Cilt 4 - Bölüm 2: Kapının Ardında Yalnız Bir Seyyah Var

avatar
408 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 2: Kapının Ardında Yalnız Bir Seyyah Var


Ona verilen ağrı kesici maddenin etkisi geçtiğinde zihni mutlak bir karamsarlığın içine girdi. Az önceki o parlak ve berrak dünya kaybolmuş, yerine mat bir dünya gelmişti.

 

“O mamanın amına koyacağım, sokaktan koca koca adamrarı tutup getiriyor!” Bağıran kişi Yu’nun boğazladığı adamdı.

 

“Sen menim mamam hakkında öyre konuşamazsın!” Ona bir kadın karşılık verdi. “Sanki sen çok farkrısın da! Ranet orası Etharotru!”

 

“Düzgün konuş ağzını yüzünü sikmeyeyim senin kadın! Mir vuruşruk canın var.”

 

“Vursana hadi, arsana o canı!”

 

Aşağıda yaşanan kavganın sesine bir de bir bebeğin ağlamasıyla birkaç kişinin çığlığı karışıyordu. Arkasındaki adamsa tüm bu seslere karşı kayıtsızdı.

 

“Sanırım sorun çıkardım,” dedi Yu.

 

Sorun çıkardığı bariz olsa da bunun için kendini kötü hissetmiyor, aşağıda yaşanan kavgayla da başını saran adamla da ilgilenmiyordu. Onun ilgisini çeken tek ses sokaktaki kargaların gürültüsüydü.

 

Dünya gittikçe kararıyor, sanki zaman yavaşlıyordu. Vücudundaki hiçbir ağrıyı, dışarıdan gelen hiçbir dokunuşu hissetmemesine rağmen beyni acı içindeydi. Normalde Yu Valarfin sıradan bir insandan korkmazdı lakin aşağıdaki kavga, beyninin sancılı durumundan yararlanarak korkmasına yol açıyordu.

 

“O sorun ayrardır var,” diye cevap verdi yaşlı adam.

 

Az önce hızla atan kalbi de zaman gibi yavaşlamıştı. Sol kolu dışında vücudunun hiçbir parçasını eskisi gibi hızlı bir şekilde hareket ettiremiyor, sanki beyni kolunu kaldırması için sinyal gönderdiğinde bir gecikme yaşanıyordu.

 

Kalbinin yavaşlamasıyla göğsünün ağrıdığını hissetti ve yüreğinde eski bir yara tekrar açıldı. Bir çukur, bir kara delik. Yu’nun her şeyini içine çeken, şimdiye dek kapalı tutulduğu için ona öfke kusan korkunç bir düşman.

 

Aldığı her nefesle göğsündeki düşmanı besliyor, kendine karşı öyle bir nefret duyuyordu ki sol eli kontrolden çıksa boğazını parçalardı. Yu Valarfin’in zihni karanlığa bir kez daha gömülürken bu sefer onu kurtaracak bir Rie gelmiyordu.

 

“Akşam yine makarız munrara.” Yaşlı adam, Yu’nun başını sargı beziyle sarmıştı. “Özür direrim, kızım vurmak zorunda kardı.”

 

O an canı yanmıştı ama şimdi fiziksel acının nasıl bir şey olduğunu bile hatırlayamıyordu. Aşağıdan kavga sesleri gelmeye devam ederken Yu arada bir tokat sesi duydu, duyduğu ses ile yüreği hopladı ve omuzları korku yüzünden titredi.

 

Sanki o tokat ona atılmış gibi oldu, tokadın sesiyle kargaların sesi daha korkunç bir hâl aldı ve bulutlar yakıcı alevlere dönüştü. İlk gök gürültüsü ve onun ardından başlayan ateş yağmuru geldiğinde Yu artık aşağıdaki seslere dayanamayarak ağlamaya başladı.

 

“Yurine...”

 

İsim aklına geldiğinde göğsündeki karanlık çukur onun ruhunu içine çekmeye başladı, artık o çukurdan kaçış yoktu. Yu Valarfin’i böyle bir düşmanın elinden kurtaracak kadar etkili mucizeler kolayca meydana gelmezdi.

 

“Hiçbir şey yapmayacak mısın?” diye sormak istedi yanındaki yaşlı adama ama ağzını açmadı. Yu’nun arkası hâlâ dönükken birkaç şişenin birbirine çarpma sesi geldi ve adam kapıya yöneldi.

 

“İstersen dinren diyeceğim ama,” yaşlı adam yatağa baktı. “Yer yatağı hazırrasınrar önce.”

 

Yu başını salladıktan sonra boynunu büktü ve yere bakmaya başladı. Çıplak ayak parmakları gözüne anormal bir şekilde çarpık gözüküyordu. Onların normalde öyle olmadığına emin olsa da ilaç bunu algılamasına izin vermedi.

 

Yaşlı adam kapının kolunu tutup aşağı çektiğinde durdu. “Aşağıdakirer yüzünden yine kafam karıştı, adın ne çocuğum?”

 

“Yu Valarfin.”

 

“Ben de Rager, sonra aşağıdakirerre de tanışırsın.” Rager kapıyı açtı ve dışarıya ilk adımını attıktan sonra tekrar durdu. “Mir dakika,” dedi kapıyı kapatıp odanın içine geri girerken.

 

Yu hâlâ boynu bükükken gözlerini kaldırıp ona baktı, üzerindeki kahverengi önlüğe kan izleri bulaşmıştı.

 

“Yu Vararfin mi dedin? Ejderha Sürücüsü?”

 

Rager’in ağzından çıkan havalı bir isimdi lakin Yu umursamadı. Zaten umursayacak olsa ilk umursayacağı şey isminin yanlış telaffuz edilişi olurdu ama beyni ona başka herhangi bir şey ile ilgilenmesi için izin vermiyordu.

 

“Yu Valarfin,” diye tekrar etti ismini. Başka bir şey söylemedi ve gözlerini tekrar yere indirerek ayak parmaklarına bakmaya devam etti.

 

“Çocuğum, benimre aray etmiyorsun değir mi?”

 

Rager tekrar bir soru sorduğunda Yu bunu cevapsız bıraktı. Kendini inandırmak gibi bir niyeti yoktu. İçinden geçen tek istek hiçbir insan yüzü görmeden burada kalmak ve ölümün kendisi için gelmesini beklemekti.

 

“Dur makayım yüzüne.”

 

Aşağıdaki kavga kesilip hıçkırıklara dönüşürken Rager başını eğip Yu’nun yüzüne baktı. Onun açık mavi gözlerle şaşkın bir şekilde yüzünü incelediğini görse de tepki vermedi.

 

“Mor gözrü maşka adam duymamıştım,” dedi. “Harmiden Yu Vararfin misin? Ejderhaya minen adam oran Yu Vararfin?”

 

“Evet.”

 

“Munu mirirerine söyremeyerim.” Rager, Yu’dan uzaklaştı ve tekrar kapıya döndü. “Kimseye adını söyreme, tamam mı?”

 

Yu bunu da cevapsız bıraktı. Biri ona ismini sorarsa doğruyu söyleyip söylemeyeceğine şimdi karar veremezdi. Verse bile öyle bir an geldiğinde o anki ruh hâline göre vereceği cevapta da değişiklikler olurdu.

 

Rager odadan çıktığında Yu tek başına kaldı ve bakışlarını yerden kaldırmadan düşüncelere daldı.

 

“Yalan söylemene gerek yok, Yu... Yalan söylemene gerek yok...” Yurine’nin sesini kulaklarında duyabiliyordu. Bir kez daha gözyaşlarına gömülürken duyduğu kelimeler acı verse de bu sesi de ablalarının sesi gibi unutmadan tekrar duymak için, o anı tekrar ve tekrar canlandırmak için beyninin her bir zerresini çalıştırdı.

 

“Artık yalan söylemene gerek yok, Yu... Hiçbir şey geçmeyecek...”

 

Yurine’nin sesini unutacak olmanın korkusu camın dışındaki dünyayı biraz daha kararttı, diğer evlerin gökyüzünü yararcasına yükseldiğini hissetti, görüşünün kenarları bulanıklaştı ve yer onun üstüne geldiğinde ayağa fırladı.

 

Ayağa fırladığı ilk anda bacaklarını kontrol edemeyerek yere düştü. Yüz üstü çakılırken çıkan gümbürtü evin her yerine yayılmıştı. Öfkelendi ve düzgünce kontrol edebildiği tek uzvu olan sol kolunu kaldırıp elini tüm gücüyle yere vurdu.

 

Çıkan ses düşüşünde çıkan sesten çok daha kuvvetliydi. Parmaklarını sıktı ve tahta zeminde beş delik açtı, avucunu kapadığında yerden bir parça koparmıştı.

 

“YURİNE!” diye bağırdı. “YURİNEEE!”

 

İnanmak istemiyor, kararan dünya ve içini yakan öfke onu gerçekliği reddetmeye zorluyordu. Yurine’nin kollarının içinde nasıl çürüdüğü aklına geldiğinde öğürdü. Vücudunun şişişi, kararması ve çürümesi kısa sürede gözlerinin önünden ayrılmayan bir lanete dönüşmüştü.

 

Kusmaya başladığında kapının dışında ayak sesleri duydu. “Yurine, gelen o.”

 

Her zamanki gibi Yu için endişelenmiş ve eteklerini kaldırarak şifa büyüsü uygulamaya gelmiş olması gerekiyordu, daha önce defalarca kez olduğu gibi tekrar bunun olmasını bekleyerek gözlerini kapıya dikti ve biraz daha kustu.

 

Sulanan gözleri yüzünden kapı açıldığında gelen kişinin yüzünü göremiyordu ama Yurine olamayacak kadar uzun boyluydu ve saçları beyaz değil kahverengiydi. Yaşadığı hayal kırıklığıyla daha fazla bağırdı.

 

“YURİNE! YURİNE! YURİNEEE!”

 

Gelen kadın elindeki çarşafları bir köşeye fırlatıp hemen Yu’nun yanına çöktü ve hareket ettirebildiği tek kolu olan sol kolunun üstüne oturup onun hareketini engelledi.

 

“Dur! Dur artık dur!” diye bağırırken sesi Yu’nun sesi tarafından bastırılıyordu. “Mama! Mama! Ger muraya! Çamuk ger!”

 

Kadının altından elini kurtarmayı deneyen Yu hâlâ ilacın etkisinde olduğundan tün odağını veremiyor, kolunu geri çekse kurtulabilecekken yukarı kaldırmayı deniyordu. Hâliyle o bunda başarısız olurken Rager tekrar odaya girdi ve ağlayan Yu Valarfin ile karşılaştı.

 

“Daha yeni çıktım me çocuk,” diyerek Yu’nun yanına eğildi. “Sakin or, sakin or...”

 

Rager, Yu’nun başını köpek sever gibi okşarken başka bir şey yapamıyordu, Yu’nun kolunun üstünde oturan kız bağırarak konuştu.

 

“Tekrar iraç versen ormaz mı?”

 

Evet, olurdu. Yu Valarfin tekrar ilacı almayı ve tüm bu düşüncelerden kurtulmayı isterdi. Yurine’nin yokluğundan kaçmak için Rager’in tekrar ilaç vermesini umdu.

 

“Ormaz, mağımrı yaparız adamı.”

 

İlacı alamayacak olmak Yurine’yi tekrar görmeyecek olmaktan daha çok acıttı. Yoklukla baş başa kalmak istemiyordu, tekrar yalnız kalmak istemiyordu. Pençelerini yere daha fazla geçirirken ağlamaya ve bağırmaya devam ederek aşağıdaki bebeğin kesilmiş ağlamasını tekrar başlattı.

 

“Onu istiyorum, gitmesini istemiyorum! Kızım... KIZIMI İSTİYORUM!”

 

Acıyla yüzleşmeye zorlanırken hiçbir uzvunu kullanamamak, sesi dışında hiçbir tepki verememek acının dozunu daha fazla arttırıyordu. Bir anda aklına bir fikir geldi, boynunu oynatabiliyordu. Başını kaldırdı ve alnını yere vurmaya başladı.

 

“Sen git Rami gersin, git çocuğa mak!”

 

Yu’nun koluna oturan kadın kalkarken adam boşalan yere oturdu ve ellerini Yu’nun başına koyup alnını yarmasına engel olmaya çalıştı. Esmer adam geri geldiğinde Yu’nun sol kolunu kontrol etme görevi ona verildi ve Rager kalkıp arkalarına geçti.

 

“Ne getiriyorsun eraremin adamını eve! Şunun koruna mak! Şeytan mu!” Rami’nin sesi öfkeliydi ama onun öfkesi Yu’yu yakan öfkenin yanında bir hiçti. Şeytan kelimesini duyuşuyla Yu daha da öfkelendi.

 

Rager geri geldiğinde yanında kalem gibi ince, sarılmış bir yaprak tutuyordu. “Kardır, daya adamı duvara,” dedi Rami’ye.

 

Rami önce Yu’yu ayağa kaldırmaya korktu, sol kolunu hâlâ kontrol edebiliyor olması bu korkunun temel sebebiydi. Yu’yu tek başına kaldırmayı beceremeyince Rager ona yardım etti ve duvara dayadılar. Rami şimdi onun kolunu tutmakta güçlük çekiyordu.

 

Rager getirdiği sarılmış yaprağın ucunu bir mumun alevine yaklaştırdı ve yaprağın ucu kırmızı bir şekilde yanmaya başladı.

 

“Kapa dudağını,” dedi bağıran Yu’ya. Yu bağırmaya devam etti ama yaprak ağzına yaklaştırılınca dudaklarını kapadı.

 

İlk dumanı içine çektiğinde ciğerleri yandı ve öksürmeye başladı. Öksürürken düşürdüğü yaprağı Rager yerden aldı ve tekrar Yu’nun dudaklarının arasına koydu. Yu ikinci çekişinde tekrar öksürdü ama üçüncü çekişinde işler daha farklıydı.

 

***

 

Sırtını duvara dayamış şekilde yerde otururken kırdığı yatağın yanına yer yatağını seren kadını izliyordu. Kendisinden daha küçük olmasına rağmen anladığı kadarıyla çocuğu vardı.

 

Vücudu Mora’nın güzellik anlayışına göre şekillenmişti, dolgundu. Şimdiye kadar bu evde karşılaştıkları arasında en uzun olan kişi olmasına rağmen Rami’den yalnızca iki santim daha uzun ve Yu’dan daha kısaydı. Kahverengi saçları boyun hizasında kesilmişti.

 

Yu ağzındaki yaprağın dumanını içine çekerken kadın yatağı hazırladı ve ona döndü, yanağında kırmızı bir el izi vardı. Rami ile kavga eden ve tokat yiyen kişiydi.

 

“Hazırradım,” dedi kızarmış yanağını göstermemeye gayret ederken. “Yemek yiyeceğin zaman yukarı mı getirerim?”

 

“Bilmiyorum,” diye cevap verdi Yu. Gerçekten de bilmiyordu, yemek yemesi gerektiği zaman bunun cevabını düşünecekti.

 

Kadın başını salladı ve odadan çıkmak üzere yürümeye başladı. Yu ağzındaki yaprağı bir eliyle dışarı çıkardı ve kadın gitmeden önce sordu.

 

“Neden peltek konuşuyorsunuz?”

 

“Pertek? Pertek değiriz ki normar konuşuyoruz.”

 

Aralarında başka bir diyalog geçmedi ve kadın odadan çıkıp kapıyı kapadı. Yu onun merdivenlerden inen ayak seslerini dinledi, sesler gittikçe uzaklaştı ve Yu bir kez daha yalnız kaldı.

 

“Sigara...” Ağzındaki yaprağı çıkarıp inceledi. “Bir çeşit sigara, dağılmasını nasıl önlüyor acaba?”

 

Kim yaptıysa büyük, yeşil bir yaprağı sarmış ve içini tütün ve başka maddelerle doldurmuştu. İçmeye devam ediyordu ama hiçbir zevk almıyordu.

 

Zevk vermemesine rağmen hâlâ kullanmaya devam etmesindeki tek sebep onu öfke krizinden alıkoyuyor oluşuydu. İçine ne koyduklarını bilmiyordu ama öfkelenmesinin önüne geçiyordu. Dumanı içine çektikçe öfke adlı duyguyu daha fazla hissetmiyor, etrafındakilere sorun çıkarmadan yalnızca düşünebiliyordu.

 

“Yurine... Benim kızım... Ben annesinin elleri arasından aldım, kendi elimle besledim, kucağımda taşıdım... Bunlar beni bir baba yapmadılar, onu koruyamadım...” Gözyaşlarının ne zaman tükeneceğini merak etti. “Onu da öldürdüm.”

 

Yu Zao ile dövüştükten sonra vücudunun nasıl alev aldığını hatırladı, şimdi de tekrar o şekilde alev almayı isterdi. Yıldızın bunu yapıp yapmayacağını anlamak için gözlerini göğsüne doğrulttu, artık parlamıyordu.

 

Yurine’nin ölüm anı bir kez daha gözlerinin önüne geldi. Vücudu gözlerinin önünde çürümüş, ölü birinin cesedinin kokusunu en yakından deneyimlemişti. Şu anda öfkeden kuduruyor olması gerekirken yapraktan bir duman daha çekti ve içindeki zehrin öfkesini yok etmesine izin verdi.

 

Siyah parmaklarını kendi boğazına götürdü. Boğazına dokunduğunda o parmakların sivriliğini hissedebiliyordu. Eğer güçlü bir şekilde bastırırsa şah damarını parçalayabilir ve hayatına hemen burada son verebilirdi.

 

Bastırdı, biraz daha bastırdı.

 

Parmaklarının ucuna boğazından siyah kan damlaları bulaştı, hafifçe süzüldü ve avucuna gelip oradan bileğine doğru yol aldı. Kan damlaları ilerlemeye devam etti ve yolculuğunu Yu’nun dirseğinde tamamlayarak yere damladı.


“Yaşamayı hak etmiyorum. İşlediğim tüm o suçlarla beni affedebilecek ne bir insan ne bir devlet ne de bir tanrı var. Öldürülmem gerekiyor, yoksa insanlara daha fazla zarar vereceğim.”

 

Yalnızca burada dururken bile kendisine yer yatağını hazırlayan kadının zarar görmesine sebep olmuştu. Yu Valarfin öyle bir varlıktı ki ayak bastığı yerler yalnızca zarara uğruyordu.

 

“Banshee, İrlandalılar böyle diyordu sanırım.”

 

İkinci Dünya’da ilk kez Sigma Kulesi’nde ölümün ucunu kaçırmış, ondan sonra gerisi gelmiş ve buna engel olamamıştı. İnsanların sürekli zarar görmesine sebep oluyor, onların mutluluğunu engelliyordu.

 

“Yalnızca ben de güçlü biri olsaydım bugün her şey çok farklı olurdu. Eğer Yu Valarfin bu tarz hikâyelerde yer alan kahraman olsaydı bugün Rie de Yurine de hayatta olurdu. Eğer bu dünya, dünyamdaki fantezilerde olduğu gibi olsaydı diğer herkesi yenebilirdim.”

 

İzlediği tüm animeleri, okuduğu tüm manga ve romanları aklına getirdi. Yu Valarfin kendi dünyasından farklı bir dünyaya geçtiği andan itibaren kurgulardaki karakterler kadar güçlü olmadığını biliyordu. Tüm o hikâyeler harika dünyalardaki harika kahramanları anlatan hikâyelerdi ve Yu onlardan birinde değildi.

 

“Keşke burada bir kahraman oturuyor olsaydı,” dedi tekrar. “Eğer burada bir kahraman oturuyor olsaydı her şey çok farklı olurdu. Yu Valarfin, senden nefret ediyorum.”

 

O kadar fazla eğer vardı ki aklına gelen ve aklına gelmeyen tüm eğerlerden yalnızca biri gerçek olsaydı bugün mutlu bir macera yaşıyor olabilirdi.

 

“Ama hiçbiri gerçek olmadı, hızlı koşan atın boku seyrek düştü.”

 

Yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Komik olduğu için gülmüyordu, gülüyordu çünkü artık sinirleri ne tepki vermesi gerektiğini kestiremiyordu. Kısaca bu gülüş yalnızca bozuktu ve acıdan başka bir şey taşımıyordu.

 

Yaprağın dumanını uzunca içine çekti ve burnundan verdi. Bitmişti, duvara bastırıp söndürdü ve bir köşeye fırlattı. Yenisini almazsa kısa süre içinde tekrar öfkeleneceğini ve bir krizle daha karşı karşıya kalacağını bildiği için kalktı ve adamın masaya dizdiği yapraklardan birini almak üzere uzandı.

 

Masanın üstünde içinde saydam sıvılar bulunan birkaç şişe, hiçbiri yakılmamış tütsüler, hâlâ yanan bir mum ve içinde yaprakların dizili olduğu bir kutu vardı. Kutuya elini soktu ve yapraklardan birini çıkarıp ucunu mumun alevine doğrulttu. Yanmaya başladığında da öncekilerde yaptığı gibi dudaklarının arasına aldı.

 

“Herhangi bir şey yapabilir miydim?”

 

Odayı hiç incelemeden pencereye yürüdü ve tamamen açıp başını dışarı çıkardı. Eğer kullandığı maddelerin böyle etkilerinin olduğunu bilseydi ablalarının ölümünden sonra bağımlısı olur, belki de bunların yokluğu yüzünden bir kriz geçirerek ölürdü.

 

İkinci kattaydı. Sokaklar öylesine dardı ki altındaki yolun bir ara sokak mı yoksa cadde mi olduğu konusunda fikir yürütemiyordu. Bulutlar karanlıktı ve hâlâ ona verilen maddenin etkisi sürdüğünden dünya olduğundan da karanlık gözüküyordu.

 

Çoğu tahtadan yapılmış binalar gözüne artık normal gözükse de onların gökyüzüne yükselip bulutları parçalayacağına olan korkusu devam etmekteydi. Uzakta kavga eden gençleri izlemeye başladı, sokağın görebildiği en uç köşesindeydiler. Gözlerinin önünde biri bir diğerinin karnına bir hamle yaptı ve hamleyi alan çocuk yere yığıldı. Olay diğerlerinin kaçmasıyla sonuçlandı.

 

Yu yaprağın dumanını çekip, üflemeye devam ediyordu. Şehri izlerken şehrin buraya ilk girdiğinden bile daha sakin olduğunu gördü. Tabii bu yalnızca bulunduğu konuma özel bir durum da olabilirdi lakin hisleri bu yöndeydi.

 

“Ne oldu?” diye sordu kendi kendine. İçine çektiği dumanın yalnızca öfkeyi değil, diğer duyguları da köreltmeye başladığını yeni fark ediyordu. İçinde duygu diyebileceği hiçbir şey yoktu ve tüm düşünceleri yalnızca düşünülmüş olmak için düşünülüyordu.

 

Yine de bunun önceki hâlinden daha kötü olmadığına kanaat getirerek hiçbir aroması olmayan dumanı içine çekmeye devam etti. Duyguların onu esir almasına izin vererek bir yere gidemeyecekti, ne yapacağını düşünmek için böylesi daha iyiydi.

 

“Neden Yurine öldü?” Bunu söylediği esnadaki durgunluğu yüzünden duraksadı. “Kendimden iğreniyorum.”

 

Aslında bu da gerçek değildi, kendinden iğrenmiyordu. Yani, iğreniyor olsa bile bu duyguyu hissetmiyordu. Sadece kendinden iğrenmesi gereken bir konumda olduğunu düşünerek konuşmuştu.

 

“Herkesi öldürdüm, neden?”

 

Tüm sorular yalnızca sorması gerektiğini düşündüğü için soruluyordu. İçinden gelen tek şey uyumaktı ama bilmediği bir sebepten ötürü uyumayı reddediyordu.

 

“Şeytanlar... Yaşanan hiçbir şey rastgele gelişmiş olamaz.” Öfkelenmemek için yaprağı kullanıyordu ama öfkelenmiyor olduğu için konuşmayı kesti. “Yapamıyorum, hiçbir şey yapmak istemiyorum.”

 

Olumsuz duygulardan kaçmak için tüm duygularını feda ettikten sonra düşünmeyi başaramıyordu. İçinden düşünmeye yönelik hiçbir arzu gelmiyor, düşünmek için hiçbir motivasyon bulmuyordu. Yalnızca yapmış olmak için yapacağı şeylerden hiçbir verim alamayacağının farkındaydı.

 

Sokakta çiftleşen köpeklerin üstüne bitirdiği yaprağı atarak huzurlarını kaçırdıktan sonra pencereyi kapadı. O pencereyi kapatırken önceki sefer yağmayan yağmur bir kez daha başlamıştı. Kendisi için hazırlanan yer yatağına girdi ve başını battaniyenin altına sokarak uyumayı denedi.

 

Her ne kadar uyumak bile istemese de zihni tüm duygulardan arındığı ve kendini zorlamadığı sürece hiçbir şey düşünmediği için hayatının en kolay uykuya dalışını yaşamıştı.

-------------------------

26.06.2022 – 23:50

Site orijinal seriler kısmına bir şey yapmış, bölüm (ve diğer serilerin bölümleri) gözükmüyor. Bu yüzden bölümü tekrar yüklüyorum.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr