Cilt 4 - Bölüm 1: Mağlup (2/2)

avatar
433 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 1: Mağlup (2/2)


Korkunç bir baş ağrısı hissediyordu. Sanki bir dondurmayı bir anda ısırıp yutmuş gibiydi lakin ağrı bundan çok daha keskin ve acı vericiydi.

 

“Aaaıııhhh...” Sırtında hissettiği acı yüzünden inledi, yerinde biraz hareket edince ağrı daha da arttı ve daha güçlü inlemeye başladı. “Aaaaaaahhhhhh!”

 

Sırtındaki acı yüzünden gözlerinden yaşlar akıyordu. Tepki olarak parmaklarını sıktığında sağ avucunun içine bir kumaş parçası geldi, sol elinin parmaklarıysa bulunduğu yeri parçaladı ve yünün içine battı.

 

Sırtındaki acı daha fazla çığlık atmasına sebep olurken bulunduğu yerin aşağısından bir bebeğin ağlama sesi geldi, bu esnada sırtının yattığı yere temas etmemesi için doğruldu.

 

Yatakla temas kesildiğinde biraz rahatlamıştı ama acı hâlâ sürüyordu çünkü ona giydirdikleri uzun kollu kıyafet yarasına temas ediyor, kötü dikişi yüzünden sürtünüp yakıyordu. Kıyafetini sol eliyle yırtarak üzerinden çıkardı ve sırtındaki yaranın biraz daha rahatlamasını sağladı.

 

Ama bu hâlâ yeterli değildi, hâlâ yara onu ağlatmaya yetecek kadar ağrıyordu. Acı sırtından omuzlarına, boynuna ve kalçasına kadar yayılıyordu. Sol kolu hiçbir şey hissetmese de sağ kolunda acının yansımalarını görmek mümkündü.

 

Sırtındaki acının diğer uzuvlarına yayılmasıyla sağ elindeki acıyı da hissetti, bileği de parmakları da keskin bir şekilde yanıyordu. Elinin içinde sürekli acı çekmesini sağlayan küçük parçaların varlığını hissedebiliyordu.

 

“AAAAAAAAAHHHHHHH!”

 

Acı onu öfkelendirdi ve sağ eliyle duvara vurmak gibi bir aptallık yaptı. Bunu yaptığında sağ elinin acısı sol kolu dışında tüm vücuduna yayıldı ve sıktığı gözlerinden yaşlar fışkırdı. Dudağını da ısırıp patlatmıştı.

 

“AAAAAAAAAAAHHHHHHHHH! AAAAAAAAAAAHHHHHH!”

 

İçindeki öfke ve acıyı geçirmek için tekrar sağ eliyle tekrar duvara vurdu. Ne yaptığından haberi yoktu, sağ elini yine kullandığında aynı acı bu sefer daha kuvvetli bir şekilde vücudunu sardı ve daha güçlü bir çığlık attı.

 

“AAAAAAAAAAAAAARRRHHHHHHHHHHH!”

 

Hatırlıyordu. Şeytanları, kaçışını, Yurine’nin ölümünü hatırlıyordu. Kendi nefes alış verişi yüzünden boğulacak gibiydi, göğsü parladı ve sol kolunun içindeki damarlarda akan kan kaynamaya başladı. Sırtındaki yara, sol kolunda kaynayan kanla adeta alev aldı ve Yu daha fazla çığlık attı.

 

“AAAAAAAAAAAAAARRRRRRRRRRRRRRRRRHHHHHHHHHHHHHHHHH!”

 

Yatağa bir tekme savurdu. Ayağı çıplaktı ve bu yüzden yine canı yanmıştı ama yatağı kırmayı başardı. Buradaki tek sorun ayağının yatağın kırılan parçasının içinde kalışıydı.

 

Ayağını çekmeyi denerken tahtaların kırılan parçaları bileğini kesti ve kanamaya başladı, Yu yere düştüğünde sol eliyle zemini yumrukladı. Yumrukların sesi tüm odaya kuvvetlice yayılırken birkaç yumruğun ardından zemini parçaladı.

 

“YURİNE~!”

 

Uyandığından beri ilk kez ağzına bir kelime alıyordu. Kızının ismini bağırdı ve alt kattan gelen ağlama sesi arttı. O yeri yumruklamayı devam ederken bir kilidin bastırılmış açılış sesi geldi, kapı açıldı ve yaşlı bir ses işitti.

 

“Atra üstüne! Atra!”

 

Yu üstüne aniden binen bir ağırlık hissettiğinde onu bir tehdit olarak algıladı ve sol elini boğazına geçirip onu ters çevirdi. Yirmili yaşlarda bir adamdı, Yu boğazını sıkarken yüzü morarıyor ve nefes alabilmek için çırpınıyordu.

 

“Dur çocuğum, dur mekre!”

 

Yu altına aldığı adamın boğazını sıkarken arkadan başka birisi onun boğazını tuttu ve geri çekmeye çalıştı. Boğazından tutulup çekildiği için o da nefes almakta zorlansa da hissettiği öfke yüzünden ne yaptığını bilmiyordu, adamın boğazını sıkmaya devam ederken kendi nefesi kesildiği hâlde geri adım atmadı.

 

“Mama!” diye bağırdı bir kız.

 

Başına aldığı darbeden önce duyduğu son ses bu oldu, başında bir sıcaklık hissederken yere düştü ve altına aldığı adam sürünerek ondan kaçtı. Daha sonra onu boynundan tutup geri çekmeyi deneyen yaşlı adam üstüne atladı.

 

“İç şunu evradım, iç şunu,” dedi yalvarırcasına ve Yu’nun ağzına küçük bir kâse dayadı.

 

Yu saçının altından, yanağına doğru akan sıcak kanı hissederken inledi ve bu esnada adam elindeki şeyi zorla içirdi. Bir kısmı Yu’nun nefes borusuna kaçtığı için öksürüp sıvıyı dışarı çıkardı ama ardından hepsini içti.

 

Tadı olmasa da dilini ve boğazını yakıyordu, öksürürken sağ kolunu savurdu ve üstündeki yaşlı adama vurdu. Yaşlı adam inleyip yere düştü ve Yu yeri yumruklamaya devam etti.

 

İki eliyle yere vurduğu yumruklar yüzünden sağ eli acı yüzünden kıpırdayamaz duruma gelmiş ama sol elini kullanarak vurmaya devam etmişti. Sonuç olarak tahta zemini tekrar parçaladı ama bir dakikanın ardından vurmayı kesti.

 

Başındaki ağrı da sağ elindeki ağrı da sırtındaki ağrı da sol kolunun içinde kaynayan damarların acısı da artık yoktu. Kalbi hızlandı ve dünya parlamaya başladı. Yu önce hafifçe gülümsedi, sonra gülümsemesi büyüdü. Başından akan kanın dudağının ucundan ağzına girdiği görüldüğünde bu gülümseme ürkütücü gözüküyordu.

 

“Teşekkürler, çok iyi hissediyorum,” dedi gülümsemeye devam ederken.

 

Midesinde soğuk rüzgârların estiğini ve bu rüzgârların tüm vücuduna yayıldığını hissedebiliyordu. Rüzgârların getirdiği serinlik sayesinde ferahladı ve koluna konan rahatız edici sinekleri bile fark edemez bir hâl aldı.

 

Her şey berraktı, sanki etrafındaki insanların içini görebilecek gibi gözüküyordu. Ayağa kalkarken hemen karşısında duran yaşlı adama baktı. Kısa beyaz saçları ve uzun sakalları vardı, açık mavi gözleri çökmüş göz kapaklarının altında soluk bir şekilde parlıyordu.

 

Yüzü kırışıklıklar ile doluydu ve boynunda birkaç yaşlılık lekesi oluşmuştu, belki onun yaşını çıkarabilirdi ama şu anda karşısındaki adam beş yaşında olduğunu bile iddia etse ona inanırdı.

 

“Ama var ya ne iyi oldu he~” diyerek biraz daha güldü. Kısa boylu yaşlı adamın omzuna elini atarken odadaki kız ve genç adamın yüreğinin hoplamasına neden olmuştu. “Dünya hep böyle olacak işte, çok iyi, sen de iyisindir umarım. Beni sorarsan ben hep iyiyim.”

 

Ne dediği hakkında hiçbir fikri yoktu ama elinin altındaki adama karşı yoğun bir sevgi beslemeye başlamıştı, alnından öptü ve kısa saçlarını okşadı. “Benim de senin yaşında kızım var bak, o yüzden sen de benim kızım sayılırsın.”

 

Korkunç bir kahkaha atarken elini yaşlı adamın omzundan çekti ve odadaki diğer insanlara baktı. Boğazını sıktığı adam esmer tenliydi, gözleri yeşil renkteydi ve siyah saçları tıpkı yaşlı adamınki gibi kısaydı. Kirli sakalları vardı.

 

Onun koluna girmiş kızsa en fazla on beş yaşındaydı, kahverengi saçlara, yaşlı adam gibi beyaz bir tene ve açık mavi gözlere sahipti. Kızda fark edilmemesi güç bir özellik vardı, karnı son derece şişti.

 

“Şunlara bak,” dedi gülerken. “Ama karında çocuk taşıma işi çok eski moda ya... Biz direkt kendimiz yaratmıştık ama çok iyi olmuştu. İnanabiliyor musun? YARATTIK! HAHAHAHAHAHA!”

 

Gülerken kendi dizlerini dövmeye başladı, sağ elinden yayılan kanlar altına giydirdikleri kalitesiz kumaştan eşofmana bulaşıyordu.

 

“Pekâlâ, pekâlâ... Kabalık yapıyorum.” Sol elini kaldırdı ve avucunu onlara doğrulttu. “Kabalık yapıyorum ama hiç uyarmıyorsunuz. Çok kırıldım, çok incindim.”

 

Kendi etrafında bir tur döndü, asilce bir reverans yaptı ve konuşmaya başladı.

 

“Ben tüm insanların feriştahı, cenahı kırılmış bir kuş, aklı olanların istikrah ile baktığı iflah olmaz bir günahkâr, içindeki siyahlık gümrah etmiş, salah olmaz bir bedhah, felahsız ve hareketleri izahsız, evinden fersahlarca uzakta bir seyyahım.” Güldü, dünyanın en komik şeyini anlatmışçasına güldü. “Tanıştığıma memnun oldum.”

 

Kollarını iki yana açtı ve bağırmaya başladı. “NE ZAMAN HOŞ GELDİN SARILMASI YAPIYORUZ?! AUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUU!”

 

Kurt gibi ulurken yerinde zıpladı ve kanat çırpar gibi kollarını çırptı, sonra yüzü asıldı ve ağlamaya başladı. “Neden uçamıyorum? Uçmak, gökyüzüne ulaşmak ve bulutların üstünde yürümek istiyorum!”

 

Ağlarken kollarını kanat gibi çırpmaya devam etti ve odanın içinde koşturdu. Tüm bunlar yaşanırken içerideki üç kişi onun hareketlerini izliyordu. Daha sonra kapıda başkaları da belirdi.

 

“Na~ni - na~ni - na~ni, ambulans geliyor, düt dü~t!” Şimdi de bir araba sürüyormuş gibi yapıyordu. Kornaya basarken yanındakilere baktı. “Ambulans geliyor diyorum, hahahaHAHAHAHAHA!”

 

Bu sözler ona o kadar komik geliyordu ki gülmekten karnı ağrımaya başladı ve yanakları karıncalandı. Gittikçe hızlanan kalbini tutarken kendini yatağa bıraktı ve yatak ortasına doğru çöktü.

 

“HAHAHAHAHA! YATAK ÇÖKTÜ! YATAK ÇÖKTÜ! KAÇIN YATAK ÇÖKTÜ! DÜ~T!”

 

Yu kafayı sıyırmış şekilde kahkahalarına devam ederken yaşlı adam konuştu. “Siz çıkın, gerisini men harrederim.”

 

“Ama mama,” dedi onun hamile kızı.

 

“Ursura, ar kocanı çık odadan.”

 

Kız yanındaki adamla birlikte dışarı çıktı ve kapının kapanmasıyla yaşlı adam ile Yu odanın içinde bir başlarına kaldı. Yu çökmüş yatağın üstünde kahkahalar atmaya devam ediyordu.

 

“Kendini nasır hissediyorsun?” diye sordu yaşlı adam.

 

“Kendimi nasıl hissediyorum!” Yu bir anda yataktan sıçradı ve vücudunu dikleştirdi. Parmağını havaya kaldırıp konuşmaya başladı. “Ciddi olmak gerekirse ben kendimi hissettiğini düşünenler arasında bulunmanın evrensel insan haklarına uygun olmadığı konusunda ciddi araştırmalar içerisinde olabilirmişim gibi bir hissiyat içerisinde garip sancılar çekmek hâlinde olduğum konusunda bir hisse sahibim.”

 

Söylediği kelimelerin ardından adam iç çekti ve odanın köşesinde, Yu’nun daha önce varlığını fark etmediği sandalyenin üstüne oturdu.

 

“Anrat makarım,” dedi yaşlı adam. Yu’nun karşısında pes etmiş gibiydi.

 

“Şimdi anlat dedin de aklıma geldi... Bak onu demeyecektin işte...” Yu ciddi olmayan ciddiliğini sürdürdü. “Abraham Lincoln’ün de beni bir zamanlar Tarım, Ekonomi ve Aile Ormancılık Bakanı ilan ettiği günleri aklıma getirdin.”

 

“Elin uf olmuş, ger muraya.”

 

Yaşlı adamın sözüyle Yu konuşmaya ara verdi ve koşar adım onun yanına giderek diz çöktü, elini uzattı ve konuşmaya devam etti.

 

“Ekonomide üç adım atacağız. İlki ekonomide üç adım atacağız, ikincisi havada ve karada ve denizde ve akla gelebilecek tüm uzay zaman boyutlarında yerli ve milli üretim.” Karşısındaki adamı kandırdığını düşünüyor ve kahkahasını güçlükle bastırmayı deniyordu. “Rolderhelm bizi nasıl kıskanıyor bir görsen, Rolderhelm bizi nasıl kıskanıyor bir görsen...”

 

Abartılı denecek kadar derin bir nefes aldı ve adamın yüzüne doğru verdi. Gülmekten yüzü kıpkırmızı kesilmiş, yanakları titremeye başlamıştı.

 

“HahahahahahaHAHAHA! Ama bak sana samimi söylüyorum, en güçlü rüzgârlar bile en güçlü kayaları yıkmaya yetmez bu hayatta. O yüzdendir ki ben kayaların üstüne deniz suyuyla resim çizmek için çabalamak gibi elim ve zalim bir amaca sahibim. Bunu neden yapamıyorum acaba?”

 

Artık kendi gülüşünü bile hissedemiyordu. Bu yüzden yaşlı adam sargıları söküp elini ovalarken normalde hissedeceği acıyı ruhu bile duymadı. Yaşlı adam kalan cam parçalarını çıkarıp masanın üstüne koydu ve Yu’nun eline soğuk bir sıvı döktü.

 

“Şimdi sen benim kızıma benziyorsun, o yüzden daha önce de dediğim gibi sen de benim bir kızım sayılırsın. Bak, çok samimi söylüyorum bu konuda. O yüzden yok o ölmüş bu ölmüş şu ölmüş... Ama~n, boş ver gitsin. Bir kere gelmiyoruz şu dünyaya. O yüzden sorun yok diyorum ama işte anlamıyorlar beni, kendimi anlatamıyorum evladım.”

 

Sol elinin serçe parmağını ağzının içine soktu.

 

“Diyorum sana, Ethalot’a gidecek ve zamanı geri saracağız. Sen sonra gör Rolderhelm bizi nasıl kıskanıyor, oradan buraya göç etmek nasıl istiyorlar. Sonra yok o ölmüş bu ölmüş şu ölmüş hiçbir önemi yok. Ne diyor kitapta?”

 

“Ne diyor?” diye sordu yaşlı adam.

 

“Yalan söylemeyeceksin.” Yu kıkırdadı. “Bak, bak bana diyor. Azer’e bak, paşama bak, Azer Efendi diyor ki yalan söylemeyeceksin. Ulan, benim yalan söylediğimi hiç gördün mü sen?”

 

“Görmedim,” diye cevap verdi yaşlı adam.

 

“Ben de senin yalan söylediğini hiç görmedim. Sen de ben de şimdi birbirimizi tanıyoruz, bir kez olsun yalanını görmedim senin. Sen de benim gibi dürüst, güvenilir, iyi niyetli, cesur, gözü pek bir arkadaşa benziyorsun. O yüzden ben sana güvenirim. Ona buna güvenmem ama ben sana güvenirim. Bu günlerde bizim bizden başka hiçbir dostumuz yok, birbirimize sımsıkı kenetlenmeliyiz.”

 

Yu kahkaha atarken yaşlı adam elini tekrar sargılarla kapladı ve omuzlarından tutup sırtını çevirdi. Yu hiç karşı gelmeden ona uydu.

 

“Ama bak kenetlenme dedim sen sakın yaoi tarzı kenetlenme anlama, bozuşuruz. Sana o kadar kızım gibisin dedim, seni kendimden biri olarak gördüm, sakın güvenimi zedeleme. Zaten seninle birlikte yıldızlara kadar uçacağız daha uzay gemisinde sadece ikimiz varız, aman diyeyim ters bir şey yaşanmasın.”

 

Yaşlı adam basitçe homurdanarak Yu’ya karşılık veriyor ve bu esnada sırtındaki yarayla ilgileniyordu. Yu sırtına ne yaptığını da hissedemiyordu.

 

“El mi yaman bey mi yaman? Ethalotlular buraya geliyormuş, geldikleri gibi gidecekler onu söyleyeyim. Sun Tzu’nun da bir zamanlar söylediği gibi, bir tavşan olacağıma bir tavşan olmayı tercih ederim.”

 

Yu birden gözyaşlarına boğuldu ve hıçkırmaya başladı. Hıçkırdığı için sürekli hareket ediyor ve yarasıyla ilgilenen adamın işini zorlaştırıyordu, yaşlı adam onu omzundan tuttu ve tahta zemine yatırdıktan sonra beline çıktı.

 

“Neden tavşan olamıyoruz? Anlayamıyorum, bu dünya çok acımasız... Ben neden tavşan olamıyorum? Sürekli uç, uç nereye kadar? Zıplamak istiyorum...” Sol eliyle yeri yumruklamaya başladı ama bu sefer sert vurmuyordu. “Ama var ya bak sana çok samimi söylüyorum, seni sevdim. Seni şu gözyaşlarımdaki elektronların protonları sevdiği gibi sevdim be kızım...”

 

Yu burnunu çektikten sonra tekrar kahkaha attı. Bu esnada yaşlı adam sırtında her ne yaptıysa işini bitirmiş ve ters dönerek Yu’nun ayağını tutmuştu.

 

“Dün kızım kollarımda öldü,” dedi Yu. Yaşlı adam yaptığı işi birkaç saniyeliğine bıraktı ama Yu’nun gülmeye devam etmesiyle işine geri döndü. “Bana diyor ki baba, artık yalan söyleme... HAHAHAHAHAHAHAHAHA! BANA DİYOR BAK, BANA DİYOR. YALAN SÖYLEME DİYOR!”

 

Dünyanın en komik şakasını duymuş gibi gülüyordu. Gülerken iki ayağını da salladığı için adamın işini zorlaştırdığının farkında değildi.

 

“Ulan! Benim hayatım yalan olmuş; yalan söylesem bıyık, yalan söylesem sakal. Ne diyeyim şimdi ama komik olay. Orası başka olsa da komik olduğunu reddetmiyorum.”

 

“Of,” yaşlı adam bıkkın bir ses çıkardı. “Konuştun kafamı karıştırdın, maşını unuttum. Kark makayım.”

 

Yaşlı adam sandalyesine geri otururken Yu dizlerinin üstünde kalktı ve onun dizlerinin dibine gelip başını uzattı. Kan temizlenip farklı bir sıvı başına sürülürken Yu sessizleşti. Az önce yaşadığı haz, neşe bir anda kayboldu ve yerini duygusal bir ızdırap aldı.

 

Hâlâ vücudunda vuku bulan olayları hissedemese de artık gülemiyordu. Bir karanlık üstüne çöktü ve bu sefer gerçekten ağlamaya başladı. Sanki tüm oda kara alevlere verilmişti de Yu alevlerin içerisinde yanıyordu. Aşağıda bebek ağlıyor, bir kadın ve bir adam tartışıyor, pencerenin dışından kara kargaların sesi kulakları tırmalıyordu.

 

Olayları bir kez daha hatırladığında iki yumruğunu da sıkmayı denedi ama yalnızca sol elinin yumruğunu sıkabilmişti, sağ elini hiçbir şekilde kontrol edemiyordu.

 

Hıçkırdı ve yaşlı adama başka hiçbir şey söylemeden ağladı.

-------------------------

25.06.2022 – 03:00

 

Merhaba. Sınavlarımı bitirdim, eve döndüm ve biraz bölüm biriktirdim. Artık yazmaya devam etmem için görünürde bir engel kalmış gibi gözükmüyor. Umarım ileride de çıkmaz. Sizin de keyfinizin yerinde ve seriyi unutmamış olmanızı umuyorum

Yakın zamanda bir YouTuber’ın başına gelen tarzda bir şeyin benim de başıma gelmesini istemediğimden tekrar etmek istiyorum: Start – Kapının Ardındaki Dünya bir kurgu eseridir ve gerçek hayatla bağlantısı yoktur. Şiddet, sigara ve uyuşturucu kötü şeylerdir ve bunlara başvurmamanız gerekir. Yazarken ve paylaşırken herhangi bir özendirme amacı gütmüyorum.

Geçmişte olduğu kadar sık bölüm atamama gibi bir durumumun olacağını söylemem gerek. Bu benim (şu anlık) herhangi bir şekilde meşgul oluşumdan kaynaklı bir durum değil. Sık bölüm atamama sorunumun kaynağı dördüncü cildin kendisi. Dördüncü cildi yazması zor ve gelecekte daha da zor olacak. Elbette hızlı bir şekilde yazıp ‘her gün’ bölüm atma gibi bir seçeneğe sahibim ama böyle bir durumda serinin kalitesinin düşeceği bariz olduğundan gelecekte yaşanabilecek yavaşlığı mazur görürsünüz diye umuyorum.

Ah... Aslında hem önemli bir cildin ilk bölümü olduğundan hem de benim için uzun bir aranın ardından sonra geri döndüğümden daha fazla şey demek isterim ama aklıma pek bir şey gelmiyor. Yine de daha sonra bölüm sonu notlarını oldukça az tutacağımdan şimdi birkaç şey daha yazmak istiyorum.

Muhtemelen yazarlardan bu isteği görmek artık sizi sıkıyordur ama yorum ve beğeniler bir yazar için önemli bir motivasyon kaynağı. İkinci motivasyon kaynağı para kazanmak olurdu ama o seviyeye ulaşmak zor gözüküyor o yüzden ilkiyle yetinmeye çalışacağım xd

Lütfen “eline sağlık” diyecek bile olsanız yorum yazmaktan ve seri ile bölümleri beğenmekten geri durmayın. Bir bölümün yorumlar kısmına tıkladığımda “İlk yorum yapan siz olun” yazısını görmek veya yanıtlar kısmında kendi kendime verdiğim 1 şukuya bakmak kesinlikle güzel bir şey değil. Tabii ki hiçbir geri dönüş alamasam bile yazmaya devam edeceğim ama en azından duvarla konuşuyormuş gibi hissetmek istemiyorum.

Bu yüzden bir kez daha sizden yorum yapmanızı ve bölümleri beğendiniz takdirde beğeni atmanızı rica ediyorum (Belki bu şekilde bölümler daha hızlı gelir ).

Seri hakkında konuşmak istediğiniz herhangi bir şey olursa (soru veya öneri gibi) bunu yorumlarda belirtebileceğiniz gibi Başak İmparatorluğu sunucusundan iletebilir ya da özel mesajdan (Discord: Berke1#2155) benimle iletişime geçebilirsiniz.

İyi günler/geceler ve keyifli okumalar dilerim!

(Ayrıca karakter tasarımlarını güncelledim. Seri ana sayfasından bakabilirsiniz!)

Start – Kapının Ardındaki Dünya: Bir Yıldıza Dokunmak’ın başlangıcı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr