İkinci bir Yu Zao vakası yaşamak istemiyordu ama bu dövüş Yu Zao ile olan
dövüşünden daha acımasız sonlanabilirdi.
Yu Zao gücünün farkında olan, erdemli ve rakibinin gururunu kırmamak için kendini frenleyen bir insandı. Yu ve Sivina’yı kolayca yenebilecekken kendini yavaşlatmış ve onlar için dövüşü uzatmıştı. Bunu ancak şimdi anlayabiliyordu.
Yeni rakibinin ne olduğu ise gülüşünden anlaşılıyordu. Yalnızca yüzünden yola çıkarak söylüyordu, karşısındaki kişi de kendisi gibi bir dünyalar arası seyyah olabilirdi ve anladığı kadarıyla ateş büyüsünü kullanabiliyordu. Büyü yapabilmesi vücudunda mana olduğu, vücudunda mana olması da Yu’dan çok daha hızlı ve güçlü olduğu anlamına geliyordu.
“Siyah bir kılıç, çirkin bir kol...” dedi beyaz saçlı adam. “Anlaşılan sen şu meşhur şeytanlardan birisin. Arkadaşların da öyle mi? Her neyse, öyle olsunlar ya da olmasınlar onları da öldüreceğim.”
Yu kılıcını havaya kaldırdı ve bir savunma pozisyonu aldı. Kılıcının ucu rakibinin sağ ayağına bakıyordu. Rakibi üstüne yürüdükçe onun konumuna göre kendi kılıcını konumunu değiştiriyordu ama en sonunda tekrar rakibinin sağ ayağına bakar hâle getirdi ve o şekilde kaldı.
“Ama önce küçük balıktan başlayayım dedim.”
Beyaz saçlı adam yürümeye devam ederken yüzündeki gülüş Yu’yu iğrendiriyordu. Eğer bir bankta oturmuş parkta oynayan kızını izlerken, parkın içine bu şekilde gülen bir adamın girdiğini görseydi kızını yanına çağırır ve o adamdan uzak tutardı.
“Sung-min,” dedi adam ve Yu onun bir dünyalar arası seyyah olduğuna emin oldu. “Senin gibi kötü adamları yenmek için çağırılan kahramanım.”
Yu bu isim verme şeklini utandırıcı bulmuş ve aynı şekilde ismini vermek istememişti. Zaten ismini vermeye gerek duymuyordu. İkisi de birbirini öldürmek istiyordu ve öldürülen kişi rakibinin ismini bilsin ya da bilmesin ölü olduğu gerçeği değişmeyecekti.
“Konuşmayı bilmiyorsunuz sanırım, ne kadar ayıp...” Sung-min’in gülüşü daha da büyüdü, tüm dişlerini gösteriyordu. “Her neyse, al bunu!”
Sung-min hızla Yu’nun üstüne atıldı. Yu’nun bacağına saldırmış ve bu esnada kendi vücudunu savunmasız bırakmıştı. Eğer rakibi sıradan bir insan olsaydı Yu bu savunmasızlıktan faydalanabilirdi ama o kadar hızlıydı ki Yu’ya faydalanma şansı tanımamıştı. Yu onun hızından korkmuş ve önde tuttuğu bacağını geri çekerek yeni bir pozisyon almak istemişti.
Yu yeni pozisyonunu alamadan Sung-min ikinci bir saldırı yaptı ve kılıcını Yu’nun boynunun sağ tarafına doğru savurdu. Yu siyah kılıcıyla boynunu savundu ve Sung-min sonraki saldırısını yaparken tekrar geri çekilmeyi denedi.
Sung-min çok hızlıydı, Yu’nun geri çekilmesine izin vermeden boynunun sol tarafına doğru kılıcını savurdu. Yu iki eliyle tuttuğu kılıcından sağ elini çekti ve sol koluyla boynunu savundu. Sung-min’in kılıcı sol koluna çarptığında ona tekme atmaya çalıştı, Sung-min geri zıpladı ve Yu’nun tekmesi boşa gitti.
Yu’ya toparlanmak için vakit vermiyordu. Tekrar ileri atıldı ve Yu ondan kaçmanın mümkün olmayacağını anladı. Kaçmaya çalışırsa kesin olarak ölürdü, yerinde durmak ve kendini savunmayı denemek ona az da olsa hayatta kalma şansı verecekti.
Eğer ki Sung-min koşarken elde ettiği güçle kılıcını savursa daha etkili bir saldırı yapabilirdi ama bunu yapmadı, kılıcını Yu’nun karnına saplamayı denedi. Yu giydiği çeliğin onu durduracağını düşünerek saldırıyı alabilir ve karşı saldırı yapabilirdi ama karşısındaki adamın vücudunda onu güçlendiren mana olduğunu düşündüğünde hayatını riske atmak istemedi.
Siyah kılıcının kabzasının üstü, kılıcın en güçlü kısmıydı çünkü eline daha yakındı ve bir hareket yaptığında orada biriken güç daha yoğun oluyordu. Sung-min’in kılıcını, ucu zırhına çarpmadan önce kendi kılıcının en güçlü kısmını kullanarak aşağı eğdi. Kendini savunmuştu.
“Hakkını vermeliyim,” dedi Sung-min. Büyük gülümsemesi hâlâ yüzündeydi. “Beklediğimden güçlü çıktın ama sinirlenmeye başlıyorum. Bu yüzden bunu şimdi bitireceğim.”
Sung-min kılıcını Yu’nun kılıcının altından çekti ve zıpladı.
Dövüş bitmişti.
Yu, Sung-min’in ne yapmaya çalıştığını anlamadı. Kendine çok fazla güvendiği belliydi ama özgüven ve aptallık bambaşka şeylerdi. Sung-min iddia ettiği kahraman değildi, kendine güvenen bir aptaldı.
Belki de izlediği animelerdeki karakterlere veya Jedi savaşçılarına özenmiş ve Yu’nun üstünden atlayarak arkasına geçmeyi, savunmasız duran Yu’nun sırtına kılıcını saplayarak dövüşe son vermeyi düşünmüştü.
Sung-min’in anlayamadığı şeyse izlediği filmlerdeki savaşların gerçek olmadığıydı. Farklı bir dünyaya gitse bile insanları kılıç ile öldürmenin yolları belliydi ve izlediği yapımlardaki yollar ile öldürmenin gerçek yolları arasında bazı farklar vardı. Film veya animelerdeki dövüş sahnelerini gerçek bir dövüş olarak değil de havalı bir dans gösterisi olarak görmesi gerekirdi.
Rakibinin hamlesinin tamamen saçma olduğunu söyleyemezdi, sadece içinde bulunduğu durumda saçmaydı. Sivina’nın eğitimler sırasında Ana’nın üstünden atladığını görmüş ve birkaç sefer onun da üstünden atlamıştı.
Sung-min’in sıçrayışı ile Sivina’nın sıçrayışı arasındaki farksa pozisyondu. Sivina birilerinin üstünden zıpladığında rakibi kılıcını hâlihazırda savurmuş oluyor, bundan kaçmak için zıplıyordu. Kaçtıktan hemen sonra da saldırı fırsatı elde ediyordu.
Yu ise Sung-min’e saldırmamıştı. Kılıcının ucu yere bakıyordu ve iki eliyle sıkıca kavradığı kılıcını savurmaya son derece müsaitti. Sung-min çok hızlı olsa da fizik yasaları belliydi, üstünden atladığı sırada Yu’nun tepki veremeyeceği bir hıza sahip değildi.
Sung-min havada dönerek başının üstünden geçerken Yu kılıcını havaya, Sung-min’in başına doğru savurdu ve miğferinin üstüne kan döküldü. Kılıç, Sung-min’in başına girmiş ve Sung-min yere düşerken Yu’nun elinden kayıp onunla birlikte düşmüştü.
Sung-min ölürken yüzündeki gülümseme yok olmuş, ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Çekik gözlerini de açabildiği kadar açmıştı. Sung-min ölü bir şekilde yatıyordu ve Yu kılıcını almak üzere onun yanına yürüdü.
“Geri zekâlı,” dedi Yu.
Tek yapması gereken normal bir şekilde saldırılarına devam etmekti. Hızı sayesinde bir süre sonra Yu’yu yenmesi işten bile değildi ama o kendini öldürtmek için yapabileceği en saçma hamlelerden birini yapmış ve tüm savunmasını ortadan kaldırmıştı.
Bu sefer yüzünde bir gülümseme olan kişi Yu’ydu. Kılıcını kabzasından tuttu ve çekti, kılıcı saplandığı kafatasından çıkaramamıştı. Çıkarabilmek için iki eliyle çekmeyi denedi ama yine başaramadı, en sonunda sol ayağıyla Sung-min’in başına basıp kılıcını çekti.
Kılıcı çektiğinde dengesini kaybetmiş ve kalçasının üstüne düşmüştü.
“Hahaha! HAHAHAHA!”
Son gülen Yu’ydu. Ayağa kalkıp Sung-min’in cesedine bakarken gülüyordu. Öldürdüğü tüm o kişiler arasında Sung-min’i öldürmek ona en çok zevk veren cinayeti olmuştu.
Ölüş şekli o kadar komik ve aptalcaydı ki Yu gülmeden edemiyordu.
İçinde, kalbinin derinliklerinde Sung-min’i kıskanmıştı. Yu’nun aksine o neden burada olduğunu biliyordu, elfler tarafından çağrılmıştı ve muhtemelen çevresinde ‘kahramanlarıyla’ ilgilenen kadınlar vardı. Vücudundaki mana sayesinde acıya karşı daha dayanıklıydı, daha güçlüydü, daha hızlıydı ve büyü yapabiliyordu.
Sung-min cenneti yaşayabilirdi ama o kadar aptaldı ki Yu ona sunulan hiçbir şeyi hak etmediğini düşünüyordu. Yu gerekeni yapmıştı. Hakkı olmayan şeyleri elinde tutan bir adamı öldürmüş, hak etmediği şeyleri ondan almıştı.
“HAHAHAHA!”
Kendi dünyasından birini öldürmek harikaydı. Ona zevk veren şey artık öldürmenin verdiği güç hissiyatı değildi. Yu, Sung-min’i kendi dünyasındayken öldürseydi polisler onu yakalar, mahkemede yargılanır ve hapse mahkûm edilirdi. Hatta bazı ülkelerde idam cezası bile verilebilirdi.
Ama şimdi ne onu tutuklayacak bir polis ne de yargılayacak bir mahkeme vardı. Yu diğer elfleri öldürecek ve özgürce dolaşmaya devam edecekti.
Yu yargılanmayacak olmaktan zevk alıyordu.
Yu işlediği suçun kendisinden zevk alıyordu.
“Yanlış...” dedi gülerken. “Yanlış ama...”
Kılıç, Yu’nun sözünü tamamladı. 「Çok iyi hissettiriyor.」
Dünya soluktu, tüm renkler Yu’dan çalınmıştı. Gri bir dünya, gri insanlar. Yu reddedemezdi, öldürmekten zevk alıyordu. Suç işlemekten zevk alıyordu. Bunlar ona acılarını unutturuyordu, geçmişi unutturuyordu. Bu geceyi geride bıraktığında öldürdüğü için pişman olacak olsa da öldürmek ve bu zevki daha fazla tatmak istiyordu. Zaten pişman olsa bile pişmanlığını unutacak ve yine öldürmeye devam edecekti. Kendini durduramıyordu.
Onlara söylemişti, onu öldürmezlerse daha fazla insana zarar vereceğini söylemişti ve onu öldürmemişlerdi. Yu bir şey yapamazdı, yaşamak onun hatası değildi.
“K-kahraman!”
Elflerden biri Sung-min’in yerde yatan cesedini gördü ve durumu fark etti. Kahramanları kötü adam tarafından öldürülmüştü.
Birkaç elf de Yu’nun bulunduğu yere baktı. Yu da onlara bakıyor ve gülüyordu. Yu farkında değildi ama gülüşü kalbinde hissettiği hazzı yansıtmıyordu. Gülüşü yaptığının yanlış olduğunu bilen ruhunun kederini taşıyordu.
“SENİ PİÇ!”
Sarışın elf kızlarından birisi küfür ederek Yu’nun üstüne doğru koşmaya başladı. Elindeki kılıç beyaz bir şekilde parlıyordu. Yu üstüne gelen rakibini izledi, koştuğu sırada saçları havalanıyordu.
“Bunu yapma,” dedi Yu. Sung-min’e karşı aldığı savunma pozisyonunu tekrar almıştı.
“SENİ ÖLDÜRECEĞİM!”
Kız, Yu’nun üstüne zıpladı. Yu neden savunmalarını indirmeye bu kadar meraklı olduklarını anlayamıyordu. Zıplanabilecek pozisyonlar olduğunu reddetmiyordu ama bunu saf bir öfkeyle yapıp savunmayı indirmenin açıklanabilecek hiçbir yönü yoktu.
Yu’nun kenara çekilmesi ve kılıcının sivri ucunu yukarı kaldırması onu öldürmesi için yeterli gelecekti. Planladığı şeyi yapmak için hazırlandı ve yeni bir pozisyon aldı.
“Silvia!” diye bağırdı bir elf kız.
Bağıran kız, düşmek üzere olan Oğul’un attığı son tokadı yedi ve bir evin içine uçtu. Oğul ise ayağına bağlanan halatlarla yere düşmüştü. Oğul’un miğferini çıkarmak için ona yaklaşmayı denediler ama Oğul’un elleri hâlâ serbestti ve kendini savunabilirdi.
Elfler aptaldı. Tek yapmaları gereken ateş büyüsüyle yerdeki Oğul’a saldırmaktı ama ellerindeki şansı kullanmamışlardı. Böyle aptal varlıklar doğada bulunmamalıydı.
Silvia isimli kıza geri döndüğünde ona doğru uçan bir okun kızın bacağına saplandığını gördü. Kız havadayken dengesini, vücudu ise saldırı pozisyonunu kaybetti, kontrolsüz bir şekilde yere düşerken Yu sadece şaşırdığı için saldırmaktan vazgeçmişti.
“REREREY! REREREY! FİUU!”
Islıklar ve savaş naraları atan adamlarıyla birlikte Altar meydana girdi. Hepsi atların üstündeydi. Yere düşen Oğul’u korumak için onun yanındaki elflerin üstüne doğru sürdüler. Adamlardan birinin okla vurduğu elf kızıysa Yu’nun merhametine bırakılmıştı.
“Aaa... M-min...” Kız ağlıyordu. “Min...”
Silvia isimli elfin Sung-min’e baktığını fark etti. Onu seviyor olmalıydı. Gördüğü görüntü Sung-min’i daha çok kıskanmasına neden oldu ve kıskançlık yanında öfkeyi getirdi. Bu öfkeyle elf kızın canını hemen alabilirdi.
Ama almadı çünkü kızın ismi dikkatini dağıtıyordu.
Onu çağırdıkları isim Silvia’ydı. Yu ismi Sivina’ya benzetti. Kız ve Sivina arasında çok fazla fark vardı, görünüşlerinden zarafetlerine, oradan da savaşçılıklarına kadar Sivina her konuda daha üstündü ama isimleri benziyordu.
「Öldür,」 dedi kılıç 「Daha fazla öldür, beraber.」
Yu kılıcı tuttuğu eline baktı, kılıcın kabzasından şeytanların öldüğü anda dönüştüğü siyah zift yayılıyor ve Yu’nun bileğini kavrıyordu. Yu titredi, öldürmek istiyordu ama gördüğü şey onu korkutmuştu. Kılıcı tutan parmaklarını çözdüğünde bile kılıç elinde durmaya devam etti.
「İstediklerini almanın tek yolu.」
“Kapa çeneni...” Öldürmek istiyordu, kızın canını almak istiyordu.
「Beni reddetme, Yu. Birlikte istediğimiz her şeyi yapabiliriz.」
“KAPA ÇENENİ!”
Yu sol eliyle kılıcı çeliğinden tuttu ve sağ elinden çekip kopardı. Siyah zift yere düşüp erimişti. Kılıcı yere attıktan sonra derin nefesler almaya başladı. Yaptığı şeyden aldığı zevkin tadı hâlâ damağındaydı, yaptığı şeyi tekrar yapmak istiyordu ama karşısındaki kıza baktığında da Sivina’yı görüyordu.
Sivina, Yu Zao tarafından öldürülürken düşündüğü tek şeyin Yu olduğunu söylemişti. Silvia da şu anda Sung-min’i düşünüyordu. Ona baktıkça gümüş saçlı şövalyeden başkasını göremiyordu.
“Kaç,” dedi Yu. “Yoksa öleceksin. Seni öldürmeden önce kaç.”
Silvia yeşil gözleriyle Yu’ya baktı. Ondan nefret ediyordu, onu öldürmek istiyordu ama Yu’yu öldürmesi imkânsızdı. Silvia kılıcını yere düşürmüştü, Yu ise korktuğu için kılıcını atmış olsa da pençeye sahipti.
“Kaç,” dedi tekrar. “Seni ben öldürmezsem onlar öldürür, onlar öldürmezse tecavüz ederler. Fikrimi değiştirmeden önce kaç.”
Silvia, Yu’nun üstüne atlarken aptallık etse de şimdi verdiği karar akıllıcaydı. Kılıcını arkasında bıraktı, ayağa kalktı ve topallayarak ağaçların arasına doğru ilerledi.
“Sivina’ya hiç benzemiyor,” diye düşündü Yu. “Sivina cesedimi öylece terk etmezdi.”
Yu sol elini kullanarak yere attığı kılıcını çeliğinden tuttu. Onu kabzasından tutmaya korkuyordu.
Altar ve adamları diğer elfleri kılıçtan geçirmiş ve bazılarını canlı olarak yakalamıştı. Marak’ın üstü ve ayağa kalkan Oğul’un zırhı kan içindeydi. Kendi zırhının nasıl olduğunu görmek için üstüne baktığında çeliğin üstüne sıçramış kanları gördü.
‘Arkadaşlarının’ yanına doğru yürümeye başladı. Yaptığı şeyden pişman mıydı anlayamıyordu. Onları öldürmekten aldığı hazzı başka neyden alabilirdi bilmiyordu. Sung-min’i öldürdüğü anı düşünmek hâlâ kalbinde hoş bir hissiyat bırakıyordu.
Ama kaçmasına izin verdiği kızın ismini duymak ve onun Sung-min’e uzandığını görmek moralini bozmuştu.
“Aferin,” dedi atından inen Altar. “Al, ihtiyacın var gibi.”
Kendi bira dolu matarasını Yu’ya uzattı. Yu miğferini çıkardı. Altar’ın ağzının mataraya değdiğini görmüştü ama mataranın kapağını çıkarıp birayı içerken hiç umursamadı. Yere oturdu ve hiçbir yere bakmadan birasını içti.
“Bir sürü elf kızı var, birilerini almak istemiyor musun?” diye sordu Altar.
Bunu duyduğunda Yu daha fazla kişiyi öldürmesi gerektiğini anladı. Eğer öldürmezse hepsi acı çekecekti ama onları öldürmeye olan arzusunu kaybetmişti.
Yu başını salladı. “Sence istiyor muyum? Ben sizin gibi değilim.”
Altar’ın yüzüne bakmasa da gözlerinin üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Altar güldü ve arkasını döndü. Yu onun zırhının şıngırdadığını duydu.
“Eminim değilsindir, katil.”
Kelimeyi duymak bir kez daha kalbini yaraladı. Aklına gelen kişi bir zamanlar bu kelimeyi acımasızca söylemekten çekinmeyen kızıydı.
“Lanet olsun!”
Silvia’ya sinirlenmeye başladı. Eğer okla vuruldu diye şaşırmayıp onu öldürseydi şimdi bozuk bir moralle köyün meydanında oturuyor olmazdı. Gördüğü tüm elfleri öldürür ve onları acı çekmekten kurtarırdı. Her şey onun ismini öğrendi diye olmuştu.
“Eğer Sivina bu adamların arasında olduğumu bilseydi ne düşünürdü? Eğer Yurine bilseydi... Neden ben de Sung-min gibi olamadım ki?” Tekrar ağlamaya başladı ve kaşları çatıldı. “Böyle adaletsiz bir dünyaya verdiğim her zarar bana kâr!”
Kılıca baktı, artık konuşmuyordu. Kılıcın konuştuğunu Silvia ile karşılaşana dek anlayamamıştı. Duyduğu seslerin sadece içgüdüsel olduğunu düşünmüştü.
Kılıç konuşuyordu. Karanlıktan gelen boğulmuş bir sesle Yu’nun aklına sızıyordu.
Ama insanları öldürmenin suçunu kılıca atmayacaktı, öldürmek isteyen asıl kişi oydu.
“Bırak! Bırak! Ağğ!”
Bir kızın çığlıklar eşliğinde ağladığını duyunca başını kaldırdı ve karşısına baktı. Oğul zırhını çıkarmıştı ve köye girdikleri esnada Sung-min’in arkasında duran kızı soymuştu. Kız, saçına beyaz bir çiçek takmış olandı. Oğul’un devasa penisi erekte hâldeydi, kız ise ağlayarak Oğul’un ellerinden kurtulmaya çalışıyordu.
Oğul onu bacaklarından yakalamıştı ve kızın kurtulması pek mümkün gözükmüyordu. Yu neden büyü kullanmadığını anlayamadı, belki de yorulmuştu. Oğul’un çevresinde daha fazla siyah siluet vardı ve hepsi ağlıyordu.
Yu onun ne yapmak üzere olduğunu anladığında gözünü kaçırmak istedi ama kaçıramadı. Oğul güldü, ağzından salyalar akıyordu.
“Üzgünüm güzer erf kızı,” dedi. “Ama mu şekirdeyken sokması zor oruyor.”
Oğul, kıza tecavüz etmeden önce bacaklarını tuttuğu kollarını iki yana açtı ve kızı karnına dek yardı. Yu daha sonra olanlara bakmak istemiyordu, gözü karardı, başı kendiliğinden yere eğildi ve mataranın üstüne kustu.
“N-ne-ne! Ne! Ne! NE YAPIYORSUN!” Herkes ona baktı. “NE YAPIYORSUN! NE YAPIYORSUN!”
“Ah... Ihh...” Oğul tuhaf ve üzgün sesler çıkardı. “Mu kızı sen mi istemiştin, özür direrim arkadaşım. İstersen aramirirsin. Sana hediye ediyorum.”
Yu öfkeden kendi dudağını ısırıp patlattı ve arkasını dönüp koşmaya başladı. Koşmak için rastgele bir yön seçmişti ama seçtiği yön buraya geldikleri kampa doğru gidiyordu. Yu ise bunun farkında değildi, sadece onu aşan delilikten bir an önce uzaklaşmak istemişti.
-------------------------
31.07.2022 – 08:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..