Cilt 4 - Bölüm 10: Erkeğin İçindeki Canavar

avatar
426 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 10: Erkeğin İçindeki Canavar


Kapıya yaslanan Yu, kapının kırılacakmış gibi çalışıyla titredi. Kapıyı o kadar sert çalmışlardı ki Masha’nın bebeği yukarıdan ağlamaya başladı.

 

“Açın kapıyı!” diye bağırdı gelenler.

 

Yu’nun kalbi hızlandı. Rager’in zehrinin tüm bu duyguları yok etmesi gerekiyordu ama Yu yüreğindeki heyecanı hissedebiliyordu. Ölüme daha fazla değersiz yaşamı verecek, onun karanlığını çöp parçalarıyla dolduracaktı.

 

Kapının dürbününden baktı ve sayabildiklerini saydı. Görebildiği beş kişi vardı. Başlarında siyah ve kahverengi cübbeler, ellerinde çivili sopalar ve baltalar tutuyorlardı.

 

“KAPIYI AÇIN!” Sinirli ve sabırsız gözüküyorlardı. Eğer biraz daha zorlarlarsa kapıyı kırabilirlerdi.

 

Yu ağzındaki sigarayla kapının arkasına geçti ve Rager’e başıyla işaret verdi. Rager sigarasından son bir fırt aldıktan sonra duvarda söndürüp yere attı ve hemen kapıyı açtı.

 

“Ne ordu?” diye sordu Rager. “Ah- Ne yapıyorsunuz!”

 

Adamlar cevap vermeden Rager’i itti ve evin içine daldı. Yu’nun onları oyalayıp ani saldırı başlatma planı planlanandan erken başlamak zorundaydı. Dört adamın içeri girdiğini gördüğünde kapıyı sertçe itti ve kapının önünde kalan beşinci adama vurdu.

 

“Hey- Ah! Ananı-”

 

Yu önündeki ilk adamın sırtına sol elini soktu, onun hemen yanındakinin beline kılıcını sapladı. Üstüne gelen balta darbesine karşı kendini, sırtına elini sapladığı adamın arkasına sığınarak savundu. Baltayla saldıran adam arkadaşının kafasını yardı.

 

“Ah... AHHH!”

 

Arkadaşının kafasını yardığı gibi elindeki baltayı bıraktı ve çığlık atmaya başladı. Yu kafası yarılan adamı öne doğru itip çığlık atan adamı yere düşürdü.  Ayakta duran son kişinin elinde çivili bir sopa vardı.

 

“Tesrim oruyorum!” dedi ve elindeki sopayı yere attı.

 

Diğerleri gibi onun da boyu kısaydı. İyi beslenemediğinden ötürü zayıf bir vücudu vardı. Öldürdüğü çocuklardan yaşlıydı ama o çocuklardan bile güçsüz gözüküyordu.

 

Yu kılıcı onun boynuna sapladıktan sonra arkadaşının cesedi altında çığlık atmaya devam eden adama başını çevirdi. Arkadaşının kanı yüzüne bulaşırken Masha’nın kucağındaki bebekten daha gürültülü bir şekilde ağlıyordu.

 

Yu ayağıyla üstündeki cesedi kenara itti.

 

Dövüşün başından beri ağzında tuttuğu sigarasından bir fırt daha çekti. “Dünya bazı insanlar olmadan daha güzel.”

 

Adamın yüzüne tekme attı.

 

Adam çığlık attı.

 

Yu bir tekme daha attı.

 

Adam çığlık atmaya devam etti.

 

Yu tekme attıkça adam bağırdı, ağladı ve yüzü daha fazla kana bulandı. Yu kudurmuş bir hayvan gibi adamın yüzünü tekmelemeye devam etti. Ezdi, vurdu ve tekrarladı.

 

Ona vurdukça düşünmek istemediği her şeyden uzaklaşıyordu. Yurine’nin ölümü ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyor, bir görevi olduğunu bile unutuyordu. Yalnızca kudurmuş bir hayvan gibi saldırıyordu.

 

Acımasızdı, merhamet kelimesinin ne anlama geldiğinden habersizdi. Karşısındaki kişiyi bir insan olarak bile görmüyordu. O adam gerçekte iyi biri olsun ya da Yu’nun düşündüğü gibi kötü biri olsun, gözünde Amelia’dan farksızdı. Sadece bir et parçasıydı. Canlı ya da cansız oluşunu umursamıyordu bile.

 

Adam artık ses çıkaramayacak hâle geldiğinde bile vurmaya devam etti. O kadar güçlü hissediyordu ki hissettiği güç Amelia’ya menisini yutturmaya eşdeğerdi. Penisinin tekrar sertleştiğini hissetti. Bir insana zarar vermekten duyduğu haz tıpkı seks yapmak gibiydi.

 

Zemin kana bulandı, kanlar duvara sıçradı ve Yu’nun üstü kanla kaplandı. Cansız birine vurmak artık onu tatmin etmeyi kestiğinde durdu.

 

Rager, Yu’nun kapıyı kullanarak vurduğu adamı yüzüstü yatırmış ve sırtına çıkmıştı. Adam ondan kurtulmayı denemiyordu. Hem o hem de Rager, Yu’ya ve Yu’nun tekmeleyerek öldürdüğü adama bakıyordu.

 

Yu kılıcını kaldırıp ona doğru bir adım attığında adam gözlerini kapadı ve ellerini başının üstüne getirip bağırdı. “Tanrım rütfen merhamet et!”

 

“Bu ikiyüzlülükten hoşlanmıyorum,” dedi Yu. “Bir suçlusun. Tanrı sana yapmaman gereken şeyleri söylemiş ama yine de onu umursamayıp bu örgütün içine girmişsin. Zor duruma geldiğindeyse daha önce sözüne uymadığın şu ‘tanrıyı’ hatırlıyorsun. İkiyüzlülük.”

 

Adamın önünde duran baltayı ayağıyla duvara doğru itti. Kılıcını kaldırdı ve yavaşça baldırına sapladı. Acı çekmesini istediği için saplarken döndürüyordu.

 

“Ahhh! AAAHHHH!”

 

Adamın çığlığına rağmen yukarıdaki bebek artık ağlamıyordu. Yu daha fazla çığlık atması için yüzüne tekme attı. Elleriyle korunduğu için tekmesi adamın ellerine gelmişti.

 

“Şimdi benim sorularıma cevap vereceksin,” dedi sakince. Sigarasını biraz daha içti. “Buraya benim için mi geldiniz?”

 

Adam kısık bir sesle cevapladı. “Eve-AH!”

 

“Duyamıyorum,” dedi Yu kılıcını daha hızlı çevirirken.

 

“EVET!”

 

Tahmin ettikleri gibi olmuştu. Artık siyah bir kola ve kılıca sahip mor gözlü bir genç şehrin tekinsiz sokaklarında aranan kişiydi.

 

“Kaç kişisiniz?”

 

“YETMİŞ!” diye bağırdı yerdeki adam. “AMA ONRAR ÖRDÜ!”

 

İçerideki ölülere baktı. Buradaki adamı da ölü sayarsa sayı altmış beşe düşüyordu.

 

“Bugün öldürdüklerimi saydın mı?”

 

“HAYIR!”

 

Kilisede sekiz kişiyi öldürmüştü. Eğer buradaki adam doğru söylüyorsa düşmanlarının mevcut sayısı elli yediydi.

 

“Yalan söylediğini düşünüyorum,” dedi Yu. Kılıcını çıkardı ve sapladığı yerin biraz altına tekrar sapladı, çok fazla kan akıyordu. Adam çığlık atarken Yu onun elleriyle korunan yüzüne tekrar tekme attı

 

“Fazra ağır davranmıyor musun?” diye sordu Rager.

 

“Bizi kandırıyor. Yalancılardan hoşlanmam.”

 

“YEMİN EDERİM YETMİŞ! AZER ÜSTÜNE YEMİN EDERİM! ÖRENRER ORDU AMA MU SAMAH O KADARDIK!”

 

“YALAN SÖYLEME!”

 

Rager adamın üstünden kalktı ve Yu onun sırtını tekmelemeye başladı. Cansız birine vurmaktan daha iyi hissettiriyordu ama öldürme amacıyla vursaydı daha fazla zevk alırdı. Kendini tutmak sadece zevki azaltıyordu.

 

Adam ağlayarak “Yetmiş,” demeye devam etti. Yu ona inanıyordu ama vurmak o kadar zevkliydi ki kendini alıkoyamadı. En sonunda kılıcı çıkardı ve adamı ayağa kaldırıp duvara yasladı. Sol elini boynuna geçirip sivri parmaklarını hafifçe bastırdı.

 

“Rager, bacağı için...”

 

“Anradım.”

 

Rager üst kata gittiğinde yakaladıkları adamla baş başa kalmıştı. Yu onu inceledi. Kısaydı, zayıftı, yaşlanmaya başlamıştı. Saçları hâlâ siyah olsa da çenesindeki sakallar beyazlıyordu.

 

“Neden yaşlı bir adam bunların arasına katılır ki?” diye sordu ama cevap beklemiyordu. Adam cevap vermeyi denediğinde sessiz olması için parmaklarını boğazına batırdı.

 

“Üssünüz nerede?”

 

Adamın gözleri korkudan seğiriyor, sümüğü ağzından içeri girerken dudakları titriyordu. Bir soru sormak üzereydi ama sormaya korktuğu belliydi. Hızlı nefesler alıyor, sakallarından süzülen ter Yu’nun siyah koluna akıyordu.

 

“Bana bir daha sorumu tekrarlatırsan canını alacağım.”

 

“Ü-üs... Üüs...”

 

“NE DİYORSUN!”

 

Adamın gevelemesi Yu’yu sinirlendirdi ve kılıcının kabzasını karnına geçirdi. O kadar sert vurmuştu ki adam, Yu’nun üstüne kan kustu.

 

“Siktir...” Eli acıyordu. Adama vurmak için sağ elini kullanmaması gerekirdi. “SİKTİR! CEVAP VER! BANA CEVAP VER! ÇIKAR AĞZINDAKİNİ”

 

Adamın yüzüne doğru öfkeyle bağırırken tükürükleri ağzından dışarı saçıldı. Cevap almadığı her saniye öfkesi ve öldürmeye olan arzusu artıyordu.

 

Adam en sonunda çekingen bir şekilde sordu. “Ü-üs ne demek?!”

 

Rager malzemeleriyle aşağıya indiğinde Yu gülüyordu. Onu boğazından tutup yere attı ve ayağıyla karnına vurdu.

 

“Cahil domuz! Sana oksijen veren ağacın yaprağını sikeyim!”

 

Sinirli gözükse ve ona vursa da aslında mutluydu. Ondan daha fazla şey bildiği için mutluydu, karşısındaki adam bilgisiz olduğu için mutluydu, ondan üstün olduğu için mutluydu.

 

Ve yaptığı şey hoşuna gidiyordu, bu yüzden Rager onu ayırana dek vurmaya devam etti.

 

“Tamam! Tamam evradım! Dur, sakinreş...”

 

Yu cenin pozisyonunu almış bir şekilde yerde kıvranan adamdan uzaklaşırken Rager onun bacağındaki yarayla ilgilenmeye başladı. Yu onu dışarı çıkarmayı planladığı için kaçmasından endişeleniyordu. Bacağını hedef alma sebebi kaçmamasını sağlamaktı.

 

Rager yara ile ilgilenirken Yu yerdeki cesetlere baktı. Hepsini öldürdüğünü düşünüyordu ama daha sonra ayağa kalkıp arkalarından saldırsınlar da istemiyordu. Önce bitmek üzere olan sigarasını cesetlerden birinin üstüne atıp ayağıyla söndürdü.  Sonra da hem vakit geçirmek hem de tamamen ölü olduklarından emin olmak için kılıcını sırayla cansız bedenlere sapladı.

 

Kendini yolda bulduğu iğrenç bir cismi sopayla dürten küçük ve meraklı bir çocuk gibi görüyordu. Kılıcının ucunu vücutlarına batırıyor, çiziyor, kesiyor ve parçalıyordu. Organlarını açtığında ağır bir koku odayı sardı.

 

“Toplandığınız bir alan var mı? Bir karargâh?” diye sordu Yu. Rager adamın yaralarıyla ilgilenmeyi bitirmişti.

 

Adam önce sessizce mırıldandı, sonra Yu’nun az önce ona kızışını hatırladı ve bağırarak cevap verdi.

 

“E-ee... EVET! MAZEN MİRKAÇIMIZ TERKEDİRMİŞ YERRERDE DURUYOR AMA ÇOĞUMUZ ESKİ MEZMAHADA! SÜREKRİ ORAYA GİDİYORUZ! EN SON HEPİMİZ ORADAYDIK!”

 

Yu kaşlarını çattı. Kılıcını kaldırdı ve bağırdı. “BANA YALAN SÖYLEME DEDİM!”

 

“YARAN DEĞİR!”

 

Kılıcını kafasına doğru indirdiği esnada adamın osurduğunu duydu. Elbette onu öldürmek gibi bir niyeti yoktu, sadece korkutmaya çalışıyordu. Kılıcını geri çekti ve adamın altına sıçışını izledi.

 

Dışkısının kokusu hemen yayılmıştı ve cesetlerden yayılan kokuyla birleştiğinde çekilmez bir hâl alıyordu. Yu evin kapısını açtı ve yerdeki adama döndü.

 

“Dışarıda bekleyenler var mı?”

 

“EVET! ARKA SOKAĞIN AŞAĞISINDA MİZİ MEKRİYORRAR! MİZ GERMEYİNCE MİRAZDAN GERİRRER!”

 

“Kaç kişiler? Hepsi sizin gibi mi?”

 

“YEDİ KİŞİRER! H-HEPSİ MİZİM GİBİ!”

 

Küfretti. Sigarasını söndürmeden önce yeni sigarayı yakmayı unutmuştu. Sakladığı sigaralardan birini daha çıkardı ve tepedeki avizeye uzanıp ucunu onun mumlarına doğrulttu. Sigarasını yaktıktan sonra dudaklarının arasına götürüp içti.

 

“Rager, evdekileri al ve komşularından birinin evine git. Hızlı ol. Acı hissetmemi engelleyecek bir şeyin varsa getir. Hafif olsun.”

 

Rager başını sallayarak diğerlerine haber vermek için yukarı çıktı. Yu onları beklerken yerdeki adamın karnına bir tekme daha attı.

 

Aşağı ilk inen Rami ve Ursula’ydı. Rami, karısını tutarak evden dışarı çıkardı ve birlikte sokağın yukarısına doğru yürümeye başladılar. Onu takip eden Masha ve çocuklarıydı. Arkadan Rager ve Amelia geldi. Rager’in elinde fantastik rol yapma oyunlarında görülebilecek bir iksir şişesi vardı.

 

“Müyürü mir şey. Men yapmadım ama muna yakın mir şey yapamirmek adına sakrıyordum. Ar, mir kere içtiğinde samaha kadar acı macı hissetmezsin.”

 

“Hepsini mi içeyim?” diye sordu.

 

“Evet.”

 

“Gidin.”

 

Rager ve Amelia tam kapıdan çıkacaktı ki Amelia durdu, Yu’ya döndü ve babasının gözleri önünde yanağından öptü.

 

“Lütfen iyi ol.”

 

“Git.”

 

Evin içinde yalnız kaldıklarında kapıyı kapadı ve iksiri kafasına dikti. Tadı enteresan şekilde kolaya benziyordu. Eğer soğuk olsaydı arada sırada içmek isteyeceği bir şeydi.

 

İksiri içişinin ardından vücudunda herhangi bir değişiklik hissetmedi. Tenine dokunduğunda hâlâ hissedebiliyordu. Sol elinin parmağıyla koluna bir çizik atmayı denediğinde ise hiçbir acı hissetmedi. Kolunda kırmızı bir çizgi oluşmuş olsa da yalnızca kaşımış gibiydi.

 

“Pekâlâ,” dedi utanç ve korkuyla yerde bekleyen adama. “Canını bağışlamamı istiyorsan benim dediklerimi yapacaksın.”

 

Adam başını salladı ve Yu ona doğru eğilip sol eliyle yüzünü sıktı. Adam inlerken Yu kulağına fısıldadı. Onun için tuhaf bir deneyim olmasını istediğinden sesinin olabildiğince seksi çıkmasına dikkat etmişti.

 

“Eğer bana ihanet edersen...”

 

“Etivm... Etevmem...” Adam güçlükle konuşabiliyordu.

 

“Duyamıyorum? Seni duyamadığımda ne olacağını hâlâ anlayamadın mı?”

 

Adamın yüzünü biraz daha sıktı. Parmakları yüzünü kanatmaya başlamıştı. Adamın yüzü kan, gözyaşı, tükürük ve sümükle kaplanırken Yu cevabını bekledi.

 

Adam en sonunda konuşacak bir aralık yakaladı ve hemen cevap verdi. “Etmem!”

 

“Güzel. Şimdi ben burada saklanacağım ve arkadaşların geldiğinde onlara yukarı çıkmalarını işaret edeceksin. Ben tüm arkadaşlarını öldürdüğümde seni burada bırakacağım. Eminim bulunduğun evin kime ait olduğunun farkındasındır. Üst kata çıkarsan kendin için ilaç bulabilirsin. Anladın mı?”

 

Yu adamın yüzünü bıraktı ve adam hemen cevapladı. “ANLADIM!”

 

Yu mutfağa ilerledi ve adamı içeride bir başına bıraktı. Daha önce bahçedeki tuvalete gitmek için mutfaktan geçmesi gerektiğinden buranın nasıl bir yer olduğunu biliyordu. Mutfak kapısını açık bıraktı ve kiler dolabının arkasına geçti.

 

Dolabı biraz ileri ittikten sonra duvar ve dolap arasında kalan açıklıktan salonun yarısını izleyebiliyordu. Böylece neler olduğunu görmek için başını dışarı çıkarması gerekmeyecekti. Duvarla dolap arasında kalan yüzü de gecenin etkisiyle gizlendiğinden kendisi için riski en aza indirdi.

 

Tabii salonu tamamen göremediği için kapının önünde olan şeyleri izleyemeyecekti.

 

“HEY! NEREDE KARDINIZ!”

 

Beklediğinden daha uzun süren bir bekleyişin ardından nihayet kapı çalmıştı. İçeriden hiçbir cevap gelmeyince kapıyı çalanlar daha fazla sinirlendi.

 

“KİME DİYORUM! RAGER! SENİ OROSPU ÇOCUĞU, KAPIYI AÇ!”

 

Cevap yoktu. Artık sabırları taşmıştı. Kapıyı kıracak gibi çalmayı bıraktılar ve iki saniyelik bir sessizlik oluştu. Ardından kopan gürültüyle Yu kapıyı kırdıklarını anladı.

 

“Öğk- Ne ordu murada?!”

 

“AAAAHHHH! AAAAAAAAAHHHHH! AAAAAAAAAAHHHHHHH!”

 

“Hevan! Hevan! Rurdan!”

 

“Ananı sikeyim nerer oruyor?!”

 

“Kemin! Ne ordu! KEMİN! KEMİN KONUŞSANA!”

 

Kustuklarını, çığlık attıklarını ve küfür ettiklerini duyabiliyordu. Belki çevre binalardan da onların sesini duyabilirlerdi. Eğer sesleri komşulara gidiyorsa Yu insanlardan daha fazla iğrenecekti.

 

Çünkü korkuyorlardı. Toplanmak, ses çıkarmak ve savaşmak bu kadar kolayken kendi canları için endişeleniyorlardı. Yu onlardan iğrenmekten başka bir şey yapamazdı.

 

“Yukarıda... Ş-şe-şey-şey... Şeyt-Şe... Şeytan...”

 

Kalbi öylesine hızlı atıyordu ki kalbinin sesini duyup yerini fark edeceklerinden korkmuştu. Heyecan ve caniliğin verdiği günahkâr haz damarlarında dolaşıyordu. Onları öldürmeye yakın olmanın yaşattığı duygular kelimelerle tarif edebileceğinin ötesindeydi.

 

Ölüm birilerini alabiliyordu. Yu da ölüme birilerini verebiliyordu. Ölüme o kadar çok ölüm verecekti ki en sonunda ölümün kendisi bile bundan yılacaktı.

 

“Makın... Mu iş insan işi değir, giderim muradan,” dedi içlerinden biri.

 

“Nereye gidiyorsun! Maramis’e ne diyeceğiz? Mize inanmaz, üstüne onrarı mizim ördürdüğümüzü söyreyip mizi ördürür.”

 

“ŞEYTANRARDAN KİMSE SÖZ ETMEDİ, TAMAM MI!” Başkası bağırdı. “HARAÇ TOPRAYACAKTIK! MİZİ GÖRÜR GÖRMEZ KORKUP PARAMIZI VERECEKRERDİ! HEPSİ MUYDU!”

 

“APTAR KAHPE ARTIĞI! MAŞIMIZA MÖYRE İŞ GERDİĞİNİ ÖĞRENİRRERSE MİR DAHA KİM MİZE HARAÇ VERECEK?!”

 

“HARACINI SİKERİM SENİN! CANIMIZDAN DEĞERRİ DEĞİR!”

 

“MENİMRE DÜZGÜN KONUŞACAKSIN! YERİNİ MİR!”

 

“MİRMEZSEM NE YAPARSIN RAN DARYARRAK!”

 

“MUNU YAPARIM!”

 

“Yandım!”

 

İçeride yaşanmasını beklemediği bir olay yaşanıyordu. Eğer Sivina burada olup da onun şu anki şaşkın suratını görseydi bunu o kadar tatlı bulurdu ki kalbi erirdi.

 

İçeriden kavga ve dövüş sesleri gelirken sadece olduğu yerde beklemiş, ağzı açık bir şekilde hararetin yaşananları dinlemişti.

 

“NE YAPIYORSUNUZ! DERİRDİNİZ Mİ? AH!”

 

“MURADA MENİM SÖZÜM GEÇİYOR! ANRADINIZ MI?! HERKES HADDİNİ MİRECEK!”

 

Neler olduğunu hâlâ idrak edemiyordu. Bunun kendisine kurulan bir tuzak olduğunu düşündüğü için kalanları öldürmek için çıkacağı sırada durdu ve yerine geri geçti. İçeriden inleme sesleri gelse ve çeliğin kemiğe girerken çıkardığı sesi bizzat duysa da inanması mümkün değildi.

 

“Ne yaptınız siz?”

 

“NE YAPMIŞIZ?!”

 

Sessizlik tüm evi kapladı. Yu daha fazla sabredemiyordu. Neler olduğunu görmek için dışarı çıkmak zorundaydı. Herhangi birinin bu kadar gerçekçi rol yapamayacağını söyleyerek kendini ikna etti ve saklandığı yerden dışarı çıktı.

 

“AAAAAAAAAAAAHHHHHHHHHHHHĞHHHHHHHHRRRRĞHHHHH!”

 

İlk adımını attığında salondan bir çığlık geldi. Yandığı esnada Yu’nun attığı çığlıklar kadar olmasa da tüylerini ürpertti. Sese işlenmiş korkuyu teninde hissedebiliyordu.

 

“AAAAAAAAAAĞĞĞĞHHHHRHHHHHH!”

 

Çığlıklar devam ederken Yu salona çıktı. Yerde beş yeni ceset vardı. Ayaktaysa iki kişi duruyordu. Biri elinde hiçbir şey tutmazken diğerinin bir elinde balta diğer elinde ise üzerine insan eti yapışmış çivili sopa vardı.

 

Yu yere baktı. Kusmak üzere olduğunu hissettiğinde hızla ileri atıldı ve iki şaşkın adamı onlar daha hiçbir şey yapamadan öldürdü. Yere iki yeni ceset daha katıldığında kapıyı kapadı, dizlerinin üstüne çöktü ve kusmaya başladı.

 

“Amına koyayım!”

 

Bugün bir sürü kişiyi öldürmüştü ama hiçbiri onu kusturmamıştı. Şimdi neyin onu kusmaya sürüklediğini merak ediyordu. Yerdeki cesetlerin sayısı buna bir cevap olabilirdi ama Yu bir ceset görmenin artık onu kötü etkileyeceğini zannetmiyordu.

 

Bir başka cevap olarak dışkı, kan, iç organ, idrar ve ter kokusunun evi kaplayışı verilebilirdi. Bu koku onu kusturan şeyin cevabı olarak kalıyordu.

 

“Demek şeytan ismi bu kadar güçlü... Yalnızca tek bir kelime onları nasıl da kahretti... Kaldı elli kişi.”

 

Kustuğu esnada yere düşen sigarasının ucunun hâlâ yandığını gördüğünde ayağıyla onu ezdi ve mutfağa gitti. Ağzındaki kusmuk tadını temizlemek istiyordu. Özensiz bir aramanın ardından içecek bir şey bulamayınca evin bahçesine çıktı ve etrafına bakındı.

 

“Burada...”

 

Çimlerin arasına gömülmüş bir kapak vardı. Kapak içinde alkol bulunan küçük bir çukura açılıyordu. Kapağı kaldırdı ve Rager’in içki deposuyla karşılaştı. Elini uzatıp cam şişedeki şaraplardan birini aldı ve onunla ağzını yıkadı. Ağzını yıkadıktan sonra çimlerin üstüne oturdu ve şarabı içmeye başladı.

 

“Tadı... Sirke gibi.”

 

Hayatında ilk kez içiyordu ve nasıl içilmesi gerektiği konusunda hiçbir fikri yoktu. Şişesiyle birlikte kafasına diktiği için böyle olabileceğini varsaydı ve içmeye devam etti.

 

“Kusmuğun tadı mı daha kötü bu mu anlayamıyorum ama içtikçe içesim geliyor. Değişik bir şey. İçimden güzel demek de geliyor kötü demek de...”

 

Ayağa kalktı ve elinde şarap şişesiyle salona geri gitti. Cesetlerin arasına döndüğünde yerde bıraktığı adamın hâlâ orada durduğunu gördü, üstelik kendi kusmuğunun içindeydi. Neden kaçmadığını sorgulamadı, yanına gitti ve şarabı ona gösterdi.

 

“Susuzluğuna iyi gelir, ister misin?”

 

Yerdeki adam Yu’nun gözlerine baktı, dalga geçip geçmediğini anlamaya çalışıyordu. Yu şişeyi tekrar gösterdiğinde hafifçe başını salladı.

 

“Anca sikimin suyunu içersin sen. Kalk, gidiyoruz.”

 

Ayağa kalkması için adamı biraz daha tekmeledikten sonra kapıyı açtı ve dışarı çıkıp gelmesini bekledi. Onu burada bırakacağını söylemesine rağmen kendisiyle gelmesini işaret etmişti. Yaralı adam onu sorgulamaya cesaret edemedi ve sendeleyerek arkasından dışarı çıktı.

 

“Bence içtikçe daha güzel geliyor, sanki... Konuşayım istiyorum içtikçe. Tabii bu kendimi rahatlatmak için psikolojik şeyler falan da olabilir... Neyse, şimdi benim dediklerimi yapmaya devam edeceksin. Anlıyor musun?”

 

“AN-ANRIYORUM!”

 

“Ananı sikerim senin. Düş önüme, beni şu mezbahaya yakın bir yere götüreceksin. Tuzak kurmayı falan deneme ölünü bile sikerim.” Adamın kalçasına tekme attı. “Şimdi yürü aptal orospu evladı seni. Düşük yaşam formu.”

-------------------------

13.07.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr