Cilt 3 - Bölüm 69: Kırılma Noktası (1/2)

avatar
396 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 69: Kırılma Noktası (1/2)


Kılıcını kaptığı gibi at arabasının içinden fırlayan Yu, Yurine’nin bulunduğu kuleye doğru koşmaya başladı. Sivina ve iki roaron onun hemen arkasında koşuyordu.

 

“Yu! Bekle! Hemen içeri-” Yu, Sivina’nın sözünü yarıda kesti.

 

“YURİNE ORADA!”

 

Sesinde hiçbir itirazı dinlemeyeceğini net bir şekilde gösteren bir sertlik vardı. Şimdi tek yapacağı şey canını hiçe sayacak olsa bile kuleye girmek, Yurine’nin güvenliğinden emin olmak ve çanların neden çaldığını öğrenmekti.

 

Tekrar bir kuleye gidiyordu, kulelerle arası iyi değildi ve bu seferki kulenin tekrar canını yakmayacağını umuyordu. Anormal bir şekilde kimsenin olmadığı havluyu aşıp kulenin önüne geldi, kapısı kapalıydı. Kapıya birkaç tekme attı ama açmayı başaramadı.

 

“AÇIN ŞUNU!” diye bağırdı roaronlara, sinirden köpürüyordu.

 

“Yu, sakin- Sivina’nın sözü tekrar kesildi.

 

“SAKİNİM!”

 

Roaronlar kapıya birkaç defa vurdu. Son vuruşlarında kapı açıldı ve kapının açılmasıyla keskin bir koku burunlarına doldu.

 

“Bu kan kokusu,” dedi roaronlardan biri.

 

Onun söylediği üç kelimeyi duymak Yu’nun endişelerini daha fazla arttırdı. Eğer o yokken Yurine zarar gördüyse ne kendini ne de onu Yurine’nin yanından ayıran Sivina’yı affedebilirdi. Önden gitmenin tehlikeli olduğunu bilerek ileri atıldı ve kulenin içinde ilerlemeye başladı.

 

“Ne duruyorsunuz! Takip edin!” Arkasında kalan Sivina’nın roaronlara bağırdığını duyabiliyordu. Sonra ona da seslendi. “Yu! Beni bekle!”

 

Yu’nun kimseyi beklemeye harcayacak vakti yoktu.  Neler döndüğünü anlamaya bile çalışmadan yalnızca üst katlara doğru çıkıyordu ama bu sessizliğin, etraftaki bu boşluğun hayra alamet olmadığının farkındaydı.

 

En son böyle sessiz ve boş bir kuleye girdiğinde olanları hatırladığında tüyleri ürperdi. Bu sessizliği bozmak için avazı çıktığı kadar bağırdı.

 

“YURİNE! YURİNE! YURİNE!” Sesine yanıt gelmiyordu. “Ananı sikeyim! Yine mi?!”

 

Bir katı daha çıktığında üst kata giden yolun kapandığını gördü. Molozlar merdivenlerin üstünü kapamıştı, bunları geçmek için tüm molozları çekmeyi denerse çok zaman kaybedecekti.

 

Yu ne yapacağını düşünürken çanlar çalmaya devam ediyordu ve Sivina ile roaronlar ona yetişmişti. Yu’nun dizi durduğu yerde titriyordu ve kılıcını hiç bırakmayacakmış gibi sıkmıştı.

 

“Neden? Nasıl?”

 

“Nasılı mı var? Orospu çocuklarıyla dolu bu dünya!” Yu, Sivina’nın sorusunu cevapladı ve öfkeyle molozlara tekme attı. Ayağı acımıştı. “Başka merdiveni yok muydu buranın?”

 

Sivina kısık sesle yanıtladı. “Hayır.”

 

“Anasını sikeyim bu kuleyi yapanların!” Sivina’nın aksine Yu’nun sesi kısık değildi. “İkiniz şunları çekin kenara!”

 

Roaronlara buyurdu ve onları arkasında bırakıp bulundukları kattaki odalardan birine girdi. Girdiği yer misafirler için ayrılmış bir oturma odasıydı. Sivina arkasından geldi ve elini omzuna attı.

 

“Burada ne yapacağız?”

 

Yu ona cevap vermeden pencerelere yöneldi ve başını dışarı çıkardı. Bu noktadan aşağıya düşerse en iyi ihtimalle vücudunda çok fazla kırık oluşur, müdahale edilmezse ölürdü. Tabii bu ‘en iyi ihtimal’ düşük bir ihtimaldi. Yüksek ihtimalle ölürdü.

 

Ama Yurine’nin tehlikede olduğunu bilmek, özellikle bir kulenin içinde tehlikede olduğunu bilmek kendi hayatı için endişelenebileceği vakti elinden alıyordu.

 

“Hey? Ne yapacaksın? Düşündüğüm şeyi yapma.”

 

Sivina’ya minnet duyuyordu ama şu anda minnettarlık onu dinlemesini sağlamayacaktı. Pencerenin sol üstünde tuvaletin aşağıya atılması için giderler vardı, eğer oraya kadar zıplamayı başarırsa ellerini giderlerin üstüne koyabilirdi.

 

“Daha sonra ne yapacağım?”

 

Ondan sonra tutunabileceği hiçbir şey göremiyordu. Giderlerin üstüne ellerini koyduktan sonra duvarda tutunabileceği bir yer olsa ayağa kalkabilir, üst kattaki pencereye atlayabilirdi ama duvar tamamen düzdü.

 

“Anasını avradını sikeyim böyle hayatın...” Sivina’ya döndü ve siyah kılıcını ona fırlattı. “Tut şunu.”

 

Heyecanla at arabasını terk ederken kını almayı unuttuğu için kılıcı beline takamıyordu.

 

Sivina kılıcı havada yakaladı ama gitmemesi için Yu’ya yaklaşıp önüne geçti.  Yu onu omuzlarından tutup itmeyi denedi ama Sivina daha güçlüydü, yerinden bile kıpırdamadı.

 

“Kendini öldürmene izin vermeyeceğim!” diye bağırdı.

 

“Beni dinle kadın!” Yu da aynı tonda karşılık verdi. “Yurine ölürse şu dünyada tek bir saniye daha yaşamayacağım! Beni anlıyor musun? Bir kez daha sikik bir kulenin benden bir şey almasına müsaade etmeyeceğim!”

 

Sivina çekilmemekte ısrarcıydı. O da kendince haklıydı, Yu her ne kadar bunu düşünmese de Sivina’nın haklılığı gün yüzündeydi. Yu’nun o noktadan düşmesi kesinlikle iyi sonuçlar doğurmayacaktı.

 

“Roaronları bekleyelim, olmadı sen bekle-”

 

“KAPA ÇENENİ!”

 

Sivina’ya bu sefer gerçek anlamda, doğrudan, öfkeyle bağırdı. Kızın yüzündeki şaşkınlık ve deniz yeşili gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordu. Daha sonra bunun pişmanlığını yaşayacaktı ama şimdi bunun zamanı değildi.

 

Dudakları titreyen Sivina’yı itti ve pencereye çıktı, hiç nefes almadan tuvalet giderlerine zıpladı ve ellerini deliklerden içeri soktu.

 

“Siktir!”

 

“Yu!”

 

Giderlerdeki bok yüzünden parmakları bir anlığına kaydı, onu yukarıda tutmaya devam eden şey sol elinin anormal gücüydü. Pençe şeklindeki parmaklarını o kadar kuvvetli bir şekilde bastırmıştı ki taşı parçalamış ve parmakları içeri göçmüştü.

 

“İyiyim,” dedi aşağıdaki Sivina’ya. Bir kez daha kendi güçsüzlüğüne lanet ediyordu. Eğer vücudunda mana olsaydı bu iş çok daha kolay olurdu.

 

İki elinin de düzgünce yerleştiğinden emin olduğunda kendini yukarı doğru çekmeye başladı. Birkaç defa kendini çektikten sonra geri saldı ve eski konumuna döndü, gücünü test ediyordu.

 

“Pekâlâ, düşersem Sivina’nın bir şey yapacağından yüzde elli eminim.”

 

İşte şimdi derin bir nefes alması gerektiğine inanıyordu ama aldığı nefes çok da derin değildi, en nihayetinde nefes almayı bile zaman kaybı olarak görmeye başlamıştı. Hemen yukarı çıkmalı ve Yurine’nin güvenliğinden emin olmalıydı.

 

Barfiks çekmeye benziyordu ama bu sefer elleri destek aldığı noktada kalmadı, ellerini oradan ayırdı ve yukarı sıçradı. Olağanüstü bir gücü olmadığından çok yükseğe sıçrayamamıştı ama bu yüksekliğin hiç yoktan iyi olduğuna inanıyordu.

 

Ulaşabildiği en yüksek noktaya ulaştığında sol elinin parmaklarını duvara geçirdi. Eğer bunu sağ eliyle yapmayı deneseydi şu anda yerde ölü bir şekilde yatıyor olma ihtimali bir hayli yüksekti ama sol elinin dışındaki kemiksi yapı yüzünden hiçbir şey hissedememişti.

 

Tabii bu omzunun acıdığı gerçeğini değiştirmiyordu. Kemiksi yapıyla vücudunun geri kalanını bağlayan nokta Yu’nun ağırlığını taşımak konusunda zorlanıyordu.

 

“Tsk!”

 

“Yu!”

 

Duvar, Yu’nun ağırlığını bir an taşıyamayacak gibi oldu ve parmakları duvarı parçalayarak biraz daha aşağıya indi. Yu yine Sivina’nın ödünü patlatmıştı.

 

“İyiyim!” dedi tekrar. Şimdi geriye sol elinden güç alarak yukarı kalkmak, bir kez daha sıçramak ve pencerenin camını kırıp içeri girmek kalmıştı.

 

Kayganlığı azaltmak için elindeki boku üstüne sildi ve bir nefes daha aldı. Ardından sol kolundan destek alarak kendini yukarı fırlattı ve sağ eliyle cama vurup kırdı, bu şekilde pencerenin altına tutunmayı başarmıştı.

 

“AAHHR!”

 

Camlar elinin içine geldiği için acıyla çığlık attı, Sivina da onunla birlikte çığlık atmıştı. Yu acıyı görmezden gelemiyordu ama yine de kendini yukarı çekti, sol eli ile pencereyi biraz daha kırdı ve tutundu. Daha sonra iki eliyle birlikte yukarı çıktı, pencereyi tamamen kırdı ve kendini içeri attı.

 

Kendini içeri atar atmaz yerde kıvranmaya başladı. Cam parçaları yüzünden kesilen elini tutuyor ve acıyla bağırıyordu.

 

“YU! YU!”

 

Aşağı kattan bağıran Sivina’nın sesini duyabiliyordu.

 

“İYİYİM!” diye karşılık verdi. Elbette iyi değildi. Cam parçalarını çıkarabildiği kadar çıkardı ama eli hâlâ kanamaya devam ediyordu. Kıyafetinin bir bölümünü koparıp eline sararken pencereye yöneldi ve onu açtı.

 

“Kılıcı at.”

 

Yu acı yüzünden dişlerini sıkmaya devam ederken Sivina onun yüzüne aynı yara onda da varmışçasına baktı. Yu’nun acısı onun da canını yakıyordu.

 

“At dedim.”

 

İkinci defa söylediğinde Sivina siyah kılıcı havaya fırlattı ve Yu sol eliyle onu yakaladı. Kullanması gerektiğinde sağ eliyle bu kılıcı kullanmak hiç kolay olmayacaktı.

 

“Aşağıda kal,” dedi. “Elin benimki gibi değil, kayarsa düşersin.”

 

“Dur! Bekle!”

 

Sivina’yı orada bırakmak yanlış bir karar olabilirdi, sağlam kafayla düşündüğünde yanlış bir karar olduğu açıktı ama bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordu. Sivina’ya değer veriyordu ve onun da öldüğünü görmek Yu için hoş olmazdı.

 

Üstelik vücudunda mana barındırsa bile Yu’nun aksine Sivina’nın vücudu düz değildi. Göğsü bu atlayış sırasında kesinlikle ona engel olacağı için muhtemelen aşağıya düşerdi. Yani aşağısı, yukarıya atlamayı denemekten daha güvenliydi.

 

Sivina ona seslenmeye devam ederken yürüdü. Burası tuvaletti. Tuvaletin kapısını açtı ve koridora çıktı. Buradan aşağıdaki molozları görebiliyordu ama o molozların orada olmasını sağlayacak yıkılmış herhangi bir yer göremiyordu.

 

“Birisi onları buraya taşımış. Hangi manyak orospu çocuğu yapar bunu?”

 

Merdivenler en başından sonuna dek molozlarla kaplıydı. Eğer o, Yurine’yi bulup aşağıya inene dek roaronlar molozları temizlemeyi bitiremezse tekrar aşağı atlamaları gerekebilirdi.

 

“Neden oyalanıyorum ben!”

 

Çanlar hâlâ çalmaya devam ediyordu ve Yu vakit kaybediyordu. Bunun farkına vardığında yukarıya giden merdivenlere yöneldi ve ilk adımı attı.

 

“Damaz.”

 

Duyduğu sesle birlikte yerine çivilendi. Kalın bir erkek sesiydi ve burada bir ses duymayı beklemiyordu. Kulede yalnız olmadığı ve bir hayat belirtisiyle karşılaştığı için sevinebilirdi ama sesin karanlık tonu buna müsaade eder gibi değildi.

 

Arkasını döndü ve daha önce benzerini hissettiği bir hisle karşılaştı. Bunu nasıl söyleyebildiğini sorsalar yalnızca öyle hissettiğini söylerdi ama karşısındakinin bir şeytan olduğuna emindi.

 

Üzerinde bir dilencinin giyeceği türden bir cüppe vardı, teni daha önce karşılaştığı şeytanların aksine sarı bir tondaydı, saçları ve gözleri simsiyahtı. Sadece tuhaf görünüşlü bir insan olduğu söylenebilirdi ama Yu onun öyle biri olmadığını biliyordu.

 

“İnu abit maaz hevan.” Yu’nun bildiğini dillerin arasında olmayan kelimeleri kullanmıştı. “Nat damaz.”

 

Şeytan siyah renkli kılıcını kınından çıkardı ve Yu’ya doğrulttu. Yu kendi kılıcını ona doğrulttuğunda birkaç saniye Yu’nun elindeki kılıcı inceledi.

 

“Güzel kılıç,” dedi bozuk bir aksanla. Bu dili konuşurken zorlanmıştı.

 

Yu’nun yaralı eli acıyor ve kılıcı sıkıca kavramak canını daha fazla yakıyordu. Canının yanmasına rağmen şimdi bu acıya katlanamazsa daha kötü şeyler olacağının farkındaydı. Dişini sıktı ve kendinden daha iri olan rakibi ile aradaki mesafeyi kapamak için yaklaştı.

 

Kaçmayı deneyebilir ve merdivenlerden yukarı koşabilirdi ama bunun daha kötü sonuçlar doğurabileceğini görmesi de zor değildi. Arkası dönük olduğu sırada bir şeytanın onu sırtından vurmaması için neden yoktu.

 

Aralarındaki mesafe kapandığında hafifçe kılıçlarını tokuşturdular. Karşısındaki şeytana bu kadar yaklaştığında onun hesap ettiğinden daha uzun olduğunu gördü. Kigaro’nun kabilesine saldıran şeytanların aksine onun yüzünde bir gülümseme yoktu, gayet ciddiydi.

 

“Ha!” Yu ilk saldırısını yaptı.

-------------------------

08.05.2022 - 20:30 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr