“Neyse ne.
Yüzündekine makayım mir de.”
Yu yüzünde ne olduğunu anlamak için elini yüzüne götürdüğünde yeni çıkmaya başlayan sakalları avucuna ve parmaklarına battı. Elini yüzünde biraz yukarı götürdü ve sonra burnu ve yanağındaki yarayı fark etti.
“Yakışıkrısın yakışıkrı…” diyerek gülmeye çalışan Rager’e karşı Yu sessizdi. “O yara da geçecek. Oraya da merhem süreceğim.”
Rager, Yu’nun burnu ve sağ yanağının üstüne eline ve sırtına sürdüğü mehremi sürerken Yu hâlâ konuşmuyordu. Merhem sürüldükten sonra dalı tekrar dudaklarının arasına koydu.
“Gitmem gerekiyor,” dedi.
Dışarıda onu neyin beklediği veya ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Şu anki hâliyle onu bir adım ileriye götürecek herhangi bir motivasyon da bulamıyordu. Hatta yaşamak için de bir nedeninin kaldığını düşünmüyordu.
Dalın dumanından biraz daha çekti ve düşündü. “Hayır, yaşamam gerekiyor…”
Maruz kaldığı etkilere rağmen yaşlar bir defa daha gözlerinden aktı. Üzüntüden mi yoksa farklı bir nedenden mi aktığını bilmediği gözyaşlarını sol eliyle sildi. Bu kelimeleri yaşanan her şeyden sonra tekrar söyleyebilmek artık yalnızca içinde pek bir şey kalmamış kalbine ihanet etmiş gibi hissettiriyordu. Bunu düşünen beynini söküp bir kenara atmayı diledi.
“Nereye gideceksin?” diye sordu Rager. “Dışarıda sadece serserirer kardı.”
“Mirmi-” Yu bir kez daha Rager gibi konuşacaktı. Bunu fark ettikten sonra kelimelerine daha fazla dikkat etmeye başladı. “Bilmiyorum… Uzağa gitmem gerek, bu topraklarda olmayı daha fazla hak etmiyorum. Doğuya.”
“Doğuda ne var ki?”
Rager’in sorusu karşısında Yu dudaklarının arasındaki dalı biraz daha tüttürdü. Vücudunun bakımı bitmişti. Kırık yatağın üstüne oturmayı seçti ve Rager’in yaşlı yüzüne baktı.
“Sürgün.”
Rager yutkundu ve hiçbir şey söylemeden bekledi. Onun bekleyişi Yu’ya düşünmek için zaman veriyordu.
Artık yaşamak istemese de hâlâ yapacak bir şeyleri olduğunu bilmek, yaşaması gerektiğinin farkında olduğunu kendisine söylemek acı veriyordu ama bir şeyler yapmadan duramayacağını da biliyordu. Buna rağmen kendini cezalandırmak zorundaydı.
“Bir söz verdim,” dedi. Rager ile konuşmak gibi bir amacı yoktu ama kendi kendine konuşmaktan daha iyiydi. “Sözümü tutmak zorundayım.”
“Mu yüzden mi kendini sürgün edeceksin?” diye sordu Rager. “Sözünü tutmak için?”
“Hayır…” Yu saçmaladığını fark etti. İçinden geldiği gibi konuşmuştu ama duyguları o kadar karmaşıktı ki ne söylerse söylesin kendisiyle çelişecekti. “Bilmiyorum… Bilmiyorum… Yine de burada duramam, gitmek zorundayım. Burada durarak sadece daha fazla probleme yol açacağım, sizin de canınız yanacak.”
“Mu hârde hiçmir yere gidemezsin,” dedi Rager. “Kısa mir sürenin ardından acı yüzünden kafanı yerrere vurmaya maşrarsın.”
Karşı çıkamayacağı bir argüman sunulmuştu. Sırtındaki yara kendiliğinden iyileşecek bir yaranın taşıdığı acıdan ziyade, müdahalesi zorunlu olan bir yaranın acısına sahipti. Üstelik eli yüzünden kılıcı da düzgün tutamaz, daha fazla savaşmayı denerse elini kullanma yetisini sürekli olarak kaybedebilirdi.
“Kahretsin.” Sağ eline baktı ve onun da sol eli gibi olmasını diledi. Sonra daldan biraz daha duman çekip, bir süre onu içinde tuttuktan sonra geri üfledi. “Ne zamana iyileşecektim?”
“Mir ayı var.” Rager tedavide kullandığı merhemi masaya geri koydu. “Sonra yine kırıcını tutamirirsin, yüzün de iyireşmiş orur.”
Düşündü. Bulunduğu ay bitmeden önce ilk kraliyet ordusu, onu takiben Terazi Katedrali ve Yu Zao şehre gelecekti.
“Tabii eğer Keichi planını değiştirmezse. Şimdiye dek defalarca kez yenilmesine rağmen neden gelmeye devam etti? Tekrar gelecek mi yoksa kaçacak mı?” Başını salladı ve dumanı bir kez daha içine çekti, dal bitmişti. “Eğer gelirse, eğer onu zamanı geri sarmaya zorlayabilirsem… Sadece… Sadece…”
Duyguları uyuşturucunun etkisiyle yok olmadan önce son bir kez gözyaşı döktü. Verdiği sözü hatırladı, sonra nasıl kaybettiğini ve şimdi de önündeki şansı tartıyordu.
“Bir söz verdim,” dedi tekrar ama bu sefer sadece kendisinin duyabileceği seviyede konuşmuştu. “Yine de… Eğer kızıma tekrar ulaşabilirsem…”
Yumruğunu sıkmak istedi ama bunu denediğinde sağ elinde yeterince güç olmadığını fark etti, zaten yumruğunu sıkmasını gerektirecek kadar öfkelenmemişti. Vermek istediği tepki sadece hâlâ insan olduğunu kendine söylemesinin bir yoluydu.
Fakat bu tepkiyi verememek Yu’ya yeni bir şey düşündürdü. “Bir insan değilim.”
Sol eline baktı, siyah parmaklarının arasında izmarit duruyordu. Elinin bir insana ait olması mümkün değildi; tamamen doğaüstü, tamamen fantastik bir vakaydı. Yu Valarfin insan olma hakkını kaybetmişti.
“Dışarıda neler oluyor?” diye sordu. “Neden sadece serserilerin kaldığını söyledin?”
Rager cevaplamaya hazırlanırken Yu ayağa kalktı ve sanki kendi evindeymiş gibi dalların bulunduğu masaya doğru ilerledi, bir tanesini daha aldı ve mumda yakarak dudaklarının arasına koydu. Rager onu izledikten sonra konuşmaya başladı.
“Seni murduğumda eve dönüyordum. Tek maşınaydın, yararıydın, yanında kırıcı gördüğümde mir asker orduğunu düşündüm.”
“Bu yüzden mi bana yardım ettin? Asker olduğum için?”
“Mir maşkasının çocuğu orduğun için.” Yu dalı tüttürürken Rager’in sesinde hasret ve keder birikti. “Senin için değir, airen için yaptım. Başkararının canı yanmasın diye.”
Eğer gülebiliyor olsaydı şu anda gülerdi ama uyuşturucu ondan bunu yapma kabiliyetini sökmüştü.
“Beni kurtardığın için daha fazla insanın canı yanacak, yaşlı adam,” dedi Yu. “Ben bundan başka hiçbir şey yapmadım, yapamam. Bazı insanlar sadece böyledir işte, sadece kötü. Ne yapmak isterlerse istesinler, eninde sonunda kötü olanı yaparlar. Yu Valarfin de onlardan biri.”
Kendinden tiksinemiyordu bile. Zaten kendinden tiksinecek durumda olsaydı hem fiziksel hem de duygusal acı onu hayatına son vermeye zorlardı.
“Ablalarımı öldürdüm, kızımın annesini öldürdüm, muhtemelen beni seven kadını ve diğer arkadaşlarımı da öldürmüşümdür. Kızımı da ben öldürdüm. Ben bir katilim, ben bir şeytanım. Yapabileceğin en iyi şey uyurken beni öldürmek olur, eğer yapabiliyorsan şimdi de yapabilirsin. Hiçbirini yapamıyorsan ismimi vererek beni, bana saldıranları bulup ihbar edebilirsin. Gerçi… Onlar sana da zarar verirler.”
Gerçekten, gülebilseydi gülerdi. Hatta kahkaha atardı çünkü tamamen çaresiz bir durumdaydı. Boğulan ama ölmeyen bir adamdı.
“Yani, düşününce onlara söylemek de iyi olmaz. Ne beni öldürebilirsin ne de insanlara zarar vermeme engel olabilirsin. Ben de kendimi öldürecek cesaretten yoksunum, belki de bu maddelerin etkisindeyken deneyebilirim. Evet, yüksek bir yerden atlarsam-”
“Böyre şeyrer söyreme,” dedi Rager. “Hârâ genç bir adamsın.”
Konuşurken Yu’ya bakmak yerine odanın içindeki küçük odaya girip çıkıyor ve eşyaların yerlerini değiştiriyordu. Odadaki masanın üstünde yalnızca içerisinde dalların olduğu kutuyu bıraktıktan sonra içeriden birkaç şişe getirdi ve masanın üstüne bıraktı.
“Kendini suçruyorsun, değir mi? Men de mu odada uzun süre durdum ve kendimi suçradım. En büyük oğrum Yu Zao için, diğer iki oğrum ve damadım Azer için savaşırken ördü. Kendi evratrarımı ördürenin men orduğunu, kızımı dur mırakanın men orduğumu düşünüp durdum. Yine de zaman aktı.”
“Beni yeterince ciddiye almıyorsun gibi…”
Yu yalnızca bir bilgisayar gibi düşünüyordu. Kendisi zararlıydı ve zarar verici öğeler uzaklaştırılmalıydı. Diğer öğelerin de zararlı yönlerinin olması Yu’nun zarar verici bir öğe olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Rager derin bir nefes aldı. “Günahkârrarı yargırayan yarnızca tanrı ve onun evratrarıdır. Siz onrara erinizi uzatın ve onun yorunu öğütreyin.”
Söylediği iki cümle, Fırtına Tanrısı Azer’in insanlığa yol göstermesi için armağan ettiği kutsal kitaptan alınmıştı. Yu henüz Mora’ya gelmeden önce okuduğu için biliyordu.
“Beni dini saçmalıklarla adam edebileceğini mi zannediyorsun?” diye düşündü. Onun gözünde varlığından emin olunan bir tanrının gönderdiği kitabın bile hükmü yoktu.
Rager’i tekrar süzdü ve yüzüne baktı. Söylediği sözlere olan inancı açık mavi gözlerindeki yorgun bakışa işlenmişti. Belki de inanmak yerine kendini bu sözlere inandırmaya çalışıyordu. Her iki şekilde de Yu için bir anlam ifade etmemişti.
“Bir ay boyunca burada kalmam mümkün değil,” dedi.
Kaçtığı şeytanlar onun için tekrar gelebilirdi, buradan uzaklaşmalıydı. Şeytanlar gelmese bile burası kızının mezarlığıydı ve önündeki günleri eskiden yaptığı gibi bir mezarlıkta geçirmek istemiyordu.
“Ama buraya… Buraya gelirse ve zamanı geri aldırma şansım varsa… Buradan gidersem…” Aklına erkenden güneye gidip Keichi’yi bulma ve onu Akalda’yı öldürmeye ikna etme düşüncesi geldi. “Onu umursamıyor değil mi? Beni arkadaşı olarak görüyor, eğer onu birlikte başarabileceğimize ikna edersem…”
Parmaklarının arasındaki dalı dudağına götürdü. Dumanını üflediğinde aklındaki soruların değerini yitirdiğini hissetti.
“Murada maktığım irk hasta değirsin, damadım kızacak orsa da burada kar.” Damadının adı Rami’ydi ve Yu onun tarafından istenmediğini aşağıdaki kavga seslerinden anlamıştı. “Miraz sıkıntırı mir hastasın ama tanrı adına savaşan Ejderha Sürücüsüne erimi uzatmazsam Azer meni affetmez.”
“Azer’ini sikeyim,” diye düşündü Yu. “Eğer sizi sikliyor olsaydı çoktan buraya gelmişti. Oğullarından biri ona karşı savaşırken, diğer ikisi onun için savaşırken ölmüş ve hâlâ Azer diyorsun…”
Ağzındaki yaprağı biraz daha tüttürdü.
“Savunmasız kızlarının bulunduğu eve yabancı bir adamı alan bağnaz bir adam,” diye düşündü Rager hakkında. Kendisi de tuhaf bir adamdı ama bir başkasının tuhaflığı dururken kendi tuhaflığını yargılayacak değildi. Bu davranışın duygularla alakası yoktu, Yu Valarfin’in karakteri böyleydi.
“Dışarıda neler yaşandı?” diye sordu. Kaleden kaçtığı esnada şeytanlar tarafından kovalanıyordu ve etrafında nelerin yaşandığına hiç odaklanmamıştı.
Şimdi de nelerin yaşandığını merak etmesini engelleyen bir maddenin etkisi altındaydı ama hâlâ biraz iradeye sahipti. Dalı tüttürürken nelerin yaşandığını öğrenmek istedi.
“Çanrar çardığında mir hastamın evindeydim,” diye söze girdi Rager. “Önce ne orduğunu anrayamadık, men dışarı maktığımda insanrarın dışarı çıktığını gördüm ve işimi harredip çıktım.”
Anlatırken o da Yu’nun yaptığı gibi içinde tütün ve uyuşturucu bulunan bir yaprağı aldı ve yaktıktan sonra dudaklarına götürdü. Modern çağın insanlarını rahatsız edecek bir görüntüydü; iki adam karşılıklı bir şekilde oturmuş uyuşturucu kullanıyorlardı. Şu anda Rager’in nasıl bir şeyi topluma kazandırmak üzere olduğundan hiç haberi yoktu.
“İrk maşta herkes çanrarın neden çardığını merak ediyor ve mirmirine soruyordu. Daha sonra, hârâ hiçmir şey anrayamamışken mazı… Mazı tuhaf adamrar gerdi. Mize sardırdı.”
İkisi de dudaklarının arasındaki yaprağı tüttürmeye devam etti. Onlara saldıran kişilerin şeytan olduklarını anlaması Yu için zor olmamıştı. Bu yüzden saldırganları tarif etmesini istemedi.
“Daha sonra Vermiria askerreri gerdi, onrar savaşırken miz de kaçtık. Eve daha hızrı uraşmak için sokak arasına girdim ve orada seni murdum. Yararıydın, üstünde kanrı mir çocuk kıyafeti vardı.”
“Kızımdan kalan…”
“Üzgünüm…” Rager yaprağın küllerini masanın üstüne döktü.
Rager şanslıydı. Eğer uyuşturucu Yu’nun zihnini etki altına almasaydı Yurine’nin ölümü bir kez daha aklına geldiği için köpürür ve ona saldırırdı. Şimdi duygu hissedemediği için artık bunu yapmasına onu itecek herhangi bir neden bulunmuyordu. Yüksek ihtimalle maddenin etkisi azaldığında ve gece uykuya dalmaya çalışırken bu aklına gelecek, ağlayacak ama bundan fazlası olmayacaktı.
“Mu arada… Murada kardığın sürece kendi ismini kurranma. Önceden söyredim ama tekrar söyremekte fayda var.”
“Senin evindeyken… Ne sorun olabilir ki?”
“Kızrarımdan mir şey ormaz ama damadım, neyse. Mu şehirde herkesin Yu Zao’ya düşman orduğunu düşünme.”
Şehri aldıklarında ve içeriye zafer kazanmış bir ordu olarak girdiğinde bunu fark etmişti zaten. Halk, Tanrı’nın Ordusu ve haklı efendileri şehre girerken mutlu değildi. Sokaklarda bekledikleri gibi bir coşku yoktu, onun yerine yerlere atılmış çöplerle karşılaşmışlardı.
“Seyyah… Kullanmak istediğim isim bu.”
“Mu mayağı şüpheri mir isim.” Rager gülümsemeye çalıştı. “İhbar edirmeni istemiyorum.”
“İhbar ederse onu döverim,” diye cevap verdi Yu. Birçok açıdan saçma bir savunmaydı ama Rami yaprağını bitirene kadar bu savunmaya karşı çıkmadı.
Güneş tamamen battığında Yu da kendi yaprağını bitirmişti. Pencereden aşağıya baktı, boştu. Yaprağı yere attıktan sonra tekrar uyumak için yer yatağına yöneldi.
“Önce yemek yiyerim,” dedi Rager. “Aşağıya ger.”
“Bu hâlde mi?”
Vücudu sargılarla sarılı olsa da hâlâ teni görülebiliyordu ve Rager’in kız çocukları vardı. Yu’nun fiziksel güzelliği ile birlikte pek çok kişi bu durumu sakıncalı bulurdu. Üstelik insanları korkutabilecek şeytani bir kola da sahipti.
“Ger işte. Muraya gerenrer arasında en az korkutucu hastarardan mirisin.”
-------------------------
29.06.2022 – 16:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..