Yu adamın karnına oturdu ve sol eliyle yüzüne vurdu. Asıl olarak sağ elini
kullansa da sol elinin yapısından ötürü daha sertti ve canını daha fazla
yakacaktı. Adamın ağzından kan çıktı ve bir dişini Yu’nun yüzüne tükürerek onu
çevirdi. Yu altta kalmıştı.
Adam, Yu’dan daha fazla yumruk attı. Yumruk atarken hem sağ elini hem de sol elini kullanıyordu. Döndüğü esnada kolları aşağıda kaldığı için Yu bir süre yumrukları yemek zorunda kaldı ama sonra sol eliyle adam sağ elini tutup sıktı.
Lanetli elin insanüstü gücü hafife alınamazdı. Adamın taktığı çelik onu koruyamadı ve bileğindeki baskıyla parmakları tamamen açılırken çığlık attı. Yu, Vermia şehrinde Yurine’ye ulaşmaya çalışırken duvara tutunduğu zaman uyguladığı gücü tekrar uyguluyordu. Adamın bileğini sarmalayan çelik içine göçtü, Yu’nun parmakları çelikten içeri girdi ve kemiğine saplandı.
“Aaa! AAA! AAAHHH!”
Yu parmaklarını geri çekemiyor, adam da bileğini Yu’dan kurtaramıyordu. Kurtulmak için Yu’nun yüzüne sol eliyle yumruk attı ve onu bırakacağını sandı ama Yu istese de bırakamadığı için bir işe yaramadı.
Adamın canı yanıyordu. Canı yandığı için daha güçlü vuruyor, ağzından fırlayan tükürükler yüzüne geliyordu.
Adam bir defa daha vurmak için sol yumruğunu kaldırdığında Yu kendi yumruğuyla adama vurdu. Sol eli güçlü olabilirdi ama aslında sağ elini kullandığı için o eliyle de güçlü yumruklar atabilecek kabiliyete sahipti. Adamın yüzünü yumrukladı, adam kendini Yu’nun üstünde tutamayarak düştü. Şimdi izleyenlere oldukça ilginç bir manzara sunuyorlardı.
“ÇIKAAAR! ÇIKAAAAAR! YARDIM EDİN!”
Yu döndü ve adamı altına alıp yüzünü yumruklamaya devam etti. Yumruk attığı için eli acıyordu, elinin içindeki yaranın açıldığını ve siyah kanının eldiveni doldurduğunu hissetti. Sıcaktı, olmaması gerektiği kadar sıcaktı.
Adamın daha fazla dişini kırdığında ve çığlıklarını kestiğinde durdu. Terlemişti, eli acıyordu. Devam etmek ve onu öldürmek istiyordu ama içinden bir ses bunun iyi bir karar olmadığını söylüyordu. Onu dövmek affedilebilirdi ama onu öldürdüğünde bunun affedileceğinden emin değildi.
Yumruklarıyla bayılttığı adamın sağ elini tuttu ve sol elinin parmaklarını bileğinden çıkarmayı denedi. Başaramıyordu, kemik ve çelik parmaklarını sarmıştı.
“Siktir.”
Kölelere yardım etmelerini emredebilirdi ama kafeslerinin arkasından bunu yapmak zor olurdu. Dövüşü izleyen beş adama baktı.
“Yardım eder misiniz?” diye sordu gereksiz bir nezaketle. “Parmaklarım sıkıştı.”
İki adam yanına gelip çömeldi ve arkada kalan bir adam bağırdı. “RAYA! NEREDESİN KADIN! MURAYA GER!”
“Önce kayışrarı çözerim,” dedi biri.
Yu beklerken bayılan sarışın adamın alt kolunu koruyan çeliğin kayışlarını çözdüler, Yu parmaklarının biraz daha kolay hareket edebildiğini fark etti.
“Raya gerene kadar parmakrarını çekme,” dedi kayışları çözme fikrini ortaya atan adam. “Sapradığın yerde çok damar var, daha fazla kan kaybetmesin.”
Somurtkan bir yüzle Raya gelene dek Yu beklemeye devam etti. Raya geldiğinde Yu’nun bir adamın üstüne oturduğunu ve parmaklarını bileğine geçirdiğini gördü. İki adam oturması için Raya’ya yer açtı.
“Ne oldu?” diye sordu Raya otururken.
“Sana ne?” dedi diğer adam. “Miz parmakrarı çıkarınca mireğinin kanamasını engerre.”
Yu parmaklarını geri çekmeyi denedi ve adamlar da parmaklarını tutup ona yardım etti. Çelik gittikten sonra yardım almasa da parmaklarını çıkarabileceğini fark etti, zorlanmazdı bile. Yine de adamlar yardım etmekte ısrarcıydı.
Parmaklarını çıkardığında yerdeki kılıcını aldı ve Raya ile diğer adamları arkasında bırakarak çadırına yürüdü. Diğer adamların kaldığı küçük çadırlarla kıyasladığı zaman Yu’nun çadırı lüks sayılırdı. Çadırı sanki buranın komutanı olduğu izlenimini veriyordu.
Çadıra girdiğinde kölelerinin yerde oturduğunu gördü. Uyumuyorlardı, konuşmuyorlardı. Sadece yere bakıyor ve bekliyorlardı.
Yu’yu gördüklerinde üçü hızla ayağa kalktı ve yarı insan oğlan onu selamladı. “Efendi Vararfin, hoş gerdiniz.”
“Tch.” Yu onları görünce dilini şaklattı. “Neden kaçmadınız ki?”
Üçü cevap vermeden efendilerinin ayağına baktı. Köleler efendileri istemediği sürece göz göze gelmekten kaçınırdı.
“SORU SORDUM!” diye bağırdı Yu. Bir anda yükselmiş ve üçünü de korkutmuştu. Siyah kılıcını yere attı ve derin nefesler alırken bir cevap bekledi.
Sofya ağlamaya başladı. Elf kadın gözünün ucuyla ona baktıktan sonra efendisinin azarından korkarak gözlerini tekrar efendisinin ayaklarına çevirdi.
“Ç-çünkü miz Efendi Vararfin’in hizmetkârrarıyız,” dedi Sofya. Ağladığı için düzgün konuşamıyordu. “Efendi Vararfin’in ihtiyaçrarını karşıramak için yanında ormarıyız.”
Sofya’nın gözyaşları Yu’nun canını yumruklardan ve cam parçalarından daha çok acıtıyordu. Masum bir çocuğu ağlatmış olduğu için kendine karşı tiksinti duyuyordu. Yu Valarfin olmaktan nefret ediyordu.
“Ağlama,” dedi kendisi de ağlamaya başlamadan önce. “Özür dilerim, ben kötü biriyim. Lütfen ağlama.”
Gözyaşları birkaç kelimeyle dinen şeyler değildi. Yu’nun ağlamaya başladığını görünce Sofya daha kuvvetli ağlamaya başladı, o daha kuvvetli ağlayınca Yu’nun da gözyaşları kuvvetlendi.
“Bağırdığım için özür dilerim. Özür dilerim. Özür dilerim, lütfen ağlamayı bırak.” Sofya’nın yanına gitti ve ona sarıldı. “Lütfen, özür dilerim. Yaptığım her şey için özür dilerim. Ben iyi biri değilim, iyi durumda değilim. Özür dilerim. Özür dilerim.”
Sofya’nın sesi azalana dek ona sarılı kaldı. İkisinin de gözyaşları duraksadığında ondan uzaklaştı ve yere oturdu. Başını çevirip sol omzundaki pelerine baktı. Yurine’den geriye kalan kıyafetten yapılmıştı ve üzerinde daha fazla kan vardı.
“Özür dilerim,” dedi tekrar. Zırhının kayışlarını çözüp üstünden çıkarmaya başladı. “Özür dilerim. Yaptığım şeyler için özür dilerim. Bir sürü kötü şey yaptım.”
Köleleriyle konuşmuyordu. Kendi kendine mırıldanıyordu. Kayışları sökmek zırhın kendi kendine düşmesini sağladı. Sağ kolundaki çeliklerin kayışlarını da çözdü. Üstünde sol kolu açık olan siyah bir kıyafet kaldı.
Eldivenini çıkardığında içine dolan siyah kan yere aktı, eli hızla kabuk bağladığı için daha fazla kanamıyordu. Yere akan kan çimleri eritti.
“Doğru ya,” dedi. “Kendimi ödüllendirmem lazım.”
Ayağa kalktı ve masanın üstündeki eşyalara baktı. Beyaz cam kabın içindeki tozu hemen görmüştü. Onu almak için masaya yaklaştı ama önce Altar’ın dediği şeyi yapacaktı.
“Biriniz gitsin dışarıdan büyük bir yaprak getirsin.”
Elf kadını koşarak gitti ve hemen geri geldi, elinde Yu’nun istediği büyüklükte bir yaprak vardı. Yu teşekkür etmeden yaprağı aldı ve masanın üstüne koydu. Üstüne tozdan biraz döktükten sonra mumu kullanarak yaprağı ateşe verdi.
Yaprak yanınca toz da kolayca alev aldı ve onunla birlikte yanarak hoş kokulu bir duman üretti. Yu dumanı içine çekti, biraz daha çekti ve yaprak tamamen yanana dek çekmeye devam etti.
Gözleri tekrar yaşardı. Zihni tekrar hiçliğe gömüldü ve vücudunda hiçbir şey hissedemez oldu. Çadırın içinde de kimse yoktu. İçerisi karanlıktı ve mumun ışığı yalnızca küçük bir alanı aydınlatıyordu.
Kalbi hızlandı, heyecanlanıyordu. Heyecanın kaynağını bulmak için kendi etrafında döndü ama herhangi birini görmedi. Tek başınaydı, en azından sonraki ana kadar tek başına olduğunu düşündü.
Küçük bir kızın ağzından çıkan tek bir kelime duydu. “Yu.”
Duyduğu meleksi sesin sahibini tanıyordu. Hemen çadırın girişine baktı ve beyaz saçlı kedi kızı gördüğü gibi dizlerinin üstüne çöktü. Gözlerinden artık yaş akmadığı için kalbinde hissettiği mutluluğu yalnızca sıcak bir gülümsemeyle dışa vurabiliyordu.
“Y-yurine...” Birkaç gündür ortada olmayan nezaketi sesi aracılığıyla tekrar kendini gösterdi. “Kızım... Yurine... Yurine... Buradasın... Iıı... Hahaha...”
“Buradayım,” dedi Yurine. “Merhaba, Yu, buradayım.”
Yu ona doğru emekledi ve hemen önünde durdu. Gerçekti, karanlık dünyayı beyazlığıyla aydınlatıyordu. Kızıl gözleri capcanlıydı, elleri sıcaktı ve saçları onu her zaman yıkadığı şampuanın meyveli aromasını taşıyordu.
Sarıldı.
Ellerini boynuna doladı ve kızının kokusunu içine çekti. Yurine de sarılmıştı. Baba ve kız tekrar buluşmanın mutluluğunu yaşıyordu.
“Yu, seni çok özledim,” dedi Yurine. “Seni tekrar görebildiğim için çok mutluyum, Yu. Hiç gelmeyeceksin sanmıştım.”
“Özür dilerim,” dedi Yu. “Özür dilerim... Öldüğünü sanmıştım, gittin sanmıştım... Senin de beni terk ettiğini sanmıştım.”
Gözlerinden akmayı reddeden yaşlar ruhundan damlıyordu. Yurine cevap vermeden önce kıkırdadı ve küçük parmaklarını Yu’nun kahverengi saçlarının arasından geçirdi.
“Yu, aptal. Ben her zaman yanında olacağım, seni asla terk etmem. Tabii sen de benim yanımda olacaksın. Kılıç perisi ve silahşoru arasındaki anlaşma böyledir.”
“Evet,” dedi Yu. “Özür dilerim, aptallık ettim. Ben aptalım, haklısın.”
Yurine, Yu’nun kollarını tuttu ve boynundan çekti. İkisi de birbirinin gözlerine bakıyordu. Yurine gülümsedi.
“Elbette haklıyım! Üstün varlıklar her zaman haklıdır,” dedi gururlu tavrıyla. Ellerini beline dayayıp göğsünü kabartmıştı. “Sonunda bunu anlaman iyi oldu. Aferin, gelişmeye devam et.”
Kızıyla birlikte güldü. Onu kendine çekti ve alnından öptü.
“Bu küçük hanım fazla kibirli.”
“Hah! Üstün varlıklar istedikleri gibi davranır.”
Yurine, Yu’nun elini tuttu ve onu kendine doğru çekerek çadırdan çıkardı. Koşmaya başladı, Yu da onun arkasından koştu. Dışarıda bir çadır veya kafes yoktu. Meydan tamamen yeşil çimlerle kaplıydı.
Yurine koşarken kuyruğunu sallıyordu, heyecanlıydı. Onun heyecanını görmek Yu’nun yüzüne güzel bir gülümseme yerleştirdi. Kızıyla bu şekilde koştuğu son sefer o kadar uzak geliyordu ki sanki her şey bir hayat süresi kadar önce yaşanmıştı.
Yurine durdu ve ellerini Yu’ya doğru kaldırdı. “Beni kucağına al.”
Yu kızını kucağına aldı. “Küçük hanım şımartılmaya fazla düşkün.”
“Evet, beni şımartmaya devam et.” Yurine çadırı işaret etti. “Şimdi oraya geri gidelim.”
“O zaman niye geldik ki?” diye sordu Yu.
“Çünkü beni kucağında taşımanı istedim.” Yurine, Yu’nun kulağını çekti. “Aptal Yu! Beni sorgulama!”
Yu sol kolunda Yurine’yi tutarken sağ eliyle Yurine’nin yanağından makas aldı ve dediğini yaptı. Yurine yanağından alınan makastan hoşnut kalmıştı. Gülümsedi.
“Özür dilerim,” dedi Yu. “Baban bugün kötü şeyler yaptı. Dün de yapmıştı, ondan önceki gün de. Sanırım ondan önceki gün de yapmışımdır.”
Yurine ilgilenmiş gözükmüyordu. Yu’nun boynuna sarıldı ve başını onun başına yasladı. Yurine onun dedikleriyle ilgilenmese bile Yu anlatmak istedi.
“Ben kötü birisiyim, Yurine. İnsanlara zarar veriyorum. Benim gibilerin eline güç geçmemeli. Sana verdiğim sözü tutmaktan acizim. Tek yaptığım... İşleri mahvetmek. Bilmiyorum, belki de ben de bu yüzden yaratılmışımdır. Bir şeyleri bozayım diye, zarar vereyim diye. Böylece bir kahraman gelir, beni öldürür ve döngü devam eder.”
Yurine, Yu’nun boğazına biraz daha sıkı sarıldı. “Böyle söyleme, Yu.”
“Ama öyle olmamış mıydı? Yu Zao, kahraman, bunu yapmamış mıydı? Rie’yi öldürdüm, seni öldürdüm. Kötü adamım. Yu Zao da bu kötü adamı öldürmedi mi?”
“Sen iyi birisin. H-hoşuma gidiyorsun.”
Yu hafifçe gülümsedi. “Benim kızım çok nazik.”
“Hak eden insanlara karşı nazik olurum. Sen de biraz hak ediyorsun.”
“Biraz mı?”
“Biraz,” dedi Yurine. “Yu, yaptıkların için kendine kızma. Doğru olan şeyleri yaptın. Zaten başka ne yapabilirdin ki? Tüm bunlar senin başına geldi, bir başkasının başına gelse o da aynısını yapardı. Senin bir suçun yok. Suçlu olan dünya. Yapmak istediğin şeyleri yapmaya devam et.”
“Yurine...”
Kızının kelimeleri tamamen onu rahatlatmak içindi. Kelimelerin ne kadar doğru olduğundan emin değildi. Yurine diğer insanlara çok fazla değer vermese de konuştukları konu masum insanların canını almaktı ve Yu onun bundan hoşlanacağını zannetmiyordu.
Ama babasını rahatlatmak istemişti.
“Az kalsın unutuyordum,” dedi. Çadıra geri dönmüşlerdi. “Otur şuraya, yaralarını iyileştireyim.”
Yu yatağa uzandı ve Yurine ellerini ona uzatarak küçük avuçlarından yayılan mana aracılığıyla yaralarını iyileştirmeye başladı.
Beyaz ışık Yu’nun vücudunu sarıyor, onu şefkatle kucaklıyordu. Yu gözlerini kapamadan önce kızının gözlerine tekrar baktı. Kırmızı, büyük ve parlaktı. Gülümsedi, hayatta olduğu için mutluydu.
Uykuya daldı.
-------------------------
02.08.2022 – 01:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..