Cilt 4 - Bölüm 8: Insania, Waltz (1/2)

avatar
381 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 8: Insania, Waltz (1/2)


“Umarım… Umarım…”

 

Canı acıyordu. Sırtındaki acıyı hafif de olsa hissediyor ve ilacın etkisi yokken kılıcı tutan eli yanıyordu. Bu yüzden sargı bezleri ile kapladığı kılıcını sıkmıyordu. Zaten şimdilik kullanmak gibi bir niyeti yoktu, sadece her ihtimale karşı yanında tutuyordu.

 

Üzerinde bir cübbe vardı ve cübbenin kapüşonu ile başını kapatmıştı. Sol kolunu, parmak uçlarına kadar sargı bezleriyle kaplamıştı. Onu görenler oldukça tekinsiz biri olduğunu söyleyebilirdi.

 

“İhtiyacım var, iksiri bulmak zorundayım. Onu istiyorum. İstiyorum.”

 

Delirmemişti, Yu Valarfin delirebilecek kadar şanslı birisi değildi. Tabii böyle olması onun sağlıklı kararlar aldığını da göstermiyordu.

 

Dün gece Rager’in evine gelen grubun ondan şifa iksiri aldığını biliyordu. Ellerinde bir sürü olmalıydı. Eğer onları bulursa öldürebilir veya bir şekilde ellerindeki iksirleri çalıp kendisi kullanabilirdi.

 

İksirin tutulduğu odanın tahta kapısını kırarak iksiri elde etmek daha kolay bir çözümdü ama bunun uzun süreli sonuçları kötü olabilirdi. Ölme riskini alıyor ama hayatını umursayamıyordu, bu yüzden Yu böyle meşakkatli bir yol seçmişti.

 

Beyni, kalbi ya da penisi tarafından değil; yalnızca nefsi tarafından kontrol ediliyordu. İnsanların arasından sıyrıldı, ara sokaklara girdi ve oradan şehrin ücra köşelerine doğru yer aldı.

 

Burada kraliyeti kutlayan pek kimse yoktu. Sokaklar pis, dar ve karanlıktı. Bu sokakların sakinleri kim gelirse gelsin hayatlarının değişmeyeceğini düşünüyor olmalıydı.

 

“Vermia harbiden uğruna ölmeye değecek güzellikte değil. Şehre bak amına koyayım. İki adım yürüdüm geldiğim yerlere bak.”

 

Yürüdüğü sokak loş ve rutubetliydi. Yoğun bir lağım kokusu Yu’nun burnuna geliyordu. Muhtemelen üstüne de sinecekti. Sokak o kadar dardı ki iki kişi yan yana gelip kollarını açamazdı.

 

Yu sokağın yukarısından akan sarı bir sıvının üstüne bastı, biraz daha ilerlediğinde su köpürmüştü. İlerlemeye devam ettiğinde küçük pencerelerin ardındaki insanların kendisine baktığını fark etti. Mor gözlerini kaldırıp hangi pencereye baksa birileri ile göz göze geliyordu.

 

Onları yadırgayamazdı. Yu şu anda cübbe giymiş bir yarı-mumyayı andırıyordu. Tuhaf giyinişinin üstüne bir de sırtı ve elinin acısı yüzünden ara sıra kasılan vücudu eklenince onu izleyenlere tamamen bir ucube gibi görünmekteydi.

 

Akan köpüklü sudan kaçınarak ellerindeki taşları birbirine vuran iki pasaklı oğlan çocuğu, Yu onlara yaklaştığında birbirine yanaştı ve ondan mümkün olduğunca uzak durmak için sırtlarını duvara dayadı.

 

“Böyle bir sokağa hangi aptal çocuklarını salar ki?” diye düşündü çocukların yanından geçerken.

 

Tam onları arkasında bırakmıştı ki bir anda durdu ve çocuklara geri döndü. Onun ani hareketinden korkan iki çocuk da yere düştü. Biri hemen kalkıp sokağın aşağısına doğru koşmaya başladı ama diğeri titreyen bacakları yüzünden ayağa kalkmayı başaramıyordu.

 

“Burada kötü insanlar var mı?”

 

Çocuğun çenesi titremeye başladı, cevap veremiyordu. Çocuğu korumak isteyen biri evlerin birinden çıkıp kendisini öldürtmeden önce Yu istediğini alıp gitmek istiyordu. Acısı yavaşça arttığı için daha fazla vakit kaybedemezdi.

 

“Ailenin gitmeni istemediği yerler var mı?” Çocuk yine cevap veremedi. Yu paçalarından akan idrarı gördü. “Airenin uzak durmanı istediği yerrer var mı?”

 

Bu sefer onlar gibi konuşmayı denemişti.

 

“İnş-in-at…” diye sayıkladı çocuk. “İnşa-t… İnşa-tın arkası…”

 

“İnşaat? Orası neresi?”

 

Çocuk parmağıyla az önce yaslandığı duvarı işaret etti. Dudaklarını oynattı ve mırıldandı. Yu hiçbir şey anlamamıştı.

 

“O evin arkasında olduğunu mu söylüyorsun?”

 

“Akr-arkasına.”

 

Yu evin duvarına baktı. Yukarı tırmanmak için tutabileceği herhangi bir şey görmüyordu, yalnızca boş ve gri bir duvardı.

 

“Öyleyse ileriden bir yol arayacağım. Sonra da o çetenin o kısımlarda olduğunu umacak ve aramaya devam edeceğim.”

 

Düşündüğü gibi yaptı ve üzerine gelen duvarların arasında yürümeye devam etti. İleride üçe ayrılan bir yol gördü. İlk yol bir dönemecin ardından geldiği yönün tersine ilerliyordu. Karşısında duran ikinci yol yalnızca bir çocuğun zar zor geçebileceği darlıktaydı ve farklı evlerin bulunduğu bir meydana çıkıyordu.

 

Üçüncü yol ise çocuğun gösterdiği yöne doğru ilerleyen çapraz bir sokağa çıkıyordu. O sokak da ilki kadar dardı ama binaların çarpıklığından ötürü daha karanlık gözüküyordu.

 

“Şurada bir yangın çıksa tüm evler kolayca tutuşur. Aptal Vermialar, böyle şehir mi yapılır?”

 

Tamamen yok olsa üzülmeyeceği bir şehirdi. Böyle stratejik bir konumda, verimli toprakların üzerinde olup da bu kadar harika bir manzaraya sahip şehri çarpık ve çirkin binalarla doldurmak ihanetten başka bir şey olarak adlandırılamazdı.

 

Çamaşırları iki ev arasında uzanmış ipe bağlayan orta yaşlı bir kadın, Yu’nun gelişini fark ettiği gibi elindeki çamaşır sepetini aldı ve evine girdi.

 

Biraz daha yürüdüğünde bir evin kapısının önünde uyuyan yaşlı bir adam gördü. Adamın giydiği kıyafetin yarısı yırtıktı ve yüzü de pek çok yumruğun izini taşıyordu. Yüzündeki kırışıklıklara rağmen hâlâ sarı olan sakalları bu izlerin bir kısmını saklamıştı.

 

“Hey, ihtiyar,” diye seslendi yaşlı adama. Ayağı ile dürtüyordu. “İhtiyar, uyan. Uyan yaşlı adam, bir şey soracağım.”

 

Adam uyanmayınca Yu daha sert dürttü. Adam uyanmak yerine sol kolunun üstüne düştü ve ağzından salyalar akıtarak uyumaya devam etti.

 

Arkasında yaşlı bir adamın sesini duydu. “O uyanmaz.”

 

Sol kolunu bir silah gibi kaldırıp hızla arkasını döndüğünde, evinin penceresinden ona seslenen kel adamı korkutmuştu.

 

“S-sen… Sen kimsin?” diye sordu korkan adam.

 

Yu onun sorusunu görmezden geldi. “Neden uyanmaz?”

 

Bir yandan da tetikteydi. Sağlıklı kararlar alabilecek durumda olmasa da hâlâ Yu Valarfin’di ve hâlâ zeki bir adamdı. Bunun basit bir tuzak olduğunu düşünmüştü. Penceredeki adam konuşarak dikkatini dağıtacak ve uyuyor numarası yapan adam o arkasını döndüğünde saldıracaktı.

 

Bunun yaşanma ihtimaline karşı sol elinin parmaklarını ona saplamak üzere tetikte bekliyordu.

 

“Kafayı çekiyor da ondan,” diye cevap verdi penceredeki yaşlı adam. Yu’dan hâlâ korktuğu belliydi ama cevaplamaktan çekinmemişti.

 

“Neyle? Alkol mü? Yoksa…” Yüzüne büyük bir gülümseme yerleşti ama ağzını kapatan peçe yüzünden konuştuğu kişi göremiyordu. “Farklı bir şey mi kullanıyor? Onu mutlu eden ve sonra uyutan bir şey?”

 

Yaşlı adam yeni bir cevap vermeden önce tereddüde düştü. “Şu çetenin sattığı zehirden,” diyerek başını salladı. “Gençsin, değir mi? Kendine yazık etme evradım.”

 

“O çete nerede?”

 

Penceredeki adam cevap vermekte bir kez daha tereddüt edince Yu hızla ileri atıldı ve yaşlı adam geri çekilmeden önce onun yakasını yakaladı.

 

“NEREDE!”

 

“E-eski inşaatın orada!”

 

Yu, yaşlı adamı kendine doğru çekti. “Orası nerede? Hızlı ol!”

 

“Düz irerre, sokak ararına mak, göreceksin! Mırak meni!” Yaşlı adam ağlıyordu. Kısa süre sonra onun arkasında yaşlı bir kadın belirdi.

 

Kadın da Yu’dan korkmuştu ama yaşlı adamı kurtarmak için onun eline sarıldı ve parmaklarını çözmeyi denedi.

 

“Kaç kişiler? Silahları neler? Nasıl insanlar?”

 

Yu adamı yakasından tuttu ve pencereden dışarı çıkardı. Yaşlı kadın ağlarken sağ elinde tuttuğu sargılı kılıcını adamın boğazına dayadı.

 

“Hızlı olmak hayatın için faydalı.” Canı yanıyordu. “Canını almadan önce konuş.”

 

“Mirmiyorum, on kişi faranrardır, merki daha az. Tek mir yerde değirrer ki! Yemin ederim mirmiyorum! Çete işte! Sopararı faran var!”

 

Yaşlı adam can havliyle konuşabildiği kadar hızlı konuşmuş, hatta Yu onun böyle seri konuşmasına şaşırmıştı. Kılıcını çekti ve adamın söylediği tarafa doğru yürümeye başladı.

 

Dışarıya çıkarken birkaç sigara almış olmayı diledi. Vücudundaki yaraların verdiği acı belirginleştikçe zihni de açılıyor ve geçmişten gelen düşünceler aklını işgal ediyordu.

 

Bu düşüncelere tek bir saniye dahi olsa katlanmak yerine canını daha fazla yakmayı tercih etti. Sağ eliyle kılıcını sıktı ve acısını omzuna kadar hissederek hırladı.

 

Yürürken sürekli olarak açılan ara sokaklara bakıyordu ama yaşlı adamın dediği şekilde bir inşaat göremiyordu. Ortada soru sorabileceği birisi kalmadığını düşünürken bir sonraki ara sokaktan yalpalayarak çıkan bir adam gördü. Elindeki kâsenin içini yalıyordu.

 

“Sen,” dedi Yu hırıltılı sesiyle. “Burada bir inşaat varmış… Sen…”

 

Adam kâseyi indirdiğinde yüzünün yarısının yanık olduğunu gördü. Saçları da başının yalnızca yarısında çıkıyordu. Yüzünün yanmayan yarısının da sağlam olduğu söylenemezdi, siyah gözlerinin altı morluklar ve yaralarla doluydu.

 

“Ha~ sen de mi bundan istiyorsun?” Adam elindeki boş kâseyi gösterdi. “Olmaz! BENİM! BANA AİT! BANA! HAHAHA! SEN ANCA SİKİMİ ALIRSIN!”

 

Adam birden pantolonunu indirdi ve Yu şaşkınlıkla adamın bacaklarının arasındaki deliğe baktı. Testisleri oradaydı ama penisinin olması gereken yer kırmızı etle kaplanmış, ortasında siyah bir delik kalmıştı.

 

“Ah… Sikimi unutmuşum…” Adam kıkırdadı. “Nerede unuttum acaba? Sen görd-”

 

Yu’nun sol elinin dört parmağı, adamın boğazının içindeydi. Elini biraz daha ilerletti ve başparmağını adamın boynuna batırdı. Çok kolaydı. Birini öldürmek o kadar kolay olmuştu ki Yu yapabildiği bu eylem karşısında kendini inanılmaz güçlü hissediyordu.

 

Parmaklarına bulaşan kan sargı tarafından emilirken Yu’nun eli kırmızı bir görünüm aldı. Adam nefes almayı bile denemiyordu, yüzü hâlâ gülümser hâldeydi. Yu elini geri çekip adamın boğazından büyük bir parça kopardı. Ortaya çıkan kan miktarı muazzam ölçüdeydi. Yu’nun vücudunun önü kana bulanırken öldürdüğü adam yere yığıldı.

 

“Tecavüzcüler hadım edilir. Hadım edilmişti. Onu öldürmedim, onu infaz ettim. İnfaz ettim. Adaleti sağladım.” Pençeyi andıran eline baktı. “Delirmiyorum. Hâlâ sağlıklıyım. Ben bunu kendi isteğimle yaptım, gördüğüm an karar verdim. Dünyadan bir pisliği sildim. Bundan zevk aldım… Ölüm…”

 

Ölüm, ondan Yurine’yi almıştı.

 

“Misilleme. Eğer ölüm can istiyorsa ona verebilirim. Ben insan öldürebilirim. Yapabilirim.”

 

Adamın cansız vücudu yerde yatıyor ve bulunduğu yerde kandan oluşan küçük bir birikinti oluşturuyordu. Yu onun cesedinin üstüne bastı.

 

“Onu öldürdüm. Daha önce de insan öldürmüştüm ama bu… Bu çok farklı…” Gülümsemiyor, üzülmüyor, yüzünde herhangi bir ifade göstermiyordu. “Bunu yapmayı ben istedim.”

 

Adamın cesedini biraz daha çiğnedi. Yetmeyince ayağını kaldırdı ve tekmelemeye başladı.

 

“Ölüm! Eğer ölüm can istiyorsa ona istemediği kadar çok vereceğim! Ölümden intikam alabilirim! Saçma olduğunu biliyorum. Yu Valarfin bunun ne kadar saçma olduğunu anlayabilecek bir adam! Ama yine de! Yine de! Yine de!”

 

Adamın cesedini tekmelemeye devam ederken üzerine de kan sıçratıyordu. Kanın kokusu keskindi, soğuktu.

 

“Öldürmek… Acımı unutturuyor.”

 

Öldürdüğü esnada ne sağ elinin ne de sırtının acısını hissetmişti. Yurine ile ilgili herhangi bir şey düşünmüyordu. Öldürdüğü esnada beyaz, gri ya da siyah değildi. Öldürdüğü o küçücük anda çok istediği hiçliğe kavuşmuştu.

 

Bir saniye, hatta bir saniyeden de daha az sürmüştü ama huzurun süresinin bu kadar kısa olması onu yalnızca daha değerli yapıyordu.

 

Etrafına baktı, hiç kimseyi görmedi. Cesedi ezerek üstünden geçti ve onun çıktığı sokağa girdi

 

Gülümsedi. “Bu kadar kolaydı demek.”

-------------------------

09.07.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr