“Sadakat,” dedi.
Konuşan uzun boylu bir siluetti.
Yıldızlar sönerken ve ay uykuya dalarken güneş doğuyordu. Tüm dünyanın gözü önünde yeni bir yıldız oluşuyordu. Parlak, göz alıcı ve zarif bir yıldız; dünyaya güneş kadar yakındı.
“Dürüstlük,” dedi. Diğeri kadar uzun olmasa da o da bir siluetti.
Onun için de bir ritüel söz konusuydu. Dizlerinin üstüne çökmüştü. Karşısındaki asilzade tarafından şövalye ilan ediliyordu. Yeşil çimenlerin üstünde ve cesetlerle kaplı bir meydanın ortasındaydı.
“Fedakârlık,” dedi. Bu seferki bir kadındı.
Rüzgâr tarafından pelerini havalandırılırken kılıcını yukarı kaldırmıştı. Onlarca düşman tarafından etrafı sarılmak üzereydi. Yu savaş alanında bir kadına yapılabilecekler hakkında endişelendi ama sahne hızla değişti.
“Erdemlilik,” dedi bir başkası.
Fiziksel olarak aralarında Yu’ya en çok benzeyendi ama onun aksine Yu hiçbir erdeme sahip değildi. Yalnızca ambalajları benziyor olsa da siluetin içindeki ürün ambalajını hak edecek şekildeydi.
“Kahramanlık,” dedi sonuncusu.
Ve sonra hepsi Yu’ya seslendi. Her biri en içten duygularıyla tek bir şeyi soruyordu. “Neden ölmüyorsun ki?”
---:---:---:---:---
Atın üstünde fazla ilerlemeye gerek kalmadan şehir kapılarından birine varmıştı. Şans budur ki geldiği kapı bu şehre bir orduyla girerken kullandığı kapıydı. Binlerce asker bu kapıdan içeri girmişti ve şimdi yüzlerce insan kapıdan dışarı çıkmak için birbirlerini eziyordu.
Kapıdan geçip şehirden çıkmak, daha doğrusu kaçmak istemelerinin nedeni onların arasında olup kapıdan geçmeye çalışan adamdı. Şehir onun tarafından yakılmış, insanları kandırarak komşularını öldürmelerini sağlamıştı. Şehirde yaşayan ve aklı başında olan insanların çoğu da yapabilecekleri en doğru şeyi yapıyordu. Yangından ve kendilerini öldürmek isteyen delilerden kaçıyordu.
Yu bir at sürmesine rağmen insanların arasından geçemiyordu. İzdiham öylesine yoğundu ki yaşlı bir adamın yere düştüğünü ve diğer insanlar tarafından ezildiğini gördü. Adamın otuzlu yaşlardaki kızı da babasına ulaşmak için haykırırken yere düştü ve sadece kendi canını düşünen insanlar tarafından ezildi.
“Gerçekten de doğru olan şeyi yapmışım,” dedi Yu. Düşünceleri vicdanının ne kadar rahat olduğunu gösteriyordu. “Bencil insanlar. Başkalarını umursamıyorlar. Onları cezalandırmakla doğru olan şeyi yapmışım. Eğer diğerlerini düşünselerdi böyle olmazdı. Ben adaletim.”
Huzur doluydu. Yaptıklarından dolayı içi ferahtı ama canını sıkan bir şey vardı, yavaşlık. Atının seri olmasını ve herkesi yarıp geçmesini istiyordu ama hayvan doğru düzgün adım atamıyordu. Sinirlendikçe içindeki huzur azaldı ve kılıcını çekti.
“YOL AÇIN KÖPEKLER!”
Kılıcı indirdiği gibi saçları beyazlamış zayıf bir adamın sırtında ölümcül bir yara açtı. Atı şaha kalktı ve önündeki kambur bir kadını ezdi. Kılıcını tekrar salladığında bir başkasının göğsüne kesik atmıştı. Tüm gücüyle tekrar bağırdı.
“YOL AÇIN! YOKSA HER BİRİNİZİ EZERİM!”
Kılıcını her savuruşunda birine vuruyor, insanlar canlarının zarar görmemesi için ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. Bu hareketleri yeni yığınlar oluşturuyor, birileri yine birilerinin altında kalıp can veriyordu.
“DEH!” diye bağırdı atını ilerletmek için. At yere düşenleri ezerek ilerlerken insanlar tekrar bağırdı ve Yu tarafından öldürülmek pahasına bir kez daha kapılara doğru hücuma geçtiler.
“KAÇIN! CANINI SEVEN KAÇSIN!”
“YİNE GERİYORRAR!”
“HEPİMİZİ ÖRDÜRECEKRER!”
Yu’nun aklını çeldiği insanlar kapılara hücuma geçmişti. Şehirden kaçmaya çalışanları öldürmeyi ve yağmuru daha erken getirmeyi planlıyorlardı. Böylece kendilerini korumuş olacaklardı.
Ellerinde meşaleler, sopalar, bıçaklar ve tırpanlarla koşan deliler sürüsünden kurtulmak isteyenler, Yu’nun atının önüne atladılar ve at tarafından ezildiler. Yu ise arkasından gelenlerin ne yapmaya çalıştığını çoktan unutmuştu. Öfkeli bir şekilde kılıcını sallayarak insanları kesmeye devam ediyordu. Ondan korkan insanlar başını kaldıramıyordu bile.
“İŞTE ORADA! AZER’İN ERÇİSİ! MİZE YOR GÖSTERİYOR! KÂFİRRERİ ÖRDÜRÜYOR!”
Yu, Azer’in elçisinin kim olduğunu görmek istiyordu, kılıcını sallamaya devam ettiği esnada etrafına bakındı. Elçi olabilecek herhangi birisini göremiyordu. Gördüğü tek şey izdihamdı.
“AZER’İN ERÇİSİNİ TAKİP EDİN!”
“KÂFİRRERİ ÖRDÜRÜN!”
“AZER İÇİN! VERMİA İÇİN!”
“SARDIRIN!”
Delilerle uğraşmak istemiyordu. Tek bir süvari bile onu zorlamıştı, şimdi yüz kadar kişiyle karşı karşıya gelirse şüphesiz ölürdü. Kılıcını önüne doğru salladı ve birkaç kişiyi daha keserek kendine yol açtı. Atı yavaş da olsa ilerliyor ve gittikçe şehrin çıkışına yaklaşıyordu.
“Az kaldı amına koyayım, sonunda çıkacağım şu mezarlıktan.”
Surları aşmak için geçmesi gereken kapı hemen önündeydi, yalnızca biraz daha ilerlemesi geçmesi ve şehri arkasında bırakması için yeterli olacaktı.
“AZER’İN ERÇİSİ!”
“AZER’İN ERÇİSİ!”
Yu duyduğu sesler karşısında bir kez daha arkasına baktı. İnsanları öldürmek için peşinden gelen delilerin seslendiği kişinin kendisi olduğunu hâlâ fark etmemişti. Onu takip eden deliler sürüsünün arkasında ise süvariler vardı. Atlarını doğrudan delilerin üstüne sürüyorlardı.
“AZER’İN ERÇİSİ! YARDIM ET!”
Süvarilerden birinin mızrağı yardım için yalvaran yaşlı adamın sırtına girdi ve göğsünden çıktı. Süvarinin atı daha fazla kişiyi ezip şehirden kaçmaya çalışan insanların arasına daldı.
Diğer süvariler de gözlerinin yaşına bakmadan Azer adına savaştığını iddia edenleri öldürüyordu ama onları hafife almışlardı. Şehri yangından korumak ve yağmuru bir an önce getirmek isteyen insanlar süvarilerin atlarının üstüne atladılar, bacaklarını tutup onları düşürmeye çalıştılar.
Kimileri bunu başardı, kimileri atların altında ezilerek öldü ama Yu daha sonra yaşananları görmedi. Daha önce şehre girdiği kapıdan bir kez daha geçmiş ve şehri arkasında bırakmıştı. Burada atı özgürce hareket edebilirdi.
“AZER’İN ERÇİSİ! MİZİ TERK ETME!”
Duyduğu son mantıklı ses bu oldu. Gerisi çığlıklar ve anlamsız yakarışlardı. Uzaklaştı, gök gürledi, dünya berraklaştı ve Yu’nun ağzı köpürmeye başladı.
Göğsü yanıyordu.
Alevler içinde kalmış şehir arkasında parlarken göğsünde de bir yıldız parlıyordu. Beyazdı, yolu aydınlatıyordu. Atı bu sayede bastığı yerleri görebilse de Yu acı yüzünden gözünlerini kapadığı için hiçbir şey göremiyordu.
“Acı çekmemem lazımdı. İksir içtim... Daha fazla ihtiyacım var... Daha fazla istiyorum...”
Nefes alış verişleri hızlanırken eğildi ve atın boynuna sarıldı. Göğsünde taşıyamadığı bir ağırlık vardı, onu yere çekiyordu. Ağzındaki köpükler atın siyah yelesine akarken Yu çığlık attı.
“AAAAAHHHHHHHH!”
Yağmur damlaları üstüne düşmeye başladı. Kısa sürede hızlandı ve gök gürültüsü dünyayı ışığa bulamaya devam etti. Yu çığlık attı.
“AAAAAAAARRHHRHHH! Öhörröh- Öhhö-”
Köpüren ağzı yüzünden çığlık atmakta da zorlanıyordu. Birkaç defa kendi ağzından çıkan köpük yüzünden boğulacak gibi oldu. Parmakları kenetlendi ve onları hareket ettiremez hâle geldi ama elleri titremeye devam ediyordu.
Hücrelerinin de göğsündeki yıldıza doğru çekildiğini hissetti. Ruhu yıldızın içine göçüyordu. Çekim kuvvetinin gücünden kaçması mümkün değildi. Kanı göğsüne çekiliyor, elleri ve ayaklarındaki ısı göğsüne aktarılıyordu. Böylece yıldız Yu’yu yakmak için gerekli enerjiyi topluyordu.
“Aaahh! AAAH! Ööörrööğğğ...”
Atın üstüne kustu. Artık atı kontrol eden o değildi. Hayvan kendi kafasına göre düz bir doğrultuda koşuyordu. Yu hayvanın güneye gitmesini arzulardı, orada Keichi vardı ama hayvanın yönü doğuya çevrilmişti
「Neden ölmüyorsun ki?」 duyduğu son şey bu soru oldu.
Sonra her yer beyaza bulandı, tüm vücudunda müthiş bir enerji hissetti. Sıcaktı, vücuduna hiç olmadığı kadar hızlı bir titreme soktu ama titreme yalnızca birkaç milisaniyeliğine sürmüştü. Işığın kayboluşunun ardından gök gürültüsünün sesini duydu. Gözleri kapandı ve atıyla birlikte yere düştü.
---:---:---:---:---
♫ “Gece son bir kez düşerken üstüme,” ♫
♫ “Kapanıyor gözlerim hayalinle.” ♫
♫ “Olmasam da yanında gelecekte,” ♫
♫ “Tek dileğim var, gülümsemen yine.” ♫
Deniz kenarında, kumların üstüne serdikleri bir örtünün üstünde oturuyorlardı. Biraz yukarıdaki tepenin üstünde kırmızı surlara sahip büyük bir şehir vardı, güneş yukarıdaydı.
Kadın güzel bir şarkı söylüyor ve elindeki arpla şarkıya eşlik ediyordu. Maharetliydi. Hem parmakları hem de sesi öyleydi. Şarkının diğer mısralarını söylerken onu dinleyen adamın biçimsiz beyaz yüzünde, gözlerinin olması gereken yerde yaşlar birikti.
“Bu şarkıyı o kadar çok kez dinledim ki...” Kadının elinden arpı aldı ve örtünün üstüne bıraktı. “Artık bana acı veriyor.”
“Eğer canın acıyorsa tedavi edebilirim,” dedi kadın. “Ama karşılığında bir şey isterim.”
“Bana hiçbir şey vermesen bile her şeyi isteyebilirsin,” dedi adam. Elini kadının beyaz yüzüne uzattı ve yanağını okşadı. Tüm vücutları beyaz bir figürden ibaretti. “Ne istersen, ne zaman istersen ve nasıl olmasını istersen; senin için yapacağım.”
Kadın adamın elini tuttu ve yanağına bastırdı. Onun gülümsediğini hissediyordu. Güneş tenlerini ısıtırken ve dalgaların sesleri kulaklarında çalarken kadın tek bir şey istedi.
“Kadere bir son ver.”
“Kılıcımı bunun için sallayacağım.”
---
Dalgalar bir anda yükseldi ve gökyüzü aynı hızda karardı. Siluetler yok oldu. Siyah sular tek darbede sahili yerle bir etti ve yeryüzünü kapladı. Yükselerek tepenin üstündeki şehri de içine aldı. Gök gürlüyordu. Yu suların içinde hareket etmekte zorlanıyordu.
Yıldırımlar sürekli çakarken tüm vücudu sarılıyor, düşüp kalkıyor, onu sarmalayan alevleri söndürmek için yüzme bilmese de suyun içine dalıp dalgalar tarafından tekrar yüzeye çıkarılıyordu.
Yürürken kustu, tekrar suların içine düştü. Tuzlu deniz suyu ağzından ve burnundan içeri girdi, dalgalar onu bir kez daha yüzeye çıkardığında derin bir nefes aldı ve ağzından çamur ve toprak tükürdü.
Tüm dünya dönüyordu. Işıklar hızla yanıp söndüğü için düşünce kabiliyetini tamamen kaybetmiş, hastalıklı fikirlerini bile bulamıyordu. Dönen dünyanın içinde kendi etrafında döndü ve yüzüne çarpan bir dalgayla birlikte sırt üstü yere düştü.
Gürleyen gökyüzünün sesini artık duyamaz oldu, dalgaların sesi duymamasının neredeyse imkânsız olduğu gök gürültüsünü bile bastırıyordu.
Yüzüne çarpan dalgalar o kadar hızlıydı ki sanki gökyüzünden suyun içine düşmüş de beton etkisine maruz kalmış gibi hissediyordu.
Suyun içine tekrar daldı, başta karanlıktı. Bir süre devam eden karanlığın ardından göğsü ışıldadı ve karanlık suları aydınlattı, ortada su yoktu.
Yağmur damlaları vücudunu sertçe döverken bir kez daha kendi etrafında döndü ve kendini yere bıraktı.
「Neden ölmüyorsun ki?」
「Neden bize bir leke olan hayatına son vermiyorsun ki?」
「Öl ve ruh bir başkasına geçsin.」
「Öl ve daha fazla adına lanet okutma.」
「Yüz karamızsın.」
「Lütfen hayatına bir son ver.」
「Bu asil ruhu taşımayı hak etmiyorsun.」
「Sahip olman gereken hiçbir erdeme sahip değilsin.」
「Bir kere çürüyen hep çürük kalır. En iyisi ölmen.」
「Lütfen bu aciz hayatı bir an önce bitir.」
「Bizi bu kadar utandırdığın yeter.」
「Lütfen öl.」
***
Gözlerini açtığında inledi. “Aaağğğhh...”
Tüm vücudu yandıktan sonra nasıl hissediyorsa şimdi de aynı şekilde hissediyordu. Sadece öfke yoktu ve yüksek sesle çığlık atamayacak kadar yorgundu.
Boğazından veremediği tepkiyi gözlerinden verdi, başındaki ağrı yüzünden ağladı. Çimlerin üstünde biraz süründükten sonra gözyaşları yalnızca ağrı için değil, yanan vücudu için de akmaya başladı.
Boynunda, göğsünde, sırtında ve sağ kolunun üstünde bir ağacın dallarına benzeyen yara izleri vardı. Yara izlerinin etrafı kırmızıydı ve vücudunda yayıldıkça pembeleşiyordu.
Saçlarının uçları yanmıştı, vücudundaki güç biraz süründükten sonra hızla tükendi ve yüzüne çarpan sabah güneşinden korunmak için gözlerini kapadı.
Acı hâlâ devam ettiği için inledi. “AAaağğğğhhh...”
Ağlıyordu. Öylesine acınası bir hâldeydi ki hissettiği acıya rağmen doğru düzgün bir tepki bile veremiyordu. Tekrar kustu. Yeşil çimler ekşi kokulu kusmuğuyla kaplandı. Kusmuğundan uzaklaşamadığı için yüzü kirlenmişti.
“Ne kadar güzer, ne kadar güzer...”
Yüzüne gölge düştüğünü hissetti, cüsseli biri güneşi kapamıştı. Göz kapaklarını hafifçe açtı, başını yukarı kaldıramadığı için gözlerini kaldırabildiği kadar kaldırarak önündeki adama bakmaya çalıştı.
En fazla göbeğini görebiliyordu ama bu bile ne kadar iri olduğunu anlaması için yeterliydi. Kocaman elleri soluk beyaz renkteydi. Adam bir devi andırıyordu. Arkasında daha fazla kişi vardı ama aralarında çok bir mesafe olmamasına rağmen Yu yüzlerini göremiyordu.
“Mamamın söyrediği gimi! Tıpkı mamamın söyrediği gibi!” Adam gökyüzünü titretecek kadar gür sesiyle konuştukça Yu kirlendiğini hissetti. “Sonunda gerdin, şampiyon!”
Adam ellerini çırpıp dans etmeye başladığında Yu’nun gözleri titredi ve biraz daha ağladı. İnlemesi gittikçe azalıyor ama yüreğini yakan korku çıkardığı sesler azaldıkça artıyordu.
Adamın etrafında siyah siluetler vardı, korkunç siluetler. Kimisi sürünüyordu, kimisi ayaktaydı, çoğu insan bile değildi. Hayvanlara ait gölgeler adamın ayaklarının dibinde dolanıyordu. Yu onların her birinin nasıl acı çektiğini hissedebiliyordu.
Gölgeler ağlıyordu.
Adam yeri sarsarak dans ediyordu.
Yu başına nelerin geldiğinden habersiz bir şekilde gözlerini kapatıp uykuya daldı. İçinden bir ses onun karşısında savunmasız kalmanın son derece yanlış bir tercih olduğunu söylüyordu.
Ama uyku, sesi bastıracak kadar güçlüydü.
-------------------------
17.07.2022 – 03:00
Önceki bölümde yer alan bir sahneyi yazdığım için kendimi kötü hissettim, sahneyi çıkardım ama o bölümün yukarıda kalmasını istemiyorum. Bu yüzden yeni bir bölüm atıyorum. O kısmı okuyanlardan özür dilerim.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..