Cilt 4 - Bölüm 6: Daha İyi Adamların Dünyası (2/2)

avatar
388 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 6: Daha İyi Adamların Dünyası (2/2)


Sivina tarafından sevilmişti. Eğer isteseydi Yurine ve Sivina’yı alıp Mora’dan uzaklaşabilir, Sivina’nın memleketine gidip huzurlu bir hayat yaşayabilirdi. Yalnızca Sivina’dan istemesi yeterliydi. Yurine bunu kabul eder ve tüm cehennemi geride bırakırlardı.

 

Yu’nun seçtiği yol ise huzurdan çok uzaktı. Kızını öldürmeyi ve Sivina’yı kaybetmeyi seçmişti. Sahiden, Sivina’nın nerede olduğunu merak etmeye başladı. Eğer öldüyse öldüğünü öğrenmemeyi yeğlerdi çünkü onun acısı da eklenirse artık dayanamazdı. Hiçbir madde Yu’yu hayatına son vermekten alıkoyamazdı.

 

“Neden böyle nankör bir insanım? Neden başkalarının değerini bilmiyorum?” Aklına bulunduğu yer gelince Sivina’nın yol açtığı soruları kenara bıraktı. “Ama Rie… Onu kurtarmaya söz vermiştim. Söz vermiştim. Söz vermiştim.”

 

Artık merdivenleri daha yavaş çıkıyor, kapıları ilgilenmeden geçiyordu. Az önceki kapı aklına yeterince kötü düşüncenin gelmesini sağlamıştı ve şans eseri kederli bir kapıya denk gelip ağlamak istemiyordu.

 

Tablolara ve kapılara ilgisini kaybettiğinde kulenin küçüldüğünü hissetti. Kalp atışları aynı hızda devam ediyordu ama kulenin içi hüzünle dolmuştu. Sanki tüm bu anılar kulenin özenle seçtiği hediyelerdi de Yu hepsini reddetmişti.

 

En azından kulenin tepesine erken çıkacağı için şanslı olduğunu düşündü. Yukarı çıkıp kendini Rie’nin kollarında rahatlamak, tüm sorunları arkasında bırakmanın ilk adımı olacaktı. Belki sonsuza dek burada kalmayı bile değerlendirebilirdi.

 

“Sonunda,” diye düşündü kulenin tepesine çıktığında. Kötü şeyler yapmış olabilirdi ama yine de Rie’nin kibar davranacağına inanıyordu.

 

Ondan güzel sözler duymak istiyordu, başının okşanmasını istiyordu, başını göğsüne yaslamak istiyordu, sarılmak istiyordu. Burada sonsuza dek kalabileceğini söylemesini istiyordu.

 

Ama tepede bulduğu şey onu bekleyen güzel cadı değil, boşluktu. Koyu taş zeminin üstünde Yu Valarfin dışında hiçbir şey yoktu. Tepedeki yıldıza yaklaştığı için ortamın ısındığını hissedebiliyordu. Terledi.

 

“Rie?” diye seslendi. “Neredesin? Benim burada olmamdan hoşlanmıyor muydun? Geldim işte.”

 

Sesi sessizliğe karıştı ve hiçbir karşılık bulamadı. Tekrar seslendi. “Rie? Rie? Rie?! Neredesin?!”

 

Ona cevap veren kimse yoktu. Ne Rie ne de bir başkası burada değildi. Kızıla boyanmış bir dünyada yalnız başınaydı.

 

“Sen de mi gittin?” diye mırıldandı. “Senin her zaman burada olacağını düşünmeme rağmen…”

 

Dizlerinin üstüne çöktü. Alnını yere vurup öylece beklemeye başladı. Yalnız başına, eskiden bir anlığına da olsa huzur bulduğu yerde öylece duruyordu.

 

“Hak ettiğimi buldum, yani?” düşündü. “Yine de… Bir başıma olsam da sonsuza dek burada kalmak hâlâ iyi bir fikir. Başka ne yapacağım ki? Nereye gideceğim? Tek başıma bir şey yapamam. Söz verdim deyip duruyorum ama bu sözü tutabilecek niteliklerin her birinden yoksunum. Sözümü tutma amacıyla geri dönsem bile yine insanlara zarar vereceğim, buna engel olamıyorum. Burada hapis yatmak en iyi seçenek. Tüm dünya için. Yu Valarfin serbest bırakılmamalı.”

 

Gökyüzü çatlamaya devam ederken ve kırmızı yıldız Yu’yu terden sırılsıklam bırakırken bekledi. Cezasını çekmeye niyetliydi. Gözlerini kapadı ve onun olmadığı bir dünyanın nasıl olacağını düşünmeye başladı.

 

“Rie ve Yurine…” Rie’ye bir suikast planlanmış, bu amaçla getirilen bir canavar ile savaştığı esnada yolu çökerterek Yu’nun aşağıya düşmesini sağlamıştı. “Eğer beni Başak Lütufu’nu kullanarak kurtarmasaydı… Rie yine ölürdü.”

 

İlk ölümünün ardından canlansa bile Keder’i yenmesi mümkün değildi. Rie yine orada ölür, Yurine daha sonra Keder’i öldürmeyi başarsa bile annesinin cesediyle birlikte yanarak ölmeyi tercih ederdi.

 

“Sivina…” Ondan kaçınmak için uğraşsa da kalbinin titremesine engel olamamıştı. “Katilin peşinden gideceklerdi. Dördü de ölecekti.”

 

Hepsi yine Yu yüzünden zarar görmüş olsa da Yu en azından bir kısmının yaşam süresini uzatmıştı. Uzatmasına rağmen hâlâ acı çekiyordu çünkü günün sonunda onlara uzun bir hayat sunmak yerine ilkinden daha kötü bir ölüm vermişti.

 

“Onlar güvendikleri adam tarafından öldürüldü. Yu Valarfin tarafından. Güvendiğin birinin ihaneti, düşmanının oyunlarından daha çok acı vermez mi?”

 

Cornelia ve roaronlar için de durum aynıydı. Yu olmasa öleceklerdi, Yu olduğu için biraz daha yaşadılar ama onları bekleyen son değişmemişti.

 

“Kader… Ne yaparsam yapayım değişmeyecek mi? Rie’yi kurtarmayı başarsam bile ileride yine ölecek… Yine… Her seferinde tekrar mı başlayacağım? Neden… Neden… Neden… Neden… Neden… Neden… Neden benim varlığım da yokluğum da insanlara acı veriyor? Neden…”

 

Onun olmadığı bir dünyanın olduğu dünyadan farkını düşünüyor, hiçbir şey bulamıyordu. Olduğu dünyanın da olmadığı dünyadan bir farkı yoktu ve günün sonunda yaptığı her şey hiçbir anlam ifade etmiyordu.

 

“Öleceğim ve bilincim karanlığa karışacak. Güzel bir hayat yaşamış olsaydım bile bir anlam ifade etmeyecekti. Yaşanan her şey yok olacaktı.” Gözyaşları ile saçından akan terler karıştı. “Hayat… Anlamsız…”

 

Sırtüstü döndü ve yıldıza baktı. Gözünü almıyordu ama yüzünü ona çevirişiyle daha fazla terledi. Hiçbir şey yapmadan beklemek de sıkıcıydı. Ölmeyi isterdi ama ölüm Yu Valarfin’in suçları için yeterli bir ceza olmazdı.

 

“Hmm?” Gözlerini kapamak üzereydi ki duyduğu ses üzerine başını çevirdi. “Hayır, yok artık! Olamaz!”

 

Kulenin kenarlarından uzanan siyah elleri görebiliyordu. Onu takip eden günahları tepeye çıkmaya çalışıyordu. Aniden ayağa kalktı ve kulenin içine girmek için koşmaya başladı ama yukarı çıktığı merdivenlerin önünde bekleyen biri, içeri girmesine izin vermemek üzere orada duruyordu.

 

“Sen! Sen osun!”

 

Merdivenlerin önünde duran kişi anısını gördüğü beyaz siluetti. Hâlâ bir yüzü yoktu ama hemen karşısında duruyordu. Yu’dan biraz daha uzun ve daha kalıplıydı.

 

Ondan korkuyordu ama arkasına baktığında gördüğü ellere kıyasla beyaz siluet çok daha güvenilir gözüküyordu. Ona doğru koştu ve önüne geldiğinde merdivenlerden aşağıya inmek için onu itmeye çalıştı.

 

“Yalvarırım! Yalvarırım, bırak geçeyim!”

 

Gölge yığını ile karşılaşmak istemiyordu, korkuyordu. Suçlarının bir başkası tarafından yüzüne vurulacak olması onu dehşete düşürüyordu. Siluet ise sanki Yu’nun canavarının onu yemesini istermiş gibi merdivenleri koruyor, geçmesine izin vermiyordu.

 

“NEDEN! NEDEN BENİ BURADA TUTMAYA ÇALIŞIYORSUN?!”

 

Yu’nun öfkesi zarif bir tekmeyle karşılandı. Adam ayağını kaldırıp Yu’nun karnına geçirdi ve onu gölgelere doğru fırlattı. Ellerin ona dokunduğu hisseden Yu çığlık atarak onlardan kaçındı ve zeminin ortasına doğru emekledi.

 

Beyaz siluet konuştu. “Sen olmaktan iğreniyorum.”

 

Kelimelerindeki duygu sesine işlemiş, sesi de Yu’nun kalbine işleyip ruhunu adeta parçalara ayırmıştı.

 

“Hayır, ben olmandan iğreniyorum.”

 

Henüz siluetin sözlerinin yarattığı şoku atlatamamıştı ki yeni bir siluet yeni bir cümleyle aralarına katıldı. Bu yeni siluet de beyazdı ve bir erkeğe aitti. Vücut ölçüleri Yu’ya daha yakındı.

 

“Yüz karamızsın.”

 

Siluetlerin sayısı hızla artarken Yu’nun da etrafı çevrildi. Hemen hemen hepsi aynı anlama gelen hakaretleri sıralıyordu. Hatta aralarında Yu’nun anlamadığı dilleri konuşanlar bile vardı.

 

Siluetler arasında Yu’dan kısa olan tek siluet bir kadına aitti. Saçları kısa kesilmişti ve hatırladığı kadarıyla annesine eşit bir boya sahipti. Onun annesi olabileceğini düşündü ve ona uzanmak istedi ama o siluet de duymak istediği sözleri söyleyip, ona kucak açmadı. Onun yerine diğerlerinin hakaretlerine katıldı.

 

“Bizim aramızda olmayı hak etmiyorsun.”

 

Hakaret ve aşağılamalara maruz kalan Yu, aralarında olmayı hiç istemediği bir grup insan tarafından reddediliyordu. Onlara karşı çıkmak, daha ağır hakaretlerle karşılık vermek isterdi ama korkusu onu bunu yapmaktan alıkoyuyordu.

 

“Burada istenmiyorsun,” dedi bir siluet.

 

“Burada durmayı hak etmiyorsun,” dedi bir başkası.

 

“Onu görmeyi hak etmiyorsun,” diye ekledi bir başka siluet.

 

Yu onlardan kaçmak, uzaklaşmak istedi ama gidecek bir yeri yoktu. Etrafı siluetler tarafından, siluetlerin etrafı da Yu’nun günahlarından oluşan gölge yığını tarafından sarılmıştı.

 

“Burayı terk et, yüz karası!” dedi ilk karşılaştığı siluet. O diğerlerinden daha asil bir görünüme sahipti.

 

Onun sözüyle diğer siluetler iki yana çekildi ve Yu için bir yol açtı. Yu arkasına baktığında kulenin tepesine ellerini koymuş gölge yığınını görebiliyordu.

 

“Hayır!” diye bağırdı. “Bana en azından bir kılıç ver! Benim kılıcım yatağımın yanındaydı. Siyah, bir arkadaşım tarafından bana verilmişti. En azından onu ver! O zaman! O zaman onu yok edebilirim!”

 

“Kızını öldürenleri yok ettiğin gibi mi?” diye sordu siluet.

 

Yu yutkundu ve kırılan kalbiyle birlikte verebileceği cevabı düşündü. “H-hayır… Öy-öyle değil…”

 

“Ya da kurtarmaya yemin ettiğin kadını ölüme terk ettiğin gibi?”

 

“Hayır! Benim- benim o zaman bir kılıcım bile yoktu! Ben güçsüzdüm! Zayıftım! Eğer şu anki ben orada olsaydı-”

 

Siluet, Yu’nun bahanelerini yarıda kesti. “Bahanelere sığınan bir zayıf, bir silahşor olmayı hak etmiyor. Öl ve senden daha iyi biri yerine geçsin.”

 

“Herhangi biri senden daha iyi olurdu,” diye fısıldadı diğer siluetler. “Ölmen en iyisi olur.”

 

Siluetler üzerine yürümeye başladığında Yu istemsiz bir şekilde kendisi için açılan yolda yürüdü. Vücudu terden sırılsıklamdı, ateşi vardı. “Hayır,” diye sayıkladı.

 

“Hayır… Gelmeyin… Böyle olmayı ben istemedim, biliyorsunuz… Hayır… Hayır, hayır! Hayır! Hayır!”

 

Yu kulenin sınırına kadar geldi ve ayağı, gölgenin içinden çıkan ellerden biri tarafından yakalandı. Sonra bir diğer el bacağını tuttu.

 

“Yalvarırım… Yapmayın…”

 

Siluetler onu dinlemedi ve ilk siluet önüne gelip elini, göğsüne koydu. “Öl ve yerine onu hak eden biri gelsin.”

 

“Kaç asır sürerse sürsün,”

 

“Bizim aşkımız bitmeyecek.”

 

Yu’yu itti. Yu gölgenin içine çekilirken bağırmaya devam ediyordu. Bir elini kaldırdı ve parçalanan gökyüzünde duran kızıl yıldıza uzanmayı denedi.

 

Eli alev aldı.

 

***

 

“Hayır! Hayır! HAYIR!”

 

Yu yattığı yer yatağından fırladı, vücudu terden sırılsıklam olmuştu. Yüzü kıpkırmızıydı ve dehşet yanaklarını germişti.

 

Sağ eli yanmıştı. Yıldıza uzanmaya çalıştığında, tam da onu avuçlarının içine aldığını düşündüğü anda alev almıştı. Elinin hâlâ alev aldığını düşünerek söndürmek istedi ve savurdu.

 

“Ah!”

 

Eli, Amelia’nın eline çarptı ve kadının tuttuğu kâse yere düştü. Kâsenin içinden yere dökülen sıvı Yu’nun acısını geçirmekle görevli maddeydi.

 

“Bu ne?!” duyduğu seslerle birlikte gözleri seyirdi, elleri titredi. Şehirdeki tüm çanlar çalıyordu.

 

“AAHHHHHH!” Canı yanıyordu. Yaraları acıyordu. Çığlığı ile bir kez daha aşağıdaki bebeği uyandırdı. Bebek ağlamaya başladı ve Yu’nun çığlıkları ile çan sesleri devam etti.

 

Amelia yeniden şifa iksirini Yu’ya getirdi. Yu saldırırcasına kızın eline uzandı ve oradan iksiri kaptığı gibi başına dikti. Ağzını silme zahmetini bile göstermeden Amelia’yı kendine çekti ve dudaklarını öptü.

 

“Dur!” dedi Amelia. “Yapma! Sabah oldu!”

 

Yu ne yaptığının farkında olmadığı için Amelia’nın itirazları ona etki etmedi. Onu öpmeye devam etti ve bir kez daha yer yatağına yatırdı.

-------------------------

06.07.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr