Cilt 4 - Bölüm 30: Yan Görev (1/2)

avatar
351 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 30: Yan Görev (1/2)


Sandalyenin bir bacağı diğerine kıyasla kısa olduğu için oturduğu esnada sallanıyordu. İlk başta bundan rahatsız olsa da kısa sürede sandalyenin sallanışını bir oyuna dönüştürdü. Düşündüğü esnada hareket etmek iyi geliyordu.

 

“Sizin için en eski şaraprarı çıkardım,” dedi köy ağası Fake. “İstediğiniz kadar içemirirsiniz.”

 

Yaşadığı köy fakir olsa da ağası, misafirlerine karşı itibarından tasarruf etmiyordu. En şişman tavuklarını kesmiş, en iyi şaraplarından bazılarını sunmuştu. Eğer karşılarındaki adamların sarhoş olduğunda ne kadar tehlikeli olabileceklerinden haberi olsaydı onlara vereceği tek şey su olurdu.

 

Yu da su içiyordu. Sarhoş olup birilerine zarar vermekten korktuğu için değildi; su içiyordu çünkü sürekli şarap ve bira ile susuzluğunu gidermekten bıkmıştı. Üstelik buna alışık olmayan bünyesi de bundan iyi etkilenmiyordu. Burada içtikleri bira ile modern dünyanın biraları arasında farklılıklar olsa da bira içmeye başladığından beri tuvalete daha sık çıkar olmuştu.

 

“Teşekkür ederiz,” dedi Altar. Elindeki kadehi kaldırdı ve köy ağasına uzattı.

 

“Misafirreri her zaman hoş karşırarız!”

 

Şişman köy ağası kadehini Altar’ın kadehine vurdu ve ikisi birden içmeye başladı. Raya da alkol yerine suyu tercih etmişti. Yu’nun yanında oturuyordu, ikisi suyunu içerken Altar ve köy ağası sohbete başladı.

 

Ağanın evindeki dördüncü misafir ise Darkan’dı. Altar’ın yanında oturmuş, sessizce şarabını içiyordu. Bugün yaşananlardan sonra sessizdi ve içinden geçen düşünceler belirsizdi. Yu onun bulmacının cevabını düşündüğünü söyleyebilirdi fakat bir Vazgeçilen’in çözecek kadar zeki olduğunu zannetmiyordu.

 

“Afiyet orsun, Sör.”

 

Köy ağasının kızı, Yu’nun karşısına tabağı yerleştirdi. İçinde iki but ve üç göğüs parçası vardı. Rolderhelm’de genellikle fakirlerin yediği söylenilen koyu renkli ekmek ve salata da yanında gelmişti.

 

“Niye ekmeği dilimledin ki?”

 

Eti ekmeğin arasına koyup yemek istemişti fakat ekmek ince dilimler şeklinde kesilmişken bunu yapması zordu. Eti parçalara ayırdı ve ekmekle birlikte yemeye başladı. Salataya pek dokunmuyordu.

 

Ağanın kızı, Raya’nın tabağına eti dizerken eğilmişti. Yu yakalanmaktan çekinmeden göz ucuyla kızın kalçasına baktı. Yu’nun güzellik standardının hafif dışında olmasını sağlayacak kadar fazladan kilosu olsa da bu kilo ve boy oranı Mora’nın erkekleri arasında çekici kabul ediliyordu. Babasınınkiyle aynı renkte yeşil saçlar ve yeşil gözler taşıyordu ama babasının esmer teninin yerine kumral bir tene sahipti.

 

“Geçen gün oğlun da buradaydı,” dedi Altar. “Nereye gitti?”

 

“Daha dönmedi,” diye cevap verdi Fake. “Gecereri köyrüreri kontror etmesi gerekiyor şerefsizin.”

 

“Çocuklarınla uğraşmaktan sıkılmış gibisin.”

 

“Sıkırmam mı? Çocuk yetiştirmek koray iş değir. En kötü yanı da güvenememek, miriyor musun? Kara kara düşünüyorum mu sarakrar men gemerdikten sonra ne yapacak diye.”

 

Tavuğun iyi piştiğini düşünmüyordu. Tuzu da az gelmişti. Diğer herkesin yemek hakkında söylenmeden yediğini görünce ağzını açan tek kişi olmak istemedi ve bulmacanın cevabını düşünerek yemeğine devam etti.

 

Aynalara karşı üç soru hakkı vardı. Sakince cevabı düşünmenin onu sonuca götüreceğine insansa da eğer yanlış cevaplar verirse alacakları ceza fikri korkuya kapılmasına neden oluyordu. Korku stresi getiriyor ve stres de düşünmeyi zorlaştırıyordu.

 

Raya fısıldadı. “Artık yeter.”

 

Yu’nun sandalyeyi sallamak için kullandığı bacağının üstüne elini koymuştu. Yu sallanmayı durdurdu ve Raya elini geri çekerken bardaktaki su bitene dek içti. Bittiğinde ağanın kızı Farmiya, boş bardağı soğuk suyla doldurdu.

 

Yu aynı sessizlikte Raya ile konuştu. “Cevabı düşünüyorum.”

 

“Yemekten sonra düşünürsün,” dedi Raya.

 

“Düşüncelerimi ben kontrol etmiyorum. Soru aklımdan çıkmıyor. Düşündükçe daha fazla strese giriyorum ve daha fazla strese girdikçe daha fazla düşünüyorum.”

 

Sarhoş olmak veya seks yapmak onu rahatlatabilir, düşüncelerden arındırabilir ve kendine geldiğinde doğru cevabı bulmasını sağlayabilirdi.

 

Ama sarhoş olmak için artık çok fazla içmesi gerekiyordu. Seks yapmayı ise istiyor olsa da şu anda bunu yapabilecek bir partner bulabileceğini zannetmiyordu. Raya onunla birlikte olmayacak biriydi, ağanın kızıysa...

 

Kapı hızla açıldı ve annesi ile dedesi gibi yeşil saçlara sahip küçük bir erkek çocuğu içeri daldı. “Anne, anne! Kuzunun zeytinrerine mak!”

 

“Venhor!”

 

Farmiya, kocasını hastalık nedeniyle kaybetmiş bir duldu ve altı yaşında bir oğlu vardı. Salona dalan çocuğuna elindeki kuzu dışkısını dışarı atmasını işaret ederek onun yanına koştu. Koştuğu sırada kalçası sallandı.

 

“Olur ama ilk tercihim değil. Hem nerede yapacağım amına koyayım?” Ağzındaki eti daha yavaş çiğnemeye başladı. “Sorusunu aynasını bulmacasını cevabını kabrini sikeyim.”

 

Sandalyeyi tekrar sallamaya başladığında Raya ofladı ve Yu yemeğini yerken tekrar düşüncelere daldı. Doğru cevabı bulmak sadece Vazgeçilenlerin arasından kurtulmak için gerekli değildi, hayatta kalmak için de önemliydi.

 

“Özür direrim,” dedi Farmiya çocuğunu üst kata çıkartırken. Çocuğu üst katta bırakıp geri indiğinde tekrar özür diledi ve Fake iç çekerek Altar’a baktı.

 

“Mugün mağaraya girdiniz mi?” diye sordu.

 

“Evet,” diye cevap verdi Altar. “Girdik ve biraz ilerledik. İlginç bir yer.”

 

“Oraya Işıksız Mağara diyoruz,” dedi Fake şarabından birkaç yudum alarak. “Miraz irerredikten sonra hiçmir ateş yoru aydınratmıyor. Mu yüzden sadece kaçamak yapmak isteyen gençrer ve sizin gimi maceracırar girer. Tekrar söyremek istiyorum, orası tekin mir yer değir. Girip de dönmeyen çok var.”

 

Altar kadehin içindeki şarabı tek dikişte bitirdi ve tekrar doldurması için Farmiya’ya işaret verdi. Ağanın kızı olarak Farmiya’nın bugünkü görevi sofraya oturmadan adamlar için yemek yetiştirmekti.

 

“Evet.” Altar tekrar aynı cevabı verdi. “Fark ettik. Uyardığın için teşekkür ederim.”

 

“Farmiya!” Fake, zaten arkasında duran kızına bağırdı. “Görmüyor musun? Adamrarın tamakrarı moşarıyor. Geri dordur.”

 

Darkan daha fazla yemeyi reddederken Yu ve diğerleri tabaklarının doldurulmasına ses etmedi. Etin tadını sevmese de kaslarının güçlenmesi için proteine ihtiyacı olduğundan her türlü yiyordu.

 

“Sizden mir ricam oracak.” Fake tombul ellerini sofranın üstüne koydu. “Çok mir şeyimiz yok ama erimden gerdiğince karşırığını vermeye çarışacağız.”

 

Yu evi bir kez daha inceledi. Güneşin tamamen batmasıyla daha fazla muma ihtiyaç duydukları için Farmiya yeni mumlar yakarak odanın içinin daha iyi aydınlanmasını sağlıyordu.

 

Ev diğer köylülerin evlerine kıyasla çok daha büyük olsa da en nihayetinde fakir bir köyün eviydi. İçeride çömlekten birkaç süs eşyası dışında pek bir şey yoktu. Pencereler küçüktü, tavan alçaktı ve odaların sayısı azdı. Belki diğer köylülere verecek bir şeyleri olabilirdi ama Vazgeçilenler gibi hâlihazırda sıhhatte olan kimseleri kendi malvarlığıyla cezp etmesi mümkün olamazdı.

 

Altar ise Yu gibi hızlıca karara varmak yerine Fake’yi sorgulama yoluna girdi. Onun ne istediğini öğrenmeden önce ne verebileceğini öğrenmek istiyordu.

 

“Bize ne verebilirsin ki?”

 

Yeni bir muhabbetin merakıyla Yu’nun dikkati dağılmış, bulmacayı düşünmeyi bırakmıştı. Sargılarla gizlediği sol eliyle sakallarını okşadığında Fake ve Farmiya’nın dikkatini üzerine çekti ama ikisi de hemen bakışlarını Altar’a yöneltti.

 

“Önce ne istediğimi anratayım,” dedi Fake. “Savaşın devam etmesiyre mirrikte mizim köyün mağrı orduğu rord tüm askerrerini krarın emrine gönderdi. Hâr möyre orunca da mizim köy savunmasız kardı. Dört gündür gomrinrer kartar dağrarından inip her gece köye geriyorrar. Köyrürer kendi evrerinde yaşayamaz ordu, her gece murada topranıyorrar.”

 

“Şimdi neden burada değiller?” diye sordu Altar.

 

“S-sizi misafir edeceğimiz için mugün germedirer.”

 

“Peki ya goblinler? Siz burada kaldığınızda gelmiyorlar mı?”

 

“Murası için sorun yok. Dedemin zamanında, daha savaştan önce mu eve müyü yaptırmışrar, canavarrar muradan uzak duruyor.”

 

“O zaman biz gittikten sonra köylüleri buraya çağır,” dedi Altar. “Siktirtme misafirliğini.”

 

Köyleri yağmalayan ve yağmaladığı köydeki erkekleri öldürüp, kadınlara tecavüz eden Vazgeçilenlerin lideri olan Altar’ın bu kadar düşünceli olacağını beklemezdi. Tabii burada bulundukları süre boyunca onlardan yararlanacağı göz önünde bulundurulursa bunu köylülerin iyiliği için değil de kendi iyili için söylediği sonucuna kolayca varılabilirdi.

 

Fake, Altar’ın karşısında boynunu büktü. “Tamii, efendim.”

 

Goblin denen canavarları kendi dünyasının fantastik kurgularından biliyordu. Rolderhelm’de de varlıklarını duymuş, Büyücülük Akademisindeki kitaplarda okumuştu. Daha önceyse bir goblin ile karşılaşmamıştı.

 

Bildiği kadarıyla kısa boylu ve yeşil yaratıklar olsa da Büyücülük Akademisinde edindiği bilgilere göre zekâları çeşitlilik gösteriyordu.

 

Goblinler, Şeytan Beyleri tarafından yaratılır ve dünyaya salınırdı. Zekâları ve güçleri onları yaratan Şeytan Beylerine bağlı olmakla birlikte yaramaz bir çocuk ile insanüstü bir seviye arasında değişebiliyordu. Çok zeki goblinler nadir türlerdi ve onlara yeterli zekâ bahşedecek Şeytan Beylerinin sayısı az olduğundan karşılaşma riski neredeyse yoktu.

 

Eğer insanüstü zekâya sahip bir goblinle bir insan karşılaşırsa, bu insan için çok da iyi sonuçlar doğurmazdı.  Ne kadar zeki olurlarsa olsun onlar şeytanlar tarafından yaratılıyordu ve özünde kötücül varlıklar olan şeytanların elinden iyi bir şey çıkması mümkün değildi.

 

Aşırı nadir bu zeki goblin türü haricinde onlar aptal yaratıklardı. Çoğu zaman onları yaratan babaları gibi zevk almak için öldürürlerdi. Goblinler arasında dişiler olmadığı için ırkı ne olursa olsun diğer canlıların dişilerine göz dikerlerdi fakat bu birlikteliklerden çocuk oluşması mümkün değildi. Hayvan, insan veya farklı bir ırk fark etmeksizin dişileri ve bazen de dişi zannettikleri erkekleri kaçırıp tecavüz etmek onların en popüler ve korkulan özelliğiydi.

 

Ayrıca etobur canlılardı. Bitkisel gıdaları kesinlikle tüketmiyor, Büyücülük Akademisindeki kaydedilmiş deneylere göre bu gıdalar ile beslendikleri zaman kusarak çıkartıyorlardı. Tükettikleri etin ise insan eti mi yoksa hayvan eti mi olduğu önemsizdi ve leş bile yiyebilirlerdi. Okuduğu kitaplarda insan etini diğer tüm canlıların etinden daha çok sevdiklerine dair tartışmalar kaydedilmişti.

 

“Yani, mizrer sizin yardımınıza muhtacız, demek istiyorum. Karşırığında veremirecek çok şeyimiz ormasa da tüm köy sizrer için yapamireceğimizi yaparız.”

 

Yu bardağını kaldırıp Farmiya’dan su doldurmasını işaret ederken Fake’nin göbeğine baktı. Aklına Kuzey Kore halkı ve Kuzey Kore diktatörü gelmişti. O, Kuzey Kore’nin tek şişman adamı unvanını taşıyordu.

 

“Yemeye gelince tek başına, vermeye gelince halkla. Ulan orospu çocukları, hepiniz mi aynı olursunuz?”

 

Siyasilerden nefret ediyordu ve onlara karşı olan nefreti kendine karşı olan nefretiyle yarışabilirdi çünkü siyasi isimleri, ellerine daha fazla kişiye zarar verme imkânı geçmiş ‘Yu Valarfinler’ olarak görüyordu.

 

“Bir bitmediler anasını satayım.” Altar tabağındaki eti bitirdikten sonra kadehi tamamen dikti. “Sana yardım etsek ne verebilirsin ki bize? Köy bir şey verecek durumda gözükmüyor.”

 

“Çiftrik hayvanrarı veremiririz, köyümüzden ev veremiririz. Çok fazra paramız yok yani...”

 

Yani, Vazgeçilenlere muhtaçlardı. Yu bu adamların iyilik uğruna savaşacaklarını hayal edemiyordu. Altar’ın cevabını merakla beklemeye başladı.

 

“Çok işimiz var,” dedi Altar. “İki kuruş uğruna bununla uğraşmaya değmez.”

 

Fake başını salladı. “Ama... Ama!”

 

“Ne ama - ama?” diyerek sofradan kalktı Altar. “Valarfin, sen bu işle ilgilen. Karşılığında ne istediğini onunla konuşursun.”

-------------------------

23.08.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr