Gördüğü şeyden sonra koşmaya başladı, kaçıyordu. Arkasında
kalan delilikten uzaklaşmaya çalışıyordu.
Acımasız bir merhametle o kız öldüğü için daha fazla acı çekmeyecek denebilirdi ama Yu gördüğü şeyi hiçbir zaman unutmayacaktı. Oğul’un, karnına kadar yarılmış vücuda yaptığı şey hiçbir zaman aklından çıkmayacaktı.
「Eğer beni dinleseydin~」
Koşarken dikkatsizdi, bazen omuzları ağaçlara çarpıyor ve hızını kesiyordu. Yine de hiçbir şey durmasına engel değildi. Vazgeçilenlerden uzaklaşmak zorundaydı, canavarlardan uzaklaşmak zorundaydı. Onların saçtığı tehlike Yu’nun saçtığı tehlikeden daha fazlaydı. Yu bile bu dünya için iyi bir şeyler yapabilirdi ama Vazgeçilenler için bir umut hiç var olmamıştı.
「Beni kabul etseydin hepsini cezalandırabilirdik. Beni kabul et.」
Şeytani kılıcın baştan çıkarma denemelerine kulak asmadan koştu. Onu takip edecek olsalar bile uzaklaşmak istiyordu. Onların arasına bir daha dönmemek istiyordu. Eğer mümkünse onların bu dünyadan sonsuza dek silinmesini istiyordu.
Maalesef onları bu dünyadan silebileceğine inandığı tek güç buradan uzaktaydı. Bu dünyada kahraman olabilecek bir kral vardı ve o bile herkesi kurtarmaktan acizdi. Öyleyse bu vahşeti, delirmiş bu insanları durdurup acıya son verebilecek kişi bir kahraman olamazdı. Ancak bir tanrı tüm bunlara son verebilirdi.
Ayağının takılmasıyla yere düştü, üstündeki çelik zırh şıngırdadı ve bir dal parçası yüzünü çizdi. Akan sıcak kanı hissedebiliyordu. Yerden kalkmadan düşündü.
“Peki ya neden bir tanrı gelmiyor? Neden onları durdurmak için burada değiller? Bu dünya bozuk, çürümüş... Neden bu dünya var ki?”
Acıyla başlamış ve acıyla devam etmişti. O tüm bu acıları çekmek isteyen, bu hayatı yaşamaya gönüllü olan biri değildi. Yapması gereken şeyler olduğunu düşünmüş ve bu yolu yürümüştü ama yürüdüğü yol böyle olmak zorunda değildi.
Yu Valarfin bir kahraman değildi. Katlanamazdı, omuzlarına binen yükü taşıyacak gücü elinde tutmuyordu. Birilerini kurtaracak güçten yoksundu, adaleti sağlayacak iradeye sahip değildi, doğru olanı seçme yetisi korku tarafından elinden alınmıştı.
「Eğer beslenirsek, eğer daha fazla tadına bakarsak~ Güç elde edebiliriz~」
Sol elinde tuttuğu kılıca baktı. Ağaçların arasındaki az miktardaki ışığı da doymak bilmez bir iştahla emiyordu. Kılıcın sözleri kalbini ele geçiriyordu, söylediklerinden hoşlanıyordu.
「Daha fazla kan dökersek, daha fazla et kesersek, daha fazla can alırsak... Daha fazla beslenirsek... Açlığımız, açlığımızı dindirmek için devam edersek...」
Ağlamaya yorulduğu için gözyaşı akıtamıyor ama burnunun yandığını hissediyordu. Kendisine teklif edilen güç ona biraz adalet sağlayabilirdi. Zekiydi, güç ile zekâsı birleştiğinde onu durduracak bir şey kalmazdı.
「Evet, buna bir son verebiliriz. Birlikte başarabiliriz, acıyı ortadan kaldırabiliriz. Yalnızca kabullenmen yeterli, karanlıkta ve aydınlıkta gözünün görebildiği her şeyi ezebiliriz. Hayallerine ulaşabiliriz. Sadece... Kabullen...」
Siyah çeliğin başından sonuna dek ince, kırmızı bir çizgi belirdi ve kalp gibi atmaya başladı. Kılıcın içinde ne olduğunu, ona nasıl bir lanetin bulaştığını bilmiyordu ama öylesine çekiciydi ki kalbini ondan geri alamıyordu.
Vücudunda dolanan hoş bir ısı dalgası vardı, sanki soğuk ve rutubetli sokaklardan geçip içinde odunların çatırdadığı bir şöminenin karşısına oturmuş gibiydi.
Ateş parlaktı, göz alıcıydı, sıcaktı. Ona uzanmak, onu tutmak ve avuçlarının arasına alıp ele geçirmek istedi. Ateşi tutarsa istediği her şeyi yapabilirdi, her hayali gerçekleştirebilirdi. Ona hiçbir şey engel olamazdı.
「Servus-igna, Valarfin!」
Oğul, yaşaması hata olan bir varlıktı, onu takip edenler de öyle. Hepsi ölmeliydi. Yu’yu takip edip kendi yurttaşlarını öldüren de aynı şekilde ölmek zorundaydı. Onlar kötü insanlardı. Dünyaya zarar veriyorlardı, iyi insanlara zarar veriyorlardı.
「Huzurumuzda titrerler. Her şeyi görebiliriz! Dünyaya adaleti getirebiliriz, sana adaleti getirebiliriz! İstediğin her şeye kavuşabilirsin!」
Tekrar güldü ve yavaşça ayağa kalktı. Onu takip etmemişlerdi, onlardan kaçamayacaklarını düşünüyor olmalılardı. Yanılmıyorlardı, Yu kaçamazdı. Adım attığı her yer karanlığa gömülürken, karanlığı getiren kendisiyken karanlıktan kaçması mümkün değildi.
「Yalvarıyorum, beni kullan...」
Gülüşündeki acı, keder ve öfke dudaklarını çarpıtıyordu. Gözleri tekrar ağlamaya hazırdı, burnunu çekti. Yüzünden akan kan, çenesinden aşağı damlarken yürüdü.
“Tanrılar... Yardımcı olmadılar...”
「Olmadılar... Ama biz olabiliriz. Neden biz olmayalım ki? Tek ihtiyacımız olan birlikte olmak.」
Kılıcın karanlık sesi bir anda ortaya çıkmış olsa da Yu hep onunla berabermiş gibi hissediyordu. Şimdi sesi garipsememesi bu yüzdendi.
Kılıcın karanlık sözleri nefsini okşuyordu. Tek yapması gereken kılıcın onu kandırmasına izin vermekti, kılıcın gücünü kullanabilirse onları öldürebilirdi.
Öldürmek istiyordu. Kılıcı kullanmak ve insanları öldürmek istiyordu. Öldürmekten, kötü bir davranışı gerçekleştirmekten zevk alıyordu. İçi kıpır kıpır oluyor, uçacağını hissediyordu.
“Ben hastayım,” dedi. “Ben sağlıklı değilim. Hastayım.”
Kılıç hayal kırıklığıyla sessizleşti. Yu’nun gözyaşları yüzünden akan kana karışırken çarpık gülümsemesini yüzünden atamıyordu.
Yaptığı şeylerin kötü olduğunu bilmesine rağmen durmak mümkün değildi. Artık duramazdı, ölüm onu korkutuyordu ve tekrar birinin onu öldürmesini isteyecek cesareti bulamıyordu. İntihar etmek için gereken cesareti bir kez daha toplayamazdı.
Zaten kendini öldürmeye çalışırken de cesur sayılmazdı, sadece ne yaptığını adamakıllı düşünebilmekten uzaktı.
Yerdeki böcekleri ezerek yoluna devam etti ve kılıcın ruhunu okşamasına aldırmamaya çalıştı. Karanlığın bir kez kontrolü ele geçirmesine izin verirse bir daha kurtulamazdı. Şimdiye dek yaptığı şeyler kötüydü ama ipler kılıcın eline geçtiğinde çok daha kötülerini yapacaktı.
Kılıcı reddetmek elbette onun insan öldürmesini sonlandırmayacaktı. Birilerini öldürmesinin sebebi kılıç değildi, birilerini öldürmesinin sebebi çürümüş kişiliğiydi. Kılıç olsun ya da olmasın kendine engel olamıyor, insanları öldürmek istiyordu.
Fakat düşünebiliyor ve öldürmenin kötü bir şey olduğunu biliyordu. Öldürmeye devam edecek olsa da en azından yapabiliyorken olabildiğince az kişiyi öldürmek için bir adım atabilirdi. Bu, kötünün iyisi olan seçimdi.
Tıslayan yeşil bir yılan ağacın dalına sarılmıştı, Yu soğukkanlılığını koruyarak yanından geçti ve yılan ona ilişmedi. Dünyanın renkleri yavaşça yerine gelirken kılıcın şimdilik geri çekildiğini anlıyordu. Kılıcın daha sonra tekrardan aklını çelmek için konuşacağını bilse de kısa süreli bir rahatlama elde edecekti.
Çelikle korunan sağ eline baktı, kılıçtan yayılan siyah zift elini sarmaya çalışmıştı. O zift şeytanlara aitti ve kılıç, anladığı kadarıyla yanında taşıdığı bir şeytandı. Yu nasıl bir hata yaptığını düşündü. Virgo’da o kılıçtan bir sürü vardı ve henüz elinden çıkarmamıştı.
Şehirde sakladığı kılıçları bulup kullanmayı deneyenler kesinlikle olacaktı. Eğer kılıçların oyununa kanarlarsa yaşanacak yıkım pek çok ailenin yok olmasına, belki bundan da fazlasına sebep olabilirdi.
Tabii bu üzerine çok fazla düşünmek istemediği bir tahmindi. Sadece kendi kılıcının özel olduğunu düşünebilir ve hayatına böyle devam edebilirdi.
Kamplarının ışıkları ormanın dışından gözüktüğünde Yu ağlamak üzereydi. Kaçmak istemiş ama geldiği yer yine Vazgeçilenlerin kampı olmuştu. Zaten kampa gelmek yerine başka bir yöne kaçsaydı bile Altar’ın dedikleri doğruysa yine bulunurdu. Kaçış yoktu. Kılıcın haklı olduğu bir konu varsa o da tüm Vazgeçilenlerin öldürülmesi gerektiğiydi. Ancak böyle kurtulabilirdi.
Ormandan çıktı ve kampa giriş yaptı. Onu ilk gören kişi köleler için geride bıraktıkları adamlardan birisiydi. Yu’nun yüzünün kanadığını ve kılıcını sol elinde tuttuğunu görünce kendi kılıcının kabzasına sarıldı ve arkadaşları için endişelenerek sordu.
“Diğerreri nerede? Ne ordu?”
Yu ona baktı. Deneseydi onu öldürebilir miydi merak etti. Onu öldürürse başına gelecek şeyleri hesap etmeyi denedi. Eğer bu insanlar için ne kadar değerli olduğunu bilseydi onu öldürmeyi deneyebilirdi ama değerinin ne derecede olduğunu bilmediği için kendi hayatını öylece riske atamazdı.
“Köyü yağmalıyorlar,” diye cevap verdi. “Sadece ben döndüm.”
“Niye onrarra karmadın?” diye sordu adam. Tanışma faslı sırasında Yu onun ismini öğrenmişti ama şimdi hatırlamıyordu. Kısa sarı saçları ve kirli sakalları vardı.
“Sana hesap mı vereceğim amına koyayım?” Yu çadırına doğru yürüdü. “Amına koduğumun tecavüzcüleri.”
Arkasını adama dönmüş ve konuşmanın bittiğini sanmıştı. Adam omzuna elini attı ve onu kendine çevirdi, Yu’nun söylediklerinden hoşnut olmamıştı.
“Menimre düzgün konuşacaksın, orospu çocuğu,” dedi. Yu’dan daha kısa ama daha kalıplıydı. “Daha gereri mir gün ormadı kendini dövdürtme.”
Yu boyunu kullanarak adama yukarıdan baktı, eğer kendini savunan taraf olursa onu öldürmesi sorun edilmeyebilirdi. Dövüşmek istiyordu, onun saldırmasını istiyordu.
“O laflarını götüne, seni de ananın buruşmuş amına geri sokarım yarrağım,” dedi onu iterek. Karşısındaki adam zayıf biri olmadığı için itişi pek etkili olmamıştı.
Adam dişlerini gıcırdattı. “O erini mir daha kardırırsan-”
“O elimi kaldırır senin peltek dilini sikerim,” dedi. Yumruk atmasını istiyordu. Ona saldırmak için bir sebep elde etmek istiyordu. Elini tekrar kaldırdı ve onu daha güçlü bir şekilde itti.
Adamı sinirlendirmeyi başarmış ve istediği yumruğu yiyerek yere düşmüştü. Aslında yumruk yiyeceğini tahmin etmiyordu, yumruk atmayı deneyeceğini ve bundan kaçınacağını düşünmüş ama adam çok hızlı çıkmıştı. Kılıcı elinden fırlamış ve patlamış bir dudakla yere serilmişti.
“Kendini dövdürtme orospu çocuğu!” dedi adam. Parmağını göstererek azarlıyordu. “Zaten gıcık ediyorsun insanı, neyin var neyin yok sikerim senin.”
Kafeslerindeki köleler onları izliyordu ve tartışmalarının sesini duyan beş adam yanlarına gelmişti. Yerde duran Yu’ya ve onu azarlayan adamı görüp sordular.
“Ne yapıyorsunuz murada? Diğerreri nerede?”
“Mu orospu ço-!”
Yu’nun tekmesi adamın ayak bileğine isabet etti ve ayağını yerden keserek yere düşürdü. Düşürdüğü adamın üstüne atlarken onları izleyenlerden biri ayırmak için sesini çıkardı ama diğerleri tarafından bastırıldı.
“Mırak dövüşsünrer, ayırma.”
-------------------------
02.08.2022 – 01:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..