Köleler zırhın kayışlarını bağlarken Yu, masanın üstünde
duran kılıca baktı. Kınında olsa da ona seslendiğini duyar gibiydi. Ona
yaklaşmasını fısıldıyor, büyülü kelimeleri kulağını okşuyordu. Delirmiş olmayı
ve kılıcın aslında konuşmamasını isterdi ama kendi bilincine güveni öylesine
yüksekti ki delirmeyi ihtimal dâhilinde bile görmüyordu.
Köleler zırhı giydirdiğinde Yu her parçanın sıkı bir şekilde vücuduna oturduğuna emin oldu. Bir ihmal sonucu hayatını kaybetmeye niyeti yoktu. Her şeyin tam olduğundan emin olunca kılıcı alıp beline bağladı. Sol eliyle onu tuttuğunda kendisiyle konuştuğunu biliyordu ama sözler yoktu. Kelimeler duygulara dönüşüp doğrudan kalbine sızıyordu. Kılıç, Yu tarafından kabul edilmeyi arzuluyordu.
Kölelerin yüzlerine baktığında somurttuklarını gördüler. Bunlar için onlara kızmayacaktı. Daha önce onların başına gelen şey bugün başkalarının başına gelecekti ve buna katkı sağlayan adamın zırhını giydirmişlerdi.
Aralarında en çok Silvia’nın yüzüne dikkat etmişti. Ona merhamet etmiş, hayatın bağışlamıştı ama bu merhamet ters tepmekten başka bir şey yapmamıştı. Eğer ki Oğul ona Silvia’yı hediye etmeseydi şu anda dayak yiyor veya tecavüze uğruyor olurdu. Merhametinin ona zarar vermesine engel olan tek şey şanstı.
Bu şansın bugün tekrar kendini göstereceğine inanmıyordu. Köleleştirerek fiziksel zarar görmesini engelleyebileceği kişilerin sayısı ise Vazgeçilenlerin kuralları tarafından üç ile sınırlandırılmıştı. Yani birilerini kurtarmak istese bile kurtarabileceği kişilerin sayısı belliydi, kalanları öldürmek zorundaydı ki Vazgeçilenler onlara dokunamasın.
“Kendi vicdanımı rahatlatmak için ne de güzel düşünüyorum. İlk kanı döktüğüm an gözüm dönecek, daha fazlasını öldürmek isteyeceğim.”
Miğferini eline aldı ve Altar ile diğerlerinin saldırı planını hazırlayacakları meydana gitmek için çadırdan çıktı. Bu gecenin nasıl geçeceğini düşünüyordu.
İki kişi dışında yürüdüğü yol boştu. Diğer iki kişi de kölelerin kaçmasını engellemek için buradaydı, ormanın içinde ve kampın dışında yer alan gözcüler ise dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı nöbet tutuyordu.
Kendisininkine kıyasla küçücük olan çadırların ve kölelerin tutulduğu kafeslerin arasında ilerledi. Köleler arasında çocuklar da vardı. Çocukların başına gelenler diğerlerinin başına gelenlerden daha yaralayıcıydı. Bunda bir payının olduğu aklına geldiğinde adımlarını hızlandırdı ve onlara dikkat etmemeye çalıştı.
“Ben tuhaf bir insanım. Kendimi kaybedeceğimi bilmeme rağmen- hayır, kendimi kaybetmeyeceğim. Bilerek yapıyorsam buna kaybolmak diyemem. Kötülük yapacağımı, tekrar bir canavar olacağımı ve insanları öldüreceğimi bilmeme rağmen şu anda o insanlar için endişeleniyorum.”
Bir çocuğun kafesinin daha yanından geçti. İlk başta yüzünü görmüştü. Onu köle olarak alan kişi, Raya’nın onu iyileştirmesini istememiş olacak ki çocuğun yüzü yara bere içindeydi. Daha sonra çocuğun vücudunu gördü ve gözlerini hemen farklı yöne çevirdi.
“Onlardan üç tanesini alırsam hayatları, Vazgeçilenler onları benden almaya karar vermediği sürece kurtulur. Peki ya gerisini ne yapacağım?”
Kararını vermişti. Bu sefer askerler ile savaşmak yerine elf evlerine girecek ve bulduğu herkesi öldürecekti. Eğer çocuklar varsa, üç tanesini köle olarak alacaktı ki Vazgeçilenler onlara zarar vermesin. Üçten fazla çocuk varsa, Vazgeçilenlerin onları almasına hâlâ izin veremezdi. Kaçmalarına izin vermek de işe yaramayacak, tekrar Vazgeçilenler tarafından yakalanacaklardı.
Terledi, onu omuzlarından tutup aşağı çeken ellerin varlığını hissedebiliyordu. Kızıl gözler onu izliyordu ve bir örümcek ensesinde yürüyordu. Miğferini başına geçirdi ve kılıcını kavradı.
“Lanet olsun bana.”
Aldığı karar kolay bir karar değildi. Bunu yaparken zevk alacak olmaktan korkuyordu. Bu kararı vererek farklı birine dönüştüğünü hissediyordu ama içinde hâlâ aynı canavardı. Kendine dışarıdan baktığında ne demesi gerektiğini bilmiyordu.
“Hı!”
Yürümeyi bıraktı. Duyduğu ses gerçekten birine mi aitti yoksa kendi hayal ettiği bir fısıltı mıydı anlamaya çalıştı. Üzerinde hissettiği baskı artmaya devam etti. Artık onu izleyen daha fazla göz hissediyordu.
İleride duran iki Vazgeçilene baktı. İsimlerini öğrendiği gibi unuttuğu adamlar arasındaydılar. Onlar bir şey duymamış gibi davranıyordu. Yu da duyduğu şeyin yalnızca bir yanılsama olduğuna kanaat getirecekti ki uzun boylu mavi bir siluetin çadırların arkasından geçtiğini gördü. Hızlıydı, hemen kafeslerin arkasına ilerledi ve kölelerin arkasında durdu.
“Onlara söylemeli miyim?”
İlerideki iki adama durumu anlatmayı düşündü fakat ona inanacakları meçhuldü. Üstelik gördüğü şey gerçekse Yu’nun bunu belli etmesinin ardından kaçma ihtimali de vardı.
Hem onlara yardım etmek istemiyordu. Sadece kendi canı da risk altına gireceğinden kılıcını çekmeye hazırlandı ve kafeslerin arasına girdi. Burada bulunmaktan haz etmese de kontrol etmek zorundaydı.
Gördüğü mavi siluet hareketsiz bir şekilde beklemeye devam etti. Pelerin giymiş biri olduğunu anlayabiliyordu. Sanki kalemle çizilmiş gibi mavi bir çizgi hâlinde vücudunu görebiliyordu ve vücudunun içerisi saydamdı, baktığı zaman karşısını gösteriyordu.
Mavi siluet yavaşça başını çevirdi ve kendisine doğru yürüyen Yu’ya baktı. Yu da ona bakıyordu. İkisi bir süre bakıştıktan sonra siluet hemen ayağa kalktı ve koşmaya başladı. Kampın dışından dolaşarak ormana girmeyi hedefliyordu. Yu onun peşinden koştu.
“ÇADIRLAR YANIYOR!”
Koştuğu esnada başını kampa doğru hafifçe çevirdi. Birkaç küçük çadır alev almıştı ama onlar dışında, büyük bir çadırdan yükselen alevleri de görebiliyordu. Kendi çadırı da yanıyordu.
“Ih!”
“Hey! K-kan?!”
İki kişinin, bir başka mavi siluet tarafından öldürüldüğünü gördü.
“Köleler! KÖLELER!”
İki düzüne köle yolun ortasından koşarak ormana kaçmaya çalışıyordu. Yu önündeki mavi silueti kovalamayı bıraktı ve kendi çadırına doğru koştu. Oradaki eşyalarından çok kölelerinin durumunu umursuyordu.
Tabii ki de durumlarını umursaması onları sevdiğinden değildi. Burada dönen şeyleri anlamıştı. Ormanın içinden gelen sayısı belirsiz kurtarıcılar, diğer insanlara karşı görünmez olmuştu ve kampı yakıp köleleri kurtarmaya çalışıyordu.
Kendisi zarar görmediği sürece Yu’nun bununla bir sorunu yoktu. Kampın yanmasından ve tüm Vazgeçilenlerin ölmesinden, tüm kölelerin de kurtulmasından memnun olurdu.
Ama başarılı olacaklarına inanmıyordu. Kölelerin, Vazgeçilenler tarafından geri yakalanacağını ve itaatkârsızlıkları yüzünden felaket ile yüzleşeceklerini biliyordu. Bu insanlar sinirlendirilmemesi gereken tehlikeli kimselerdi.
Kendi çadırına koşmasındaki bir diğer sebepse kölelerinin itaatkârlıkları hakkında endişelenmesiydi. Onların kaçacaklarından korkmuyordu, yanan çadırda duracakları ve yanarak öleceklerinden endişeleniyordu.
Kimileri bunun saçma bir endişe olduğunu düşünebilirdi ama birilerini daha yakarak öldürmüş olmak istemiyordu. Kontrol etmek ona zarar vermeyecekti ve eğer kaçtılarsa, Vazgeçilenlerden önce onları yakalayabildiği sürece sorun olmazdı.
Vazgeçilenler hakaretler ederken Yu çadırına vardı ve hemen önünde üç kölenin beklediğini gördü. Sofya, Fia ve Deniz çadırın önündeydi.
“Aferin size,” dedi onların karşısına gelir gelmez. “Aptallık yapıp kaçmayı düşünmeyin. Sizi yakalarlarsa kötü şeyler yaparlar. Silvia nerede?”
Çadırın içinde bekleyeceğinden korktu ama Deniz, Yu’nun çadıra girmesine engel oldu.
“Efendi Vararfin, Sirvia diğer körerer ire kaçtı.”
“Elfler geri zekâlı!” Silvia için hakaret ettikten sonra Fia’ya baktı. “Özür dilerim. Sen akıllı bir elfe benziyorsun.”
Hemen ormana girmek ve Silvia bulmak onun diğerleri tarafından öldürülmesini veya tecavüze uğramasını engelleyebilirdi ama bunu yapacak güce de sahip değildi. Silvia’nın öfkesine yenik düşmediği bir karşılaşmada kendisinden daha güçlü olduğunu görmüştü.
“Onun için bir şey...”
Ormana doğru bakarken kovaladığından biraz daha kısa başka bir siluet gördü. Vücudu mavi dış hattan oluşan bir çizgiydi ama yine de gözleriyle onu seçebiliyordu.
Siluetin elinde bir kılıç vardı. Kılıcı kaldırdı ve Yu’ya saplamak için ileri atıldı. Yu kendi kılıcını kullanarak siluetin kılıcını engelledi, hemen ardından siluet geri sıçradı. Bir süre yerinde durdu, şaşkın olmalıydı.
“Onu görebiliyor musunuz?” diye sordu kölelerine.
“Ö-özür direriz, Efendi Vararfin,” dedi Sofya. “Kimi görmemiz gerekiyor?”
Siluetin ikinci saldırısını da kılıcıyla karşılarken diğerleri tarafından görülmediklerini onaylamış oldu. Siluetin kılıcını havaya kaldırdı ve kendi kılıcını ona savurdu.
Siluet kaçıldı, kendi etrafında hızla döndü ve tek eliyle tuttuğu kılıcını Yu’nun başına doğru savurdu. Yu kılıcını kaldırarak başını savunmayı denedi fakat elfin kılıcını durduramadı. Kendi kılıcı, elfin kılıcı tarafından itildi ve başına indi. Neyse ki miğferini giymişti, zarar görmedi.
Elf kendi etrafında bir kez daha döndü ama bu sefer saldırmadı, saldırırmış gibi yaptı ve Yu kendini savunmak için pozisyon aldığında kaçmaya başladı.
“Gerçekten lanet olsun!”
Onu kovalamayacaktı çünkü ormanın içine kaçıyordu. Oraya tek başına girdiğinde daha fazla düşmanla karşılaşabilirdi. Bir tuzağın içine yürümeyecekti.
“Beni sevmediğinizin farkındayım ama kaçmak kötü bir tercih olur, tekrar söylüyorum. Beni takip edin, güvenli bir yer bulduğumuzda sizi orada bırakacağım.”
Çadırının konumu sayesinde kampın dışına çıkması on saniyeden kısa bir süre alıyordu. Sıcaklığı hissedebiliyordu, yanan kamptan uzakta durarak çevresinden ilerlediler. Bazı kölelerin, alevler onlara yaklaşmasına rağmen kafeslerinde durduğunu fark etti. Eğer onları kurtarırsa ve köleler kaçarsa, o kölelerin sahipleri Yu’nun kölelerine el koymayı deneyebilirdi.
Kendi sorumluluğundaki insanların canıyla sorumluğunu üstlenmediği insanların canı karşı karşıyaydı. Onlara yardım etmeyi seçtiğinde bir atın kişneyişini duydu.
“Valarfin.”
Altar heybetli atının üstünde duruyordu. Yanan çadırların arasından çıkmış ve önüne atlamıştı. Onu gören Yu ve köleleri hemen durdu. Onlar durduktan sonra iki kişi daha kendi atlarıyla Altar’ın yanına geldi. Onlardan biri Raya’ydı.
“Kaçmayı mı düşünüyordun?”
Yu kendinden emin bir şekilde cevapladı. “Hayır, seni arıyordum.”
“Aferin. Kölelerini Raya’ya bırak, onları toplayıp güvenli bir yere götürecek. Sen de beni takip et, kaçanların peşinden gideceğiz.”
“Yürüyerek mi?” diye sordu Yu.
“Atın senin sorumluluğundaydı, kaybetmeseydin amına koyayım.”
-------------------------
09.08.2022 – 00:00
Ana sayfadaki karakter tasarımlarını bir kez daha güncelledim. İlerideki bölümlerde gözükecek üç yeni karakterin tasarımları eklendi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..