Vermilia
Ailesi’nin bir masaldan fırlamışçasına gözüken kalesi yıldız şeklinde beş
tarafa uzanan surlara sahipti. Surların üstünde ve kalenin içinde de dört büyük
ana kuleden daha küçük kuleler yükseliyordu.
Surların dışında kuleler ve kalenin duvarları da mavi ve yer yer beyaza boyalıydı. Ana binanın camlarının her biri bir kilisenin camlarını andıracak şekilde mozaik biçiminde renkliydi.
Taht odası kulelerin ortasında yer alan tek ve büyük bir binanın içindeydi. Odanın kapısı doğrudan kalenin çıkışına açılıyordu. Cornelia bu odanın önüne geldiğinde komodorunu durdurdu ve hayvandan aşağıya indi.
Kardeşi Cecilus da onun yaptığını yapmıştı ama ikisi arasında gözle görülür bir rekabet vardı. Cecilus, babasının varisi olarak taht odasına ilk giren olmak istiyordu.
Fakat Cornelia’nın da babasının makamında gözü vardı, bu yüzden onun muhafızları hanımefendilerinin öne geçmesi için araya girdi.
Yu kendi atından inip Yurine’yi aşağıya indirirken Cornelia çoktan kalenin içine girmişti.
“Bu ne demek oluyor?” Cecilus tüm protokolü bıraktı ve koşarak ablasının arkasından ilerledi. “Bu kalenin sahibi benim!”
“Başlıyoruz,” diye düşündü Yu.
İçeriye girerken etrafına göz attı. Ordunun çoğu, özellikle Cecilus’u destekleyenler dışarıda bırakılmıştı. İçeride sadece roaronlar, -ki onların içerideki diğer tüm adamlara üstün gelebileceğini düşünüyordu- Cornelia’nın muhafızları ve yüz kadar Salamon askeri vardı.
Salamon askerlerinin başındaki Mark Von Salamon’a baktı. Geçen sefer Cornelia’yı düşes yapmak için Cecilus’un öldürülmesini kabul etmişti. Yine Cornelia’ya sadık olacağından emindi.
Mark Von Salamon’un yanında yeğeni Jaime Von Salamon vardı. Amcası gibi mor saçlara ve mavi gözlere sahip bir çocuktu. Geçen sefer Yu’nun yaverliğini yaptığı için Yu ona karşı hafif bir sempati besliyordu.
“Hanımefendi, prosedürlere uygun ilerlemeyi-”
“Sana konuşma iznini vermedim.”
Cornelia, Yu’nun daha önce hiç duymadığı bir tonda konuştu. Geçen sefer onun kızgın olduğu vakitlere tanıklık etmişti ama şimdiki Cornelia başkaydı, sesi insanları kontrol etmeye yönelik, kalın ve sertti.
“Demek benden önce böyle konuşuyordu.”
Cornelia’nın bu hâli hoşuna gitmemişti, âşık Cornelia daha tatlıydı. Aynı şeyi Sör Devan Von Bishory de düşünmüş olacak ki yüzünde hem şaşkınlık hem öfke belirdi.
“Bu kalede tutulan esirler nerede?” diye sordu Yurine ile yan yana yürüyen Yu. “Burada soyluların esir tutuluyor olması lazımdı.”
Cornelia bir cevap almak için çevresine baktı. O esnada kendilerinden önce kaleye giren şövalyelerden biri Cornelia’nın karşısına geçip diz çöktü.
“Hanımefendi, kale tamamen bomboş.”
Yu anladığını düşünüyordu. Onların hepsi istisnasız bir şekilde kraliyet destekçisiydi ve hepsi onlar gelmeden önce kaleyi terk etmişti.
“Cornelia kalenin altında kraliyetin kontrol ettiği gizli geçitler olduğunu söylemişti, oradan çıkmış olmalılar.”
Cornelia babasının makamına otururken yumruklarını sıktı. “O hainler!”
“Benim yerime oturuyorsun!”
Cecilus durumun farkında değil gibi gözüküyordu, aptal cesaretiyle ablasına bağırdı ve kolunu sanki ona tokat atmak istercesine havada savurdu.
“Babam bana verdi! Shimey! Neredesin?”
“Buradayım efendim.”
Cecilus bağırdığında Shimey Von Bishory taht odasına yeni giriyordu. Yalnızca adamları arasından birkaç muhafız ile birlikte kaleye girmesine izin verilmişti.
Onun yanında hükümdarlarının başarısını kutlamak için İly Von Marton, Keer Von Milem, Toe Von Lenal, Marcus Von Marcusie gelmişti. Marcusie ve Salamon dışındakiler Cecilus’un destekçileriydi.
“Cornelia, bu işi uzatmaya gerek görmüyorum.” Yu, roaronlara gözünün ucuyla baktı ve başını salladı. “Yakalayın.”
Yu odanın en sonundaki tahtın üstünde oturan Cornelia’ya doğru yürümeye başladığında Cornelia da onu başıyla onayladı.
“Onun yerine emir veriyorum, tanımamasına rağmen benim sözümle kendi kardeşine karşı dönüyor… Bu sefer harbiden delirecek kadar âşık olmuş.”
Yu, Cornelia’nın duygularını ve taşıdığı Lütufların gücünü hafife almamaya karar verdi.
“Bu ne demek!” diye bağırdı Shimey Von Bishory.
“Çekin elinizi köpekler!” diye bağırarak ağlamaya başladı Cecilus.
İly, Keer ve Toe de yakalananlar arasındaydı. Bu esnada efendilerini korumaya çalışan muhafızların her biri roaronlar tarafından katledilircesine öldürüldü. Cornelia’nın ya da Salamon’un askerlerinin kılıçlarını çekmesine bile gerek kalmamıştı.
***
Cornelia uzun bacaklarını birbiri üstüne atmış, elinde kuş tüyünden yapılma bir kalemi döndürürken Yu’nun gözlerinin içine bakıyordu.
Bu bakışlardan memnun mu kalmalıydı yoksa korkmalı mıydı emin değildi çünkü bu odada yalnız olsalardı Cornelia’nın, Sivina’nın banyoda gittiğinden çok daha ileri gideceğine emindi.
Yu’nun içindeki erkek onu arzuluyordu. En nihayetinde Cornelia çekici bir kadındı ama Yu bu ilkel arzunun sevgiye dönüşmesine izin vermek istemiyordu.
“Pisliğim. Pisliğim.”
Cornelia’ya bakınca aklına banyoda onunla ilgilenen Uhrimi geldi. O zaman bu hoşuna gitmiş, tekrar yapmak istemişti ama şimdi zihnini cinsel arzularından arındırıp düşündüğünde yaptığı şeyden hâlâ pişmanlık duyuyordu.
Odalarının kapısı tıklatıldı ve bir askerin sesi geldi. “Hanımefendi.”
“Gir,” dedi Cornelia.
Asker kapıyı açtı, Cornelia’nın muhafızlığını yapan şövalyelerden birisiydi. Gri bir plaka zırh giymişti ve belinde uzun bir kılıç asılıydı. İçeri girer girmez asker selamı verdi ve konuştu.
“General Azil Zao Long’un cesedini bulduk, bileklerini keserek intihar etmiş,” dedi ve bir kâğıdı uzattı. “Arkasında bıraktığı not.”
Yu, asker ile Cornelia’nın arasında olduğu için notu aldı ve Cornelia’ya uzattı.
“Bekle,” dedi Cornelia mektubu okumaya başlamadan önce.
“Ne halkı alevlere kurban edebilir ne de mağlup bir kumandan olarak kralımın yüzüne bakabilirim. Bu yüzden hayatıma son veriyorum.”
Azil Zao’nun arkasında bıraktığı not iki cümleden oluşan, basit bir metindi ama basit gözükse de bu metni yazarken içerisinde bulunduğu ruh hâlini Yu aşağı yukarı anlayabiliyordu.
Yazacaklarını defalarca kez düşünmüş, aklına gelen o uzun cümleleri kâğıda dökmeyi başaramayarak en sonunda basit gözüken ama içerisinde büyük bir acı barındıran iki cümle yazabilmişti.
Yu anlıyordu, Yu biliyordu. En nihayetinde ablalarını kaybettikten sonra o da defalarca kez bu notlardan yazmıştı.
“Cesedini yakın. Külleri ailesine gönderilsin.”
“Başüstüne!”
Cornelia’nın emrinin ardından asker topuğunun üstünde döndü ve dışarı çıktı.
Cornelia derin bir nefes aldı ve tekrar Yu’ya baktı. Link, Sivina, Ana, Kigaro ve Yurine buradaydı ama Cornelia’nın arzulu gözlerle Yu’yu adeta yerken onları umursamıyordu bile.
“Delirmişler… O ikisi delirmiş. Cornelia da Sivina da deli. Bu normal değil, hiç normal değil. Bu hisleri nasıl kabul edebilirim ki? Onların seçimi değil, sadece Lütufların anormalliği yüzünden böyleler.”
Yu başını eğdi. O ikisiyle ne yapacağını bilmiyordu.
“Bu işleri düşünmemeliyim. Ne hissederlerse hissetsinler ben zamanı geri sardığımda Lütuflara sahip olmayacağım. Yani hislerini taşıyamam. Onları görmezden gelsem ve canlarını yaksam bile bunların yaşandığını hiçbir zaman bilmeyecekler.”
Rie’den Lütuflarını almayı ve onu tekrar ölüm riskine mahkûm etmeyi istemiyordu. Bu yüzden, mümkünse Yurine’nin Rolderhelm’deyken yaptığı plana uygun bir şekilde ilerleyecek ve zamanı Rie ile tanışmadan öncesine saracaktı.
“Neden buradaki herkes anormal?”
Yu göğsündeki Lütufların ağırlığının arttığını hissediyordu. Ruhu tekrar o yıldızın çekim kuvvetine kapılmıştı. Sanki kendi içinde çöküyordu. Sahi, ona neden bir yıldız demişti? Belki de kara delik farklı bir formda tekrar hayat bulmuştu.
“Neden görmüyorlar? Sivina ve Cornelia delirdiklerinin neden farkında değil?”
Cornelia’ya tekrar bakıyordu ve görüyordu ki durumu Sivina’nınkinden çok daha beterdi.
“Link nasıl gülümseyebiliyor? Ana neden içine kapandı?”
Düşünüyordu da tüm bu yolculuk boyunca Ana ne kadar ön planda olmuştu acaba? Hatta onunla arkadaş mıydı?
“Neden kimse Yurine’yi fark etmiyor? O… O çökmüş… Annesini kaybettiği zamanki gibi. Ben neden onu güldüremiyorum?”
Keskin bir ağrı alnında belirdi. Alnından başının arkasına, oradan da ensesine doğru yayıldı ve başı zonklamaya başladı.
“Dudakların neden mor?” diye sordu Cornelia. Otururken ona doğru dönmüştü, ayağı dizine çarpınca gülümsedi.
“Mor mu?”
Parmaklarını dudağına götürecekti ama bunu, sağında oturan Yurine yaptı. Küçük parmaklarını Yu’nun dudaklarına götürdü.
“Neler oluyor?”
Yu ayağa kalktı. Başı dönüyordu, tüm dünya dönüyordu. Yine yanmak üzere olduğunu hissediyordu.
Herkes ona bakıp gülümsüyordu. Yurine’nin bile yüzünde kocaman, korkunç bir gülümseme vardı. Böyle bir gülümsemeyi kızının yüzünde ilk defa görüyordu.
“Nasıl mor? Neden hepiniz tuhafsınız?”
Dudakları geçen sefer krizlere karşı kullandığı ilaç yüzünden morarmıştı ama bu morluk, şu andan yaklaşık iki hafta sonra beliriyordu. Şimdi bu morartıyı ne tetiklemişti?
Ama bu, ikinci problemin yanında önemli değildi. İkinci problem çok daha korkunçtu, herkes olduğundan daha farklı gözüküyordu.
“Biz neden zırh giyiyoruz ki? Zırh mı- Ne?” Tüm dünya dönmeye başladığında dengesini kaybetti ve kalçasının üstüne düştü. “Ne?”
Elleri titriyordu, sol kolundaki zehrin yakıcılığını hissedebiliyordu. Dudaklarında bir ıslaklık hissetti, sonra bu ıslaklık çenesine yayıldı ve oradan aşağıya süzülmeye başladı.
“Neden kimse bir şey yapmıyor?” Konuşabildiğine şaşırmıştı çünkü çenesi kenetlenmişken konuşması mümkün olmamalıydı. “Her is das?”
***
Hâlâ yapması gereken tonlarca iş vardı ama güneş batmış ve Cornelia yorulmuştu. Bu yüzden resmi kıyafetlerini çıkardı ve üzerine omuzlarından dizlerine kadar kapatan tek parça siyah bir elbise geçirdi.
Cornelia’nın muhafızları hâlâ etrafta olsa da Link, roaronlara Cornelia’nın etrafında dolaşmalarını söylemişti. Böyle olunca da Cornelia her gittiği yerde kendini bunalmış hissediyordu ama güvenlik önlemlerine her zaman saygı duyduğu için ses çıkarmadı.
Gerçi, neden roaronların onu korumasına müsaade ediyordu ki? Aklında bu soru vardı ama sonra cevabı hatırladı; Yu onlara güveniyordu, öyleyse onlar güvenilir yaratıklardı.
Yu aklında geldiğinde yüzünde bir gülümseme belirdi. Onu düşünmek Cornelia’ya kim olduğunu unutturuyor, daha önce olmadığı birine dönüşüyordu.
Yu hakkında düşündükçe dünya yalnızca ondan ibaret bir hâle geliyor, başka şeyleri umursamakta zorlanıyordu. Bu anormal duygunun bir anda nasıl içinde belirdiği hakkında bir fikri yoktu, duygu onu öylesine ele geçirmişti ki sanki ezelden beri içindeymiş gibi hissediyordu.
Şimdi de Yu’nun yanına gidiyordu. Onun bulunduğu koridora girmiş ve kendini daha fazla roaronun arasında yürürken bulmuştu.
Yu toplantı başlar başlamaz bayıldığı için herkesi telaşlandırmıştı. Yurine telaş içinde şifa büyüsüne başlamış, Sivina endişeden ağlamıştı. Cornelia da ağlamıştı elbette. Henüz onun nasıl biri olduğunu bilmese de hayatının aşkı olduğunun farkındaydı ve hayatının aşkını bulur bulmaz kaybetmekten korkmuştu.
“Her is das…” Yu’nun bayılmadan önce mırıldandığı son sözünü düşündü. “Aramcada ‘o nerede’ anlamına geliyor.”
‘Das,’ ‘O,’ zamirinin dişi versiyonuydu. Yani Yu ister istemez aramca konuşmuş ve bir kadının yerini sormuştu.
“Neden böyle bir şey söyledi ki?” Yu daha gizemli bir hâl almış ve bu gizem Cornelia’yı heyecanlandırmıştı. “Ama aramca biliyor, harika biri.”
Yu’nun güzelliğine olan abartılı odağı, onun hasta olduğunu düşünmesini engelliyordu. Cornelia bunun farkında değildi.
“Düşes?” diye seslendi Cornelia’yı fark eden roaron muhafızlarından biri. Yu’nun kapısında bekliyordu.
“Yu’yu görmeye geldim,” dedi Cornelia ve kapıyı çalmadan direkt içeri girdi.
Yalan söyleyemezdi, bunu yaparken aklında ‘belki Yu uyanmıştır ve onu üstünü değiştirirken görürüm’ düşüncesi bulunuyordu.
Ama kapıyı açıp içeri girdiğinde hayal kırıklığına uğradı. Soylu misafirlerin kullanması için büyükçe ve gösterişli tasarlanmış odada, büyük ve yastıklarla dolu bir yatağın üstünde Yu yatıyordu.
Yurine de onun yanına uzanmış, kolunu karnının üstüne koymuştu.
“Hanımım, iyi akşamlar.” Yu’nun yatağının yanındaki sandalyede oturan Luna yapmacık bir gülümsemeyle Cornelia’yı selamladı.
Luna ile eski arkadaşlardı. Soylu olmamasına rağmen Cornelia ona nedimesi olma onurunu bahşetmişti ve çocukluğundan beri Cornelia’nın nedimeliğini yapıyordu.
“İyi akşamlar, Luna.” Cornelia, Yu ile yalnız kalmayı ummuştu. Bu yüzden yüzü asıldı. “Yu’yu kontrol etmeye mi geldin?”
“E-Evet…” Luna çekingen bir şekilde cevapladı.
Yu’ya şefkatle bakıyordu. Cornelia düşünüyordu da Yurine uyuduğunu göre Luna, Yu ile yalnız sayılırdı. Bu onu kıskandırdı.
“Öyleyse çıkabilirsin, kendini yormana gerek yok,” dedi Cornelia.
“Başüstüne, hanımım.”
Luna oturduğu sandalyenin üstünden kalktı ve Cornelia’nın yanından hiçbir şey demeden geçerek odadan çıktı.
O gittiğine göre artık Yu’yu rahatça izleyebilirdi. Luna’nın kalktığı sandalyeye oturdu, sandalye hâlâ sıcaktı.
“Ona yakından bakması harika.”
Cornelia neşe, heyecan, aşk ve tutkunun göğsünün içinde dans ettiğini hissediyordu. Yu’nun yüzü huzursuzdu ama hissettiği duygular bunu fark etmesine engel oluyordu.
Bir battaniye ve basit bir kıyafet dışında üstünde hiçbir şey yoktu. Cornelia sandalyeye oturunca Yurine arkasını dönmüş ve kollarını yastığın altına sokmuştu.
Cornelia elini Yu’nun yanağına uzattı. “Sıcak.”
Yu’nun yanağı yanıyordu. Öylesine sıcaktı ki yüzü tamamen kızarmıştı. Cornelia da sıcak bir nefes verdi, kalbi küt küt atıyordu.
“O da benim gibi yanıyor, aşk onu da yakıyor…”
Dudaklarına yaramaz bir gülümseme yerleşti, sandalyeden kalktı ve Yu’nun yanına uzandı.
***
Kadehindeki son yudumu da kafasına diktikten sonra bardağı indirdi ve Sivina ile göz göze geldi.
“Ejderha gitti yani,” dedi bulundukları kulenin penceresinden Yeşim Gölü’ne bakarken. “Yu onu nasıl ikna etti?”
Sivina, Link’in aksine içki içmiyordu. “Adaya çıktık ve beklemeye başladık, bir süre sonra Yeşim Ejderi geldi. Yu ile telepati kurarak konuştu, bu yüzden ona neler söyledi bilmiyorum ama Yu’nun dediği gibi; beş yıl içerisinde kalbini bulup ona verecek.”
Yu güzel ama güçsüz, sinir bozucu ama etkileyiciydi. Taşıdığı her iyi özelliğin karşılığında iyi olduğu kadar kötü bir özellik de taşıyordu. Yine de Link, Yu’yu seviyor ve onu bir arkadaş olarak görüyordu.
“Cornelia bugün kendini Vermia Düşesi ilan etti…”
“Biliyorum, ben de oradaydım.”
“Orada olduğunu biliyorum… Sadece kendi kendime konuşuyordum.”
Cornelia, Shimey Von Bishory ve Devan Von Bishory’yi idam etmeyi istemişti. Link onu zar zor ikna edebilmiş, kaçan Bishorylere karşı bir koz olarak ellerinde tutması gerektiğini söylemişti.
Fakat Cecilus Dri Vermilia’nın ölümü engelleyememişti. Onun ölümü halka açıklanmamıştı bile, cesedi Yeşim Gölü’ne atılmış ve ondan söz etmek yasaklanmıştı.
“İşler iyi ilerlemiyor gibi… Cornelia’yı insanlar daha çok sevse de Cecilus’un bir anda ortadan kaybolması sorun çıkartacağa benziyor. Üstelik onun idam edildiğini sonsuza dek saklayamayız.”
Bir zamanlar Cornelia, insanların sevdiği bir kadındı. Şimdi, Yu’nun etkisi ile aklını kaybetmişti ve böyle biri ile ne yapacağını Link bilmiyordu. Üstelik onun hâlâ sevildiğini düşünürken bugün halkın ona karşı tutumunu gördüğünde kafası daha da karışmıştı.
“Bu ivme ile Zodyaizm denen illetten de Yu Zao’dan da kurtulacağımızı düşünmüştüm.”
“Amacın ne?” diye sordu Sivina. Başta gece serin olduğu için üstüne bir hırka almıştı ama sıcaklamış olacak ki şimdi çıkarıyordu.
“Bunu sana söylemem ile Yu’ya söylemem arasında bir fark yok.”
Sivina güldü. “Evet, yok.”
Yu’nun ne yapıp da bu ikisini kendine âşık ettiğini anlayamıyordu. Güzel bir yüzü vardı, karizmatikti ve zekiydi ama bunlar birini bir anda kendine âşık etmeye yeter miydi?
“Peki, neden Yu’ya söylemek istemiyorsun?” Sivina ciddi bir şekilde sordu.
“Ona söylemek istiyorum,” diye cevapladı Link. “Ama hazır değil.”
Yu’nun bilge, erdemli, güçlü birine dönüşmesini bekliyordu. Umutluydu çünkü bugün Yu’ya baktığında bu değişimin uzun sürmeyeceğini görebiliyordu.
“Ne yaparsa hazır olmuş olur?”
“Bunu da söylemeyeceğim,” dedi Link.
Bu sözün akabinde kapısının çaldığını duydu. Aslında bu bir “çalma” değildi, birisi kapının üstüne yığılmıştı. Link ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladığında kapı açıldı ve yalpalayarak yürüyen Yu bir anda içeri daldı.
“Yu!”
Sivina hemen ayağa kalkıp Yu’ya doğru koştu ama Yu çoktan Link’in kucağına düşmüştü. Link onu omuzlarından yakaladı ve ayakta durmasına yardımcı oldu.
“Ne oluyor?” diye sordu Yu.
“Bunu sorması gereken benim, neden yatağında değilsin?”
Yu bir cevap vermedi ve Sivina gelip Yu’nun koluna girdi. Onu kendi sandalyesine taşırken Yu inliyordu. “Herkes çok tuhaf, kimse normal değil.”
Link bu sözleri Yu’ya aynen iade edebilirdi ama bunun sırası değildi. Sivina, Yu’yu oturttuktan sonra diz çöküp onun elini tutarken Link de karşısına geçti. Hâlâ ayakta duruyordu.
“Ne oldu?” diye sordu Sivina. “Neyin var?”
“İyi hissetmiyorum,” diye cevapladı Yu. Ateş yüzünden kızarmıştı.
“Seni yatağına geri götürelim,” dedi Link.
“Olmaz.” Yu nefes alabilmek için açık olan pencereye doğru uzandı. “Cornelia orada yatıyor.”
Bunun olacağını öngörememişti. Cornelia’nın duygularının abartılı derecede olduğunu herkes fark edebilirdi ama daha bugün tanıştığı bir adamın yanına yatmak çok anlamsızdı.
“Ama Yurine’yi orada mı bırakmış?”
Bu da beklenmedikti. Onun tanıdığı Yu, Yurine’yi sırtlayıp kendi yanında gezdirir ama bir başkasının yanında yatmasına müsaade etmezdi.
“Senin dinlenmeye ihtiyacın var,” dedi Link.
“Hayır, duramayız.” Yu eliyle yakasını açıyor, pencereden gelen havayı içine çekiyordu. “Düşman üstümüze geliyor, Keichi’nin ne yapacağı belirsiz, hazırlanmalıyız.”
“Hâlâ zamanımız var.” Sivina, Yu’nun siyah elini okşadı. Link, Yu’nun bu okşamayı hissettiğinden emin değildi. “Birazcık kafanı dinle ve gerisini diğerlerine bırak.”
“Diğerleri diye bir şey yok.”
“Yu! Seni tanıdığımdan beri koşturuyorsun, arada tatil yapman gerek.”
“Tatil mi?” Yu’nun gözleri de yüzü gibi kızardı, kelime onu sinirlendirmişti. “Öleceğiz, neyin tatili? Herkes çok tuhaf diyorum! Sen tuhafsın, Cornelia delirmiş! Yurine artık gülümsemiyor! Ben katlanamıyorum!”
Bir anda masadan kalkmaya çalıştı ama dizleri titreyince sandalyesinin üstüne düştü. Sandalye sallandı ama sandalyenin yere düşmesini Sivina engelledi.
“Sivina haklı, Yu.” Link araya girdi. “Herkes arada sırada hastalanabilir, özellikle işler üst üste bindiğinde kişi kendini kötü hisseder. Bunlar normal.”
“Ben iyiyim,” dedi Yu.
Link acı bir şekilde güldü. “Sadece yarın için dinlen. Bir günden bir şey olmaz.”
“Bir günde hepimiz öldük ama…” Yu’nun dudakları titredi. “Bir şeyler ters gidiyor…”
“Yu.”
Sivina ayağa kalktı ve Yu’nun başını göğüslerinin arasına koydu. Link, bu manzarayı görünce Virgo’da bıraktığı nişanlısını özlediğini fark etti. Zaten onu her zaman özlüyordu ama şimdi onun yanında olmayı ve başını Yu’nun yaptığı gibi göğsüne yaslamayı diledi.
“Bak, yarın için, sadece bir gün için nefes alalım, tamam mı?” Yu konuşmaya çalıştı ama Sivina müsaade etmedi. “Sadece normal bir gün geçirelim. Kafanı toparla. Bu olurken herkes söyleyeceklerini hazırlasın ve ertesi sabah tüm işleri masaya yatıralım.”
Yu’nun gözleri seğiriyordu. Mor gözleri Link’e, sanki tanıdık birini arıyormuşçasına bakıyordu. Ondan yardım istiyordu.
Ama Link, Sivina’nın destekçisiydi. Yu’nun bir süreliğine dinlenmesi gerekiyordu. Bu yüzden başını salladı.
“Evet, yarın izin günün olsun.”
Bir açıdan Yu onun patronu sayılırdı, bu yüzden bunu söylemesi hadsizceydi ama bunu bir arkadaş olarak söylediği için sorun görmüyordu.
“Ben de şehrin durumu ve orduyla ilgileneyim.”
Yu bir savaşı kaybetmişçesine gözlerini kapadı.
-------------------------
06.05.2022 - 01:45
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..