Sayılamayacak kadar kömürleşmiş cesedin üstünden tüten dumanlar yüzünden Sivina uzak mesafeleri
görmekte zorlansa da önündeki adamı görebiliyordu. Bir düşmanı övmek
istemiyordu ama görkemliydi, dik duruşu onun gerçek bir kral olduğunu gösteriyordu
Mora Kralı Yu Zao kılıcını Sivina’ya doğrultmuş ayağa kalkmasını bekliyordu.
“Yu…”
Onu öldürmeye niyetlenmiş bir adam karşısında dururken düşündüğü şey Yu olmuştu.
Sivina genel olarak cesur biriydi, herhangi bir şeyden korktuğu seferlerin sayısı azdı ama şimdi Yu’nun kayıp olması onu öylesine korkutuyordu ki Sivina titriyordu.
Yu’nun durumunun bilinmezliği yüzünden Sivina’nın kalbi küçük bir serçe gibi çırpınıyordu ama bu serçenin kanatları kırıktı. Sivina’nın atan kalbi onu yoruyordu.
Kılıcını düşürmüştü, bu yüzden kızaran gözleri ile yeri taradı ve kullanabileceği bir kılıç aradı. Sıradan bir tanesini bulduğunda uzandı, eline aldı ve ayağa kalktı.
“Yu’nun şu anda burada olmaması ölmüş olduğu anlamına gelmiyor. Göle düştüğünde de öldüğünü düşünmüştüm ama kurtuldu. Yine kurtulabilir, yine beni şaşırtabilir. Yu ölebilecek birisi değil.”
Ayağa kalktığında ne yapması gerektiğini düşündü. Sıradan bir düşmana saldırır gibi saldırmalı mıydı? Kendi kendine başını salladı, Yu Zao’ya sıradan bir düşman muamelesi yapmak onun savaşçı kişiliğine hakaret etmek olurdu.
“Başak Şövalyesi Sivina Ecues,” dedi.
Yu Zao bir kraldı ve bir kral ile düelloya girecekse işi kitabına uygun yapmalıydı. Bu yüzden ona ismini verdi.
“Başak Şövalyesi, hmm?” Yu Zao ilgili bir şekilde Sivina’yı süzdü. Daha sonra yüzü biraz düştü. “Dostunun ölümü için üzgünüm, onun iyiliği için de yapmak zorunda olduğum şeyi yaptım.”
“Dostumun?..” Sivina dışında tek bir Başak Şövalyesi vardı.
“Link Yachi Long,” dedi Yu Zao. “Benim kanımdan olduğu için ona teslim olma şansını vermiştim. Ona bunu benim kanımdan olduğu için yapmış olsam da onunla aynı mevkide olan sana aynı teklifi yapmazsam bu adil olmaz. O yüzden…”
“Reddediyorum.”
Sivina’nın cevabı kesindi. Yu Zao bir anlığına afalladıktan sonra gülümsedi. “Sadakatiniz takdir edilesi. Benim safımda olmanızı isterdim.”
Sivina teslim olup onun safına geçseydi Yu Zao’nun takdir ettiği sadakate sahip olamazdı.
“Link ile benim sadakatlerimiz arasında farklılıklar var…” dedi kısık bir sesle. Amacı sesini Yu Zao’ya duyurmak değildi.
Link de iyi biriydi ve onun ölümüne üzülüyordu ama söz konusu Yu iken onu düşünemezdi.
Yine de durup kendisi ile Link’i karşılaştırdığında söyleyebileceği şey Link’in Başak Katedrali’ne, kendisinin ise Yu’ya sadık olduğuydu.
Sadakati, Link’in sadakatinin aksine görev bilinci kaynaklı değildi, kaynağı aşktı. Sivina hiç kimseye Yu’ya sadık olduğu gibi sadık olmayacaktı.
Ve başka hiç kimseye âşık olmayacaktı. Onu elde etse de etmese de Yu ilk ve son olacaktı, her anlamda.
“Öyleyse…” Yu Zao iç çekti. “Yu Zao.”
Kendini eksik bir şekilde tanıttı ama Sivina detaylarla ilgilenerek vakit harcamak istemiyordu. Bir an önce Yu Zao’yu atlatmalı ve Yu’yu bulmalıydı.
İleri atıldı.
Kılıcını bir yıldırım gibi Yu Zao’nun göğsüne götürdü. Kılıcı kalbine saplamak, işini tek hamlede bitirmek niyetindeydi.
Tabii ki de rakibi bu kadar kolay bir şekilde ölmeyecekti.
Yu Zao kendini savunmak için elindeki kılıcı kullandı. Kılıcı, Sivina’nın yerde bulduğu kılıca göre daha ağır ve Yu Zao, Sivina’ya kıyasla daha güçlüydü. Bu yüzden Sivina’nın kılıcına kuvvetlice vurduğunda Sivina kılıcını yere düşürdü.
“Nasıl?” diyerek şaşkınlıkla düşen kılıcına bakakaldı.
Yu Zao kılıcını tıpkı az önce Sivina’nın yaptığı gibi ileri götürdü, Sivina’nın göğsüne.
“RHAE!”
Küçük bir kızın kendini yırtarmışçasına çıkan sesi Sivina’nın kulaklarına bir rüzgârın uğultusuyla ulaştı.
Tüten dumanları yaran, tozu ve toprağı birbirine karıştırıp ilerleyen fırtınanın belirli bir hedefi vardı; Yu Zao Long.
“Hığaa!”
Yu Zao’nun kılıcı Sivina’nın göğsüne saplanmadan önce fırtına ona çarptı ve görkemli kral acı dolu bir ses çıkararak diğer kömürleşmiş bedenlerden yayılan dumanların arasına karıştı.
“Y-Yurine? Yu?”
Bir rüzgâr büyüsüyse bunu Yurine yapmış olmalıydı. Ana da rüzgâr büyüsü yapabiliyordu ama duyduğu sesin Yurine’ye ait olduğuna emindi.
Eğer Yurine buradaysa Yu da burada olmalıydı. Yurine, Yu’nun zarar görmesine izin vermezdi. Onu korumuş ve güven içinde Sivina’ya ulaştırmış olmalıydı.
“Benim,” dedi Yu. Miğferi hâlâ başındaydı ve Yurine’nin hemen yanında yürüyordu.
Sivina az önce ölmek üzereydi ama şimdi bunu unutmuştu. Yu’yu sağ salim gördüğü için gülümsedi. Az önce Yu için endişelendiğinden ağlıyordu ama şimdiki gözyaşları mutluluk yüzündendi.
Onun sesini duymak Sivina’ya güç veriyordu. Bu güç ile savaşabilirdi, Yu içinse bunu yapabilecek kuvvete sahipti. Aradığı kuvvet oradaydı.
“İyi misin?” diye sordu Yu.
“Evet.”
Sivina’nın yanıtında koşulsuz bir teslimiyet vardı. Daha önce sesine aktardığı duyguları kadar samimi olan hiçbir duygu yaşamamıştı.
“Güzel.”
Ama Sivina’nın duygu dolu sesinin aksine Yu’nun sesi soğuktu ve gözlerinde Sivina’nın taşıdığı mutluluktan eser yoktu.
“Roaronlar nerede? Keichi nerede?” Yu geçmişte bir şeytana ait olan simsiyah kılıcını çekerken sordu. “Başka kimse yok mu?”
Yu’nun siyah kılıcı adeta ışığı emiyordu. Kılıcın çevresindeki dünya renksizdi, hayat yoktu.
“Bilmiyorum. Başımı kaldırdığımda ilk Yu Zao’yu gördüm,” dedi Sivina. Düşürdüğü kılıcını yerden aldı. Yu’nun bir kalkan taşıdığını görünce yere bakındı ve o da bir kalkan buldu.
“Keichi… Lanet olası çakma piç…” diye mırıldandı Yu. Sivina, Yu’nun yanına yaklaşırken sesini güçlükle duyabilmişti.
“Sahiden onu dostun olarak mı görüyorsun?”
Sivina soruyu sorarken yüzünü Yu Zao’nun uçtuğu yere döndü. Yu da sırtını ona dayayıp tersi yöne bakmaya başladı. Yu Zao kaçacak birine benzemiyordu, tekrar ortaya çıkıp saldırması an meselesiydi.
“Elbette…” dedi Yu. Arkası dönük olsa da konuşurken dişini sıktığını anlayabiliyordu.
Neden ısrarla yalan söylediğini Sivina bilmiyordu. Kendisini de arkadaş olduğuna mı inandırmaya çalışıyordu? En azından Keichi etrafta değilken doğruyu söyleyemez miydi?
“FÂ!”
Sivina ileride parlayan bir siluet gördü, ardından tüten dumanları yaran alev dalgası doğrudan üstüne ilerledi. Alevler bir anda etraflarını saran rüzgâr duvarı ile çarpıştığında Sivina yüzüne çarpan sıcağı hissetti.
Yu Zao’nun yolladığı alevler kubbe şeklindeki rüzgâr duvarının etrafını sarmış, bir anlığına her yeri kırmızıya boyamıştı ama kısa sürede yok oldu.
Yurine yüzünü kendilerine doğru koşan Yu Zao’ya döndü. “Yu, o adamın bir kılıç perisi var.”
“Onun ben amına koyayım.”
Yu Zao üzerlerine atladığında kılıcı alev aldı, boyutu Sivina’nın ilk gördüğünden daha büyük gözüküyordu ve alevleri daha parlaktı.
Kılıç, Sivina ve Yu’nun ortasında duran Yurine’yi hedef alıyordu. Yurine’yi korumak için Sivina ve Yu aynı anda kalkanlarını kaldırdılar ve üst üste koyarak kılıcın aşağı inmesini engellediler.
“Anasını siktiğimin Yu Zao’su, çocuğu mu hedef alıyorsun?”
Yu Zao bir şey demeden gücünü kılıcına verdi, kılıç alevler içerisinde yanıyor ve gittikçe ağırlaşıyordu. Isı yüzünden Sivina terliyor ve gözlerini açık tutamıyordu.
“Yurine!" & "Fâ!”
Yu ve Yu Zao aynı anda haykırdığında Yurine’den yükselen rüzgâr ve Yu Zao’nun karnından çıkan alevler çarpıştı. Çarpışan büyüler bir patlama yarattı ve dördü de ayrı yerlere savruldu.
Şimdi hepsi yine dumanların arasında kaybolmuştu.
“Bir çocuğu öldürmek istediğim gibi korkunç bir şeyi söyleme. Ben yalnızca yarı ölümsüz bir kılıç perisini hedef alıyorum.”
Yu Zao, Yu’nun hakaret içeren sözlerine oldukça sakin bir tonda yanıt verdi. Sesi tek bir yerden değil, dört bir yandan geliyordu.
“Yu! Neredesin?!”
Bu ses de dört bir yandan geliyordu. Ses Yurine’ye aitti ama Sivina onu hiçbir yerde göremiyordu.
“Bu ne çeşit bir büyü?”
İki çeliğin çarpışma sesini duyduğunda yüreği hopladı. Her yönden gelen kılıç seslerinin arasında Yu’nun ettiği küfürler de vardı.
“YU!” diye bağırdığı sırada Sivina nal sesleri duymaya başladı. Sesler giderek artıyordu.
İçgüdülerine güvenerek Yu’nun olacağını düşündüğü yere doğru bir adım attığında nallarının sesini duyduğu hayvan bir anda önüne fırladı. Sivina bir kılıç darbesi bekleyip kendini geri attı ama önünden geçip giden atın bir binicisi yoktu.
“Yu!” diye tekrar bağırdı Yurine. Sivina hâlâ kılıç seslerini duyuyordu.
“Ağh! Anasını!”
Kısa bir inlemenin ardından yine kısa bir küfür işitti. Sesler tabii ki de Yu’ya aitti. Yine de tek bir yönden gelmediği için Sivina onun nerede olduğunu anlayamıyor, meydanın ortasında öylece dikiliyordu.
“YU!” Yurine dumanların arasında parlayan alevleri görünce çığlık attı.
Onun çığlığının geldiği yön belli olmasa da alevlerin kaynağı belliydi. Sivina alevlerin arasındaki iki siluete doğru koşmaya başladı. Siluetlerden iri olan kılıcını ardı ardına indirirken ona göre daha küçük siluet kalkanın ardına saklanmıştı.
Kılıcın kalkana vurma sesi ile birlikte kılıç kalkana vurdukça parlayan alevler Sivina’nın kalbindeki korkuyu arttırıyordu.
Sonraki kılıç darbesi kalkana inmeden önce Sivina kendi kılıcını öne çıkardı. Bu sefer Yu Zao’nun kılıcını durdurmayı başarmıştı. Kalkanı ile ona vurmayı denedi ama Yu Zao bu hamleyi omzundaki çelikle karşıladı.
Sivina tekrar bir saldırı başlattığı sırada Yu da boş durmadı, kalkanını yukarı kaldırdı ve Sivina’nın kılıcına destek oldu. İkisi birlikte Yu Zao’nun kılıcı tutan kolunu yukarı ittiler ve Yu siyah kılıcını Yu Zao’nun bacağına saplamaya çalıştı.
Maalesef bu hamle de başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yu Zao dizini kullanarak kılıcın yönünü değiştirdi. Çelik zırhı o kadar sağlamdı ki Yu’nun kılıcının sivri ucu yalnızca zırhın üstündeki siyah boyayı çıkarabildi.
“EĞİLİN!”
Küçük kızın sesi ile hem Sivina hem de Yu kendilerini Yu Zao’nun uzağına fırlatıp yere yattılar.
Yurine bir rüzgâr büyüsü yapmıştı. İlkinden daha kuvvetli bir büyüydü ve rüzgârlar yerdeki çalı çırpıyı birbirine katıyor, etrafa fırlatıyordu. Rüzgârın gücüyle etrafa saçılan bazı yapraklar Sivina’nın yüzüne çarptı. Gözlerini korumuştu ama burnunda ve çenesinde kanamalar vardı.
Rüzgâr vahşice Yu Zao’ya doğru ilerlerken Yu Zao yerinde durdu ve tekrar o kelimeyi tekrar etti. “Fâ.”
Alevler yalnızca kılıçtan değil, Yu Zao’nun etrafından yayılıyordu. Kızıl alevler rüzgârla karşılaştığında Sivina rüzgârın alevleri yutacağını ve Yu Zao’ya çarpacağını düşündü ama öyle olmadı. Alevler rüzgârı durdurdu.
“Alevle nasıl rüzgârı durdurdun amına koyayım?”
Aynı soru Sivina’nın da aklındaydı. Kendini attığı yerden ayağa kalktığında ve Yu ile göz göze geldiklerinde Yu’nun yüzünün ter yüzünden parladığını ve derin nefesler aldığını gördü.
“Çünkü o sıradan bir büyücü değil,” diye araya girdi Yurine. Kendini göstermiş ve doğrudan Yu’ya yanaşmıştı. “Alev ile değil, mana ile durdurdu.”
“Fâlyn’in büyüsünün inceliklerini ben bile bilmiyorum.” Yu Zao üç rakibi karşısına geçerken konuştu. “Ama en nihayetinde yapabiliyorum.”
Yu hâlâ sırtında duran pelerini söküp kenara attı. Sivina’nın onaylamadığı bir hamleydi ama bunu yaptıktan sonra miğferini de çıkardı. Kahverengi saçları ter yüzünden ıslanmış ve yapış yapış olmuştu. İkinci kez onun saçlarını böyle berbat görüyordu.
“Yurine,” dedi derin neferler alıp verirken. “Geliyor… Bunu hemen bitirmeliyiz.”
“Tam bu anda mı geliyor?” Yurine yumruklarını sıktı. “Bu kriz geçirebileceğin en kötü an!”
“Sadece, hissediyorum.”
Yu’nun hastalığından pek tabii ki haberdardı ve onun arada sırada kriz geçirdiğini de biliyordu. Gerçi geçirdiği son kriz Andromedia’da olmuştu.
Yu’nun burnundan ve çenesinden aşağı terler damlıyordu. Nefesleri gittikçe derinleşiyor ve yüzü sürekli ekşiyordu.
“İlk rakibimin benim seviyemde biri olacağını düşünmüştüm.”
“İlk rakibimiz,” dedi Yurine. “Bir kılıç perisi ile birlikte savaşıyorsun.”
Yurine elini Yu’ya uzattı ve beyaz bir ışık Yu’nun başına çarptı. Bu bir şifa büyüsü müydü? Sivina ne olduğunu bilmiyordu ama ışığın Yu’ya çarpışından sonra Yu gözlerini kapatıp son bir derin nefes aldı.
“Saldır.”
Yurine, Yu’nun komutuyla vücudunun çevresinde dönen rüzgârları Yu Zao’ya yöneltti. Yu Zao alevlerle kendini savunduktan sonra iki taraf da birbirinin üstüne koşmaya başladı.
Sivina ve Yu öndeyken Yurine geride duruyordu. Yu Zao elindeki büyülü kılıcı, yani kılıç perisi ile birlikte saldırdı.
Bu sefer hedef olarak Yu’yu seçmişti. Yu kalkanını kaldırdı ve göğsüne siper etti. Yu Zao’nun kılıcı kalkana çarptığında Yu bir ayağını geriye doğru sürükleyerek destek aldı ve yerinde sabit kalmayı başardı.
Sivina hemen ardından kendi kılıcını Yu Zao’nun boynuna doğru savurdu.
Sivina hızlı olsa da Yu Zao da hızlıydı. Çevik bir hareketle kılıcını geri çekti ve Sivina’ya karşı kendini savundu. Hemen ardından Yu kendi kılıcını Yu Zao’nun koltuk altına saplamayı denedi çünkü orası zırh ile korunmuyordu.
Lakin Yu Zao bu hamleyi de atlattı. Sivina’nın kılıcını hemen geri itti, vücudunu yan çevirdi ve Yu’nun kılıcı boşluğa doğru ilerlerken çenesine dirseği ile vurdu. Yu yere düşerken Sivina kalkanı ile Yu Zao’nun başına vurmayı denedi, Yu Zao eğildi ve kılıcının kabzasını Sivina’nın karnına geçirdi.
“Bu adama karşı kuendo falan işlemez…”
Yu Zao da Sivina gibi hızlıydı ve Sivina’dan çok daha güçlüydü. Uzmanlık elde ettiği yetenek rakibine karşı işe yarayacak bir tür değildi ve Yu’ya yalnızca bunu öğrettiği için Yu da zayıf kalıyordu.
Yine de başka bir seçeneğe sahip değildi. Yu sırtının üstünde sürünerek biraz gerileyip Yurine’nin yanına giderken Sivina onun önüne geçti ve pozisyon aldı.
Elindeki kılıç onun asıl kılıcı gibi ince ve zarif değildi, bu yüzden uyum sağlamakta zorlanıyordu.
Yu Zao ile göz göze geldiklerinde kalkanını onun başına doğru fırlattı. Yu Zao eğilip kalkandan kaçındığında Sivina kılıcını öne doğru uzattı. Yu Zao tekrar kendi kılıcı ile bunu karşılamıştı ama Sivina sabit durmadı. Kılıcının elinden fırlamaması için kendi etrafında döndü ve Yu Zao’nun arkasına geçmeyi denedi.
Eğer bunu başarırsa kılıcı Yu Zao’nun dizinin arkasına saplayacaktı ama olmadı, alevler Yu Zao’nun vücudundan yükseldi ve Sivina geri çekilmek zorunda kaldı.
Sivina geri çekildiğinde ayağa kalkan Yu öne çıktı. Kılıcını yukarı kaldırdı ve Yu Zao’nun başına indirmeyi denedi. Yu Zao kılıcını Yu’nun kılıcının altına koydu. İki kılıç çarpıştığında Yu Zao kılıcını kaldırdı, döndürdü ve Yu’nun kılıcını kendi kılıcının altına getirdi.
Tam Yu’ya omuz atacaktı ki Yu kenara sıçradı ve Yurine rüzgâr ile saldırdı. Maalesef bu saldırı da bir anda Yu Zao’nun etrafında oluşan alevlere çarpıp kayboldu.
Ama hemen pes edecek değillerdi. Sivina tekrar saldırıya geçti. Etrafında dönerek hız ve kuvvet kazandı ve kılıcını süratle Yu Zao’nun bileğine savurdu.
“Ih-”
Yine de Yu Zao’nun yanına yeterince yaklaşamadı bile. Yu Zao ayağını yere vurdu ve Sivina önünde yükselen toprak sütuna çarparak yere düştü. Nefesi kesilmiş ve öksürmeye başlamıştı.
“Siktir, siktir, siktir!”
Yu’nun bağırdığını duydu ve ardından alevlerin ışıltısını gördü. Hemen ayağa kalktı ve sütunun çevresinden dolaşıp dövüşe dahil olmaya çalıştı.
Yu ile Yu Zao kılıçlarını tokuşturuyor, Yu Zao’nun ağır saldırılarını Yu kalkanı ile savunuyordu.
Yu Zao kılıcını tekrar Yu’nun üstüne indirdiğinde Yu yine kalkanı ile kendini savundu. Bu sefer sağ elinden destek aldı ve kalkanı yana yatırdı. Şimdi Yu Zao’nun kılıcını kalkanının aşağısına almıştı ve Yu Zao’nun aksine Yu omuz atmakta başarısız olmadı. Çıkan alevlere rağmen omzunu Yu Zao’nun göğsüne geçirdi ve onu geri çekilmek zorunda bıraktı.
Yu’nun saçının ucunun alev aldığını gördü, Yu kendini yerdeki su birikintisinin içine atarken bağırdı. “Yurine!”
Sivina, Yu’nun yardım için bağırdığını düşünmüştü ama Yurine aynısını düşünmemiş olacak ki farklı bir şey yaptı. İki elini kaldırdı ve bir anda avuçlarından yayılan parlak sarı ışık güneş doğmuşçasına dünyayı aydınlattı.
Işık birkaç saniyeliğine dünyayı aydınlatıp, tekrar söndüğünde Sivina, Yu’nun siluetini gördü. Ayağa kalkmıştı, Yu Zao’nun üstüne atıldı.
“GEBER PİÇ!”
-------------------------
29.04.2022 – 20:02
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..