Cilt 4 - Bölüm 11: Banshee (1/2)

avatar
368 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 11: Banshee (1/2)


Elindeki şişeyi arada sırada kafasına dikerek ilerliyordu. Ona yolu gösteren adam önünde topallayarak yürüyor, evlerin duvarlarından destek alarak ayakta kalıyordu. Yavaş bir yolculuktu.

 

“Amına koduğumun dünyasının gidişi var dönüşü yok amına koyayım.”

 

Topallayarak yürüyen adam arada sırada arkasına bakıyor ve Yu’nun onu takip ettiğinden emin oluyordu.

 

“Doğru diyorsun ağamey...” dedi yaşı ondan büyük olmasına rağmen.

 

“Doğru... Doğru...” Yu kelimeleri tekrarladı. “Yok... Başaramadım ağabey... Başaramadım...”

 

Yürümeyi bıraktı ve bir evin kapısının önünde durdu. Sağ elinde hâlâ kılıcı vardı ve sol eliyle şişeyi tutuyordu. Başını kapıya dayayıp ağzını açtıktan sonra öğürdü.

 

Geceydi ve bulundukları sokakta neredeyse hiç sokak lambası yoktu. Kusmuğunun rengini bu sefer göremiyordu ama dolu dolu kustuğunu hissedebiliyordu.

 

“Sakın... Sakın kötü bir durumda olduğumu düşünüp arkamdan iş çevirmeye kalkma. Bu saatten sonra erkek götü sikmek istemiyorum. Yerini bil.”

 

“A-asla,” dedi adam.

 

“Aferin.” Yu elinin tersiyle ağzını sildikten sonra içmeye devam etti.

 

İnşası yarım kalmış kiliseye giderken kullandığı sokağı kullanıyorlardı. Geçtiği evleri hatırlıyor, çocukların nerede durduğunu bile eliyle gösterebiliyordu.

 

Hiçbir evde hiçbir ışık yoktu. Tüm şehir sakinleri küçük pencerelerini kapamış ve gün doğumunda uyanmak üzere yataklarına uzanmışlardı.

 

“Biliyor musun diye soracağım da elbette bilmiyorsun.” Şarabın hızlı bitmemesi için yavaşça içiyordu çünkü daha çok yolları olduğunun farkındaydı. “Ben aslında böyle biri olmayı istemedim. Keşke bir seçim yapabilseydim.”

 

Sesi ilk defa bir çocuk gibi çıkıyordu. Yirmi yaşına girmesine bir mevsim kalmıştı ama şu anda bir ergenin ses tonuna sahipti. Cümlelerin arasında hıçkırıyor, arada sırada yalpaladığını anlayıp güçsüz gözükmemek için kendini toparlamayı deniyordu.

 

“Ama böyle oldu işte. Hayat bazılarına seçim şansı vermiyor.” Evlerin birinden küfür yükselmesine sebep olacak şekilde kahkaha attı. “Ama kendimi kandırıyorum. Seçme şansına hep sahiptim. Tüm bu yola girmemeyi seçebilirdim. En başında arkadaşlarıma dürüst olmayı seçebilirdim. Belki o zaman benimle yürümeyi kabul etmezlerdi ama bu hâlâ bir seçim olarak karşımda duruyor olurdu.”

 

Bir evin kapısının üstüne asılı lambayı bulduğunda önünde yürüyen adamı durdurdu. Cebinden bir sigara çıkardı ve adama uzattı.

 

“Al şu sigarayı, şu lambaya uzanıp ucunu ateşe doğrult. Dikkat et hepsini yakma, sadece ucunu.”

 

Kılıcı tuttuğu eli ile sigarayı tuttuğu eli aynıydı. Adam, Yu’nun parmakları arasındaki sigaraya uzanırken bir anlığına gözü kılıca kaydı. Yu onun o anda ne düşündüğünü söyleyebilirdi. Kılıcı alıp ona saldırmayı aklından geçiriyordu.

 

Buna cüret edecek mi diye bekledi. Adam önce sigarayı almakta tereddüt etti, eli titredi ve kılıcı tutacakmış gibi avucunu açtı. Yu’nun kalbi hızlanmaya başladı. Yapmasını istiyordu, kılıca uzanmasını istiyordu.

 

Kılıca doğru bir hamle yaptığı an onu yere devirip tekrar tekmelemeye başlayacaktı. Onu tekmeleyebilmesi için adamın kendine bir bahane vermesini istiyordu.

 

“Korkak herif,” dedi Yu.

 

Onun beklediği şeyi yapmamıştı. Kılıca uzanıp saldırmayı denemek yerine sigarayı aldı ve yanlarındaki evin kapısının üstünde duran lambanın içindeki muma uzattı. Sigaranın ucu yandığında kırmızı bir şekilde parlamaya başlamıştı. Sigarayı sahibine geri uzattıktan sonra Yu yine kılıcı tutan elinin iki parmağının arasına onu aldı ve içmeye başladı.

 

“Bu ikisi birlikte içilir mi bilmiyorum ama sikimde değil açıkçası. Yürümeye devam et.” Adam bir adım attığında Yu onu durdurdu. “Ya da bekle. Şu lambayı da al.”

 

“Ama ışık çarmak kötü.”

 

“Hah?” Yu anlamadı. Adam karşı geldiği için korkup duvara yaslandı ve kollarını yukarı kaldırdı. “Maşkasının ışığını çarmak kötü yaratıkrarı getirir. Eğer çararsak...”

 

Bir batıl inançla karşılaşmak da beklediği şeyler arasında değildi. Bugün özel bir gün olmalıydı, hayatı için çok önemli olduğunu hissediyordu. Beklemediği o kadar çok şey oluyordu ki...

 

“Sence burada korkman gereken yaratık kim?” diye sordu sigarasını ağzından çekip şarabı içerken.

 

“S-Sens... Sizsiniz...”

 

“Hoh? Saygılı konuşmayı da biliyormuşsun cahil döl artığı. Şimdi şu feneri yerinden sök ve yolumuza devam edelim.”

 

Kılıcın bir kını olmadığı için belinde taşıyamıyordu. Hem sigarayı hem de kılıcı aynı anda tutması zordu ama sigara olmadan dolaştığında kendini eksik hissediyordu. Sigaradan bir fırt çekiyor, şaraptan bir yudum içiyor, yoluna böyle devam ediyordu.

 

“Bu kilisede arkadaşlarını öldürmüştüm,” dedi eski kiliseye yaklaştıklarında. “Cesetleri hâlâ duruyor mu bakmak istiyorum.”

 

“Zaten içinden geçmemiz gerekiyordu ağamey,” dedi adam. “Arka kapıdan geçip yorun aşağısına indiğimizde mezmaha var hemen. Murasını orayı korumak için kurranıyorduk.”

 

“İçeride birileri var mıdır?”

 

“Var ağamey.”

 

Onun neden böylesine uysallaştığını anlayamıyordu. Onu korkuttuğunu biliyordu ama şu anda ona güveniyordu. Sanki kendi arkadaşlarına saldırmasını söylese saldıracakmış gibiydi.

 

“Diğer elinle de şişeyi tut,”  diyerek şarabı uzattı ve sigarayı sol eliyle içmeye başladı. “Kaç kişi vardı içeride?”

 

“Ağabey saymadım yemin ederim ki. Yemin ederim söyrerim, Azer üzerine yemin ederim.”

 

“Azer’i sikeyim kes sesini. Ben burada bekleyeceğim, sen içeri girip kaç kişi var öğren buraya gel. Şunları da bana bırak.”

 

Adam şaşkın bir şekilde Yu’ya baktı. Yerinde duruyor ve hiçbir şey yapmıyordu. Kiliseye doğru yüzünü döndüğünde Yu ona tekrar gitmesini işaret etti ama adam yerinde durmaya devam etti.

 

“Ne dikiliyorsun karşımda sik kırığı?” diye sordu Yu.

 

Adam siyah gözlerini kırpıp kiliseye doğru bir adım attı. Sonra tekrar durdu ve Yu’ya baktı. Yu’nun ne istediğinden emin olamıyordu.

 

“Emin misin ağamey?” diye sordu. “Gideyim mi? Gidersem ne diyeceğim ki?”

 

“Bir şey demeyeceksin. Kaç kişi varsa sayıp bana döneceksin, söyleyeceksin, ona göre plan yapacağız. Hadi git şimdi.”

 

Adam yanından ayrıldı ve topallayarak kiliseye doğru yürümeye başladı. Yu şaraptan biraz daha içtikten sonra dizlerinin üstüne çöktü ve bir kez daha öğürdü.

 

Midesini yakıp yemek borusundan dışarı çıkan sıvıyı hissediyordu. Midesini yaktığı gibi boğazını da yaktı ve ağzından dışarı çıktı. Bir kez daha öğürdü ve gelen ikinci kusmuğu da dışarı çıkardı. Ne olduğunu umursamadan biraz daha şarap içti.

 

“Ben bu yavşağa güvendim ama bu ya bana ihanet ederse? Çok üzülürüm, çok... Yavşak kesin bana ihanet edecek. Herkes benim gibi değil bu hayatta.”

 

Etrafına baktı ama bakacak çok da yer yoktu. Düz devam eden bir sokak vardı, kiliseye doğru inen başka bir sokak vardı ve arkasında geldiği yol bulunuyordu. Şaraptan birkaç yudum daha aldıktan sonra yere bıraktı ve kılıcını kaldırıp bir evin üstüne fırlattı.

 

Kılıcını fırlattıktan sonra feneri de aynı şekilde evin üstüne attı. Şansına fener kırılmamıştı. Sigarayı yere attıktan sonra gerildi ve eve doğru koştu.

 

Gerilebileceği alan kısıtlı olduğundan sadece birkaç adımlık bir koşuştu. İlk adımı tahtadan pencerenin çıkıntısına attı. Oradan destek alıp zıplamayı ve evin çatısına çıkmayı deneyecekti. Planladığı gibi yaptı, destek aldı ve kendini yukarı fırlattı.

 

“Ananı sikeyim.”

 

Yukarı fırlamayı başarmıştı ama bu düz bir fırlayış değildi. Kendini aynı zamanda geriye doğru atmıştı ki bu arkasındaki eve çarpmasına sebep oldu. Sırtını çarptı, başını duvara vurdu ve kalçasının üstüne düştü ama canı hiç yanmadı.

 

“Niye böyle bir şey denedim ki?”

 

Aslında sadece pencerenin çıkıntısına basması yeterliydi. Ev yüksek olmadığı için boyu çatısına erişiyordu ki çatısı düz olduğu için üstüne çıkmak sorun olmayacaktı. Bu sefer aksiyona girmeden düşündüğü gibi yaptı ve evin çatısına çıktı. İleride kiremitlerden üçgen çatılar inşa edilmiş evleri görebiliyordu ama bulunduğu fakir mahallesindeki çatılar hep düzdü.

 

Sinekler tarafından ısırılmaması için uzun kollu bir kıyafet verilmişti. Bu kıyafeti çıkardı ve ışığını gizlemek için fenerin üstüne koydu. İçindeki ateş havasız kalıp sönmesin diye küçük bir aralık bırakmıştı.

 

Çatının üstünde uzandı ve başını hafifçe dışarı çıkarıp kiliseye doğru bakmaya başladı. Önceki seferin aksine kilisenin önünde bekleyenler yoktu ama kilisenin içinde yanan ışığı görebiliyordu.

 

“Ben nasıl bir insanım?” diye sordu cebindeki son sigarayı çıkarırken. Fenerine aralık bıraktığı alanın içine sigarayı sokup yaktı ve içmeye başladı. “Kötü bir insanım elbette. Beni bir şeytan olarak görmekte haklılar. Ben kötü şeyler yapıyorum.”

 

Kendine kötü bir insan olduğunu söylüyordu ama yaptıkları için pişmanlık da hissetmiyordu. İki gün içinde o kadar fazla zehir tüketmişti ki onlara karşı hem hızlı bir bağışıklık kazanmaya başlamış hem de etkileri kullanmayı azıcık azaltsa bile kalıcılaşmıştı.

 

Ne kadar böyle süreceğini, hangi noktada tamamen düşünmeye başlayacağını ve bir insan gibi tekrar eski duygularını hissedeceğini merak ediyordu. Eğer her şeyi kullanmayı keserse bir güne depresif bir hâl alacağı, hemen ardındansa bir insan gibi hissetmeye başlayıp delireceğini düşünüyordu

 

“Sıkılmaya başladım... Aha... Birileri geliyor. Yalancı orospu çocuğu, ona güvenmeme rağmen bana ihanet etti demek...”

 

Gelenleri saydı. Elinde iki başlı tırpan tutan iki kişi en öndeydi, hemen arkalarında sivri bir sopa ve balta tutan iki kişi geliyordu. Onların arkasında yürüyen dokuz kişi çivili sopalar ve bıçaklar taşıyordu.

 

“On üç kişi... Aralarına dalsam götümü sikerler...”

 

Emekleyerek ilerledi ve aşağıdan bakarak görememeleri için çatının diğer tarafına geçti. Burada durup onları dinlemek istiyordu.

 

Kısa bir sürenin ardından önce anlamsız mırıldanmalar şeklinde kelimeleri kulağına ulaştı, sonra kelimeler anlam kazanmaya başladı.

 

“Mana makın, şeytan diyor Kemin. Azer adına uzak durarım. Kirisede karırsak sardıramaz.”

 

“Ne şeytanı me... Mirkaç kişiyi tek kişi sanmıştır korkunca. Şimdi topru gidip ne orduğunu görürüz.”

 

Yu seslerinden onların orta yaşlı adamlar olduğu varsayımında bulundu.

 

“Ağamey mak murada dedi, diğerrerini ördürmüş. Mak gitmeyerim. Zaten gece.”

 

“Mence de mirkaç kişiyi tek kişi sanmıştır.”

 

“Ya mirkaç kişi orsarar ne orur? Mize sardırırsa yine mazırarımız örecek. Gitmeyerim rütfen...”

 

“Mak, kimse yok. Murada demişti ama yok. Korktuğu için hayar görmüş sadece.”

 

Bir süre oldukları yerde durdular. Yu’nun üzerinde durduğu evin önüne gelmişlerdi. Tam da sokağın ikiye ayrıldığı kısımda konuşuyorlardı.

 

“Gidip ne ormuş makarım,” dedi Yu’yu buraya getiren kişinin hayal gördüğünü savunan adam.

 

“Ya tuzaksa? Mizi oraya çekmek istiyorrarsa?”

 

“Kaç kişi oramirirrer ki? Hem mu normar değir. Ceset varsa onrarı da orada mırakamayız.”

 

“Ama tuzak orduğuna men de inanıyorum. Sokak dar,” bir süre sustular. “Çatırara çıkıp mizi sıkıştırırrarsa kötü orur.”

 

“Neyre sıkıştırcakrar? Taş mı atacakrar?”

 

“Ne derseniz deyin men oraya mu şekirde gitmem. Kemin mar değir, koskoca adam. Şeytan diyor uran, şeytan! Doğru söyrüyorsa yarrağı yiyeceğiz.”

 

“Kaç kişi gitmek istersin majestereri? Orduya haber sarayım mı?”

 

Dalga geçilen kişi küfür ederken diğerleri güldü. Bu esnada Yu şaşkındı. Evde yaşanandan sonra onların daha korkak olacağını düşünmüştü ama ararlından bir kısmı hiç konuşmazken Kemin isimli kişinin hayal gördüğünü savunanlar vardı.

 

Tıpkı onun dünyasının cinleri gibi şeytan ismi de herkeste aynı korkuyu yaratmıyor olmalıydı. Hatta buradakilerden bazılarının şeytanlara inanmadığına emindi.

 

“Neyse, murada kimse yok. Diğerreri mezmahadan gerene kadar mekreyerim mence. Sonra meraber gider ve cesetreri toprarız. Tabii gerçekten ceset varsa. Mu işi de düşünmeye mizim kafamız yetmez, onrarra düşünerim.”

 

“Topru gidersek maşımız ağrıyabirir. Zaten krariyet yakında yakamıza yapışacaktır. Mir de mizi mu şekilde görürrerse...”

 

“Ama az kişi gitmeye kimsenin götü yemez burada.”

 

“Doğru, menim yemez.”

 

“Menim de.”

 

Birinin derin bir nefes aldığını duydu. O nefesi alan kişi şimdiye dek hiç konuşmayan birisiydi.

 

“Samahtan meri sizi dinriyorum da Kemin ne dedi size? Evin içine girince iki kişi mize sardırdı dedi. Tek kişi diye mir şey söyremedi. Miri Ragermiş diğeri de mugün kirisedekireri ördüren ‘şeytan’. Möyre demedi mi?”

 

“Dedi,” dedi birkaç kişi.

 

“Sonra ne ordu? Rager airesini arıp komşusuna kaçtı, Kemin içeride şu ‘şeytan’ ile yarnız kardı. Diğerreri gerince yerdekireri gördü ve kendi arararında tartıştırar.” Diğerlerinden onaylayan sesler yükseliyordu. “Men yanrış mı hatırrıyorum?”

 

“Doğru hatırrıyorsun,” dedi biri yüksek sesle.

 

“Sonra diğerreri örünce Kemin ire o ‘şeytan’ muraya gerdi. ‘Şeytan’ muraya gerince ona git içeride kaç kişi var öğren ger mana söyre dedi. Uran möyre şeytan mı orur? Aptar mısınız siz? Avanak mısınız? Möyre şeytanın neresinden korkacaksınız? O adam koskoca adam, hayar de görmez durduk yere yaran da söyremez. Anrattığı gimi ormuştur ama mu işin içinde de iş vardır tabii. Rager ire diğeri önceden pranramıştır bunu, orada kaç kişiyse artık mekriyordur.”

 

Artık hepsi bu adamın sözlerini onaylıyordu. Yu neler döndüğünü anlamak için kafasını çalıştırsa da düşünemiyor, sadece anı yaşadığı için bir plan kuramıyordu.

 

“Munu niye içerde söyremedin peki?” diye sordu birisi.

 

“Şimdi akrıma geri anasını satayım.”

 

Hep birlikte güldükten sonra rahatlamış gibilerdi. Arkadaşları ölmesine rağmen bu kadar rahat konuşmalarını, ölen kişileri hiç umursamamalarını Yu anlayamıyordu. Üstelik kendilerine bir tuzak kurulduğuna hem fikir olmuşlardı.

 

“Maktık muraya kimse yok. Muhtemeren onu getiren kişi gitmiştir. Şimdi miz geri dönerim, diğerreri gerene kadar mekreyerim sonra hep meraber gider makarız.”

 

“Tamam, öyre yaparım.”

 

“Evet.”

 

“Moşuna gerdik o zaman.”

 

Daha sonra Yu aslında kurulmayan tuzak hakkında kendi fikirlerini üreten adamların gitgide uzaklaşmasını dinledi.  Ne burada kalıp daha fazla arama yapmışlar ne de Rager’in evine gitmişlerdi.

-------------------------

14.07.2022 – 03:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr