciğerlerini yakıyordu. Suyun altındayken ciğerlerinde biriken havayı dışarı atmak için ağzını açtı ve su ağzından içeriye hücum etti.


「Bana yardım et,」diye tekrarladı.


Gözünü daha fazla açık tutamadığı için kapadı, kapamasına rağmen yanmaya devam ediyordu.


Vücudunda hiç enerji kalmadığı için kollarını da artık hareket ettiremiyordu.


Suyun üstündeki sevdiklerini düşünemiyordu.


“Kendime bile yardım edemezken, sana...”


Bulunduğu ölüm anında dünyanın kalanı yok olmuştu. Hâlâ duran tek şey zorlukla açık tuttuğu zihnindeki küçük ışıktı.


O ışık da kaybolmadan önce vücuduna dolan bir enerjisi hissetti ve kollarını çırparak kendini suyun üzerine çıkarmayı başardı.


Daha sonra ne olduğunu bilmiyordu, zihnini ayakta tutan son ışık da kayboldu.


***


“Senin adın...”


Kustu.


Neden kustuğunu anlayamamıştı ama kumun üzerine içindeki pislikleri çıkardı. Yeşil, sarı ve siyah kusmuk kumları kapladı.


Söylemesi utanç vericiydi ama muhtemelen altına işemişti. En azından kıyafetleri tamamen ıslak olduğu için belli olmuyordu.


Tabii altına işemek endişelenmesi gereken şeyler listesinin sonundaydı. Hâlâ kendine gelememiş ve neler yaşandığını idrak edememişti.


Ellerini kumun üzerine koydu ve vücudunun üst kısmını kaldırmayı başardı. O bunu yaptığında bir dalga yüzüne çarptı ve kuvvetsiz kolları vücudunu yukarıda tutmayı başaramayınca yüzü kuma gömüldü.


“Rüyamdaki kadın...”


Tekrar kalktı, bacaklarında ayakta duracak kadar güç olmadığı için kollarından destek alıyordu.


“O bir rüyamıydı ki?”


Aklı hâlâ tam çalışmıyordu. Çamura bulanmış vücuduna bir dalga daha çarptı ama bu sefer yere düşmemişti.


“YURİNE!”


HMMPH!


Yaşanlar bir şimşek gibi zihninde belirdiğinde andığı ilk isim Yurine’ninkiydi. Ona ne olmuştu? Ona ulaşmalıydı!


Fakat onun çığlığı, beraberinde başka bir sesi getirdi.


Ses arkasından geliyordu.


Ve işittiği ses bir insana ait değildi.

-------------------------
26.03.2022 - 00:45






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr