Farmiya’nın kumral teni sıcak ve yumuşaktı. Bacakların
tutarken deneyimlediği yumuşaklık ona ayrı bir haz verdiğinden daha sert sıktı
ve Farmiya’nın canını yakarak çığlık atmasına sebep oldu.
“Rütfen...” dedi Farmiya. “Miraz daha yavaş or. Çok sertsin.”
İnlemelerinin arasında kelimelerini anlamak zordu. Yu’nun azgınlığı da eklenince işittiği anlamsız sözlerin hiçbir önemi kalmamıştı.
Durdu ve Farmiya’yı belinden kavrayıp yatakta biraz daha ileri götürdü. Sonra kendisi de yatağa çıkarak Farmiya’nın üstüne bindi. Sol elini onun beline sararken sağ elini de boynuna sardı ve saçlarını kokladı.
Gittikçe daha da hızlanıyordu. Farmiya ses çıkartıp dışarıdaki insanların dikkatini çekmemek adına kendini zorlarken bu onu daha da teşvik ediyor, hızını ve şiddetini arttırıyordu. Bu iş bitene dek aklı yerinde olan bir Yu Valarfin yoktu, sadece altındaki kadından alabildiği tüm zevki almaya çalışan farklı bir varlık vardı.
“Anne! Dedem seni çağırıyor!”
Odanın kapısı çaldı ve ardından açılmaya çalışıldı. Seslenen kişi Farmiya’nın oğlu Venhor’du. Kapı kilitli olduğu için içeri giremedi ve tekrar seslendi.
“Dedem çağırıyor! Uhu! Uhu!”
“G-geriyorum! Sen git!” dedi Farmiya. Sesini kontrol etmeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu.
“Ne yapıyorsun ki?” diye sordu dışarıdaki Venhor.
“Git! Gereceğim!”
Farmiya ellerini ağzının üstüne getirdi ve uzunca inledi. Yu boşalacağı zaman penisini dışarı çıkarttı ve menisi kadının bacağının üstüne fışkırdı.
Yu onun üstünden kalkıp kendini yatağa teslim ederken eteğini indiren ve hızlıca dışarı koşan Farmiya’yı izledi. Yaptığı şeyden pişmanlık duyması gerektiğini biliyordu ama pişman olması için bir neden göremediği için bunu yapamıyordu.
“Ne yapıyordun ki?” diye sordu Venhor. Farmiya kapıyı açmış ve hâlâ kendisini bekleyen oğluyla karşılaşmıştı.
“Efendi Vararfin’e yardım ediyordum,” diye cevapladı Farmiya. “Hadi, yürü!”
Yu düşüncelerin içine daldı. Dünyadayken olduğu insanla şu anda olduğu kişiyi karşılaştırıyordu. Aradaki farkları görmesi yeterince korkutucuyken dönüştüğü kişiyi nasıl kabul edebileceğini bilmiyordu.
“Dünyadaki insanların ahlaki açıdan çürüdüğünü düşünürdüm. Demek ki burada da aynıymış. Sadece teknoloji olmadığı için haberdar olması zor.”
Düşündüğü şey de kabul etmek istemediği bir şeydi. Aklına onun yakınındaki kızların da Farmiya gibi olabilme ihtimali geldiğinde yaptığı şeyden neden pişman olması gerektiğine dair bir açıklama kazanmıştı.
“Ben de onlar gibiyim,” diye düşündü acınası bir şekilde gülerken. “İnsanların benim gibi olmasından rahatsızlık duyuyorum. Çürümüş karakterimin kokusunu alabiliyorlar mıdır?”
Masanın üstüne koyduğu kılıcına baktı. Kılıç kırmızı bir kının içindeydi.
“Senin yüzünden günaha giriyorum,” diyerek suçu kılıcına attı. “Başka insanların sihirli kılıcı karıya kıza dönüşüyor amına koyayım. Sen de öyle olsan sana sadık bir adam olurdum, başkalarıyla seks yapmazdım.”
Eğer dönüşecek olsaydı kılıcının nasıl bir kızın şeklini alacağını hayal etmeyi denedi. Emin olduğu ilk şey kesinlikle gotik bir kız olacağıydı. Beyaz bir ten taşırdı. Saçları omuz hizasında ve siyah olurdu, sürekli siyah giyinir ve siyah oje sürerdi. Boyunun bir altmış seviyelerinde olacağını düşündü. Tatlıdan çok seksi bir kız olacağına inanıyordu.
「Yok ananın amı.」
Kahkahasını bastırması mümkün değildi. Kılıcın verdiği cevap karşısında yatağı yumruklayarak gülmeye başladı. Eğer maddelerin etkisinde olduğu seferleri saymazsa en son böyle güldüğü an o kadar uzaktı ki ne zaman olduğunu söyleyemezdi bile.
“Hahahaha! Bu cevabı beklemiyordum.” Çıplak bir şekilde ayağa kalktı. “Ben gerçekten delirmek ve delirmemek arasında kaldım. Yok tanrının mezarı, yok bulmaca, yok goblinler. Harbiden anasının amı demek istiyorum ben de.”
「Kendini çok salıyorsun, Valarfin. Kadınlara düşkün olmamalısın. Böyle yapma.」
“Yeri korku filmleri olan katil kılıcın bana ahlak dersi vermesini umursamıyorum,” dedi.
Odanın içinde dolaşırken kılıca bilmeceyi sormayı düşündü ama vazgeçmesi uzun sürmedi. Zaten bilmece sorulurken yanında olduğu için o da biliyordu.
“Acaba önce hangi cevap evet, hangi cevap hayır anlamına geliyor, onu öğrenmeye mi çalışsak?”
Ray ve Los’un ‘evet’ ve ‘hayır’ olduğunu biliyordu ama hangi kelimenin hangi anlama geldiğinden habersizdi. Bulmacanın ilk zorluğu burada ortaya çıkıyordu.
“Mesela hayır cevabının mümkün olmadığı bir soru sorsak nasıl olur?”
Kılıç zekâ oyunlarına karşı ilgili olmayacak ki sessiz kaldı.
“Mesela ‘su ıslak mıdır?’ diye sorarsam bunun doğru cevabı kesinlikle ‘evet’ olur. Tabii yalan söyleyen ayna buna ‘hayır’ diyecektir. Soruyu, hayır demenin mümkün olmadığı şekilde geliştirmeliyim.”
Bazen öyle sorular olurdu ki hayır cevabı verilse de bu olumlu bir anlama gelirdi. Bunu dildeki bir ‘bug’ olarak görüyor ve bunun gibi bir şey yaparsa aynalara karşı üstünlük elde edeceğine inanıyordu.
“Eğer onlara ‘eğer sana su ıslak mıdır diye sorsaydım, evet der miydin?’ diye sorarsam doğru söyleyen ayna yine ‘evet’ der. Yalan söyleyen ayna ise asıl soruya ‘hayır’ cevabını verir ama benim sorduğum soruya ‘hayır’ derse, asıl soruya da ‘hayır’ diyeceği için doğru söylemiş olur. Bu yüzden benim soruma doğru cevap vermek zorunda ki asıl soruda yalan söyleyebilsin.”
Konuşmuş ve kelimeleri sıralamıştı ama anlattığı şeyi kendisinin de anladığından emin değildi. Yine de diline geleni söylemeye devam etti.
“Ama sorun şu ki onlar evet ya da hayır diye cevap vermiyor, ‘ray’ ya da ‘los’ diye cevap veriyor. Bu kafamı karıştırır mı ki?”
Ellerine baktı, siyah elin daima doğru söyleyen el olduğunu ve normal elin daima yalan söyleyen el olduğunu düşündü. Cevabı kesinlikle ‘evet’ olan bir soru sorduğunda ikisi de aynı cevabı vermek zorunda kalır ve böylece hangi kelimenin hangi anlama geldiğini anlamış olurdu.
“Ama üçüncü bir ayna daha var, o bana rastgele cevaplar veriyor. Ya ona denk gelirsem? O zaman alacağım cevabın bir önemi kalmaz.”
Yürümeyi bıraktı ve siyah kılıcını kınından çıkartıp odanın içinde birkaç defa salladı. Sadece boşta duran ellerini oyalamak için uğraşıyordu.
“Üstelik sadece üç soru hakkım var. Hepsine istediğim kadar sorabilsem çözmesi kolay olurdu ama bu şekilde yapmak sadece iki soru hakkını boşa harcamak olur. Zaten bu şekilde sorduğumda rastgele cevaplar verene denk geldiğim an iş biter. Hayır, o kelimelerin ne anlama geldiği önemsiz. İlk soruda kelimelerin anlamlarını bulsam bile iki soruda işi kesin bir şekilde bitirmem imkânsız.”
İlk soruyu farklı bir amaç uğruna kullanmak zorundaydı. Üç ayna vardı ve buna karşılık olan üç soru hakkının üçünde de kimliklerini tespit etmeye yönelik oynamalıydı. Farklı bir şey için zaman harcamak zaferi şansa bağlıyordu.
Odanın kapısı çaldı.
“Kilitli değil,” dedi Yu. Farmiya çıktıktan sonra kapıyı kilitlemek aklına gelmemişti.
Kapı açıldı ve içeri Yu’nun zırhının parçalarını taşıyan iki Vazgeçilen girdi. Biri Darkan’dı, diğeri Vamaer. Altar yardım etmeleri için onları Yu’nun yanına vermişti. Farmiya onların arkasından gelerek tekrar odaya girdi.
“Ar!” dediler zırhın parçaların yere bırakırken. “Amına koyayım senin.”
“Bunu söylemeniz gereken kişi Altar,” dedi Yu. “Üstelik bunu öyle ya da böyle birisi yapmak zorundaydı. Altar goblinlerin bizim kölelere göz dikeceğini düşünmüş olmalı.”
Yu çırılçıplaktı ve kimse onun çıplak olmasını sorgulamıyordu. Vamaer onun bacaklarının arasındaki aletine biraz baktıktan sonra dilini şaklatarak odadan çıktı ve bu Yu’nun çıplaklığına karşı verilen tek tepkiydi.
Darkan da odadan çıktı ve içeride Yu ile Farmiya tekrar bir başlarına kaldı. Farmiya ona zırhı giymesinde yardım edecekti.
Yu önce oldukça rahat olan kıyafetlerini giydi. Kullandığı diğer tüm kıyafetler gibi bunlar da siyahtı. Daha sonra üstüne zincir zırhı geçirdi. Zırh baldırlarına kadar uzanıyordu.
Ardından ayakta bekledi ve Farmiya zırhı giydirmek için eğilerek Yu’nun bacaklarına çelik parçalarını geçirmeye başladı. Bunu ilk kez yaptığı kayışları bağlama şeklinden belliydi.
“Biraz daha sık,” dedi onun sıktığı kayışları tekrar sıkarken. “Kılıcı sallarken parçalar aşağı düşerse geberirim.”
Aldığı uyarıyla Farmiya işini daha iyi yapmaya başladı. Ona yukarıdan bakmak güzel olmuştu. Penisinin tekrar sertleştiğini hissetse de bu sefer kendine hâkim oldu ve ona karşı bir hamle yapmadı.
“Yumuşaksın,” dedi kadının yeşil saçlarını okşarken. “Hoşuma gittin. Senin için tekrar buraya geleceğim.”
Farmiya sayesinde bacaklarını koruyan çeliği tamamen giymişti. Göğsünü ve belini koruyan iki parçalık çeliği de giydirdikten sonra sağ kolunu koruyan çeliği giydi. Omzunu koruyacak çeliğin yerleştirilmesiyle geriye kalan tek şey miğferdi ve onu da dışarı çıkmadan önce takmaya gerek görmüyordu.
“Buraya gel,” dedi Farmiya’ya.
Kadın yanına geldiğinde dudaklarından, yanaklarından ve boynundan birkaç öpücük alıp kokladı. Tekrar onunla birlikte olmak istiyordu. Kılıcının karanlık aurasının kalbine sızıp yaptığı yanlışı anlatmaya çalıştığını hissetti.
“Benim için kendine biraz daha özen göster.”
Farmiya’nın kalçasına vurdu ve kadın odadan dışarı çıktı. Yu kılıcını kınına sokarken eliyle kalkanına uzandı.
「Gerek yok, Valarfin. Goblinler zırhını geçecek kadar güçlü değil. Pençeni silah olarak kullanman daha iyi olacak.」
Goblinleri düşündüğünde kılıcıyla hemfikir oldu. Güç farkları yaratıcılarına göre değişiklik gösterse de en güçlüleri bir çocuğun gücüne sahip oluyordu. Onları tehlikeli yapan şey sayıları ve öldürmeye olan açlıklarıydı.
“Umarım yanlış bir karar almamışızdır. Kalkanı almadık diye ölmek istemiyorum.”
「Niye seni öldürecek bir şey yapayım, Valarfin?」
Yu güldü. Buna verecek cevapları vardı ama kılıçla tartışmaya üşenerek odadan dışarı çıktı. Onun bulunduğu küçük koridor, rahat etmesi için boşaltılmış olsa da alt kata indiği gibi içeriye zar zor sığan kalabalık ile karşılaştı.
Köyün nüfusu az olsa da tüm ahaliyi bir eve sığdırmak mümkün değildi. Bazıları bahçeye taşmıştı.
“Neredeyse tamamı kadın ve çocuk,” diye düşündü. “Kadınlar da fena değiller.”
Kendi güzellik standartlarına sahip olduğu için bazı insanları güzellik algısının dışında bıraksa da bu dünyada çirkin diyebileceği çok az kadınla karşılaşmıştı. Neredeyse hepsi kendince güzeldi.
“Kocaları savaş yüzünden mi köyde değil? Bir şeylerin saldırmasına şaşmamalı. Hatta şimdiye dek köyün yerle bir edilmemesi tamamen şans... Vazgeçilenler gibi bir sürü çete olmalı.”
Savaşın oluşturduğu erkek yokluğuyla köyler savunmasız kalıyordu ve çeteler bu savunmasızlıktan yararlanabilirdi. Yu böyle haberleri pek duymamış olsa da kesinlikle bir yerlerde gerçekleşmesi mümkün olaylardı.
“Koray gersin!” dedi insanları yarıp Yu’ya yaklaşmaya çalışan Fake. “Umarım başarırı orursunuz. Hepimiz size güveniyoruz.”
Yu evden çıkmaya çalışırken Fake’yi itti. “Bu gece goblinleri öldüreceğimizi söylemedim. Bu gece işi bitirir miyiz ya da sonraya mı bırakırız bilmiyorum. Bakacağız.”
Ödül olarak burada ev ister ve köyde kalırsa erkeklerin yokluğundan faydalanıp pek çok kadınla birlikte olabilirdi fakat bu fikri hiç gerçekleşmeyecek bir hayal olarak bir kenara attı. Yu Valarfin hayatının sonuna dek böyle unutulmuş bir yerde yaşayarak mutlu olamazdı.
“Zaten mutlu olmayı da hak etmiyorum ya.”
Hem hayatının sonuna çok da uzun bir süre yoktu. Hayatının son yıllarını kadınlara kolayca ulaşabilmek için koyun kokusuyla sarılı bir köyde geçirmeyecekti.
Evden çıktı ve bahçede bekleyen kalabalığı geçip evin büyü ile korunan sınırlarının dışında duran iki Vazgeçilen ile buluştu. Onlar da kendi zırhlarını giymiş ve kılıçlarını kuşanmıştı. Yu’nun kılıcı ile aynı düşünüyor olacaklar ki goblinlere karşı kalkan taşımaya gerek görmemişlerdi. Elbette bunun en önemli sebebi zaten zırh giyiyor olmalarıydı.
“Mu iş niye mize düştü amına koyayım?” diye yakındı Darkan.
Yu onun sızlanmasını umursamadı ve köy ağasının evine en yakın olan evi işaret etti.
“Şunun çatısına çıkıp beklemeye başlayalım.”
-------------------------
23.08.2022 – 00:00
Bugün benim doğum günüm :d
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..