Ne onlar için ‘iyi gidiyor’ denilebilecek bir durum söz konusuydu ne de düşman için. Savaş eşit şartlarda devam ediyordu. Arada sırada kendine uzak iki bölgede yükselen kızıl ve mavi parıltılar görmesi dışında büyü kullananlarla karşılaşmamıştı.
Kızıl parıltının sahibi de en başta havadan yağan oklarını alevleri ile patlatan kişi, yani Yu Zao Long olmalıydı. Onun ateş büyüsü kullanabilen bir kılıç perisine sahip olduğunu tüm Longlar gibi biliyordu.
“Savaşı bitirmek için Yu Zao’yu öldürmeliyim.”
Öldürmek istediği yüzlerce kişi vardı ve yalnızca Yu Zao’yu öldürmesi geçici bir barış getirecekti. Belki bunu bile yapmayacaktı ama yine de Yu Zao ona bu kadar yakınken, onu öldürme fırsatını elde etmişken fırsatı yok sayması ve farklı bir işe odaklanması mümkün değildi.
Yu Zao’ya karşı kişisel bir nefret beslemiyordu. Onun kendi çapında haklı olduğunu biliyordu fakat onun hükümdarlığında oluşacak barış da kalıcı olmayacaktı, Link buna inanıyordu.
Bu kanla barışı sağlamak mümkün değildi.
“Yu’yu sevsem de kendisi iyi biri değil. Bunu asil ideallerle yapmayacak olsa da Yu Zao düştüğünde barışı sağlamak için ne yapması gerektiğini bilir. Yani, şu anda ölümü göze alabilirim.”
Düşman askerleri rinosunun üstündeki Link’i öldürmeyi başaramayınca bindiği rinonun bacaklarını kesmiş ve onu yere düşürmüşlerdi. Tabii bu da onu öldürmeleri için yeterli değildi.
Kalkanı düşmüştü, bu yüzden yalnızca iki elinde tuttuğu kılıcını kullanabiliyordu ama böyle savaşmaya daha alışkındı zaten. Aynı anda kendisine saldıran iki düşmandan havaya sıçrayarak kurtuldu ve ikisinin de başına tekme atarak yere düşürdü.
Tekmeler sırasında kazandığı kuvvetle bir daha zıpladı ve bir Terazi süvarisini öldürmek üzere olan Kraliyet süvarisinin boynunun arkasına kılıcını sapladı.
Kılıcını çekip arkasında hissettiği tehdide doğru savurdu. Bu hamleyle bir kişinin daha boynunu kesti.
“Siktir git!”
“Orospu evladı!”
Hangi küfür, hangi askerden çıkıyordu bilmiyordu fakat savaş alanında “Kral için!” ve “Azer için!” nidaları dışında duyduğu tek anlaşılabilir kelimeler bu hakaretlerdi.
Kırmızı ışıltının, yani alevlerin bir kez daha yükseldiğini gördüğünde Yu Zao’ya biraz daha yaklaştığını anladı ama tam bu sırada nereden geldiğini anlamadığı bir mızrağı ucu ucuna fark etti. Göğsüne çarpmadan önce onu eliyle tuttu ve kendi etrafında bir tur dönerek en yakındaki düşman askerine sapladı.
“Ah!” Başının zonklaması ile sarsıldı.
Bir an gözleri karardı ama vücudundaki manaya güvenerek dirseğini geri atıp kendisine vuran askeri itti. Arkasını döndüğünde çift elli kılıç tutan, plaka zırhlı bir Kraliyet şövalyesini gördü. Eğer başında miğfer olmasaydı çoktan ölmüştü.
Kılıcını ona saplamak için kaldırdı ama aniden aralarından geçen bir rino yüzünden ileri atılamadı. Rino aradan çıktığındaysa şövalye, Link’e tekrar çift elli kılıcını indirdi.
Link kendi kılıcını yukarı kaldırdı ve şövalyenin kılıcının bir kez daha başına inmesine engel oldu. Rakibinin kılıcını havaya doğru itecekti ki pelerininden tutularak geriye doğru çekildi ve gözüne doğru gelen bir hançer gördü.
Başını sağa çevirerek hançerin gözüne değil, miğferin çeliğine isabet etmesini sağladı. Bu sayede bir süre daha hayatta kalabilmeyi başarmıştı.
Çift elli kılıç tutan şövalye kılıcını Link’e indirmek için kaldırdı fakat Link kollarından tutulduğu için kılıcını kaldıramıyordu.
Şövalyenin bacaklarını iki yana açtığını gördü, onursuz bir hamle olsa da öylece ölmeyecekti. Şövalyenin bacak arası da zırhla kaplanmıştı ama yine de Link taşıdığı mana sayesinde onun canını yakabileceğini biliyordu.
Gücünü sağ bacağına verdi ve ayağını şövalyenin bacaklarının arasında doğru kaldırdı. Çelik solereti sayesinde onun canını normalde olduğundan daha fazla yakabileceğine inanıyordu.
Ayağı şövalyenin bacak arasına çarptığında Link’in de canı yanmıştı fakat şövalyenin acıyla sarsılmasını sağlamayı da başarmıştı. Kolları tutulurken zıpladı ve ayağını şövalyenin miğferine vurdu. Şövalye sarsılıp gerilerken bir Terazi süvarisi elindeki mızrağı onun koltuk altından içeri soktu. Adam yere düştüğünde bir at onu çiğnedi.
Link tekrar zıpladı ve bu zıplayışıyla kollarından tutan askerin arkasına geçti. Şaşıran askerin kollarındaki güç kayboldu ve Link arkasındaki askerin kolunu tutarak döndürdü, kolunu kırdı ve sırtına omzuyla vurarak onu yere devirdi.
Kolları tutulurken kılıcını düşürdüğü için yerde gördüğü ilk silahı, bir mızrağı eline aldı. Üstüne gelen rinolu bir süvarinin kılıcından eğilerek kurtuldu ve mızrağı rinosunun bacağına sapladı.
Rino yere düştüğünde onun binicisi de doğal olarak düşmüştü ve ironik şekilde, bir başka Kraliyet süvarisinin rinosu tarafından binicinin göğsü ezildi. Ardından bir başka süvari yine yerdeki biniciyi ezdi ve sonra bir süvari daha.
Rinoların ve atların altında ezilen şövalye can çekişiyor, kalkmaya çalışıyordu ama orada ölmesi muhtemeldi. Link gidip işini bitirmek istese de düştüğü yerde sürekli süvariler at koşturduğu için gidip kendini riske atmayacaktı.
Onun yerine Yu Zao’nun olduğunu düşündüğü tarafa döndü. Elinde bir kılıç olmadığı için ona doğru koşan ilk düşman askerinin elini yakaladı, bileğini büktü ve kılıcını ondan alıp adamı yere attı.
Yerdeki düşmanın işini bitirmek için kendini hazırladı ama bir süvari, düşmanı ayağı kalkmayı denerken kılıcı ile onun canını aldı. Link tekrar boşa çıktığı için işine odaklanabilecekti.
Koştu, önüne çıkanları kesti ve kiminden zıplayarak kurtuldu. Tek amacı Yu Zao’yu hemen şimdi öldürmek ve savaşı bitirmekti. Yani, savaş tamamen bitmeyecek olsa da bunu denemek zorundaydı. Kendileri üst sınıfta olduğu için Yu, Cornelia, Keichi gibi insanlar halkın ne durumda olduğundan habersiz olabilirdi ama Link biliyordu.
Bu kanamayı durdurmak, yaraları sarmak için ya Yu Zao ölmeliydi ya da Zodya.
Farklı şartlar altında olsaydı Pontifeks’in ölümünün ardından kraliyet safına katılması çok olasıydı. Hatta barışın kraliyet elinden gelmeyeceğine inansa bile çürümüş bir dinden daha iyi olacağına inanarak bunu yapardı.
Ama bugünkü senaryoda Yu Zao’dan ve Zodyaizm’den çok daha iyi bir yol bulduğuna inanıyor, halka huzur ve refahı ancak bu yolun getirebileceğini düşünüyordu.
Hayır, inanmıyor ya da düşünmüyordu. O, bunun böyle olduğunu biliyordu.
En nihayetinde koştu ve koştu. Kılıcı, zırhı, yüzünün açıkta kalan kısımları kan ve çamur ile bulandı ama en sonunda aradığı alevlere ulaştı.
Link’den çok daha uzun bir adam karşısındaydı. Miğferi yoktu ve kana bulanmış saçları sarı ile kahverengi arasındaydı. Gözleri yakut gibiydi, yanıyordu. Kan ile kaplanmış yüzü çoğu soylunun yüzü kadar beyazdı. Vücudu kaslıydı.
Siyah zırhının üstünde kızıl bir ejderha figürü vardı. Bu figür Yakut Ejderhası’nın figürüydü. Zırh yakutlarla süslenmişti. Plaka zırh değildi ama Link’in zırhı gibi hayati bölgeleri kaplıyor ve ona hareket kabiliyeti bırakıyordu.
“YU ZAO!” diye bağırdı Link.
Yu Zao bir süvariyi kılıcı ile ikiye böldükten sonra kendisine bağıran Link’e baktı.
Link bu işi gerçek bir şövalye olarak bitirecekti. Miğfersiz rakibinin karşısında miğferini çıkardı ve bir kenara fırlattı. Sarı saçları boynuna düştü ve sarı gözleri ile Yu Zao’yu süzdü.
“Link Yachi Long,” diyerek ismini verdi. “Sana karşı kişisel bir meselem yok, yine de bugün burada öleceksin.”
Kılıcını, belki de şimdiye dek Mora’ya gelmiş kralların en onurlusuna doğrulttuğunun farkındaydı. Yine de bu haklı adama karşı haklı bir sebepten ötürü savaşıyordu. Barış için.
Yu Zao’nun sol kolunda bir kalkan vardı. Kendi kanından olan bir rakibi karşısında gördüğünde, üstelik bu rakip eşit şartlarda olmak için miğferini attığında aynı şeyi yapması gerektiğini biliyordu. Kalkanın kayışını çözdü ve kalkan yere düştü.
“Başak Şövalyesi Link Yachi Long,” diye tekrar tanıttı kendini. Bu sefer resmen taşıdığı unvanı da kullandı.
“Yu Zao.” Yu Zao sadece ismini söyledi.
-------------------------
27.04.2022 - 21:56
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..