Cilt 4 - Bölüm 11: Banshee (2/2)

avatar
350 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 11: Banshee (2/2)


Ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Onları öldürmek için yanıp tutuşuyordu ama eğer tuzak kurup aniden saldırmazsa onları öldürmesi mümkün değildi. Halk tabakasında yer alan zayıf insanlar olsalar bile sayıları artınca Yu’nun onların biraz üstünde olan fiziksel kuvveti yetersiz kalıyordu.

 

“Yanıp tutuşmak... Ben bunları yaksam nasıl olur?”

 

Fenerinin üstündeki kıyafeti kaldırdı ve ışık tekrar çatıyı aydınlattı. Yerden taş toplayıp kıyafetine sarabilir, sonra kıyafetini yakıp elindekileri kiliseye atabilirdi. Elbet birkaçı bir yangın başlatmaya yeterdi.

 

Bunu yaparak kendisine ihanet eden kişinin de acı içinde ölmesini sağlardı. Nereden bakarsa baksın yaptığı planda bir kusur göremiyordu. Hatta zekâsıyla gurur duymasını sağlayacak kadar iyi bir plan yapmıştı.

 

Aşağı atladı, kimse yoktu ve bıraktığı şarap şişesi de fark edilmediği için yerinde duruyordu. Şişeyi aldı ve içindeki tüm şarabı bitirene dek hiçbir şey yapmadı. Bitirdiğinde içtiğinin bir kısmını geri kustu.

 

Sağ elinin tersiyle ağzını sildikten sonra yere baktı. Aradığı büyüklükte taşları bulması fazla vaktini almamıştı. Hatta bulduğu taşlar şekil itibariyle fırlatmaya çok müsaitti. Taşları sırayla çatının üstüne fırlattı, toplam yedi taşı vardı.

 

Tekrar çatının üstüne çıktı, kıyafetini çıkarıp taşları içine koydu ve elindeki eşyalar ile birlikte birbirine yakın olan çatılar arasında zıplayarak kiliseye yaklaştı. Sol eliyle yanan taşları fırlatabileceği bir konuma geldiğinde durdu. Kilisenin hemen önünde beklemeye başlayan dört kişi vardı.

 

“Buradan görürler...”

 

Bekçilerin bakmadığı cepheye geçmesi lazımdı, aksi takdirde yanan ateşi fark edeceklerdi. Yolunu biraz daha uzattı ve en sonunda daha önce şifa iksirini aldığı odanın tarafında uygun bir konum buldu.

 

“Burası iyi,” dedi kendi kendine. “Şimdi siktim sizi.”

 

Kıyafetinin parçalarını kılıcıyla kestikten sonra sırayla taşlara sardı. Tüm taşlar sıkıca sarıldığında ilk taşın ucunu fenerin içine soktu ve alev alana kadar bekledi. Ardından o taşla diğer taşları yaktı. Elinde yanan yedi taş vardı ve taşlar sönmeden önce onları fırlatmalıydı.

 

Sol eline ilk taşı aldı, eli yanmıyordu. Elinde ne acı ne de sıcaklık vardı. Sol eliyle atış yapma konusunda fazla deneyimli olmadığı için ilk taşı kaçırdı taş kilisenin duvarının önünde büyüyen çalıların arasına düşüp kısa sürede parlak alevlerin yükselmesini sağladı.

 

“Kilisenin içine atacaksın aptal Yu.”

 

İkinci taş kilisenin cam takılmamış penceresinden içeri girdi. Taş yere düştüğünde çıkan sesi Yu duymuştu ve diğerlerinin duymaması mümkün değildi. Hemen üçüncü taşı attı, bu sefer farklı bir pencereyi seçmişti.

 

Dördüncü taşı da tutturamadı ve taş kilisenin duvarına çarpıp toprak zemine düştü. Bu esnada kilisenin içindekiler gürültüyü fark etmişti. Sesin geldiği yöne doğru ilerlemiş, çalıların arasından alevlerin yükseldiğini görmüşlerdi.

 

“ANANI SİKEYİM YANGIN VAR!” diye bağırdı biri.

 

“RAN KOŞUN RAN! SÖNDÜRÜN!”

 

Yu hızlıca altıncı ve yedinci taşı attıktan sonra feneri sağ eline aldı ve kilisenin çatısına doğru fırlattı. Kilisenin yıkık çatısından içeri giren fenerin insanları öldürdüğü salona düştüğünü tahmin ediyordu.

 

“ORADAN ATIYOR OROSPU ÇOCUĞU!” diye bağırdı biri.

 

“KOŞUN YAKALAYIN RAN!”

 

“RAN KAÇIN YANIYOR!”

 

“SÖNDÜR ŞUNU SÖNDÜR!”

 

“OROSPU ÇOCUĞU YANGIN MU! NASIR SÖNDÜRERİM YANGINI!”

 

Yarı çıplak Yu ayağa kalktı ve kilisenin dışına çıkanları izledi. Hayal ettiği gibi olmamıştı, onların ateşin arasında kalacağını ve yanarak can vereceklerini düşünmüştü.

 

Kiliseden çıkıp ileri doğru açılan insanlar Yu’yu gördü. Elleriyle onu işaret edip ve bağırdılar.

 

“ÇATIDA!”

 

“YAKTI HER YERİ OROSPU ÇOCUĞU! YAKARAYIN, SİKİN ANASINI!”

 

Yu ne olacağını merak ediyordu. Çatıya çıkıp onu kovalayacaklardı ama nasıl çıkacaklarını bilmiyordu. Neler olacağını görmek için bekledi.

 

Çatıya çıkmanın cevabı merdivendi. Çatıya merdiven dayamışlar ve merdiveni kullanarak yukarı çıkmaya başlamışlardı. Yu yaklaşıp merdiveni çıktıkları esnada onları öldürmesin diye yerden buldukları taşları atıyorlardı.

 

“SEN İNSANRARA SÖYRE YANGIN VAR! MİZ DE MUNU ÖRDÜRECEĞİZ!”

 

Çatıya ilk kişi çıktığında Yu koşmaya başladı. Sesleri duyarak uyanan insanların yarattığı kargaşayı işitebiliyordu. Binalar birbirine yakın olduğu için çatıların üstünden kolayca atlayarak ilerledi ve arkasındakilerden yeterince uzaklaştığını düşününce durup başını çevirdi.

 

Hızlı koşan iki tanesi ona yetişmek üzereydi, diğerleri ise arkada kalmıştı. Yu durdu ve o ikisinin yanına gelmesini bekledi.

 

“Oğrum mu herif niye durdu ran?” diye sordu elinde sivri bir sopa tutan.

 

“Harbi yaratık ran mu?! Erine mak!” dedi elinde iki başlı bir tırpan tutan.

 

Yu ona saldıracaklarını düşünmüştü ama ikisi bir kez daha zıplayıp Yu’nun çatısına gelmeye tereddüt ediyordu. Yu kılıcını kaldırıp onlara doğrulttu ve gelmeleri için sol eliyle onları davet etti.

 

“Ememizi sikmesin, mekre,” dedi sivri sopalı.

 

Adamlar gelmek yerine beklediler. Onun peşinden gelmişlerdi ama iki kişiyken Yu’ya yaklaşıp onunla yüzleşmeye korkuyorlardı. Yu gelmeyeceklerini anladıklarında arkadaşları onlara yetişmeden önce koşmaya başladı.

 

Güçsüz düşmüş olsa bile diğerlerinden daha iyi besleniyordu, vücudu yirmi birinci yüzyılda yaşayan birinin vücuduydu. Daha çevikti, daha güçlüydü ve onlardan daha dayanıklıydı. Bu yüzden onlardan hızlı koştu ve mesafeyi iyice açtıktan sonra yere indi.

 

“Sikeyim, hayal ettiğim şeyleri yapamadım.” Yere tükürdü. “Buradan gideceğim. Amelia başıma bela olmasın. Nasıl çıkacağım şehirden o sıkıntı.”

 

Gelen giden yoktu, hiçbir ses duymuyordu. Yaktığı yerden parlayan kırmızı ışığı görebiliyordu ama henüz bu ışık herkesi uyandırmaya yetmemişti.

 

Ya da Yu o kadar hızlı koşmuştu ki arkasındakilerin uyandığını göremiyordu. Her koşulda şu anda burada bir hareketlilik yoktu. Rager’in evine doğru yürüdü.

 

“Benim yanımda para vardı, Rager getirmişti. Onları alayım da kapıları tutan muhafızlara veririm. Beni dışarı salsınlar.”

 

Rager’in evinin kapısı hâlâ açıktı ve içeri hiç kimse girmemişti. Yu kapıdan içeri girdi ve burnu cesetler yüzünden oluşan iğrenç kokuyla karşılaştı. Henüz yeni öldükleri için direkt olarak parçalanmamış cesetlerden gelen koku yoğun değildi ama kan ve Yu’nun ortaya çıkardığı organlar berbattı.

 

Üstelik yarısı altına sıçmıştı ve dışkının kokusu Yu’nun gözlerini yakıyordu. Koşarak üst kata çıktı ve eşyalarının bıraktığı yerde durduğunu gördü. Aldığı ilk şey ablalarına ait yüzüklerdi. Şu anda onlara karşı bir bağ hissetmiyordu ama yine de alıp boynuna astı.

 

Daha sonra içinde yedi altın bulunan küçük keseyi aldı. Altınları eline döktü ve pantolonunun cebine soktu. Yanına almak istediği başka bir eşya yoktu.

 

“Ama... Hizmetleri karşılığında bu aciz insanlara iki altın bırakayım.”

 

Rager’in laboratuarının kapısı kilitli mi diye hiç bakmadan tekme attı ve içeri girdi. Ardından cebinden iki altın çıkararak masanın üstüne bıraktı.

 

“Bir dakika,” dedi. “Burada bir yerde olsa gerek.”

 

Masanın altını ve dolapları karıştırdı. En sonunda aradığı şeyi bir dolabın üstünde buldu. Rager, Yurine’nin beyaz elbisesini katlayıp dolabın üstüne yerleştirmişti. Yu kıyafeti aldı ve hiçbir şey düşünmeden beline sardı.

 

Tekrar merdivenlerden indi, cesetleri geçti ve sokağa geldi.

 

Bu sefer bir hareketlilik vardı. İnsanlar toplanmıştı ve şehrin değersiz kesimlerinden yükselen alevleri izliyorlardı.

 

“S-sen nesin?” diye sordu onu gören yaşlı bir kadın.

 

Adamlar, kadınlar ve çocuklar bir anda Yu’ya bakmaya başladı.

 

Yu sol elini kaldırdı ve sivri parmaklarına baktı. Daha sonra siyah kılıcıyla evin içini işaret etti. Aralarından biri gelip evin içine baktığında çeteye ait insanların cesedini görüp kusmaya başladı.

 

“Ragerin airesi-”

 

“Hayır.” Yu konuşan adamı susturdu. “Sizi rahatsız eden çete bu değil miydi? Tanrı benden onları cezalandırmamı istedi ve cezalandırdım.”

 

İnsanlardan bazıları Rager’in evinin önüne gelerek kapıdan içeri baktı. Bazıları dayanamayıp kustu ama hepsi Yu’nun doğru söylediğini gördü.

 

“Rager ve ailesi komşularından birinde, güvende... Ama sonsuza dek güvende kalmayacak. Tanrının elçisi olarak sizi uyarmaya geldim.”

 

İnsanlar hipnotize olmuş gibi Yu’ya baktı. Yu yakışıklıydı, karizmatikti, yalnızca orada durması bile insanların yarısını etkilemeye yeterliydi. Karşılarındaki çekici delinin ne diyeceğini merak ettiler.

 

“DİN ERDEN GİDİYOR!” diye bağırdı Yu. Onlar gibi konuşmuştu. “DİN ERDEN GİDİYOR! TANRININ DÜŞMANI YU ZAO’YA HİZMET EDEN ASKERRER ŞEHRİ ERE GEÇİRİYOR. TANRININ KİRİSERERİNİ KAPATAN ASKERRER! SONRA HERKES MUNU KUTRUYOR! SİZ TANRIDAN MİRAZ ORSUN KORKMAZ MISINIZ?!”

 

Yu’nun zırvalarını soluksuz bir şekilde dinliyorlardı. Gözleri ve ağızları açıktı, bazılarının elleri titriyordu ve bazıları dizlerinin üzerine çökmüştü.

 

“TANRI MU KÂFİR YUVASI ŞEHRİ CEZARANDIRMAK İÇİN CEHENNEMİN AREVRERİNİ SERMEST MIRAKTI! TÜM KÂFİRRER YANACAK! EĞER EVRERİNİZİN, MARRARINIZIN VE AİRERERİNİZİN MERHAMET GÖRMESİNİ İSTİYORSANIZ MENİ DİNREYİN, TANRININ SİZİ YORA SOKMAK İÇİN GÖNDERDİĞİ ERÇİYİM MEN. SİZİN GÜNAHRARARINIZRA ŞEKİR MURDUM! MENİ SOKTUĞUNUZ HÂRE MAKIN!”

 

Sol elini onlara gösterdi. Üzerinde hâlâ kan vardı.

 

“TANRI GÜNAHRARINIZIN MOYUTUNU GÖSTERMEK İÇİN ERİMİ MU HÂRE GETİRDİ VE MANA DEDİ Kİ; SEVGİRİ ERÇİM, GİT VE YORDAN ÇIKMIŞ KURRARIMA SÖYRE, MEN MERHAMETRİYİM, MAĞIŞRAYICIYIM. MU GECE ONRARIN ÜZERİNE AREVRERİRİMİ SARIYORUM. MENİ SEVENRER, MENİM MERHAMETİMİ İSTEYENRER KÂFİR KRARIN TÜM DESTEKÇİRERİNİ ÖRDÜRSÜN! GÜNAHRARINI ANCAK MÖYRE TEMİZRERRER, ONRARI ANCAK MÖYRE AFFEDER VE MU AREVRERİN ÜSTÜNE YAĞMURUMU GÖNDEREREK ONRARI MAĞIŞRARIM!”

 

Yu gülümsedi ve etrafını saran kalabalığa baktı. Kimi korkuyor, kimisi ise kutsanmış gibi gülüyordu. Emin olduğu bir şey vardı ki o da etkileyici olduğuydu. Tanrı kavramının bu kadar baskın hissedildiği bir dünyada, tanrıdan başka hiçbir şeyi olmayan insanların arasında dile getirdiği bu kelimeler hepsinin içine sinmişti.

 

“Sen...” dedi bir adam. Yu’ya bakan yaşlı kadına sesleniyordu. “Senin oğrunu mu samah kutramada gördüm...”

 

Yerden aldığı bir taşı kadının kafasına geçirdi. Kadın tek darbede yere yığılmıştı.

 

“SEN NASIR ONUN OĞRUNU GÖRDÜN Kİ! SEN DE ORADAYDIN, DEĞİR Mİ? MİZDENMİŞ GİBİ DAVRANMA KÂFİR PİÇİ!”

 

İki adam kadını öldüren adamın üstüne atladı ve onu boğmaya başladı.

 

İnsanların birbirini kraliyet yandaşı olmakla suçlayıp saldırması yalnızca saniyeleri almıştı.

-------------------------

14.07.2022 – 03:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47018 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr