Cilt 3 - Bölüm 68: Peri

avatar
406 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 68: Peri


Yu’nun Sivina ile birlikte dışarı çıkması reddedemeyeceği şekilde canını sıkmıştı. Buna kendisi izin vermişti, hatta bizzat kendisi bunun Yu için daha iyi olacağını düşünerek gitmemekte ısrar eden Yu’yu gitmesi için cesaretlendirmişti.


Yine de canını sıkıyordu.


Kendi odasına geri dönmüştü. Cornelia uyandıktan sonra yatağı toplamamış olacak ki yatak dağınıktı.


“Bu kalede hizmetçi yok mu ki? Niye toplamamışlar?”


Kendini yatağın üstüne attı. Soğuktu ama onu rahatsız etmedi. Kollarını iki yana açıp tavana baktı. Virgo’daki malikânelerinde yattığı yatağın aksine bu yatağın üstü kapalı değildi ve doğrudan beyaz tavanı seyrediyordu.


Yurine büyüdüğünü hissediyordu. Aynı zamanda büyümek istemediğini fark ediyordu. Annesini hatırladığında eskiden günlerinin nasıl olduğu aklına geldi. Büyüyeceğini hiç varsaymamıştı.


Sonsuza dek genç bir Rie ile bir çocuk olarak yaşayacağını varsayarak yaşıyordu. Sanki o zamanlar zaman akmıyor gibiydi, her şey tatlı bir rüyaydı. Bir kılıç perisi olarak ihtiyacı olan sevgiyi annesinden alıyordu. Tabii şimdi Yu’dan aldığı sevginin yanına o sevgiyi yaklaştıramıyordu bile.


Şimdi, zamanın aktığını acılarla birlikte hissedebiliyordu. Annesinden daha çok sevdiği birine sahipti; onu, annesinin onu sevdiğinden çok daha fazla seven birine sahipti. Bu onu daha çok mutlu etmeliydi ama Yurine mutlu olamıyordu.


Belki hayatları bu şekilde olmasaydı, belki hiç acı çekmeselerdi annesinin yanında olduğundan çok daha fazla mutlu olabilirdi. Eğer Yu ile birlikte Rolderhelm’de kalsaydı, şu anda onunla birlikte zaman hiç akmıyormuş gibi yaşayabilirdi.


“Ama orada kalsaydık, Yu orada kalmayı seçseydi onu bugün sevdiğim gibi sevemezdim.”


İronikti.


Onu mutlu eden şey aynı zamanda acı çekmesini sağlıyordu ve acı çektiği bu yola girmeseydi onu mutlu eden şeye sahip olamayacaktı.


Yüzünün üstüne döndü ve başını yastığa bastırdı. “Yu’nun kılıç perisi olmak istiyorum.”


Bunun anlamı Yu’ya Rie’ye verdiği değerden fazlasını verdiğiydi. Yu’yu onu sevdiğinden daha çok seviyordu.


Ama bu gerçekten olağandışı bir durum muydu? Sonuçta Emily de babasını, annesini sevdiğinden daha çok sevmişti. Bir kız çocuğunun babasına daha düşkün olması gayet olağandı. Yu her ne kadar gerçek bir kahraman olmasa da o, Yurine’nin kahramanıydı.


Yurine için acı çekeceği bir yola giren kahraman. Onu seviyordu.


“Emily’den nefret ediyorum.” Sesi yastığa gömüldü. “Mutlu olduğu için ondan nefret ediyorum. Bu mutluluğu kaybettiği için ondan nefret ediyorum.”


Sesinin ardından gözünden akan sıcak yaşlar yastığa bulaşmaya başladı.


Annesinden vazgeçmişti. Onu kurtarmayı en başta isteyen oydu, Yu’yu acı çektiği yola sokma nedeni oydu ama daha sonra ondan vazgeçmişti.


Yu’ya ‘şimdiye dek çektiğin tüm acılar boşunaydı, seni bu yola sürükledim, her bir acıyı yaşama sebebin benim ama hadi şimdi vazgeçelim,’ demişti. Canı yanıyordu.


Kızlar nasıl yaratılır?


Emily’nin sorusunu görmezden gelerek başını biraz daha yastığa bastırdı. Yorulmuştu, düşünmekten ve savaşmaktan yorulmuştu. Artık tek isteği Yu’nun bir an önce gelmesi ve sonsuza dek huzurlu bir hayat yaşamaktı.


“Anne...” diye mırıldandı.


Ondan vazgeçmiş olmak canını yakıyordu ama Yu’ya daha fazla değer verdiğini reddedemezdi.


Ve şimdi ondan vazgeçmiş olmasına rağmen hâlâ onu istiyordu. Yu, Rie’den daha önemliydi ama Rie’yi tekrar görmek istiyordu. Ona da sarılmak, tekrar sunacağı sevgiyi hissetmek istiyordu.


“Bir kılıç perisi için bunlar normal mi?” diye düşündü. “Yoksa ben özel olduğum için mi? Sadece tek bir kişiyi sevmem gerekmez mi?”


Yu’ya değer veriyorken aynı anda annesine değer vermenin bencillik olduğunu düşünüyor ama bu bencillikten de vazgeçemiyordu.


“Bu da ne?” Başını yastıktan kaldırdı ve etrafına baktı. “Kigaro! Orada ne oluyor?”


Karanlık bir koku alıyordu. Kuyruğu aldığı bu karanlık ve lanetli kokuyla dikeldi. Dışarıdan hiçbir ses gelmiyordu. Ses gelmediğine emindi çünkü kulakları sayesinde insanlardan çok daha iyi duyuyordu, onun kulaklarından kaçabilecek bir ses olduğunu düşünmüyordu.


“Kime diyorum!” dedi. Sesi endişeliydi çünkü sessizlik onu tedirgin ediyordu. Onu sessizlikten daha çok tedirgin eden şeyse burnuna gelen kokunun sürekli artmasıydı.


Kötücül koku, bir hisse dönüşüp hücrelerine nüfuz ediyor ve kalbini endişeyle dolduruyordu. Ellerinden güç alarak ayağa kalktı ve yataktan aşağıya atladı. Kapıya doğru bir adım attı ama ikinci adımı atmaya korktu. Etrafta birisine ait mana hissedemiyor olsa da korkuyordu.


“Ya kapının önünde bekleyenler varsa?” Korkunun getirdiği ilk soru onu yerine çivileyen şeydi.


“Ama ya Yu döndüyse?” İkinci soru tekrar adım atmasını sağladı.


Yu şu anda kalenin içindeyse onu riske atamazdı. Yalnızca yanlış hislere kapılsa ve kapıyı açtığında karşısında Kigaro’yu görecek olsa bile önlem almakta fayda vardı, ne olduğunu öğrenecekti.


İlerledi ve kapının önündeki terlikleri ayağına giydi. Ardından elini kapının koluna attı, metal kulpu aşağıya indirdi ve kapıyı kendine doğru çekti.


“Kigaro?” diye seslendi dışarıya doğru kafasını çıkarırken. “Burada kimse yok.”


Merdivenlerden yukarıya çıkan yola baktığında kimseyi görmedi. Başını aşağıya indirdi, orada da kimse yoktu.


“Kigaro! Neredesin?” diye bağırdı. Roaronların burada olmaması normal değildi ama bundan daha kötüsü hâlâ o karanlık hissin vücudunu sarmasıydı.


“Kimse yok mu?” Cevap gelmeyince sesi tekrar endişeli tonuna büründü. Merdivenlerden aşağı doğru inmeye başladı.


“Kızacağım! Yu’ya da söyleyeceğim! Neredesiniz!” Yalnız kalmaktan korkmuştu. “Yalnız kalmak istemiyorum. Neden kimse yok?”


Sesi kulenin içinde yankılanıyordu. Normalde merdivenlerin kenarlarında bile bir sürü eşya olduğundan bu olmazdı ama şimdi sesinin birkaç defa yankılandığını duyabiliyordu.


İlk katı indiğinde burnu tanıdık olduğu bir kokuyu aldı. Keskin ve soğuktu, kokuyu aldıkça adrenalin seviyesinin arttığını hızlanan kalbi ona söylüyordu.


İlk izi gördüğünde nutku tutuldu. “Kan?”


Duvarlara ve merdivenlere sıçramış kanın kokusu hassas burnunu kırarcasına içine nüfuz ediyordu. Kan görmekten korkan biri değildi ama hissettiği karanlık ile birleştiğinde başı döndü ve dengede durabilmek için elini duvara koymak zorunda kaldı.


“YU!” diye bağırdı.


Yu’nun kanı siyah olmalıydı, bu kırmızı kanın ona ait olmadığını anlayabiliyordu ama hâlâ onun için endişeleniyordu. Bu yüzden tekrar bağırdı.


“YU!”


Cevap yoktu ve Yurine sessizliğin arttığını hissetti. Biraz daha odaklansa kendi kalp atışlarının sesini duyacaktı. Herhangi bir canlılık bulabilmek için etraftaki manayı hissetmeye çalıştı ama hiçbir şey yoktu.


“LİNK! ANA! NEREDESİNİZ?!” Bağırmaya ve isimleri çağırmaya devam etti, cevap gelmiyordu. İstemese de ilerlemek zorundaydı.


Bir kat daha aşağıya indiğinde küçük bir çığlık attı ve fark etmeden duvardaki kanı bulaştırdığı elini ağzına götürüp kendi sesini kesmeyi denedi.


“Kigaro...” Giysisinin eteklerini tutarak merdivenleri hızla indi. “Kigaro? Hey? KİGARO!”


Kigaro’nun vücudu merdivenlerin üstünde yatıyordu. Yurine onun vücudundan hiçbir mana hissedemiyordu ve ruhu çoktan vücudunu terk etmişti. Uzamış tüyleri ve yelesi kurumaya başlamış kanla kaplıydı, sırt üstü yattığı için sırtındaki derin kesikleri görebiliyordu.


“KİGARO! KALKSANA! ÖLMEYE NASIL CÜRET EDERSİN KÖPEK!” Onu sarstı. O kadar kuvvetli sarsıyordu ki Kigaro’nun merdivenlerden kaydı ve takla atarak yere düştü.


“NASIL ÖLMEYE CÜRET EDERSİN!” Onu kurtarmasına rağmen, hayatını ona vermesine rağmen bu hayatı kaybetmiş olması Yurine’ye yaptığının boşa gittiğini hissettiriyordu. “AYAĞA KALK!”


Koşarak yanına gitmek istedi ama merdivenlerde bastığı bir şey yüzünden ağayı kaydı, dengesini kaybetti ve taklalar atarak Kigaro’nun cesedinin üstüne düştü.


Bastığı şey Kigaro’nun midesiydi ve merdivenlerden düşerken bağırsakları da bacaklarına dolanmıştı. Kigaro’nun kanı şimdi hem giysisine hem yüzüne hem de saçlarına bulaşmıştı ve kokuyu daha keskin bir şekilde alıyordu.


Onun tüylü vücuduna elini koyarak ayağa kalkmayı denedi ama eli kaydı ve yüzü Kigaro’nun kanlı yelesine gömüldü. Tükürerek ağzına giren kanı atarken ölü yarı aslanın vücudundan uzağa süründü ve o şekilde ayağa kalktı.


“Yu nerede?”


Kigaro öldüyse burada onu öldürecek kadar güçlü kişiler olmalıydı. O öldüyse diğer roaronların da öldüğünü varsayabilirdi ve bu durumda bu kişiler Yu’ya kesinlikle zarar verebilirdi. Bir kılıca dönüşemese de bir kılıç perisi olarak Yu’nun zarar görmesine müsaade edemezdi. O olmadığında yaşamaya devam etmek için motivasyon bulamaz ve açlık orucuna girerdi. Yaşamak için yaşatmalıydı.


Merdivenlerden aşağıya inerse henüz kaleye girmekte olan Yu’yu bulabilir ya da onu bekleyebilirdi. Tabii Yu üst katlardaysa onunla karşılaşamazdı ama onu görmeden üst kata çıkacağını zannetmiyordu.


“Ah?”


Önce bir kıkırdama, sonra da ayak bileğini yakalayan bir el. Yurine duvara çakıldığında ne olduğunu bile anlamamıştı.


Vücudunda mana olmasaydı bu yüzden pestili çıkarak ölürdü ama onun yerine kemiklerinin çatırdadığını duydu ve başı yarıldı. Yüz üstü yere düştü ve tekrar kanın içine girdi. Gözüne bulaşan kan yüzünden canı yanıyordu, elinin tersiyle kanı silmeye çalışırken karnına yediği tekmeyle havaya fırladı.


Havadayken bir tekme daha yedi ve bir top gibi merdivenlerin üstüne fırlatıldı. Merdivenlerin üstüne düştüğünde tekrar taklalar atarak yere indi ve ona saldıran yarı aslanın ayaklarının dibinde belirdi.


Bu esnada bir ses duydu, ses onun kulaklarına yaşadığı şokun etkisiyle normalinden daha ağır geliyordu. Bu sesler çanların sesiydi. Sürekli, sürekli çalıyorlar, Yurine’nin kulaklarına metalik bir ağrı sokuyorlardı.


“Ihıahıhahıhh...” Çirkin ve başarısız olmuşa benzeyen bir kıkırdamaydı. “Truna na?”


Kigaro ayaklarının dibine düşmüş Yurine’yi boğazından yakaladı ve havaya kaldırdı. Yurine nefes almakta zorlanmaya başladı, onun ellerinden kurtulmak için çabalıyordu ama Kigaro’nun vücudunun içindeki güç insani değildi. Doğaüstü bir kuvvet vücudunun içine girmişti, Yurine ondan yayılan karanlığı hissedebiliyordu.


Kigaro’nun gülümseyen yüzünde dişlerinden bazıları yoktu. Göğsü yarılmış ve göğüs kafesindeki kemiklerden bazıları dışarı uzanmıştı. Yurine parçalanmış organları görebiliyordu, karnında büyük bir yarık vardı.


Kigaro’nun gözlerinin içi boştu ama gözlerinin olması gereken yerdeki karanlığın içinde belli belirsiz bir kırmızı ışıltı fark edilebiliyordu. Dili dışarıdaydı ve yüzündeki şeye bir gülümseme diyesi bile gelmiyordu.


Yurine onun karnını tekmelemeye çalıştı ama Kigaro ya da onun içindeki şey bundan hiç etkilenmedi. Üstüne üstlük onun karnını tekmelemek Yurine’ye boşa enerji kaybettiriyordu.


Bir tekme daha attı ve ayağı karnındaki yarıktan içeri girdi. Ayağını geri çekmeyi denedi ama başaramadı, oraya sıkışmıştı.


“He~y, truna na~?” dedi Yurine’nin karşısındaki canavar. “Letal mız truna na? İna gas na wart? Nah.”


Onun dediklerinden hiçbir şey anlamıyordu. Ne Yurine’nin ne de Emily’nin bildiği bir dildi bu.


“Ş-Şeytan.” Onun ne olduğunu geç de olsa anladı. O artık Kigaro değildi, vücudunun içerisinde bir başkası vardı. “Ge... Ge... Gbe...”


“Hmm?”


Kigaro’nun içindeki şeytan Yurine’yi duyabilmek için boğazını sıkan parmaklarını biraz gevşetti ve Yurine konuştu.


“Geber!”


Yurine’nin vücudunun çevresinden yayılan rüzgâr bıçakları Kigaro’nun ellerini kesti ve vücudunun kalanına yeni yaralar kattı. Yurine yere inmeden önce ona bir tekme atmak istedi ama unuttuğu bir şey vardı, ayağı hâlâ onun karnına sıkışmıştı.


Bu yüzden ayaklarının üstüne inemedi ve sırt üstü yere çakıldı. Başı yine yere çarpmış ve kafasındaki yarık biraz daha hasar almıştı. Düşerken Kigaro’nun cesedinin de dengesini bozdu ve birlikte merdivenlerden aşağıya yuvarlanmaya başladılar.


Bu ona Yu’nun Neşe ile Sigma Kulesi’nin merdivenlerinden yuvarlanışını hatırlıyordu ama şu anda nostaljinin zamanı değildi. Düşerken ayağını kurtarmayı deniyordu ama bunu yapması zordu. Bu esnada Kigaro’nun içindeki şeytan kıkırdamaya devam ediyordu.


Durmaları gereken düz koridorlara çıktıklarında bile düşmeye devam ettiler. Kigaro ona sarılmış hâlde yuvarlıyordu. En sonunda bir kapıyı kırıp içeri girdiler ve ancak öyle durabildiler. Burası bir hizmetçiye ait odaydı.


Çoğu hizmetçinin odası geniş ama bu oda dardı. İçerisinde hizmetçinin nefes alabileceği bir yer bile kalmamıştı. Yurine buraya girdiklerinde kendileri dışında başka bir varlığı hissetti. Aynı şeyi şeytan da hissetmişti.


Yurine’nin ayağını yeni oluşan siyah eleriyle tutup karnından çıkardı ve bir eşyaymış gibi köşeye fırlattı. Sonra odanın içindeki yatağa yöneldi. Siyah ellerinin üzerinden yoğunluğu düşük, sıcak bir sıvı akıyordu. Yatağı kaldırdığında onun altına sığınmış bir erkeği gördü.


Yu’dan biraz daha yaşlı, gri saçlı ve turuncu gözlü birisiydi. Üzerinde uşak kıyafeti vardı. Kigaro’yu gördüğünde mi titremeye başlamıştı yoksa hep mi titriyordu Yurine bilmiyordu. Kigaro onu başından tutup kaldırdığında saçları tutuştu ve çığlık atmaya başladı.


“Altın Işık.”


İlonya’daki ormanda şeytanlarla karşılaştığında kullandığı yeteneğe bu ismi vermişti. Şimdi Kigaro’nun içindeki şeytan ona arkasını dönmüşken bu yeteneği kullanmanın tam sırası olduğunu düşündü. Elini kaldırdı ve manayı avucunun içine yöneltti.


Sarı bir ışık avucunun içinde toplanırken Yurine elinin yarılacağını hissetti, şeytan ışığı fark ettiğinde çok geçti. Yurine biriken manayı ona doğru patlattı ve iki çığlık birbirine karıştı.


Tüm odayı sarı renkli bir ışık kaplarken Kigaro’nun boğazından çıkan çığlığa uşağın da çığlığı eşlik etmişti. Işık kaybolduğunda Kigaro sendeliyordu, uşağın vücudundansa dumanlar tütüyordu, adamın derisi tamamen yanmıştı.


Yurine bir rüzgâr bıçağı oluşturdu ve bunu Kigaro’ya fırlattı. Uşak henüz yere düşmeden önce bunu yaptığından hem Kigaro’nun hem de uşağın vücudunu ortadan ikiye bölmüştü.


Sonra da kaçtı. Çanlar çalmaya devam ederken bu odada daha fazla duramazdı. Bir an önce Yu’yu bulması gerekiyordu. Merdivenlerden aşağıya inerken daha fazla cesetle karşılaşmaya başladı. Roaronların, askerlerin ve hizmetçilerin cesetleri yolu kaplamıştı.


“Tch-tch-tch... Nah.”


Yurine’nin karşısında daha fazla şeytan vardı.

-------------------------

07.05.2022 - 19:09






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr