Cilt 3 - Bölüm 51: Get Up, Stand Up, Don’t Give Up to Fight (2/2)

avatar
394 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 51: Get Up, Stand Up, Don’t Give Up to Fight (2/2)


Yu tekrar yürümeye başladığında Yurine onun kucağına tırmandı. Keichi, Yu’ya daha yakın yürümeye başlamıştı. Cornelia göz ucuyla arkasına baktığında Başak Katedrali üyelerinin hâlâ şaşkın olduğunu gördü.

 

Yu onların hiç beklemediği bir şeyi yapmış olmalıydı ama Cornelia bu hareketi anormal bir olay gibi karşılamamaya karar verdi. Onun istediği Yu tam da böyle biriydi, bir kurtarıcı.

 

Üzerinde hoşnutsuz bir bakış hissettiğinde başını sola çevirdi ve kendisine bakan Sör Devan’ı gördü. Koyu mavi gözlerinde hayal kırıklığı ve öfke vardı. Cornelia içinde tomurcuklanan bir korku hissettiğinde Yu’ya sokuldu.

 

“O büyücü, Fırtına’nın Çocuklarından birisi.”

 

“Bir dakika…” konuşan Link’di. Yu ve Keichi arkasını dönüp sarı saçlı şövalyeye baktı. “Doğrudan Azer’in soyundan gelen birisinden bahsediyorsun, değil mi?”

 

Keichi başını salladı. “Evet.”

 

“Ama neden?” Yashin Huo yürümeye başladıklarından beri ilk kez konuşuyordu. “Kraliyet kâfir. Neden Azer onları destekliyor?”

 

“Azer onları mı destekliyor?” Keichi soruya soruyla karşılık verdi. “Zannetmiyorum. Muhtemelen adına ‘büyücü’ dediğim bu kişi kendi kafasına göre hareket eden birisi.”

 

“Böyle bir şey mümkün müydü ki?” Link bir şey tutarmışçasına elini yakasına götürdü. Boynunda bir kolye vardı ama yakasından içeri girdiği için tam olarak ne olduğu gözükmüyordu.

 

“Onlar hakkında ne biliyorsun?” diye sordu Yu. Soruyu alan Link başını salladı.

 

“Herkesin bildiğinden farklı bir şey bilmiyorum. Onların Azer’e hizmet ettiğini düşünürdüm.”

 

Cornelia da aynı şeyi düşünüyordu. Azer’in çocukları birer sahabeydi, onun yolunda yürüyüp o yoldan asla çıkmazdı ama şimdi düşününce onun bir sürü çocuğu olmalıydı ve elbet birileri uyumsuzluk sağlayacaktı.

 

“O büyücü şehirdeki soyluları kurban ederek bir ayin düzenleyecek ve gökten yıldırımlar yağdıracak. Tüm orduyu bu şekilde yok edebilir,” dedi Keichi.

 

“Yani bu yüzden onlar şehre varmadan önce harekete geçmeliyiz, anladım.”

 

Yu, Yurine’yi taşıyarak yürümeye devam ediyordu ve Cornelia ona o kadar yakındı ki yürüdüğü esnada bazen omuzları birbirine değiyordu.

 

“Evet, tabii bununla da bitmiyor. Yu Zao Long hafife alınamayacak bir savaşçı ve onun yanında da Azer’in Lütuflarından birine sahip bir kadın var. Bu kadın gelecekten vizyonlar alıyor. Vizyonlarının ne düzeyde olduğunu bilmiyorum ama planımızı öngörebilir.”

 

“Anlıyorum, ne yapacağımızı bilen bir rakiple karşı karşıyayız… Öyleyse söyleyebilirim ki hapı yuttuk, eğer üzerlerine geleceğimizi biliyorlarsa önden şehre adam gönderip soylu esirler getirebilirler.”

 

“Merak etme, bunun önüne geçmek için Terazi Katedrali’nin elit hüssarlarını yolladım. En azından soylu transferini başarırlarsa bundan haberimiz olur.”

 

Cornelia biraz su büyüsü kullanabiliyordu. Zengin bir aile olduklarından onun için iyi hocalar tutulmuştu ama Cornelia’nın ilgisi büyüden çok kılıcaydı ve büyüyü asıl silahı olarak değil bir yardımcı olarak kullanıyordu.

 

Yine de insanların nasıl büyülerde kurban edildiğini biliyordu.

 

“Kara büyü.” Cornelia’nın aklındakini Yurine söyledi. “Kara büyü yapacaklar demek.”

 

“Sharley de kara büyü yapmamış mıydı?” diye sordu Yu.

 

Sharley Von Bishory’yi küçük bir çocukken görmüştü, ondan sonra Sharley’nin babası ölmüş ve annesi ile birlikte Rolderhelm’e taşınmıştı.

 

“Evet, Yu. Şüphe yok ki o kara büyüydü,” diye cevap verdi Yurine.

 

“Öyleyse Rie de kara büyü yapıyordu, ondan öğrendiğini varsaymıştım.”

 

“Elbette, annem harika bir büyücüdür! Büyücülerin en iyisidir! Tabii ki de büyünün farklı yollarını bilecek!” Yurine, Yu’nun yanaklarını tutup heyecanla konuşuyordu. “Ama böyle bir büyü düşük yaşam biçimlerinin eline geçmemeli, Yu. Sharley piçini öldürerek iyi yaptın.”

 

Yu, Vermilia Ailesi’nin korumakla yükümlü olduğu ailenin bir üyesini mi öldürmüştü? Gerçi zaten onlardan birini öldürdüğünü biliyordu ama…

 

“Sen, bir Bishory’yi mi öldürdün?” diye sordu Sör Devan.

 

“Üç.” Yu, Sör Devan’a göz ucuyla baktı.

 

“Aile üyelerimi öldürdüğünü benim karşımda kolayca söyleyebiliyorsun demek?”

 

Sör Devan’ın eli kılıcının kabzasındaydı. Cornelia onun diğer Bishoryleri sevmediğinin farkındaydı, sadece Yu’dan hoşlanmadığı için huzursuzluk çıkarmayı deniyordu ve bu onu daha da itici kılıyordu.

 

“Evet.”

 

Yu, Sör Devan’ı biraz daha sinirlendiren sinsi bir gülümseme sunduktan sonra gözlerini yürüdüğü yola çevirdi. Sör Devan’ın kendisi de Yu’ya zarar veremeyeceğinin farkındaydı, bu yüzden bir tehdit olarak görülmüyordu.

 

“Ama üç derken… Nasıl üç? Sharley birinciydi ve Shimey ikinci. Diğeri kim?”

 

Rolderhelm’deki Bishorylerden birini kastettiğini düşündü ama yüzündeki gülümseme çok şüpheliydi.

 

“Kolay olmayacak ama Yu Zao’yu öldürürsek savaşı hemen bitirebiliriz. Bu harika bir fırsat. İsteğimize beklediğimizden çok daha erken kavuşabiliriz Yurine!”

 

“Yu, gerçekten öyle.” Yu’nun yüzüne bakan Yurine’nin kızıl gözleri parlıyordu. “Daha sonra da sonsuza dek mutlu yaşayacağız!”

 

“E-Evet…” Yu güldü ve Yurine’ye sarılıp saçını kokladı. “Hâlâ gerçekçi olmak istiyor ve bunun kolay olmayacağını biliyorum ama hayal etmekten de kendimi alamıyorum. İlk hedefimiz büyücü, sonraki hedefimiz Yu Zao Long olacak.”

 

Yurine bir anda Yu’nun yanağını öptü. Onlara alışan Cornelia için bu normaldi ama Terazi Katedrali tarafı açık kalmış ağızlarla seyrediyordu.

 

“Güzel bir hayal,” dedi Link. “Ama gerçekçi tarafını üstte tut.”

 

“Öyle yapacağım.” Yu kendilerine doğru yürüyen askerleri görünce durdu. “Merak ediyorum da Andromeda Kilisesi bir Huo’yu kral yapmak istemiyor muydu? Kral yapmak istedikleri kişi nerede?”

 

“Juel Hao Long,” yanıtlayan Keichi’ydi. “Leo Şehri’nde. Aslan Kardinali’nin kızı ile evlenmek istiyordu. Duymadık ama herhâlde evlenmiştir ve balayı gibi bir şey yapıyordur.”

 

“Andromeda Kilisesi ona ülke dışından bir gelin bulmayı önermişti ama ekselansları biraz… Neyse.” Link ilk cümlesini bitirmeden yeni bir cümleye başladı. “Yu Zao Long, Label Kralı’nın yeğeni ile nişanlandı mesela.”

 

“Anlıyorum. Ben de kuzeyi işgal edilme korkusu olmadan nasıl kolayca bıraktığını düşünüyordum.”

 

Beş tane Vermilia askeri önlerinde bir sıra hâlinde durmuş ve konuşmalarının bitmesini beklemişti. Konuşmaları bitince beşi birden dizlerinin üstüne çöktü.

 

“Başınız sağ olsun hanımefendi.”

 

***

 

Cecilus’un cesedinin önündeydi. Onu bir çadırın içine taşımış ve üzerini Vermilia Aslanı’nın işlendiği galibarda rengi bir sancakla örtmüşlerdi.

 

Cornelia diz çöktü ve sancağı kaldırdı. Cecilus’un boğazından içeri girmiş oku çıkartmamışlardı, ok kırık bir şekilde orada duruyordu.

 

“Nasıl oldu bu?”

 

Kardeşi kendisine ait olmayan bir zırh kuşanmıştı. Başında bir miğfer vardı ama miğferin yüz kısmındaki açıklığı Cecilus’un yüzündeki korkuyu okumasına izin veriyordu.

 

Onun ölümü için üzgün değildi. Sadece ne yapması, ne demesi, ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu.

 

“Üzgün değilim ama… Normalde üzgün olmam gerekiyordu ama… Sadece bir eksiklik hissediyorum.”

 

Eski yaşamına dair bir parça kopmuştu. Hayatta kalan son Vermilia, Cornelia’ydı.

 

Bunun haricinde üzüntü hissetmediği için kendini suçluyordu. Doğduğu andan beri kardeşini sevmemişti ve taşıdığı isim dışında ona hiçbir zaman değer vermemişti.

 

Ama hâlâ durumu kabullenemiyordu.

 

“Zaten bu işin sonu böyle olacaktı ama…” Cornelia’nın amalarının sonu yoktu.

 

“Tutulduğu yerden bir şekilde kaçmış olmalı, herhâlde yardım istemek için koşarken okla karşılaşmıştır.”

 

Yu, Cornelia’nın omzuna dokundu. Çadırın içinde sadece onlar vardı.

 

Cornelia başını kaldırıp Yu’nun gözlerine baktı. Ametist moru gözlerinde üzüntü yoktu, zaten Cecilus’un ölmesini istiyordu ve bu aslında Cecilus’dan kurtulmanın en uğraşsız yoluydu.

 

“Onun ablası olmama rağmen nasıl bunları düşünebiliyorum?”

 

Bir şeyler söylemesi için Yu’ya baktı ama Yu diz çöküp onunla aynı seviyeye gelirken hiç konuşmadı.

 

“Ablası olduğum için üzülmem gerektiğini düşünüyorum… Hayır, bu his… Ben bunu kabullenemiyorum çünkü annem ona hayat vermek uğruna öldü.”

 

Öyleyse annesi boşuna ölmüştü.

 

Cornelia mırıldandı. “Madem berbat biri olacaktın, madem ölecektin… O zaman neden annemi öldürdün…”

 

Başını yere çevirmişti, ağlıyordu ve yaşlarını Yu’ya göstermek istemiyordu.

 

Ama Yu işaret parmağını çenesinin altında koydu ve Cornelia’nın başını yukarı kaldırdı. Cornelia hâlâ yere baksa da artık gözyaşları görülebiliyordu.

 

“Yu… Annem… O masum biriydi… Bir kurbandı… Onun Cecilus için ölmüş olması… Canımı yakıyor…”

 

“Biliyorum,” dedi Yu.

 

Cornelia, Yu’nun gözlerine baktı. Orada bir duygu yoktu ama hâlâ bakması güzeldi.

 

“Annem ile tanıştığımda benzer şeyi babam için düşünmüştüm. Ablalarımda da öyle… Daha sonra Rie benim yüzümden öldüğünde de aynı şeyi düşündüm.” Yu’nun sesi şarap gibiydi, dinlemesi Cornelia’yı uyuşturuyordu. “Canının yanmasını engellemek mümkün değil ama acılar geçicidir. Sadece yanında seni oyalayacak birilerinin olması yeterli.”

 

“Yu…” Cornelia onun adını andı. Daha fazla konuşması için yalvarmak istiyordu. “Beni sen oyala.”

 

Onu öpmek için yanıyordu lakin şu anda bunu yaparsa yalnızca Yu’nun boşluğundan yararlanmış olacaktı. Bu öpücük daha özel olmalıydı.

 

Bu yüzden gözlerini kapadı ve yalnızca ona sarılmakla yetindi.

 

Yu saçlarını okşarken hiçbir şey demiyordu.

 

Cornelia bu anı sonsuza dek yaşamak istiyordu. Yu’nun onu uyuşturmasını, göğsündeki acıyı yok etmesini, onu oyalamasını istiyordu. Yu’yu istiyordu.

 

Yu’nun yanındayken sanki hiç tanımadığı bir şehre gitmiş ve ne yapacağını bilmez bir hâlde telaş içerisinde dolaşırken tanıdığı birini görmüş gibi hissediyordu. O tanıdık kişi Yu’ydu.

 

Onunla tanışalı bir ay bile olmamıştı ama onu çok uzun zamandır tanıyor gibi hissediyordu. Onu, onun için olduğu kişiden vazgeçecek kadar tanıyor gibi hissediyordu.

 

“Önceden ne için yaşıyordum?” diye sordu kendine. “Güçlü olduğumu kanıtlamak için, halkım için…”

 

Saçları Yu tarafından okşanırken onun kokusunu içine çekti.

 

“Ben yapmak zorunda olduğumu düşündüğüm şeyler için yaşıyordum.” Yu’ya sıkıca sarılmıştı, onu bırakmak istemiyordu. “Ama artık beni mutlu edecek şey için yaşamak istiyorum.”

 

Onu mutlu edecek şey belliydi. Onu ilk gördüğü andan beri belliydi.

 

“Yu…” Yu’nun kulağına fısıldadı.

 

Onun adını söylemek iyi hissettiriyordu. Onun adını söylemeyi seviyordu.

 

“Efendim?”

 

“Seni seviyorum.”

 

“Biliyorum.”

 

Bunu itiraf etmenin onu rahatlatacağını zannetmişti ama beklemediği şekilde daha fazla yanıyordu. Kendini alevlerin içine atmıştı ve artık alevlerin içinden bir çıkış yoktu.

 

“Seviyorum,” dedi tekrar. “Seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum.”

 

“Biliyorum, Cornelia.”

 

Yu’nun ismini anması Cornelia’nın kalbini daha da hızlandırıyordu. Eğer şu anda kalbi göğsünü delip dışarı çıkarsa hiç şaşırmazdı.

 

“Seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum, seviyorum.”

 

Ona sarılmak yakıyordu, onun kokusu ciğerlerine doluyordu ve onun aşkı çoktan kalbini dolup taşırmıştı.

 

Düşes olmayı istemişti ama şimdi bunu daha fazla istemiyordu.

 

Yu istediği tek şeydi. Ondan başka hiçbir şeye sahip olmak istemiyordu.

 

Yalnızca Yu, Cornelia’ya sonsuza dek yeterdi.

-------------------------

26.04.2022 – 23:04






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr