Yu’yu bir yere taşımak zordu. Çektiği acı yüzünden sürekli
hareket ediyor, bağırıyor ve kollarını sallayıp diğerlerine vuruyordu. Sağ kolu
güçsüz düşmüştü ama sol kolunu zapt etmek Rami için imkânsızdı.
Rami aldığı bir darbeyle yere düştüğünde Amelia, Yu’yu itti ve üst kattaki odaya soktu. Yu dizlerinin üstüne çöktü ve yeri yumruklamaya başladı.
“Babamın yanına git!” dedi Amelia. Rami hemen aşağı kata geri döndü. Amelia ise odanın içindeki küçük odaya girdi ve Yu zemine daha fazla zarar vermeden önce elinde bir kâse ile Yu’nun yanına geldi.
“Bundan istiyorsun, değil mi? Al!” Amelia kâseyi Yu’ya uzattı. Haklıydı, içinde Yu’nun istediği şey vardı. Yu kâseyi parmaklarına kan bulaşmış sol eline aldı ve hemen ağzına götürdü. İçerisinde az miktarda vardı ama yine de ağzını yakan tatsız sıvının hepsini bitirdi.
Acı bir süre daha devam etti. Ardından dünyanın karamsarlığı azalmaya başladı, en küçük ışık zerreleri bile bulunduğu odayı aydınlığa bularcasına parladı. Dünya birkaç tur Yu’nun çevresinde döndü, içinde bir şeylerin boşaldığını ve vücudunun hafiflediğini hissetti. Zıplasa yerçekiminin etkisinden kurtulacak ve gökyüzüne doğru uçacak gibiydi.
Amelia’ya baktı. Mavi gözleri ıslaktı, parlıyordu. Korkudan solmuş yüzünü inceledi, sol elini kaldırdı ve sivri parmaklarını onun yanaklarına sürttü.
Ağladı. “Neden senin kadar tatlı değilim?”
Yüzünde çirkin bir yara vardı ve vücudu çok erkeksiydi. Amelia ise Yu’nun aksine bir kadına benziyordu. Uzun saçları, estetik bir vücudu ve bu dünyadaki çoğu kız gibi tatlı bir yüzü vardı. Zayıf olduğu için Mora’nın güzellik standardının biraz altında kabul edilebilirdi ama modern çağdan gelen Yu için mükemmel kalıptaydı.
Amelia daha tatlı olduğu için ağladı. Yu Valarfin olarak ondan çok daha tatlı olmak zorundaydı. Dünya adil değildi.
“Senin kadar tatlı olmak istiyorum!” diye bağırdı.
Amelia, Yu’nun aniden bağırmasıyla korktu ve geri çekilmeyi denedi. Yu buna izin vermedi. Sağ eliyle onu bileğinden yakaladı ve kendine doğru çekti. “Seni yersem tatlı olabilirim.”
Onu yemedi ama ne yaptığını bilmeyen Yu, o anın koşullarında aklına gelen şeyi, tatlı olmak uğruna uyguladı. Amelia’yı öptü.
Amelia için harika bir öpücük olmadığı ortadaydı. Eğer düşünebilseydi Yu da Sivina’nın öpücüğünü buna tercih ederdi. Düşünme yetisini sağlıklı bir şekilde yerine getiremediği için öpmeye devam etti. Amelia’nın gözyaşları yüzüne değse de kızı bırakmadı.
Dudaklarını oynatmıyordu, Amelia’nın tadını da hissedemiyordu. Sadece sabit bir şekilde bekliyor ve öpücüğün ardından aynaya baktığında kendini tatlı bir kız olarak görmeyi umut ediyordu.
Elbette bu hayali gerçekleşmeyecekti. Zaten ondan uzaklaştığında aklında aynaya bakmak bile yoktu. Onun yerine uçabilmek için kendi etrafında birkaç tur döndü.
“Başım dönüyo~r.” Yu’nun gözyaşları dinmiş ve kollarını açarak gülmeye başlamıştı. “Yeterince hızlı dönersem bir helikopter gibi uçabilirim!”
Fakat ne kadar dönerse dönsün yükselmiyordu. Bunun yerine dengesini kaybetti ve kalçasının üstüne düştü.
“Belki de uçmak yerine tersi yönde dönüp bir matkaba dönüşmeyi denemeliydim. Azer kahretsin! Yine yanlış bir seçim yaptım!” Gülmeyi kesti ve tekrar ağlamaya başladı. “Bir türlü ders alamıyorum… Alamıyorum… Off!”
Gözyaşlarına hıçkırıklar eşlik etti. Kızı bile onun yaptığı seçimler yüzünden ölmüştü ve Yu yanlış seçimler yapmaya devam ediyordu. Ne zaman akıllanacağını merak ederken yere uzandı.
“Sen de kardan melek yapmak ister misin? Bak, böyle yapıyorsun.”
Yu kollarını aşağı yukarı, bacaklarını sağa sola oynatarak yerde hayali bir figür oluşturuyordu. Amelia’ya doğru konuşmuştu ama kız onun bakış açısının dışındaydı.
“Neden yapmıyorsun? Yapmanı istiyorum!” Sinirlendi, ağladı. “Yalnız oynamak sıkıcı! He~y, aklıma geldi de çok daha eğlenceli oyunlar biliyorum.”
Kıkırdayarak ayağa kalktı. Amelia’nın gözleri, Yu ona doğru uzandığında büyüdü ve dudakları korkuyla titredi.
“Saklambaç oynayacağız. Şeytanlar benim sikimin peşinde, bu yüzden onu içine saklayacağım. Eğer bulamazlarsa biz kazanırız.”
Delirmişçesine gülmeye başladığında Amelia onun yüzüne sert bir tokat attı ama Yu için herhangi bir acı yoktu. Amelia hızlıca odadan çıktı ve kapıyı Yu’nun yüzüne kapadı. Yu terk edilmenin öfkesiyle duvarı yumruklamaya başladı.
***
Amelia tek başına geri geldiğinde yalnızca on dakika geçmiş, uyuşturucunun en etkili evresi sona ermişti. Yu pencerenin altında öylece oturuyordu.
“Şimdi iyi misin?” diye sordu Amelia.
Yu burnunu çekti ve kıza baktı. Mavi gözlerinde Yu’nun anlamakta zorlandığı duygular vardı. Onu kurtardığı için minnettar olacağını düşünüyordu ama minnettarlık o gözlerdeki duygu değildi.
Yu başını iki yana salladı ve hayır dedi. İyi değildi, hiç iyi değildi. O uyuşturucuyu daha fazla istiyordu. Onu aldığında hiçbir şey düşünmek zorunda değildi, yalnızca boşluk ve o boşluğun içinde dans eden Yu Valarfin vardı.
“İçtiğin şeye babam şifa içkisi diyor. Afyon ve akgeyik otundan yapıyoruz. Acıyı hissetmeyi engelliyor ama böyle etkileri de var…” Amelia kollarını karnının üstünde birleştirmiş ve bakışlarını Yu’dan kaçırmıştı.
“Morfin…” diye iç geçirdi Yu. İçtiği şey fantastik bir morfindi. “Bu şey-” diye konuşmaya devam edecekti ama sonra konuşmak için bir nedeni olmadığını fark ederek sustu.
Amelia küçük odaya girdi, çıktığında elinde sargı bezleri ve merhemler vardı. “Yaralarınla ilgileneceğim.”
Yu başını salladı. Bir an önce iyileşmek ve bu şehri terk etmek istiyordu ama önce ihtiyacı olan başka bir şey vardı. Eğer elde etmezse bir süre sonra aklına tekrar kızının ölümü gelecek ve Amelia’ya zarar verecekti.
“Sigara,” dedi sakince. “Sigaraya ihtiyacım var.”
Amelia, Yu’nun istediği şeyin ne olduğunu anlamadı. Yu da Amelia’nın anlamadığını anlamadı, bu yüzden bir süre hareketsizce beklediler. Yu’nun isteğini tekrar etmesi için yarım dakika geçmesi gerekmişti.
“Şu yaprak var ya dal dal yapıyorsunuz. Onu istiyorum.”
“Ah, tabii.” Amelia elindeki malzemeleri Yu’nun kucağına bıraktı ve hâlâ masanın üstünde duran kutulardan Yu’nun istediğini aldı. “Işığı hiç yakmamışız ki…”
Mumların sönük olduğunu ikisi de yeni fark ediyordu. Şimdiye dek açık pencere sayesinde sokaktan gelen ışıkla idare etmişlerdi. Amelia mumu yakmak için masadaki çakmağı aldı, taşları tahtalar yardımıyla birbirine sürttü ve mum yandı.
Yanan mumun yardımıyla odanın tavanındaki avizeyi yakmak için bir sandalyenin üstüne çıktı. Avizenin üstündeki tüm mumları yaktığında oda artık aydınlıktı. Ucunu ateşe değdirdikten sonra Yu’ya istediği ‘sigarayı’ verdi.
Yu içtiği şeyin tam olarak bir sigara olmadığının farkındaydı, o da bir uyuşturucuydu. Sigara ile benzese de etkisinin farklı olduğunu anlayabilecek kapasitedeydi.
Dumanını çektiğinde omzundaki yüklerin kalktığını hissetti. Bir yandan da içinde sigaranın yok etmesi gereken bir korkuyu fark etti. Kullandığı maddeleri bırakırsa akıl sağlığını koruyamayacağından korkuyordu.
“Öyleyse,” dedi Amelia. “Kolundan başlayacağım.”
Sigarayı sol eliyle tutan Yu yerde biraz ilerledi ve Amelia’ya sağ kolunu döndü. Yara omzunun altındaydı, Amelia bir bezle orayı biraz kurcaladıktan sonra içinde çivi kalmadığından emin oldu.
“Acımıyor, değil mi?” diye sordu.
Yu başını salladı, vücudundaki herhangi bir teması hissetmiyordu. Elbette baskıyı anlayabiliyordu ama acı, gıdıklanma veya sıcaklık farkından yoksundu.
“Senin kanın neden siyah?” diye sordu Amelia. Yu’nun yarasını bir bezle silmiş ve bez tamamen siyah kana bulanmıştı. “Bu bir büyü mü? Evdekiler çok korkmuştu.”
Yu cevap vermeden önce Amelia yarasına merhem sürüp sarana dek bekledi. Sigara olarak adlandırdığı uyuşturucu maddeden biraz daha duman çekti. Konuşmaya başladığında yara sarılmıştı.
“Geçen kışın başında bir şeytanın saldırısına uğradım,” diye cevap verdi. “Kılıcıyla beni lanetledi.”
“Senin şeytan olduğunu düşünmüşlerdi. Kılıcının rengi falan…”
“Sokakta yaralı yatan şeytan mı olur amına koyayım.”
Sigaranın külünü zemine attı ve sigarayı dudaklarının arasına geri koydu. Şeytan olarak adlandırılan tür insanlar arasında farklılık gösteriyor olmalıydı. Gerçi öyle olmasa bile bir şeytan olarak zannedilmesine hak verebilirdi.
Ama bunu onu tanıdıktan sonra, karakterine bağlı olarak söylemeleri çok daha doğru olurdu. Yu Valarfin insandan aşağı bir varlıktı.
“Sen…” Amelia, Yu’nun arkasına geçip sırtını kaplayan bandajları açmaya başladığında fısıldarcasına konuştu. “Yu Valarfin’sin. Ejderha Sürücüsü.”
Yu’nun bandajları açılmış ve sırtındaki yara ortaya çıkmıştı. “Açılmamış,” diye mırıldanan Amelia oraya yalnızca merhem sürmekle yetindi.
Yu hâlâ cevap vermemişti. Öyle ki Amelia onun sırtındaki yarayı geri sarmış, sağ eli ve ayak bileğini kontrol etmişti. Sıra yüzündeki yanlamasına yaraya geldiğinde Yu cevap verme ihtiyacı hissetti.
“Evet.”
Amelia işaret ve orta parmağıyla sürdüğü merhemi yaranın üstünde gezdiriyordu. O bunu yaptığı için Yu sigarasını içemiyor, içemediği her an göğsünü saran bir elin varlığını hissediyordu.
İçmeyi kendi kendine bıraksa belki bu his kendini hiç göstermezdi ama engellenmek onu rahatsız eden asıl şeydi.
“Seni görmüştüm. Sen bana dikkat etmemiş olabilirsin belki ama ordunuz şehre girdiğinde sokaktaydım. Yeşil zırhının içindeydin, kucağında beyaz saçlı bir kız vardı.”
“Evet.”
Eğer o güne geri dönebilseydi atını ters çevirir, Yurine ile birlikte Mora’dan çok daha uzağa giderdi. Mora Krallığı, Yu Valarfin’in hikâyesine felaket getirmişti.
Yüzüne de merhem sürüldüğünde bakımı bitmişti. Muhtemelen sonraki sabaha dek bir şey yapması gerekmeyecekti.
“O adamlar tekrar gelecek, değil mi?” diye sordu Yu ayağa kalkıp başını pencereden çıkarırken. Hava alırken içmek iyi geliyordu.
“Babam ve Rami o ikisiyle gitmiş. Onlarla konuşacaklar.”
“Zarar görürler.” O ikisinin sağlam bir dayak yiyeceğine inanıyordu. “Ben olsaydım Yu Valarfin için geri dönerdim.”
Amelia, Yu’nun arkasından konuştu. “Bilmiyorum…”
Yu sokağı izliyordu, köpekler dışında hiç kimse yoktu. Sokağın başında ve sonunda fenerler yanıyordu ama sokak üzerindeki tek ışık kaynağı karşılarında duran ve birbiriyle bitişik dizilmiş evlerin pencereleriydi. Onlar da yavaş yavaş ışıklarını söndürmeye başlıyordu.
“Senin istediğin içecek, babamdan onu ve benzeri şeyleri alıyorlar.”
“Baban uyuşturucu taciri yani?”
Amelia anlamadı. Belki de uyuşturucunun anlamını bilmiyordu.
“O bir hekim.” Sesi alınmış gibi çıkmıyordu. “Dedem de öyleydi ve onun babası da. Nesillerdir böyle.”
Yu sokaktaki köpekleri izledi. Sürü hâlinde dolaşıyorlardı. Onların huzurunu kaçırmak, korkutmak ve dehşete düşürmek istedi ama buradan yapabileceği şeyler kısıtlıydı. Onlara bağırmak, köpekler için enerjisini harcamasına değmeyecek bir eylemdi.
Evin üst katından yapabileceği ve enerjisini harcamayacak tek şey, külleri onların üstüne atmaktı ama bu da onlar için büyük bir rahatsızlık kaynağı olmamıştı.
“Sen, eğer sen Yu Valarfin’sen şehirde neler olduğunu biliyorsundur.”
Yu yüzünü ona dönme zahmetine girmeden başını salladı. “Saldırıya uğradık, dağıldık, kaçtım. Tüm bildiğim bu.”
“Geri dönecek misin?”
Amelia soruyu sorduktan sonra Yu odada ayak seslerini işitti. Kız ondan uzaklaşmıştı. Sigarasını bitirdikten sonra sokağa attı ve arkasını döndü.
Tek bir dal onu tatmin etmemişti. Daha iyi hissetmek istiyordu, mutlu olmak istiyordu. Acıdan, Yurine’nin ölümünden ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyiydi.
“Diğerleri ne yapıyor?” diye sordu Yu.
“Aşağıda bekliyorlar,” diye cevapladı Amelia.
O tatlı biriydi. Saçları düzdü ve arkadan toplamıştı. Sinekler tarafından ısırılmamak için uzun kollu siyah bir elbise giymişti ve eteği ayak bileklerine kadar geliyordu. Ona yaklaştı.
Amelia, Yu yaklaşınca biraz daha uzaklaştı ama Yu adımlarını hızlandırınca aradaki fark kapandı.
“Evet, ben Yu Valarfin’im,” dedi. “Bu senin için önemli mi?”
“Y-yani…” Amelia titredi ve aradaki farkı açmak için sırtı kapıya çarpana dek geri yürüdü. “Adını ön-önceden de duymuştum. Bu yüzden, şey… Y-yani… Belki bize yardım edebilirsin-”
Yu yaklaştı ve kollarını nefes almadan konuşan Amelia’nın iki yanına dayayarak kaçmasını engelledi. Biraz önce uyuşturucunun etkisindeyken ondan çaldığı öpücüğü hatırlamıyordu, bu yüzden bu onun gözünde ilk öpücükleri olacaktı.
“Size yardım edebilmem için iyi hissetmem gerek, bunu sağlarsan yardım edebilirim.”
-------------------------
03.07.2022 – 16:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..