Cilt 4 - Bölüm 15: Vazgeçilenler

avatar
362 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 15: Vazgeçilenler


“Hadi ger sevgiri Yu! Sana kampımızı göstereyim! Sen gerdiğine göre artık her şey tamam! İşimize kardığımız yerden devam edecek ve mamamı mutru etmek için dünyayı kaosa murayacağız! Ihh! Ihh!”

 

Hiperaktif bir yaratıktı. Karşılaştıkları ilk andan beri yerinde duramıyordu. Şimdi de arkasını döndü ve kollarını iki yana açarak dönmeye başladı. Dönerek çadırın içinden çıktıktan sonra nazik bir sesle Yu’ya seslendi.

 

“Hadi sevgiri arkadaşım Yu! Seni diğer arkadaşrarımra tanıştırmak için çok heyecanranıyorum!”

 

Karnı gurulduyordu. Dünya onun için karanlık bir bataklıktan ibaretti. Bataklığın ortasına kadar ilerlemişti ve şimdi dışarı çıkamıyordu. Yapabildiği tek şey isteği dışında da olsa batmaya devam etmekti.

 

“Neden amına koyayım ya? Neden?” Başını yukarı kaldırdı ve bir tanrının siluetiyle karşılaşma umuduyla havaya baktı. “Çadırını sikeyim! Mora’yı sikeyim! Her şeyi sikeyim! Of! Of...”

 

Kimsenin onu anlamadığını düşündü ama anlaşılıyordu. Onu bulanlar dediği her şeyi çok iyi bir şekilde anlamıştı. Kendisini öldürmeyerek hata yaptıklarını düşünüyordu ama onlar onu öldürmek ve dünyaya bir iyilik yapmakla ilgilenmiyordu.

 

Yu Valarfin onun daha fazla Yu Valarfin olmasını isteyen kişilerce bulunmuştu. Anlattığı şeyler hoşlarına gitmişti. Onu öldürmek bir yana onun yaşamasını istemişlerdi. Böylece dünyaya daha fazla dehşet saçabilecekti.

 

“SEVGİRİ ARKADAŞIM! SENİ MEKRİYORUZ!”

 

Yarı çıplaktı. Yerde biriken idrara basmamaya özen göstererek yataktan dışarı çıktı. Çadırın dışından yaratığın gölgesini görebiliyordu. Ayağına giyebileceği hiçbir şey bulamadığı için yalınayak yürümek zorunda kaldı. Çimlerle kaplı zemin yumuşak olsa da yalınayak yürümeye alışkın olmadığı için rahatsız oluyordu.

 

Çadırın dışına çıktı ve güneş tarafından karşılandı. Öğlen olmuştu ve güneş tenini güzelce ısıtırken gözlerini kısmaya zorladı. Sol elini kaldırıp gözüne siper ederek karşısına baktı. Yaratık yumruklarını sıkmıştı ve yerinde zıplayarak onu bekliyordu.

 

“IHH! IHH! YENİ ARKADAŞIMRA TANIŞIN MİRRET!” Yüksek sesle konuşan yaratık ellerini çırptı ve etrafındakilere Yu’yu işaret etti. “YU VARARFİN! ÇOK GÜZER DEĞİR Mİ? YÜZÜNE MAKMAYA DOYAMIYORUM!”

 

Yüzünde bir yara vardı ve suratının kalanı yaşadıklarının stresi yüzünden kızarmıştı. Başını masaya vurduğu zaman alnında oluşan yara şifa büyüsüyle iyileştirilmiş olsa da kan hâlâ duruyordu ve sakalları çıkmıştı. Şu an ondan güzel diye bahseden ve yüzüne bakmak isteyen kişinin zevklerini sorguladı.

 

Bu sözler Sivina veya başka herhangi bir kız tarafından sarf edilseydi gururu okşanırdı ama karşısındaki yaratık tarafından söylendiğinde sadece tiksindiriyordu.

 

Çevresindekiler yaratığın dediklerini komik bulmuştu. Çoğu gülüyordu ve bir kısmı kendi aralarında fısıldayarak yeni buldukları yabancı hakkında konuşuyordu.

 

Yu onlara baktı. Katil ve tecavüzcülerden oluşan iki düzine adam etrafını sarmıştı ve onların arkasında tek kişilik çadırlar kuruluydu. Çadırların biraz arkasındaysa içinde çoğunlukla kadınların ve çocukların bulunduğu kafesler vardı.

 

“Terazi Kardinali’ni bulmak zorundayım,” dedi Yu. “Onu bulmam gerekiyor. Onu bulmalıyım. Güneyde. Vermia’nın güneyindeydi. Şu anda kuzeye doğru ilerliyor olmalı. Onu bulmalıyım.”

 

Kendini düzgün bir şekilde ifade ettiğine inansa da etrafındakileri güldürmüştü. Yaratık ona bakarak başını ve ellerini salladı. Çenesini yukarı kaldırmıştı ve gözleri yaşarıyordu. Burnunu çekerek incinmiş bir tonda konuştu.

 

“Men mamamı da arkadaşımı da seviyorum, mu yüzden ikiniz arasında mir seçim yapmak zorunda ormak meni incitir. Rütfen sevgiri arkadaşım, mizi kırma...” Yaratık gözyaşları akıtmaya başladı. Gözyaşlarını sildiği parmağı bile Yu’nun penisinden büyüktü. “Mamam kan istiyor, dehşet istiyor! Eğer sen gidersen onun istedikrerini yapamayız! Mize çok kızar! Rütfen! Rütfe~n! Yarvarırım mizimre ger!”

 

Böyle bir yaratıktan böyle bir konuşma beklemiyordu. Çadırın içinde söylediği şeyler olmasa bile onun korkunç bir canavar olduğu ortadaydı ve bir canavardan beklenmeyecek kadar duygusal davranıyordu.

 

Ama duygusal yönü onun tıpkı Yu gibi aşağılık bir varlık olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Dediği şeyleri umursamadı ve kendi isteğini diretti. Keichi’yi bulmalı ve zamanı geri sarmasını sağlamalıydı.

 

“Anlamıyorsunuz veya anlıyorsunuz ama başından beri farklı şeyleri amaçlıyorsunuz.”

 

Çevresindeki insanların oldukça tehlikeli olduğunu bilse de onlara karşı gelecekti. Zaten onlar tarafından öldürülürse bu dünya için iyi olurdu.

 

“Sevgiri arkadaşım seni anramak istiyorum. Rütfen mana ne istediğini anrat,” dedi yaratık.

 

“Banca bızdan korkmus,” dedi bir başka devasa adam.

 

Konuşan kişi Yu’yu kollarından ve bacaklarından tutan kişiydi. Soluk beyaz tenli yaratık kadar uzun boyluydu ve dört kolu vardı. Vücudunu kaplayan tek şey kahverengi bir şalvardı ve geri kalan tüm vücudu sanki kastan oluşmuştu. Alışılmışın aksinde siyah dövmelerle kaplı yeşil bir tene sahipti, yüzü insan yüzüne benziyordu ve siyah gözleriyle uzun saçları aynı tondaydı. Başının ön tarafında biri yarısına kadar kırılmış dört büyük boynuz yukarıya uzanıyordu.

 

Onun türünü de Rolderhelm’de okuduğu kitaplarda görmüştü. Kıtanın kuzey doğusundaki bozkırlarda yaşayan at efendilerinin bile doğusunda, büyük bir bölgede kabileler hâlinde yaşıyorlardı. Irkları şan-sun olarak anılıyordu ve Brahatul dilinde vahşi adam demekti.

 

Şan-sunlar savaşçı bir topluluktu ama haritanın uzak bir bölgesinde oldukları için Mora’da görülmeleri nadirdi. Karşısındaki bir şekilde yolu güneye düşmüş şan-sunlardan biri olmalıydı. Yalnızca onun vücuduna bakması bile Yu’yu korkuttu. Onunla dövüştüğünü hayal etmek dahi istemiyordu.

 

Şan-sun savaşçısı ellerinden birini yaratığın omzuna attı. “Ona korkutucu bırı olmadıgını kanıtlaman garak.”

 

Yaratık gözlerini kocaman açarak şan-sun’a baktı. “Ama sevgiri arkadaşım Yu niye menden korksun ki? Mizim kaderimizde çok iyi arkadaşrar ormak var! Öyre değir mi sevgiri arkadaşım?”

 

“Boyla sorarsan korktugunu soylamaz. Kanıtla hadı.” Marak isimli şan-sun sırıtıyordu. “Iyı bırı oldugunu nasıl kanıtlayacaksın?”

 

“Men dans etmeyi seviyorum,” diye cevap verdi yaratık. “İyi insanrar dans eder. Sevgiri arkadaşımra dans edersem menim kötü miri ormadığımı anrar.”

 

Marak yaratığı oyalarken daha önce Yu’nun bacağına sarılıp kendisini öldürmesi için yalvardığı yeşil saçlı adam ortaya çıktı. Yaratığın dikkati Marak’ın üstündeyken Yu’nun yanına geldi ve kulağına fısıldadı.

 

“Hayatından çoktan vazgeçtiğini biliyorum ama Oğul’un isteklerini yerine getirmezsen ölüm senin için bir lütuf olacak. Anlıyor musun?” Yeşil saçlı adam yaratığın hâlâ bakmadığını görünce Yu’nun daha iyi anlaması için bir cümle daha kurdu. “Uslu dur, tırı vırı yapma. Hepimiz sırayla senin götünü sikeriz.”

 

Yaratık dans ederek Yu’yu iyi biri olduğuna ikna edebileceğine inanınca yeşil saçlı adam uzaklaştı ve Yu yaratığı izlemek zorunda kaldı.

 

Yaratık bir bacağını kaldırdı ve ayağını dizinin yanına getirdi; kollarını havaya kaldırıp ellerini başının üstünde birleştirdi ve tek ayağının üstünde dönmeye başladı.

 

“Mak arkadaşım! Görüyor musun? Ne kadar da güvenirir ve enterektüer mirisiyim! Mare yapmayı mana ikinci annem öğretti! Miz enterektüer mir aireyiz!” Yaratık başı dönünce durdu ve kendi ayaklarının üstüne kustu. “Şimdi anradın mı? Öyreyse tanışma fasrına geçerim!”

 

Kendini berbat bir şekilde hissettiği anlar arasında yalnızca bir yenisiydi. Ne yapacağını veya ne diyeceğini değil ne düşüneceğini bile bilmiyordu.

 

En azından herhangi bir maddenin etkisi altında değilken bir vicdana sahipti ve yapacağı şeylerin doğruluğunu ölçebiliyordu ama buradakiler için aynısı söz konusu olamazdı. Yalnızca karşısındaki yaratık bile çürümüşlüğün sembolüydü ve onu takip edenlerin ondan farklı olması da mümkün olamazdı. Yalnızca arka sıralarda yer alan kafeslere bakmak bile bu düşüncesini onaylamaya yetiyordu.

 

“M-miz zaten tanıştık ama kendimi resmî mir şekirde tanıtmam gerek çünkü mamam munun önemri orduğunu söyredi,” dedi yaratık. “Men, Oğur’um. Mamam mana Vazgeçirenrerin sorumruruğunu verdi. Möyrece müyük ve sorumru mir yetişkin oramiririm.”

 

Daha sonra Oğul, Marak’ı işaret etti.

 

“Şan-sun savaşçısı Marak. Kamiresinden sürgün edirdikten sonra yoru mizimre keşişti. En ama en güçrü savaşçırardan mirisidir! Tıpkı mamamın istediği gimi mir savaşçı! Mamam onu çok ama çok beğeniyor! Ihh! Ihh!” Tuhaf sesler çıkardıktan sonra Marak’a sarıldı. “Marak da menim önemri mir arkadaşım. Onunra iyi geçin, orur mu? İkinizin çok iyi arkadaşrar ormasını istiyorum.”

 

Oğul iki elini de kullanarak yeşil saçlı adamı işaret etti. “Mamam onun akırrı miri orduğunu söyreyince hemen akrıma gerdi ve onu yardımcı generar yapmanın iyi mir fikir oracağını düşündüm! Mamam mu yüzden menimre gurur duydu! Artar, Vazgeçirenrerin yardımcı genarari. Tamii ki men asır generarim!”

 

“Altar mı?” diye sordu Yu. Yeşil saçlı adam başıyla onayladı.

 

Oğul ilerledi ve insanların arasında duran kısa boylu bir canlının yanına geçip eğildi. Onu tutup omzuna koydu ve ayağa kalktı. Omuzlarına aldığı canlı bir cüceydi.

 

“Vazgeçirenrerin neşesi! Papurgir! Onun ufak moyuna ardanayım deme sevgiri arkadaşım! Mir mu kadar da pipisinde var!” Yu’nun mimiğini oynatmayan şaka diğer adamları güldürdü. “Onunra da iyi mir arkadaş ormarısın!”

 

Bir cüce denince insanın aklına gelecek fantastik yaratık görünüşüne sahipti. Uzun siyah saçları ve sakalları vardı. Boyu yalnızca Yu’nun beline denk gelse de kaslıydı ve elinde bir balta tutuyordu.

 

“Ve sonra diğer arkadaşrarımız!” dedi heyecanını koruyarak. Papurgir hâlâ omuzlarındaydı. “Marki, Andar, Zari...”

 

***

 

Köleler hariç herkesle tanıştırıldıktan ve hepsinin ismini hemen unuttuktan sonra bir kez daha şifa büyüsü yapılması için onu ve Raya isimli büyücü kadını baş başa bırakmışlardı. Ona verilen çadır diğer tüm çadırlardan daha büyük ve muhtemelen daha konforluydu. Oğul ‘arkadaşının’ rahatına önem veriyordu.

 

Altında sadece bir peştamal vardı, kalan tüm vücudu çıplaktı. Kadın uzun süre şifa büyüsü yapmasına rağmen sadece daha fazla acı çekmemesini sağlamıştı. Sırtı, eli ve yüzündeki yaraya yapılan büyü müdahalesi geç kaldığı için fazla etkili olmuyordu ve yıldırım çarpması sonucu oluşan yanık izleri hâlâ mevcudiyetini koruyordu.

 

Yıldırım saç uçların yaktığı için kadın saçlarıyla da ilgilenmiş, onları dikkatli bir şekilde kesmiş, daha sonra taramıştı.

 

“Efendi Valarfin, sakallarınızı da kesmemi ister misiniz?” diye sordu kadın. Siyah saçları boynuna geliyordu ve gözleri maviydi.

 

Yu başını salladı. Ona sorsaydı saçlarını bile kestirmezdi. Artık nasıl göründüğünü umursamadığı için sakal olmuş ya da olmamış onun için fark etmiyordu. Hatta böylesi daha iyi olabilirdi; böylece geçmişte yaşayan Yu Valarfin’den kaçtığını düşünebilirdi.

 

“Yaralarınız kısa bir sürede kendiliğinden iyileşecek. Şifa büyüsü onlar üzerinde işe yaramıyor. Size yaralarınıza sürmeniz için sürekli merhem hazırlayacağım. İyileşmesini hızlandıracak.”

 

“Sen sür,” dedi Yu. “Ellerin yumuşak ve vücuduma dokununca hoşuma gidiyor.”

 

Karşılaştığı şey onu şaşırtan bir manzaraydı. Raya gözlerini tiksintiyle kaçırdı ve alnı kırıştı. Yu’nun sözlerinden hoşlanmamıştı.

 

Ne yazık ki Raya’nın tepkisi onu üzmüş müydü anlayamıyordu. Onun ne düşündüğünü umursamaktan çok uzaktı, sadece kısa bir anlığına da olsa yaptığı şeylerden zevk almakla ilgileniyordu. Böylece hayattaki acı verici tecrübelerini bir süreliğine unutabilirdi.

 

“Burası neresi?” diye sordu Raya’ya. “Neden tüm bu yaratıklar bir araya toplanmış? Ne yapmayı amaçlıyorlar?”

 

Raya soruyu cevapsız bıraktı. Yu onu bu konular hakkında konuşmamaları konusunda tembihleyebileceklerini düşünerek üstelememeye karar verdi.

 

Raya, Yu’dan uzaklaştı ve masanın altına eğildi. Yu’nun fark etmediği uzun bir sandığı sürükleyerek dışarı çıkardı. Sandıkta bir kilit yoktu. Kapağı kaldırdı ve içindeki eşyaları çıkarmaya başladı.

 

“Efendi Valarfin için hazırladığım kıyafetler. Ölçülerinizi bilmediğim için birkaç farklı ölçüde kıyafet hazırladım.”

 

Raya kıyafetleri masanın üstüne koydu ve Yu sandalyeden kalkarak ona sunulanları incelemeye başladı. Hepsi siyah ve basitti. Yu’nun şimdiye dek kullandığı kıyafetler arasında en kötü olanlarıydı ama buradakilerin ellerinde çok imkân olmadığını düşünürse normal karşılanabilirdi.

 

Kendine uyacağını düşündüğü kıyafetleri ayırdı ve üstüne geçirdi. İçerisinde rahat hareket edebildiği siyah bir pantolon ve siyah bir atlet seçmişti. Bacakları uzun olduğu için pantolon biraz kısa gelmişti ve sinekler tarafından ısırılacak olsa da uzun kollu giymek istemiyordu. Bağışıklık sisteminin bu dünyada yaşayan diğer insanlardan daha güçlü olduğuna emin olduğundan sinek ısırıklarının onu kolayca öldürmeyeceğini düşünüyordu.

 

“Pantolon biraz kısa ve uzun kollu kıyafetler verme,” dedi Raya’ya. “Bu çizmeler de ayağıma olmuyor ve çizme olmak zorunda mı? Havalar ısınıyor ya hani?”

 

Yazın çizmelerin içinde rahat edebileceğini zannetmiyordu.

 

“Paçanızdan içeri böcek veya diğer hayvanların girmemesi için, efendim,” diye cevap verdi Raya. “Uzun çizmeler giymeniz gerekiyor. Isırılmak istemezsiniz.”

 

Uzun çizmeler için mantıklı bir açıklama yapılacağını düşünmüyordu. Yu şimdiye dek yalnızca havalı gözüktüğü için bunları giymişti. Küçük çaplı bir aydınlanma yaşadıktan sonra çizmeleri yerine geri koydu.

 

“Yine de bunlar bana uymuyor. Yenisi lazım.”

 

Raya başını eğdi. “Emredersiniz.”

 

Kadın yeni çizmeler bulmak için dışarı çıktığında Yu bir süre onun bastığı yerlere baktı. Henüz yeni tanıştığı bir kadına emir vermişti. Daha önce de birilerine böyle emirler veriyordu ama Raya farklıydı. O, Yu’nun parasını ödediği bir çalışan ya da kandırdığı bir roaron değildi. Muhtemelen tutsak tutulan bir kadındı.

 

Yerdeki sandığı biraz daha dışarı çekti ve sandalyesine geri oturarak içindekileri incelemeye başladı. Sandığın içinde sarılmış uzun bir cisim vardı. Cismin ne olduğunu anlaması için üstündeki sargıları açmasına gerek yoktu. Kılıçtı.

 

Sargılarını açmaya başladığındaysa beklediği kılıcı gördü. Adeta lanet gibi ona yapışmış, peşini bir türlü bırakmıyordu. Dünyanın renklerini çalan siyah kılıcı bir kez daha elindeydi. Kılıcı ona geri getiren şeyin ne olduğunu merak ediyordu. Ya kılıç sihirliydi ve onun yanına ışınlanıyordu ya da sürekli onu takip eden biri vardı. İkincisi daha olası duruyordu.

 

“Bir piyonum. Birisi ya da birileri bir şeyler planlıyor ve ben kusursuz bir şekilde plana uyuyorum.”

 

Keşfettiği şeyle birlikte ensesinde birinin nefesini hissetti. Hızla arkasını döndü ama kimseyi göremedi. Göğsünün üstüne oturulmuş gibiydi, nefes almak artık daha zordu.

 

En kötüsü onu takip eden kişi ya da kişilerin Vazgeçilenler ile doğrudan bağlantılı olma ihtimali değildi. Evet, Vazgeçilenler berbat insanlardan oluşan bir suç örgütüydü ve onların sahibi de en az onlar kadar berbat biri olmalıydı.

 

Ama en kötüsü olarak adlandıracağı şey bu değildi. Onun için en kötüsü neden takip edildiğini bilememekti. Bir ay önce olsaydı neden takip edilebileceği ile ilgili fikirler üretirdi ama mevcut durumunda bunu yapamıyordu. Düşünemiyordu.

 

Yaralarında hissettiği soğuk dokunuşla gözlerini kapadı ve kendini düşünmeye zorladı. Ne zamandır takip edildiğini, yaşadığı her şeyin ne zaman planlandığını anlamaya çalıştı. Vardığı tek bir sonuç vardı: onu düşünmekten alıkoyacak maddelere ihtiyaç duyuyordu. Düşünemese bile onları istiyordu.

 

Onlara duyduğu istek bir anda nüksetmişti ve sandığı daha fazla karıştırmasına engel olmuştu. Göğsü bir defa daha daraldı ve dünya üstüne gelmeye başladı. Çadırın küçüldüğünü ve onu sarmak için üstüne indiğini görebiliyordu. Gözlerini kapadı ve kılıcına sıkıca sarıldı.

 

Kabul et, Valarfin!

 

Vücudunu saran uğursuzluğu hissedebiliyordu. Kendi kanı iç organlarını yakıyordu ve karanlık onu sömürmek için geliyordu.

 

“Lord Altar kendi çizmelerini verdi.”

 

Gözlerini tekrar açtığında çadır eski yerindeydi ve üstüne gelen hiçbir şey yoktu. Raya geri dönmüştü ve elinde yeni silindiği için parlayan iki siyah çizme tutuyordu.

 

“Bunları denemenizi söyledi.”

 

Kılıcını bıraktıktan sonra çizmeleri Raya’dan aldı. Başkasına ait şeyleri giymekten hiçbir zaman hoşlanmamıştı ama artık bunu da umursamıyordu. Çizmeleri ayağına geçirdi, ona tam uymuştu.

 

“Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu Raya.

 

Yu cevap vermek yerine sandığa baktı ve biraz daha karıştırdı. Küçük bir kutu bir havlunun altına gizlenmişti. Kutuyu açtığında bir zamanlar ablalarına ait olan yüzükleri gördü. Her şeye rağmen onlar hâlâ yanındaydı.

 

Yüzükleri her zaman boynuna astığı için boynuna baktı. Boynunun hemen altında halka şeklinde iki yanık izi vardı. Sol elini yanık izinde biraz gezdirdi.

 

“Kız kardeşleri olan biri tecavüzcülerin arasında...” Her geçen saniye ona biraz daha acı getiriyordu. “Haklıydı... Onlar için bir hayal kırıklığıyım. Yüz karasıyım.”

 

Eğer sol elini kullanıyor olmasaydı yüzükleri oraya takardı ama elini insanları öldürmek için kullanıyordu ve yüzüklerin birinin vücudunun içinde kalmasını istemezdi. Bu yüzden yüzükleri sağ elinin parmaklarına taktı.

 

Sandığın içini biraz daha karıştırdı ve ona ait olan son eşyayı buldu. Üzerinde kurumuş kan izleri olan beyaz bir çocuk elbisesiydi. Yurine’ye aitti. Onu beline sarmış ve tüm kargaşa boyunca üstünde taşımıştı.

 

Elbiseyi sadece sağ eliyle tuttu. Sol eliyle ona dokunmayacaktı. Yüzüne yaklaştırdıktan sonra kokusunu içine çekti. Rager elbisenin kokmaması için bir şeyler yapmış olmalıydı çünkü farklı şeylerin kokusunu alabiliyorken elbiseden hiçbir koku alamıyor olması normal değildi.

 

Ama koku alamasa bile hatıraları yerindeydi. Yurine bir kez daha gözlerinin önünde çürüdü. Bir kez daha aynı cümleleri kulaklarına fısıldadı.

 

“Artık yalan söylemene gerek yok... Hiçbir şey iyi olmayacak...”

 

Bir kız çocuğu sahibi... En azından bir zamanlar bir kız çocuğu sahibi olan biri olarak tecavüzcülerin arasındaydı ve onlara hizmet etmesi bekleniyordu.

 

Bulunduğu durumda gözyaşlarına engel olması bir kez daha mümkün değildi. Damlalar gözlerinden aktı ve Yurine’nin beyaz kıyafetinin üstüne düştü. Bu dünyada bir kez daha onu bu kıyafetin içinde göremeyecekti

 

Ölmek istemenin bencilce olduğunu düşündü. Onu öldürdükten sonra, onu geri alma ihtimali hâlâ bulunuyorken ve onu kurtarabilecek tek kişi olduğu hâlde ölmek istemişti. Yaşamak zordu ve buna devam etmek acı veriyordu. Bencilce olduğunu bilse de ölüm hâlâ çekiciydi.

 

Ama hâlâ korkutucuydu. Hâlâ bencilceydi. Hâlâ sorumluluklarından kaçtığı anlamına geliyordu.

 

Üstelik hâlâ kafası karışıktı. Yaşamayı arzulayamıyordu. Ağzından dökülecek kelimelerin ne olduğuna karar veremiyordu, ne düşünmesi gerektiğini düşünmek eyleme geçmekten daha zordu.

 

Gözleri kısa sürede kızardı ve Raya’ya baktı. “Bunu bir pelerin yapmanı istiyorum.”

 

“Pelerin mi? Bununla mı?

 

Yu başını bir aşağı bir yukarı salladı. “Uzun bir şey olmasına gerek yok.”

 

Yurine’nin kıyafetini uzattı ve gelip almasını bekledi. Raya bir süre tereddüt etti ve yerinde durdu. Yu’nun yüzüne bakmak yerine elindeki elbiseye bakıyordu. Elbiseyi almak için yaklaştığında konuştu.

 

“Kan lekelerinin artık çıkacağını zannetmiyorum.”

 

“Sorun değil.”

 

Raya elbiseyi aldı ve kollarından tutup tamamen inceledi. “Zırhınıza dikebilirim, olur mu?”

 

Yu başını sallayarak onayladı. Bir zırhı olacağını da bu şekilde öğrenmişti.

 

“Lord Oğul sizi dışarıda bekliyor,” dedi Raya. Sonra dışarı çıktı ve Yu’yu içeride yalnız bıraktı.

 

Yu siyah kılıcını eline aldı ve çadırdan çıkmak için yürüdü.

 

“Tütün istemeyi unuttum.”

-------------------------

23.07.2022 – 15:15






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr