“Majesteleri,” dedi kırmızı
zırhlı bir rinoyu süren Elaine Jie Long. Buz mavisi gözlerindeki sertlik
ciddiyetinin en büyük kanıtıydı.
Orduları hâlâ hareket hâlindeydi ve buradan bakınca Vermia’yı ve kendilerine bir haber vermek istercesine şehrin surlarından aralıklarla yükselen dumanları görebiliyordu. Yakında oraya varacaklardı.
Aslında Yu Zao’nun buraya gelmek gibi bir niyeti yoktu. Kendi ordusunu doğuya sürmeyi ve Sagio’yu almayı planlıyordu fakat Elaine Jie gönderdiği ordunun yenileceği kehanetini verdiğinde Vermia’ya gelmek zorunda kaldı.
Ne de olsa Elaine Jie hiçbir kehanetinde yanılmamıştı ve Yu Zao onun gelecekte de yanılacağını düşünmüyordu.
Lien Yachi Long ve Azil Zao Long’un komuta ettiği ordu, Elaine Jie’nin kehanetine göre bir ejderha tarafından yok edilecekti ve ejderhanın karşısında ancak bir başka ejderha durabilirdi.
Bu yüzden ordusunu toparladı ve kendi Azil Zao ile Lien Yachi’ye bile haber vermeden Vermia’ya gönderdiği ordunun ardından harekete geçti. Onlara haber vermeme nedeni arkalarındaki orduya güvenerek düşmanı hafife almamalarını, ellerinden geldiğince ciddi savaşmalarını istemesiydi.
“Dinliyorum,” dedi Yu Zao.
O, Elaine Jie ve Fâlyn rinoların üstünde ilerliyorlardı. Yu Zao bir kralın önden gitmesi gerektiğini düşündüğü için ordunun en önündeydiler.
“Üzerimize geliyorlar.” Elaine Jie’nin kelimeleri basitti ve durumu açıklıyordu. “Şimdi geliyorlar.”
“Biz de onların üzerine gidiyoruz,” dedi Fâlyn. “Endişe etmesi gereken taraf onlar.”
Fâlyn kızıl saçları ile aynı renkte zırh giymiş kırmızı bir rinonun üstündeydi. Elaine Jie gibi buz mavisi gözleri vardı fakat kısa sivri kulakları onun bir ilk görüşte sanıldığı gibi bir insan erkeği olmadığını söylüyordu.
“Rakibini hafife alma, en nefret ettiğim şeylerden birisi.” Yu Zao göz ucuyla Fâlyn’e baktı.
Mütevazı olmaya ya da sempatik gözükmeye çalışmıyordu. Kendi gücünün, Fâlyn’in gücünün, Elaine Jie’nin gücünün, ordusunun gücünün ve kendilerine eşlik eden büyücünün gücünün farkındaydı.
O da bu ülkenin en güçlüleri arasında yer aldıklarını biliyordu ama rakipleri ile arasında ne kadar büyük bir güç farkı olursa olsun onları hafife almak gibi bir hata yapmayı istemiyordu. En nihayetinde güç, kılıçtan ibaret değildi.
“Özür dilerim.” Fâlyn mahcubiyetle başını eğdi. Soğuk mavi gözleri yara almışçasına titriyordu.
Fâlyn, Yu Zao’dan yarım baş daha kısa ve ince bir vücuda sahipti ama hâlâ ortalamanın çok üstünde bir uzunluğu vardı. Burada zırh giymeyen tek kişiydi, onun yerine bazı insanların festivallerde giydiği tek parça kırmızı, uzun bir elbise giyiyordu. Elbise mavi bir kumaşla belinden bağlanmıştı.
Fâlyn’in kırıldığını gören Yu Zao iç çekti. “Özür dilerim, nefret ederim demek istemedim. Sadece böyle düşünmemeliyiz.”
“Anlıyorum, majesteleri.”
Fâlyn’in yüzüne yerleştirdiği gülümseme gerçek miydi yoksa Yu Zao’yu üzmemek için mi bunu yapıyordu belirsizdi. Yine de gülümsüyordu ve Yu Zao onunla ilgilenmeyi keserek Elaine Jie’ye baktı.
O da uzun boylu bir kadındı. Fâlyn’den daha kısa olsa da erkeklerin çoğundan daha uzundu.
“Kaç kişi olduklarını görebiliyor musun?” diye sordu.
“Aslan, Başak ve Terazi orada,” dedi Elaine Jie. “Ama sayıları belirsiz, hepsi aynı anda saldırmayacak. Bir kısmı arkada bekliyor.”
Elaine Jie’nin söylediklerini anlamıştı. Savaş şehrin kuzeyinde yapılacaksa şehrin güneyinden çıkan askerler, düşman ordusu kuzeye geçtiğinde arkalarından saldırır ve onları Yu Zao’nun ordusu ile arada bırakırdı.
Bu olduğunda şehir askerlerini yarmak için arkada birlikler bırakmışlardı. Elaine Jie söylemese de bunu düşünebilirdi.
“Orduyu yayın, hilal şeklini alacağız.” Arkalarından ilerleyen komutanlarına dönüp konuştu. “Üç bin süvari derhâl sol kanadın ötesine sevk edilsin. Şehrin içinden çıkan birliklerimizi yarmak için düşman yeni bir birlikle geldiğinde o birliğin önünü kesecekler.”
Çok geçmeden düşman ordusunu ufukta görebildiler. Bir tepenin üstünde olmasa da şehir yüksek bir konumda olduğundan iki taraf da hücuma geçtiğinde onlar yukarı tırmanmak zorunda kalacaktı. Bu da alan avantajını rakiplerine veriyordu.
Yine de yirmi bin kişilik ordusunun yarısı süvariydi. Yani düşmanın üzerine hücum etmek o kadar da zor olmayacaktı.
“Fâ.”
Yu Zao’nun ağzından kelimenin çıkmasıyla birlikte Fâlyn aleve dönüştü, Yu Zao’nun sol eline yöneldi ve avucunun içine girip uzun bir kılıç formunu aldı.
Fâlyn, Yu Zao’nun kılıç perisiydi.
Gümüş renkli çeliğin ortasında yanıyormuş gibi parlayan kızıl bir çizgiye sahip kılıcını havaya kaldırdı. Kızıl kabzasının sonunda mavi bir mücevher vardı.
“HÜCUM!” diye bağırdı. Dağları titretecek kadar gür sesi askerlerine güven veriyordu.
***
Pelerini yırtıldığı için değiştirmiş, kırmızı bir pelerin giymişti. Bu pelerinin üzerinde de Başak Bakiresi’nin figürü bulunuyordu. Eskiden giydiği ejderha motifli pelerini daha havalı bulsa da bunun da hoş olduğunu reddedemezdi.
Giydiği gümüş renkli zırh ve kalkanının üstünde yine Başak Bakiresi vardı. Yalan söyleyemezdi, Yu onun ekipmanları için masraftan kaçmamış ve giydiği zırhı Virgo’da bulabileceği en iyi zırh ustalarından birine yaptırmıştı.
Hayati bölgelerini zırh kapatıyordu. Kalan yerler de kırmızı bir deri ile kapanmıştı. Deri çoğu soylunun kıyafetlerinde kullandığından daha kaliteliydi. Sağlamlık anlamında konuşmuyordu ama deri hava aldığı için Link’in terlemesini bir nebze engelliyordu.
Kılıcı ise babasından ona yadigâr kalan basit bir kılıçtı. Rinosunun üstünde bir mızrak, bir yedek kılıç ve ok da bulunuyordu.
Hilal şeklini almış düşman ordusunu gördüğünde miğferinin siperini indirdi, rinosuna bağlı yayı çekip aldı ve havaya kaldırdı.
“Hilal şeklini alın, sizi sarmalarına izin vermeyin, hücum!”
Öncü birliklerin lideri olma görevini Yashin Huo ile üstlenmişti, bu yüzden en öndeydi. Yüksek sesle dile getirdiği kelimeleri subayların arasında iletildi ve askerlere ulaştı.
Link sol kanadı yönetiyordu, sağ kanadın da aynısını yapacağını planlamışlardı ve onlar da öyle yapıyordu.
“Bir başkasını kral yapmak için kendi soyumu öldürmeye gidiyorum,” diye düşündü. “Longlar gerçekten haklı, ben bu isme bir hakaretim.”
Rinosuna bağlı sadaktan tanzim atışı yapmak için normal bir ok aldı, yayına yerleştirdi ve gerdi.
“Bırak!” diye bağırdığında onun bıraktığı okla birlikte bin ok düşmanın üzerine doğru uçmaya başladı.
“Bu kadar basit!”
Başak Katedrali’nin acemi ordusunun aksine Terazi Katedrali’nin ordusu işini biliyordu. Henüz tanzim atışıydı fakat okları başarılı bir şekilde düşmana isabet etmişti.
Oklar bazı düşmanlara doğrudan saplanırken bazılarının at ve rinosuna isabet etmiş, onları yere düşürmüştü.
Heyecanlanan Link daha yüksek bir sesle bağırdı. “ASIL ATIŞ!”
Ucunda mavi bir büyü taşının parladığı oku çekti. Bu okların arkasındaki tüy de maviydi. Oku gerdi, nişan aldı ve bağırdı. “BIRAK!”
Mavi uçlu ve mavi tüylü ok havada mavi bir çizgi bırakarak uçtu, düşmanın üzerine doğru inişe geçtiğinde Link’in kalp atışları da hızlanmıştı.
Bir savaş meraklısı değildi fakat ilk defa böyle yok edici güce sahip bir silah kullandığından heyecanlanmadan edemiyordu.
“Oh, siktir.”
Sol kanadın kanatlarındaki okların pek çoğu düşmana isabet etmiş, patlamalar yaratmıştı fakat Link’in hizasındaki oklar karşılaştıkları alevler ile havada patlamıştı.
Evet, yerden yükselen alevler oklara ulaşmış ve oklar yere inmeden havada patlamasına yol açmıştı.
Planları ellerindeki büyü taşlı okları tek bir yıkıcı saldırı için kullanmaktı ve bu plan yalnızca kısmen başarılı olmuştu. Alevleri gören askerlerin korktuğunu da varsaydığında bu kısmi başarı yeterli değildi.
“En azından acemi askerler değiller,” diye düşündü.
***
Kalkanları ile ilk saldıradan korunmuşlardı ama Elaine Jie ikinci ok dalgasında mana hissettiğinde Yu Zao harekete geçti.
“Yak.”
“Emredersiniz.”
Fâ’nın sesi zihninde yankılanırken Yu Zao onu savurdu. Kılıç havaya bir kesik attı. Oluşan alevler üzerlerine düşen oklara doğru yükseldi ve onlarla çarpışarak yukarıda bir patlama yarattı.
Yu Zao normalde yalnızca toprak büyüsünü kullanabiliyordu ama Fâlyn onun için bir kılıca dönüştüğünde onun yardımıyla ateş büyüsünü de kullanabilirdi.
Aslında büyüyü yapan Fâlyn’di ve istediği takdirde Yu Zao’dan bağımsız da büyü yapabilirdi ama bu formdayken Yu Zao ona hızlıca komut verebiliyor, düşüncelerini anında gerçeğe dönüştürebiliyordu.
“Peki ya kanatlar?” diye sordu Elaine Jie.
Bu mavisi miğferinin siperini indirmiş Elaine Jie sağına ve soluna bakıyordu. Yu Zao bulunduğu bölgeyi korumuş olsa da oklar kanatlara çarpmış ve patlamalara neden olmuştu.
“İlerlemeye devam edeceğiz.”
Yu Zao’nun ölenler için yapabileceği tek şey cenaze töreni düzenlemekti. Bundan ötesini, özellikle savaş meydanında yapması mümkün değildi.
Bu yüzden kılıcını üzerine gelen düşman birliklerine doğrulttu ve rinosunu süratle sürmeye devam etti.
Orduları çarpışmadan önce Yu Zao’nun önünde buzdan mızraklar belirdi. Su büyüsü kullanarak bu mızrakları oluşturan Elaine Jie’ydi. Mızrakları Yu Zao’nun önündeki düşmanlara fırlattı.
Bazı mızraklar zırhlara çarpıp parçalanmış, bazıları da zırhlarını aşarak düşmanın ölmesini sağlamıştı.
Rinolara çarpan mızraklarsa onları sürücüleri ile birlikte yere düşürmüş ve düşen düşman askerleri Yu Zao’nun askerlerinin sürdüğü rinoların altında ezilmişti.
Sonuç olarak Elaine Jie henüz çarpışma başlamadan birkaç düzine askeri öldürdü ve Yu Zao ilk rakibi ile karşılaştı.
Rakibinin göğsünü koruyan çeliğin üstünde bir terazi figürü vardı. Terazi Katedrali’nin bir süvarisiydi. Bağırdı ve mızrağını Yu Zao’ya saplamak için ileriye doğru uzattı.
Yu Zao kalkanı ile mızrağı karşıladı, çelik uçlu tahtayı havaya yönlendirdi ve rinonun üstünde uzanarak Fâ’yı terazi figürlü çeliğe sapladı. Sihirli kılıç kolayca çeliği aşıp rakibinin canını aldı.
Elaine Jie buzdan mızrakları ile Yu Zao’nun çevresindeki düşmanları öldürmeye devam ediyordu. Ona saldırmayı deneyenlerse daha yaklaşamadan buzdan bir heykele dönüşüyordu.
“FÂ!”
Yu Zao’nun komutunu işiten Fâ parladı, Yu Zao onu savurdu ve kılıçtan yayılan alevler düşmanları yakarak ilerledi.
Fâ’nın alevleri hemen önündeki düşmanları kömürleştirmiş, onların arkasındakilerde ileri derecede yanıklara yol açmıştı. Düşman askerleri çığlık çığlığa rinolarından düşerken yanarak üzerine gelen bir Terazi süvarisinin başını Fâ ile kesti.
“Yine harika gidiyoruz,” dedi Fâ. Yu Zao onun sesini kafasının içinde duyuyordu. “Diğerleri ne yapıyor?”
Fâ ateş büyüsüyle onu korurken Yu Zao etrafına baktı. Buz mavisi zırhının içinde Elaine Jie zarafetinden beklenmeyecek bir vahşilikle düşmanlarını öldürüyordu.
Onun sağında kalan adamlarsa Elaine Jie’nin gücü ile birlikte düşmanın üzerine gidiyordu ama Yu Zao soluna bakınca düşman askerlerinin daha baskın geldiğini gördü. Bu yüzden rinosunu sola çevirdi ve askerlerine destek olmak için harekete geçti.
Rinosu bir başka düşman süvarisinin rinosunun boynunu ısırdı. Aniden atıldıkları için süvari onları fark edememişti. Başta rinosunu kurtarmayı deneyecekti ama Yu Zao kılıcını ona doğru indirince kalkanını kaldırmak zorunda kaldı.
Yu Zao’nun kılıcı süvarinin kalkanı ile çarpıştı ve Fâ’nın alevleri havaya saçıldı. Süvari elindeki mızrağı Yu Zao’nun göğsüne saplamayı denedi, Yu Zao da kendi kalkanı ile bu hamleyi karşıladı.
Yu Zao’nun rinosu, boynunu ısırdığı rinoyu düşürünce üstündeki süvari de yere düştü. Yu Zao, Fâ’yı savurdu ve yere düşen süvarinin boynunu kesti.
Rinosunun üstünde Terazi Katedrali’nin süvarilerini biçmeye devam ederek ilerliyordu. Yu Zao gibi bir savaşçının karşısında hiçbiri duramazdı.
Arkasından gelen bir tehdit hissettiğinde rinosunu çevirdi fakat Fâ alevler ile çoktan Yu Zao’ya saldırmak üzere olan süvariyi ateşe vermişti. Alevlerden nasibini alan rino ve süvari çığlıklar içerisinde yanarak kendi saflarına doğru ilerlemeye başladı.
“KRAL İÇİN!”
Rinosundan düşen bir Kraliyet süvarisi havaya kaldırdığı kılıcı ile koşuyordu. Kılıcını bir düşmanın bindiği atın boynuna indirdi. Atın boynunu baştan sona kesmeyi başaramasa da onu öldürecek yarayı açmıştı. At ile birlikte ona binen süvari yere düştü.
Atı düşüren Kraliyet askeri rakibinin işini bitirmeden önce Yu Zao’nun rinosu başını eğdi ve düşmüş süvarinin boynunu parçaladı.
Yu Zao rinosunun dizginini kendine doğru çekti ve topuğu ile hayvanı yönlendirdi. Yüzünü tekrar düşmanın hücum ettiği bölgeye, güneye çevirdi.
“Majesteleri.”
Fâ’nın sesini kafasının içinde duyduğunda başını yukarı kaldırdı, tekrar oklarla saldırıyorlardı.
“Bunlar onurdan nasibini almamış, kendi adamlarını da öldürecekler!”
Fâ öfkeli bir şekilde Yu Zao’nun aklının içinde konuşurken Yu Zao onu savurdu. Fâ’nın alevleri oklara doğru yükseldi. Bu seferki oklar patlamadı ama Yu Zao da tüm okları yok edecek kabiliyete sahip değildi.
Okların bazıları Terazi Katedrali’nin askerlerine saplanıp onların canını alırken çoğu Yu Zao’nun askerlerine isabet etti. Hatta alevlerin arasından sıyrılan bir ok şans eseri Yu Zao’nun rinosunun gözüne saplandı.
“Rinonun zırhla kaplı o kadar yeri varken nasıl göze isabet edebilir!”
Rino düşmüş ve Yu Zao onun altında kalmıştı. Neyse ki bir başka rino tarafından ezilmeden üstündeki rinoyu atıp ayağa kalkması uzun sürmedi.
Ayağa kalktığında yaptığı ilk iş Elaine Jie’ye bakmak oldu. Ondan uzaklaşmıştı ama uzun boylu kadının buz mavisi miğferini ve büyüsünün parıltısını uzakta da olsa görebiliyordu.
“Tuhaf hissediyorum,” diye düşündü. “Tüm bunlar tanıdık.”
“Majesteleri, düşünmenin sırası değil!”
Yu Zao atın üstünde ona doğru gelen bir düşman görünce ayağını yere vurdu. Toprak katman katman ilerledi ve düşmanın atının önüne doğru yükseldi. Yu Zao’nun topraktan rampasına çarpan at yuvarlandı, üstündeki binici de yere düştü.
Binici, Yu Zao onu öldürmeden önce ayağa kalktı. Kalkanını düşürmüştü ama kılıcı hâlâ elindeydi. Kılıcını kaldırdı ve Yu Zao’ya doğru indirdi. Yu Zao hâlâ koluna bağlı olan kalkanla hamleyi savundu ve Fâ’yı savurdu.
Süvari geriye doğru bir adım atarak Fâ’dan kurtuldu. Eğer bir adım daha atsaydı bir rinonun altında kalacaktı ama son anda durmuştu.
Yu Zao ona yaklaştı ve Fâ’yı saplamayı denedi. Süvari kendi kılıcı ile hâmleyi karşıladı ama Yu Zao’ya kıyasla çok güçsüzdü. Bu savunma hamlesi onun yere düşmesini sağladı.
Yu Zao ona tekrar kalkma fırsatı vermeden Fâ’yı göğsüne sapladı ve öldüreceği yeni bir düşman arayışına koyuldu.
-------------------------
27.04.2022 - 21:56
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..