Acıyla uyandığı o kadar çok sabah olmuştu ki bu sabahki uyanışının
kaçıncı sefer olduğunu artık sayamıyordu.
Dünya dönüyor, Yu Valarfin dönen dünyanın içinde sallanıyordu. Vücudunun hiçbir yerine temas edemiyor, vücudunun da hiçbir yerle temas etmesini istemiyordu. Vücuduna değen şey her ne olursa olsun canı yanıyordu.
“AAAAĞĞHHHH!”
Çığlık atarak yataktan fırladı ama dünya döndüğü için dengede duramayarak yere düştü. Çıplak dizleri sertçe zemine çarpınca çığlığı kuvvetlendi ve sıçrayarak ayağa kalktı. Ayakları bile acıdığı için yerinde duramıyor, sürekli bir o yana bir bu yana zıplıyordu.
Kollarını ve bacaklarını hızla sallayarak havayla temas etmesini sağlıyor, biraz olsun rahatlıyordu ama bunu uzun süre devam ettirmek acıyla sızlayan bedeni için mümkün değildi. Vücudunu ateşin bastığını, o ateşin omuzlarından boynuna çıkışını hissediyordu.
Bir deli gibi kendi etrafında dönerken çektiği acıya rağmen beyni çalışmaya başladı. Bir yandan hayran kalınası bir manzaraydı. Beyni hem tüm vücudunun acısını kontrol etmeye çalışıyor hem dönen dünya ile baş ediyor hem de Yu’ya yaptığı şeyleri söylüyordu.
Hatırlıyordu.
“AAAAAAĞĞĞĞĞĞHHHHHHH!”
Elleriyle başını tuttu ve yanmış saçlarının uçları avucuna batınca daha güçlü bir çığlık attı. Vücudunda acı çekmeyen tek bir nokta yoktu. Herhangi bir müdahale ile karşılaşmazsa alev alacağını biliyordu.
Ama onu saracak alevleri önlemeye çalışmak yaptığı tüm o korkunç şeyleri düşününce aklına gelen son şeyler arasındaydı.
Tüm şehri yakmıştı. Bunu neden yaptığını hatırlamıyordu ama kiliseyi yaktığını, o ateşin şehre yayıldığını hatırlıyordu.
Daha sonra insanları nasıl kandırdığını, onlara tanrının elçisi olduğunu söylediğini de hatırlıyordu. Onlara komşularını, arkadaşlarını, her sabah yüz yüze bakıp selam verdikleri insanları öldürmelerini tembihlemişti. Hatırlıyordu.
Masum insanları kılıcıyla nasıl katlettiğini hatırlıyordu.
“AAAAAAAAAAĞAĞĞĞĞĞĞĞĞĞRRRHHHH!”
Dizlerinin üstüne çöktü, dizleri tekrar yandı fakat düşüncelere boğulmuş zihni yüzünden ayağa kalkmayı akıl edemedi. Kendini yere attı ve yanıklarla dolu vücudu daha fazla acıya maruz kaldı. Yerde yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı. Acı tüm vücuduna daha kuvvetli bir şekilde nüfuz etti. Kendine bu işkenceyi yapmasının sebebi gece yaptıkları yüzünden cezalandırılmak istemesiydi.
Öldürdüğü insanların sayısını bile bilmiyordu. Çok fazla kişiyi öldürmüştü. Ölmüş bir çocuğu, onu takip eden insanların ebeveynleriyle birlikte bir odadan dışarı çıkardığını hatırlıyordu. O sadece adamların değil, kadınların ve çocukların da ölümüne sebep olmuştu.
Bu öldürmekten de öteydi, katletmekti, vahşetti. Yu Valarfin yaptığı şeyin ağırlığını taşıyamıyordu. Vücudunu saran yanıklardan daha çok acıtıyordu. Dayanamıyordu. Katlanamıyordu. Bir canavar olarak yaşamak istemiyordu.
“AAAAAAAAAĞĞĞĞĞĞĞĞĞĞ! Öğğhröğ!” Kan kustu. Boğazı da yanıyordu. “AAAAAA!”
Bu kadarı yeterliydi. İnsanları dolandırmış, insanların parasını çalmış, insanları zehirlemişti. İyi biri olmadığını biliyordu ve dünya olduğu kötü kişinin bedeli olarak ona acı çektirmişti. Bir şekilde tüm bunları affedebilirdi ama bir şehri vahşete sürüklemek ve içindeki binlerce insanı öldürmek affedebileceği bir şey değildi.
Özellikle ölen kişilerin içinde çocuklar olduğunu düşününce, hiçbir güç kendini affetmesini sağlayamazdı.
Bu yüzden bu kadarı yeterliydi.
Daha fazla kendini kandırmayacaktı. Daha fazla oyun oynamayacaktı. Affedilemez bir günah işlemişti ve herhangi bir yerde işlediği günah için bir bahane aramayacaktı.
Yu Valarfin adlı aşağılık varlığa bir son vermesi gerekiyordu. Tüm dünyanın iyiliği için, artık daha fazla kişinin acı çekmemesi için bunu yapmak zorundaydı. Ondan başkası yapamazdı, bu andan daha doğru bir an yoktu.
Eğer bir kere buradan çıkarsa, eğer bir kere ölümü atlatırsa bir daha hiç kimsenin onu öldürmesine izin vermezdi. İzin vermezdi çünkü yine kendini kandırır, yaşaması gerektiğine kendini ikna ederdi. Kendi yalanlarına inanırdı.
Tam şu anda yapmalıydı. Yu Valarfin denen kana susamış canavarın hayatına bir son vermeli, dünyayı kurtarmalıydı. Onun ölümüyle acı çeken insanların ruhu huzura erebilirdi, ölümü sayesinde gelecekte ölecek binlerce kişinin hayatı kurtulurdu.
“AAAAAĞĞĞĞUUUUUUUUU!!!”
Yanıklarla dolu vücudunun acısıyla kükredi, gözlerinden yaşlar fışkırdı ve daha fazla kan kustu.
Bir çadırın içindeydi ve yerler çimlerle kaplıydı. Çimlerle kaplı yerde kendi canını alabileceği hiçbir taş bulamadı. Başını çevirdi ve canını alabileceği bir şey aradı, bir masa bu işi görebilirdi. Ayağa kalktı ve iki eliyle masayı sıkıca kavradı.
Sonra başını masaya gömdü. Alnını sertçe tahtadan masanın üstüne vurdu.
“AAAAAHHHHH!”
Başını kaldırdı ve tekrar aynı hızda indirdi.
“AAAAAAAAAAHHHHHHHHHH!”
Tekrar ve tekrar aynı şeyi yaptı. Alnı yarıldı, canı yandı ve ağladı. Yüzü kıpkırmızı kesildi ve göğsündeki yıldız bembeyaz bir ışık yaydı. Masaya vurmaya devam etti.
Kendi canı alacağı son can olacaktı. İyi bir şey yapacak olmanın mutluluğu göğsünde küçük bir huzur tomurcuğu oluşturdu. Tüm bu acıya son verecekti. Masaya başını vurdu.
Kanı tüm masaya sıçramış, kenarlarından yere akıyordu. Yu Valarfin’i hiç bulunmaması gereken bu dünyadan silmek için vurdu.
“Hey! Bu manyak ne yapıyor?!” Çadırın girişinde Yu’nun göz ucuyla görebildiği bir siluet belirdi. “Siktir!”
Yu bağırıp kafasını vurmaya devam ederken siluet ona doğru yaklaştı ve hızla belirgin bir şekil aldı. Yu’dan daha uzun yetişkin bir adamdı. Kollarından yakaladığı Yu onu itmeye kalkınca sinirlenip tek hamlede yere yığdı.
Yu bağırdı. “NE YAPTIĞINI SANIYORSUN?!”
Hem sinirlenmiş hem de yanıkları yüzünden acı çekmişti. Öldürülmesi gereken tehlikeli bir hayvan gibi kükrüyordu.
“Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun piç kurusu!”
Yeşil saçlara sahip mavi gözlü adam Yu’nun bacağına sert bir tekme attı, tekme yanığa geldiği için Yu yerde kıvrandı ve gözyaşları çenesinden aşağıya aktı.
“AAAAAAHHHHH!”
Bacağının acısı gitgide artıyordu. Ne yapacağını bilmeden yerde dönüyordu ama bunun bir sonu yoktu. Odaya yeni kişiler geldi.
“Ne oruyor? Anasını sikeyim, şu vücuda mak!”
“Şu karıyı çağır hemen! Oğul’a da haber ver.”
Yu gelenlerin yüzünü yaşlarla kaplanan gözleri yüzünden göremiyordu. Yaşların arasından belirgin olan tek şey ona vuran yeşil saçlı adamdı. Tüm acıya karşı geldi ve ona yaklaşıp bacaklarına sarıldı.
“BENİM NE OLDUĞUMU BİLMİYORSUN! YALVARIRIM ÖLDÜR!” Adamın bacaklarına o kadar sıkı sarılmıştı ki adam kurtulamıyordu. “ÖLDÜR BENİ!”
Adamın bacağına sardığı sağ kolu temas yüzünden yanıyordu. Sanki üstüne milyonlarca arı iğnesini batırıyor gibiydi. Her bir nokta, her bir hücre titriyordu.
“Çekil üstümden!” Adam elleriyle Yu’yu kendinden ayırmaya çalışıyordu. “Aptal orospu evladı, çekilsene üstümden!”
Sinirlenen adam Yu’yu sıkıca kavradı ve havaya kaldırıp yatağın üstüne fırlattı. Yatak yumuşak olmasına rağmen Yu’nun gözyaşları daha fazla aktı ve daha da güçlü bir feryat kopardı.
“AAAAAAAAAAHHHHHH! BENİ ÖLDÜR! BEN BİR KATİLİM! BEN BİR CANAVARIM! YAŞAMAYI HAK ETMİYORUM! ÖLDÜR BENİ! ÖLDÜR BENİ!”
Çadıra daha fazla insan girerken Yu öldürülmek için yalvarmaya devam ediyordu. Ölüme en yakın olduğu an bu andı. Eğer bu anda ölmeyi başaramazsa bir daha cesaretini toplayamazdı.
“Marak! Tut onu,” dedi yeşil saçlı adam. Yu’nun görüş alanına büyük ve yeşil bir siluet girdi. Yaşlarla kaplı gözleri onu yanıltmıyorsa vücudunda fazladan uzuvlar yer alıyordu.
Yeşil siluet onu kollarından ve bacaklarından tutup havaya kaldırdı. Yu’nun canını yakmak istiyor olmalıydı çünkü tuttuğu yerleri gereğinden fazla sıkıyordu.
“HAYIR! HAYIR!” Yu ona yapacakları şeyi anladığında çığlık atmaya başladı. “HAYIR! YANLIŞ YAPIYORSUNUZ! DAHA FAZLA İNSANA ZARAR VERECEĞİM! DAHA FAZLA İNSANI ÖLDÜRECEĞİM! ÖLDÜRÜN! BENİ ÖLDÜRÜN!”
Siluetinden anladığı kadarıyla önünde bir kadın vardı, çağırdıkları kişiydi. Avuçlarını açtı ve ellerini Yu’nun göğsüne bastırdı. İlk başta temas yüzünden canı yandı ama kadının ellerinden yayılan beyaz ışık acısını kısa sürede dindirdi.
“Rhaea, festia anon, si luel’la - Festia naxu, si astea...”
Kadın bir ilâhi mırıldanıyordu. Yu onu tutan kollardan kaçamıyor, ilk defa şifa büyüsüne maruz kaldığı için sinirleniyordu. Daha fazla insan onun ölümüne engel olanlar yüzünden ölecekti. Buradaki herkes katildi.
“Yalvarırım...” Vücudu rahatladığında zihni de ister istemez bundan etkilenmişti. “Lütfen, beni öldürün. Yaşamama izin vermeyin. Ben kötü biriyim.”
Yüzü bağırmaktan kıpkırmızıydı ama artık bağıramıyordu. Kadının şifa büyüsü onu yumuşak bir yatağın içine koymuş gibiydi ve bu yatak o kadar büyüktü ki içinde bağırmasını sağlayacak enerjiyi kaybetmişti.
“Beni tanısanız bir saniye bile yaşamama izin vermezsiniz.” Gözyaşları akmaya devam ediyordu.
“Vermia’yı yaktım, insanları birbirine düşürdüm, ben şeytanın ete kemiğe bürünmüş hâliyim... Yalvarırım beni öldürün... Eğer öldürmezseniz daha fazla kişiyi öldüreceğim çünkü ben böyle biriyim. Yu Valarfin böyle biri.”
Çadırın içindekiler hiçbir şey söylemedi. Kadının işi bittiğinde onu gönderdiler ve Yu odada birkaç adamla baş başa kaldı. Biri insan bile değildi.
Onlardan bir cevap almayınca konuşmayı kesti. Yapabileceği tek şey öldürülmeyi ummaktı. Arkasındaki adam hâlâ onu tutuyordu ve önündeki adamlar öylece bekliyordu. Yu sessizce ağlıyordu.
“Geliyor,” dedi birisi kıkırdayarak.
Çadırın dışından gelen ayak seslerini duyabiliyordu. Bir şey koşarak onlara yaklaşıyordu. Ayak sesleri adeta yeri sarsıyordu, gelen şeyin bir insan olması mümkün değildi.
“MIRA~K! MIRA~K! MIRAK ONU!”
-------------------------
20.07.2022 – 03:30
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..