Cilt 4 - Bölüm 4: Vult Occidere (1/2)

avatar
356 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 4: Vult Occidere (1/2)


Ev küçük olsa da Rager onlar için yeterli olduğu konusunda ısrarcıydı. Hatta evin, şehirdeki diğer evlere kıyasla oldukça büyük olduğunu iddia ediyordu.

 

“Az önce çıktığımız odayı hastararım ve araştırmararım için kurranıyorum, onun dışında menim kurrandığım mir oda daha var. Art katta mutfak, saron ve mir oda var. Eskiden yeterri değirdi, kamur ama hane üyereri azarınca yetmeye maşradı. Mir de arkada mahçe var, mitkireri yetiştiriyorum. Mahçede tuvaret ve manyo var. Fırın faran da orada.”

 

Rager evi tanıttığında merdivenlerden inmiş ve salona girmişlerdi. Beklediği gibi sadeydi. İki koltuk dışında oturmaları için yerde minderler vardı ve yaz geldiği için artık kullanılmayan soba, salonun köşesine çekilmişti.

 

Koltuklardan birinde Rami oturuyordu. Arkasına yaslanmış uyuklarken gelenlerin ayak seslerini duydu ve gözlerini açtı. Yu’dan hoşnutsuz olduğu belli olsa da bunu karşı karşıya geldiklerinde belli etmekten çekindiği için sessiz kalmıştı.

 

Tabii bu hoşnutsuzluğu bir şekilde belli etmezse içinde kalırdı. Yu yerine Rager’e baktı ve haklı şekilde kızarak kaba bir tonda konuştu. “Çıprak getirseydin adamı.”

 

“Kaba orma Rami, adam yararı.” Rager diğer koltuğa otururken Rami hiçbir şey söylemedi. “Minderrerden mirine oturamirirsin. Şimdi sofrayı getirirrer.”

 

Henüz daha Yu yerine oturmamıştı ki Rager’in sözünün üstüne üst katta ona yatağı seren kadın bir yer sofrasıyla salona girdi. Sofra bacağına dayalıyken yerdeki minderlerin üstünde duran bir örtüyü aldı ve zemine sererek sofrayı örtünün üstüne koydu.

 

O kadın geri giderken mutfaktan iki kişi daha çıktı. Onlardan biri en fazla dört yaşında olan erkek çocuğuydu. Rami’nin aksine diğer hane üyelerinin beyan tenini, kahverengi saçlarını ve açık mavi gözlerini almıştı. Elinde bir sürahi tutuyordu, sürahiyi masanın üstüne koyduktan sonra Yu’ya baktı ve koşarak mutfağa geri döndü.

 

Diğeri ise hamile olan kızdı. Elinde bir tepsi ve tepsinin içinde iki tencere ile tabaklar vardı. Çömelerek tepsiyi yere bıraktı ve diğer kadın elinde bardaklarla mutfaktan geri çıktı.

 

“Hamile bir…” O kız ergenliğinin yarısında bile olamazdı. Bulunduğu dünyanın şartlarında durumu normal kabul edilse bile Yu ona kadın demek istemedi. “Çocuğa iş mi yaptırıyorsunuz?”

 

“Sana ne?” diye çıkıştı Rami. “Menim karım, istediğimi yaptırırım.”

 

Yu ona sinirlenemedi. Hanenin yetişkin erkekleri otururken diğerleri sofrayı hazırladı ve sofra kurulunca Rager evin kapısını görebilecek şekilde sofraya geçti. Rami onun sağına oturdu, Rami’nin sağına genç karısı geçti.

 

“Sen de muraya otur,” dedi Rager. Eliyle solunu işaret ediyordu.

 

Yu altındaki minderi sofranın yanına çekti ve Rager’in soluna oturdu. Rager’in karşısında, kapıyı sırtına alacak şekilde oturanlar Yu’ya yer yatağını hazırlayan kadın ve küçük çocuktu.

 

“Yasha uyuyor mu?” diye sordu Rager.

 

“Evet,” diye cevap verdi Yu’ya yer yatağını hazırlayan kadın.

 

Herkes yerine oturduğuna Yu sofrada bir boşluk olduğunu gördü, onun solunda kimse oturmuyordu.

 

“O kadın benden uzak durmak mı istedi?” Onun yanına oturmak yerine arada boşluk bırakmayı tercih etmişti. “Bunun için onu yargılayamam sanırım.”

 

Tanımadığı bekâr bir adamın yanına oturması bu toplumda tasvip edilmeyebilirdi.

 

“Ekmeği getirdim.”

 

Arkasından gelen sesle başını çevirdi ve salona giren yeni bir kız gördü. Diğer aile üyeleriyle aynı göz rengini taşısa da sarı saçlara sahipti. Diğerleri gibi sade giyiniyordu ve Yu’dan daha kısa boyluydu.

 

“Aşağıya gelecek durumdasın demek,” diyerek Yu’ya gülümsedi. Yu yüzüne bakarak yaşını tahmin etmekte zorlanıyordu. “Geçmiş olsun.”

 

Diğerlerinin aksine düzgün bir diksiyonu vardı. Konuşurken ‘b’ ve ‘l’ harflerini değiştirmek yerine olması gerektiği gibi kullanabiliyordu. Yu’nun yanındaki boş kısma oturduğunda sofranın çevresinde hareket edebilecekleri alan oldukça kısıtlanmıştı.

 

Kız üstünden hâlâ duman tüten ekmeği sofraya koydu ve hamile kız onu parçalara bölüp herkese dağıttı.

 

“Ursula,” dedi yeni gelen kız. “Kendine daha fazla al.”

 

Onun uyarısıyla Ursula kendine biraz daha ekmek aldı. Ursula’dan sonra payına en çok ekmek düşen iki kişi Masha ve Yu’ydu.

 

“İyileşmen için mesrenmen gerek,” dedi Rager. Duyguları körelen Yu diğerlerinden çok ekmek yiyecek olmaktan çekinmeden payına düşen ekmekleri önüne çekti.

 

Herkes ekmeğini aldıktan sonra yemekler dağıtılırken Rager hane üyelerini tanıtmaya başladı.

 

“Damadım Rami,” dedi onu göstererek. “Onun karısı ve en küçük kızım Ursura.”

 

“‘L’ ile,” diye ekledi son gelen kız. Ardından Rager tanıtıma devam etti.

 

“Ortanca kızım,” diyerek Yu’ya yatağı seren kadını işaret etti. “Masha ve torunum Marki. Diğer torunum Yasha uyuyor. Senin yanında oturan da en büyük kızım Ameria.”

 

Ameria yine babasını düzeltti. “Amelia.”

 

Yu, Masha’nın kendisinden biraz daha küçük olduğunu tahmin etmişti. Yürüttüğü tahmine göre Amelia’nın yaşı ya Yu’ya eşit ya da Yu’dan biraz büyük olmalıydı.

 

“Ve bu da…” Rager, Yu’yu ailesine tanıtmak için elini ona doğru kaldırdı ama hangi ismi kullanacağını bulamadı.

 

“Bir seyyahım,” dedi Yu. Elbette şüpheci bakışlarla karşılaşmıştı ama uyuşturucu maddenin etkisiyle bakışları yüzünden gerilmekten kurtuldu ve çok doğal bir şey söylemiş gibi durmaya devam etti.

 

“Pekâlâ, devam edelim,” dedi Amelia.

 

Herkesin önündeki bir tabağa turuncu renkli, ağır kokulu bir çorba koyulmuştu. Sofranın ortasında içinde süt ile yapılmış yulaf lapasının bulunduğu büyük bir tabak vardı. Görünüşe göre herkes bu ortak tabaktan yiyecekti.

 

Ursula kendisinin, babasının ve kocasının bardağına sürahiden bir sıvı döktü. Daha sonra sürahiyi ablası Amelia’nın eline verdi ve o da diğerlerinin bardaklarına döktü.

 

Tahtadan bardağına dökülen şey su değildi, bunu kokusundan anlayabiliyordu. Ne olduğunu daha iyi anlamak için bardağı burnuna yaklaştırdı ve biraz daha kokladıktan sonra burnunu çekti.

 

“Bu ne?” diye sordu Rager’e ama cevap veren Amelia olmuştu.

 

“Ale,” dedi. “Bira gibi.”

 

Yu bardağı geri bıraktı. Kullanmamıştı. Ablalarının öldüğü trafik kazısının gerçekleşmesine sebep olan kişi sarhoş olduğu için kullanmak istemiyordu.

 

“Su yok mu?” diye sordu.

 

“Surar temiz değir,” diye cevapladı Rager. “Surarın içine arkor katıp generde iraçrarda kurranıyorum.”

 

Yu bu dünyaya geldiğinden beri temiz suya erişmekte sıkıntı çekmemişti. Şimdi bir anda karşılaştığı diyet değişikliğine uyum sağlamak istemiyordu. Orta çağda alkol tüketiminin yaygın olduğunu biliyordu ama bunun bahanesi olarak suların temizliğinin öne sürülmesi ile ilk defa karşılaşmıştı.

 

“Keşiş değirsin ya,” dedi Rager. “Su içip daha fazra hasta ormaya çarışma. Yukarıdaki iraçrarı kurrandıktan sonra mu hiçmir şey.”

 

Yu hâlâ içmemekte inat edecekti ki herkesin bunu normal karşıladığını gördü. Küçük bir çocuk olan Marki için bile normaldi.

 

“Umarım yine tat alamam amına koyayım,” diye düşündü. İnadının duygusal sebeplerini artık hissedemese de beyni içmemeye programlanmış olduğundan hâlâ buna kötü gözle bakıyordu.

 

“Öyreyse, Ameria, hadi maşra.” Rager konuştu ve diğer herkes ellerini birbirine kenetleyip karınlarının üstünde birleştirdi.

 

Dini bir ritüel ile karşılaşmak üzere olduğunun farkındaydı ve bu ritüel de onun için anlam ifade etmiyordu. Yine de buradaki insanlarla ters düşmemek için baştan savma bir şekilde parmaklarını birbirine geçirdi ve karnının üstüne koydu.

 

Diğerlerinin aksine Amelia ellerini göğsünün üstünde tutuyordu. Gözlerini kapadı ve başını hafifçe yukarı kaldırdı.

 

“Yüce tanrım, bizi bir günün sonunu daha görmeye layık gördüğün için sana şükrederiz. Bugünkü rızkımızı bize verdiğin için sana şükrederiz. Geceyi aç geçirtmediğin için sana şükrederiz. Bize sevgini ve korumanı bağışladığın için sana şükrederiz. Yüce tanrım, fırtınaların yaratıcısı, insanlığın ışığı, sonraki günlerimizde de bize aynı şekilde merhamet et.”

 

Duanın bitimiyle birlikte önce Rager, sonra diğerleri yemeğe başladı. Yemekte herhangi bir düzen yoktu. Herkes bir yandan çorbayı içerken bir yandan da ortadaki yulafı yiyordu.

 

Kaşıkları önce ağızlarına giriyor, sonra çıkıyor ve yulafa temas ediyor, oradan tekrar ağızlarına gidiyordu. Yu’nun gözünde bu herkesin ağzındaki tükürüğün yemeğe bulaşması ve diğerlerinin de aynı tükürüğü yemesiydi. Bundan hoşlanmıyordu.

 

Eğer dürüst olursa hoşlanmadığı şey bunu diğer erkeklerle yapmaktı. Güzel bir kız olaydaki aktörlerden biri ise bundan o kadar da rahatsız olmazdı ve yemek yemek zorunda olduğunu da biliyordu. Bu yüzden kaşığını diğerlerinin yediği alandan uzak, Amelia’nın yediği alana yakın bir konuma daldırmayı seçti.

 

“Seyyah a-ağamey…”

 

Yu ilk başta ‘seyyah’ adına alışkın olmadığı için Marki’nin ne dediğini umursamadı. Marki daha yüksek sesle konuşunca dikkatini çekti ve ona baktı.

 

“Efendim?”

 

“Sen şövarye misin?” diye sordu Marki.

 

“Hayır,” diye cevapladı Yu.

 

Tat alma yetisini kaybetmiş olmayı diliyordu ama yulaftan bir tat almasa da çorbanın kötü tadını aldığı için içmeyi bırakmış, sadece ekmek banmaya başlamıştı.

 

Düşündüğünde çocuğa hayal kırıklığı yaşatmış olabileceğini fark etti. Elbette umursamadı ve yemeğe devam etti. Hanenin diğer sakinleri, misafirlerinin ilaçlar yüzünden böyle soğuk tavırlar sergilemesine alışkın olacak ki Yu’yu ayıplamadılar.

 

“Ama kırıcın vardı, dedem getirirken gördüm,” dedi Marki.

 

Yu soğukluğunu korudu. “Parasını veren herkes bir kılıç alabilir.”

 

“Kaç paraya ardın?”

 

Bir çocuğun ekonomiye gireceğini zannetmemişti. Verdiği cevabın ardından susacağını düşündüğü için karşı cevap da bulmaya uğraşmamıştı.

 

Aslında cevap basitti ama Yu’ya eski anıları hatırlattığı için söylemekten kaçınıyordu.

 

“Kılıç bir hediye,” diye cevapladı sonunda. “Bir… Bir arkadaşımdan…”

 

Kigaro’nun onu arkadaş olarak görüp görmediğini bilmiyordu. Onunla iyi anlaşmak önemli olduğu için yakınlaşmaya çalışmıştı ama ilişkileri için arkadaşlık denebileceğinden emin değildi.

 

Ona emir verdiği anları hatırladığında arkadaş olarak görülmediğini varsaymanın doğru olacağına karar verdi.

 

“Kurranamiriyor musun?” diye yeni bir soru sordu Marki.

 

Yu ne dediğini anlayamadı. Ne dediğini anlamak için düşünmeyi denedi ama aklı bu amaç uğruna çalışmayı reddedince küçük çocuğu cevapsız bıraktı.

 

“Kılıcı kullanabiliyor musun diye soruyor.” Amelia durumu açıkladı. Sonra da güldü. “Anlaması zor sanırım.”

 

Onunla alay mı ediyordu yoksa katıldığını mı gösteriyordu Yu için bir muammaydı. Buna rağmen anlamasının zor olduğunu reddedemezdi.

 

“Kullanabiliyorum,” diye cevapladı Yu. Sonra düşündü, Yu Zao ile dövüşlerini ve ona karşı kaybettiği anı aklında canlandırdı. Düşüncelerin ardından kendini bir açıklama yapma ihtiyacında buldu. “Bazı rakiplere karşı, çok güçlü olmayanlara karşı.”

 

Dudaklarının arasında bir yaprak olmasını istedi. Sanki duyguları geri geliyordu, stresin yaklaştığını anlamak onun için Marki’nin dediklerini anlamaktan çok daha kolaydı.

 

“Öyreyse sen mir askersin!” dedi Ursura. Sesindeki heyecan, onun yalnızca bir çocuk olduğunu Yu’ya tekrar hatırlattı. Rami, Yu’nun gözünde iğrenilmesi gereken bir adamdı.

 

“Pek sayılmam,” dedi Yu. “Belki bir kumandan diyebilirsin ama bir asker değilim.”

 

“Ama savaştın, değir mi?” Ursula tekrar heyecanla konuştu. Rami, Yu’ya kıskanç bakışlar attıktan sonra Ursula’nın kolunu öfkeyle dürttü ve Ursula aniden sessizliğe gömüldü.

 

“Evet.” Yu bir kez daha sorulan soruyu cevapladı. “Savaştım ve kaybettim. Heyecanlanmanızı gerektirecek bir kahraman değilim. Sadece diğerleri arasında normal bir insanım.”

 

Normal bir insan olmadığını bilse de böyle söylemenin daha az konuşmaya giden yol olduğuna inandı. Dış görünüşü ise kendi tezini çürütüyordu.

 

“Normar mir insanın möyre koru mu orur…”

 

Rami’nin aşağılayıcı konuşmasına karşı herkes sessiz kaldı. Yu bile cevaplamaya tenezzül etmedi ve yemeğine odaklandı. Bir süre boyunca yemeklerini yedikten sonra Amelia sohbeti tekrar başlattı.

 

“Hey, merak ediyorum da kimin safında savaştın?”

 

Sessizlik sofrayı rehin aldı. Bu aile iki taraf için de kayıplar vermişti ve Yu hangi cevabı verirse versin bir şekilde onların canını yakmaya müsaitti.

 

Yine de verebileceği iki cevap vardı ve ‘kendim için’ gibi klişe bir cevap vermek istemiyordu.

 

“Başak Katedrali,” diye cevapladı. “Andromeda Kilisesi’nin altında.”

 

Doğruyu söylemek, ailenin dindar bir aile olduğunu düşündüğünde yapabileceği en iyi şeydi. Aksi durumda yalan söylemekten çekinmezdi ama verdiği cevabın eni iyisi olduğuna inanıyordu.

 

“Hmm… Batıdan geliyorsun o zaman. Zaten genelde senin gibi konuşanlar ya soylu olur ya da batıdan gelenler.” Amelia da Yu’nun yediği kısma kaşığını soktu ve biraz lapa alıp ağzına attı. “Merak ettiğim bir şey daha var. Eğer sen Başak Katedrali’nden biriysen görmüşsündür.”

 

“Kimi?”

 

“Yu Valarfin’i.”

-------------------------

01.07.2022 – 16:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr